The Savage Sword Of Conan Sayı 223 - Nekht Semerkeht

prospero

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
10 Kas 2014
249
12,260


223%20-%20Nekht%20Semerkeht_zpsqyi10pje.jpg
 

kartal

Onursal Üye
17 Şub 2011
4,322
4,688
Canım prospero kardeşim çok teşekkürler ederim.Bu kasap adamı görmek çok güzel inan.
Değerli kardeşim ellerin dert görmesin,herşey gönlünce olsun.
 

kadirnip

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
21 Kas 2014
4,652
22,585
Adana
Elinize sağlik. Paylaşimlarinizla, barbar'in maceralarini zevkle takip ediyoruz...
 

direnc11

Yönetici
11 May 2009
10,165
37,798
İstanbul
İlk maceranın Alfredo Alcala imzalı çizgilerini beğenmedim. Alıştığım Conan çizgilerinin tadını alamadım. Bereket versin takiben gelen Red Sonja'lı macera benim adıma durumu kurtarıyor. :)

Üstadım, katkınız çok büyük. Minnettarım.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
779
5,767
Kdz. Ereğli
Nekht Semerkeht çok ilginç bir öyküdür. Uzmanların çoğu Robert E. Howard'ın üstünde son çalıştığı öykünün bu olduğuna inanır. İçinde öyle pasajlar var ki Howard'ın intiharı planlama aşamasında olduğuna ikna olmak gayet kolaydır. Tabii ki aslında Conan ve Hyboria Çağı ile ilgili bir öykü değildi. Kahramanı Diego De Guzman diye bir İspanyol süvaridir. Guzman, ÇR'de olduğu gibi atını kaybetmesinin ardından bilmediği bir yönde yürümeye başlar... Şöyle devam eder...

.....
Çoktan kaybolmuş olduğu hissine kapılmıştı… Daha atı öldürülmeden önceki bir saat boyunca hissetmişti bunu. Tecrübeli de olsa, onu kum tepeleri ve çayırların üstünden bataklık yakamozu gibi çeken, gün ışığında ışıldayan parlak beyaz tüylü bir antilobun beyhude takibinde, makul olandan uzak bölgelere sapmıştı. Kampın yerini zihninde tutmaya çalışmıştı, ancak başaramadığından korkuyordu. Gündoğusundan, günbatısına kadar ara vermeden uzanan bu ovalarda hiçbir nirengi noktası yoktu. Devamı nallara bağlı olan bir sefer, meçhul bir denizde el yordamıyla ilerleyen, tek hayatta kalma şansı kendi kendine yeterliliğinde yatan bir gemiye benzer. Yalnız bir süvari, yiyecek, su veya pusula olmadan açık bir kayıkta sürüklenen bir kişi gibidir. Yaya bir adam arkadaşlarına çabucak ulaşamazsa, neredeyse ölü bir adamdır.

De Guzman, bir at bulma umuduyla sığ vadiyi kısaca araştırdı. Yoktu. Apaçiler henüz at binmeyi öğrenmemişti. Kuzeyde savaşçıları çoktandır süvari olan korkunç bir kabilenin öykülerini işitmiş olsa da İspanyollardan kaçan veya çalınan atlar yiyecek olarak kullanılıyordu.



İspanyol doğru olduğuna inandığı yönü seçerek yürümeye başladı. Miğferini kaldırdı, parmaklarını nemli kırlaşmış kâküllerinde dolaştırdı ama güneşin harareti onu geri koymasına yol açtı. Zırh giyimli yılları, onu saran çeliğin ağırlığı ve sıcaklığına alıştırmıştı onu. Daha sonra bu onun yorgunluğunu arttırırdı ama ovalarda dolaşan başka savaşçılarla karşılaşırsa, bu işine yarayabilirdi. Öldürdüğü yalnız savaşçının varlığı, civarda bir yerlerde koca bir kabile olduğunu kanıtlıyordu. Güneş batı ufkuna doğru indi; onun kızıl gözünün önünde, zalim enginlik ve sessizliğiyle onunla alay eden uçsuz bucaksız ovanın ortasında ufak bir pigme gibi ilerledi.

Güneş hızla gözden kaybolmadan önce çölün sırtında durur gibi göründü. İnce bir ışık sütunu ufuk çizgisinin etrafında kuzey ve güneye uzandı. Gök, günbatımının gelişiyle genişler ve derinleşir gibi oldu. Doğuda sıcak, volkanik mavi, şimdiden Toledo kılıç çeliği rengini alıyordu.
De Guzman durdu ve tüfeğinin dipçiğini yere indirdi. Sert toprakta çınladı ve hiç iz bırakmadı. Kısa, kuru, esnek otlar üstünde, kendi rotasından iz bulamadan baktı geldiği yöne. Ayak izi bırakmadan geçmişti. O, uykulu, kayıtsız bir ülkede boşu boşuna sürüklenen bir hayaletti adeta. Ovalar, insan çabalarından etkilenmiyordu. İnsan, üstünde hiç iz bırakmıyordu; ona ihanet eden tanrılara söverek yürüyor, savaşıyor, çabalıyor ve ölüyordu ama ovalar, geçişinin deniz yüzeyinde bırakacağından fazla iz bırakmadan düş görüyordu.

“Altın!” diye mırıldandı de Guzman; alaycı bir şekilde güldü.

Atının düşüşünden bu yana uzun bir yol kat etmişti. Doğru yönde gidiyor olsa, adamların onu geri yöneltmek için açtığı ateşlerin sesini işitecek kadar kampa yaklaşmış olması gerekirdi. Kaybolmuştu. Hangi yöne döneceğini bilmiyordu. Ovalar onu kendilerine mal etmişti. Kadim İspanya’nın başak, yağ ve şarabından doğma kemikleri, Apaçi, çakal ve çıngıraklı yılan kemikleriyle, yavan bir boşlukta ağaracaktı. Fakat düşünce içinde dini veya duygusal bir dehşet uyandırmadı. İspanya çok uzakta, bir düş, bir anı, bir zamanlar, gençlik ve arzunun altın parıltısı içinde gerçek olan, ancak şu anda bir sisler denizinde kaybolmuş bir hayalet kıtadan daha fazla gerçekliği olmayan bir Cockaigne[1] ülkesiydi.

İspanyol kanı, başka kavimlerin kanından kutsal değildi; kan sadece kandı ve okyanuslarca döküldüğünü görmüştü; İspanyol kanı, İngiliz kanı, Huguenot Kanı, İnka Kanı, Aztek Kanı… Tenochtitlan’ın[2] mazgallı siperlerinden damlayan Montezuma’nın kraliyet kanı… Cajamarca[3] meydan savaşında, kem yazgılı Atahualpa’nın[4] çılgın ayakları etrafında, bilek derinliğinde akan kan...

Fakat yaşama isteği, zekâ, mantık veya başka bir şeyle hiçbir bağlantısı olmayan, hayata karşı kör, kara bir içgüdü bağrında harıl harıl yanıyordu.

Bu itibarla onu tanıdı ve boyun eğdi. Artık var oluşa dair kuruntuları yoktu. Kemale ermiş tüm insanlar gibi, oyunun mum harcamaya değmediğini biliyordu. İnsanlar kendini korumanın kör içgüdüsünü akla uydurur ve övündükleri -ama görmezden gelinen- zekâları, her aşamada hayata bir inkâr olduğunda, hayatta kalmanın neden ölmekten iyi olduğunu izah eden, doğruluğu şüpheli kuruntular inşa eder. Fakat uygar insanlar, onları doğuran iptidai temellerin kör, fırtınalı çukurundan gelen her mirastan nefret edip korktukları gibi, içgüdülerinden de nefret ederler. Köpekler, maymunlar, filler; bu yaratıklar içgüdülerine itaat eder, sadece içgüdü onlara yaşamalarını söylediği için yaşarlar. İnsanın sağ kalma dürtüsü hiç de az körlük ve mantıksızlıkta değildir, ancak Tanrı’nın imgesi olarak -bunu bildirecek bir peygamberleri olmadığından- yaratılmamış olma talihsizliğindeki o yaratıklarla akrabalığından iğrendiğinden, mantığı ona ölmenin yaşamaktan iyi olduğunu söylediğinde bile, tamamen mantık tarafından yönlendirildiğine dair makbul kuruntusunu bağrına basar. Ona yaşamasını söyleyen övündüğü zekâsı değil, sadece kör, kara, mantıksız hayvan içgüdüsüdür.

Bunu bilir ve kabul ederdi de Guzman. Niye acı veren mücadeleden vazgeçmemesi, kafasına bir tabanca namlusu dayayıp, tadı uzun zaman önce acısından az hale gelmiş bir varoluşu terk etmemesi gerektiğine dair herhangi bir entelektüel mantığın varlığına inanarak kendini kandırmaya çalışmadı.

Bir mucize eseri Coronado’nun kampına ve sonunda Mexico veya efsanevi Quivira’ya dönmenin yolunu bulmuş olsa da hayatın Yedi Altın Kent’i arayarak kuzeye yürüyüşünden önce olduğundan daha az sefil veya daha arzulanabilir olacağına inanması için sebep yoktu. Ama o kör içgüdü, son boğuk nefese dek yaşamak için savaşmasını, cehenneme veya arkadaşların eylemlerine rağmen yaşamasını söylüyordu. Cortez’le[5] omuz omuza savaştığı, Montezuma’nın sorguçlu ordularının onlara meydan okuyan bir avuç serdengeçtiyi yutmak için bir dalga gibi yuvarlandığını gördüğü, çok uzak geçmişteki gençliğindeki kadar güçlü şekilde yanıyordu içinde.

Yaşamak! Ne aşk, ne kâr, ne hırs, ne de bir dava için… Tüm bu şeyler, âdemoğlunca açıklanamayanı açıklamak için uydurulmuş sis demetleri ve seraplardı. Varlığına çok derin bir şekilde yerleştirilmiş, sorusu ve cevabı, arzusu ve hedefi, başlangıcı ve sonu, evrendeki tüm bilmecelerin cevabı kendisi olan kör, kara yaşama dürtüsünden ötürü yaşamak.

Bu yüzden de Conquistador alaycı şekilde güldü, hantal tüfeğini omuzladı ve nihai unutuluş ve sessizliğe giden nafile yürüyüşüne yeniden başlamaya hazırlandı.

Sonra davul sesini işitti.



[1]Cockaigne: hayali bir lüks ve tembellik diyarı. Ç.N
[2] Tenochtitlan: Antik Aztek İmparatorluğu’nun başkenti. Texcoco Gölü'nde bulunan bir ada üzerindeydi. 1520'lerde Hernan Kortez yönetimindeki İspanyol “Conquistador” lar tarafından çok büyük oranda tahrip edildi, yerine yeni İspanya’nın başkenti sayılan Mexico şehri kuruldu. Ç.N
[3] Cajamarca: Peru’da bir bölge ve bu bölgedeki bir şehir. Ç.N
[4]Atahualpa: (d. Cuzco – ö. 29 Ağustos 1533, Cajamarca), İnka İmparatorluğu'nun onüçüncü ve son imparatoru. Ç.N.
[5] Cortez: Hernan. (d. 1485 ö. 2 Aralık 1547), İspanya adına Meksika'yı işgal eden denizci.
 
Üst