yeryüzü
Yönetici


İspanyol edisyonu, tek cilt Juan Solo
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
JUAN SOLO: AZİZİN GÖLGESİNDE BİR SERSERİ/PİÇ
Alejandro Jodorowsky ve Georges Bess’in birlikte yarattığı Juan Solo, edebiyatla çizgi romanın sınırlarını bulanıklaştıran, hem hikâyesi hem de görsel diliyle derin izler bırakan bir yapıt. İlk kez 1995 yılında yayımlanan bu dört albümlük Latin Amerika epopesi, zamanla göz ardı edilmiş ama görsel ve anlatı gücüyle keşfedilmeyi fazlasıyla hak eden bir eser.
Juan Solo, yalnızca bir karakterin suç ve kefaret üzerinden kurulan dönüşüm hikâyesi değil, aynı zamanda bir kıtanın sosyopolitik portresidir. Jodorowsky’nin mistik ve psikanalitik evreniyle Bess’in doğal ama şiirsel çizgileri birleştiğinde ortaya çıkan şey, sıradan bir anlatının çok ötesindedir: kan, din, yozlaşma, suç, açlık, inanç, yoksulluk ve umutla örülmüş katmanlı bir evren.
BİR SERSERİ'NİN DOĞUMU
Juan Solo’nun hikâyesi, çöplerin arasında terk edilmiş kuyruklu bir bebeğin bulunmasıyla başlar. Tek başına bu detay bile karakterin “melez”, “istenmeyen” ve “sapkın” doğasını simgeler. Onu bulan, toplumun dışına itilmiş cüce bir travestidir. Kilise ve sistem tarafından dışlanmış bu figür, Juan’a yalnızca bir hayat değil, aynı zamanda bir miras da bırakır: toplumun çürümüş kıyılarında ayakta kalmayı öğrenmek.
Bu bağlamda Juan’ın yolculuğu, yalnızca bireysel bir hayatta kalma mücadelesi değildir; aynı zamanda Latin Amerika'nın yoksulluk, şiddet ve yozlaşmayla dolu kent ortamında ilerleyen bir siyasi ve ahlaki haritadır. İlk sahnelerden itibaren Jodorowsky, karakterini varoşların, suç çetelerinin, mafyanın ve yozlaşmış siyasi yapının ortasına yerleştirir.
SUÇ, KAN VE KURTULUŞ
Juan’ın hayatındaki kırılma noktaları, her zaman ölümcül kararlarla belirlenir. Eline silah aldığında, bu sadece fiziksel bir eylem değildir; bir tür kader mühürlenmesidir. Solo, kısa sürede hırsızlıktan tetikçiliğe, oradan korumalığa ve nihayetinde bir mafya liderliğine kadar yükselir. Ancak bu yükseliş, düşüşle iç içedir.
Sürgün edilen, aşağılanan ve bastırılan bir bedenin –hem birey hem toplum olarak– nasıl bir şiddet makinesine dönüşebileceğinin portresidir bu. Ve Juan, ne kadar ileri gitse de, geçmişinin hayaleti –annesinin terk edişi, babasızlığı, kimsesizliği– onun ensesindedir.
ÇÖLDEKİ KEFARET: BİR MİSTİK DÖNÜŞÜM
Serinin belki de en çarpıcı bölümü, Juan’ın çölde geçirdiği zamanlardır. Açlık, yalnızlık ve halüsinasyonlarla dolu bu bölüm, klasik bir "peygamberin çileli arınması" metaforuna dönüşür. Solo, burada hem kendini hem de sistemin ruhsuzluğunu sorgular. Çarmıha gerildiği final sahnesi, onu bir tür sahte-mesih, halkın gözünde bir aziz figürüne dönüştürür.
"Santo Bastardo" – Kutsal Piç – ifadesi, Jodorowsky'nin dini sembollerle toplumsal çelişkileri ne kadar ustalıkla iç içe geçirdiğinin kanıtıdır.
LATİN AMERİKA'NIN AYNASINDA
Kurgu ülke ve şehir isimlerine rağmen, Juan Solo’nun geçtiği coğrafya Latin Amerika'nın ta kendisidir. Tlacahuepan’dan Huatulco’ya, her yer yoksulluğun, karmaşık politik yapının, suçla iç içe geçmiş devlet mekanizmasının ve Batı'dan kopuk, ama bir o kadar da evrensel insanlık durumlarının izlerini taşır.
Bu bakımdan eser, yalnızca bir bireyin iç yolculuğu değil, Latin Amerika toplumlarının da alegorik bir otopsisidir. Narcos dizilerinin romantize ettiği mafya düzenine karşı Jodorowsky, hiçbir kahramanlaştırmaya yer bırakmayan çıplak ve sert bir anlatı sunar.
BESS’İN GÖRSEL ANLATIMI
Georges Bess’in çizgileri, anlatıya sadece eşlik etmez, onu derinleştirir. Asimetrik kadrajları, büyük panelleri, çerçevesiz viyetleri ve atmosferik renk paletiyle bir sahneyi hem gerçekçi hem de alegorik hâle getirir. Toprak tonlarıyla dolu sayfalar, zaman zaman kırmızı ve maviyle patlayarak anlatıdaki duygusal yoğunluğu vurgular.
SONUÇ: HERKESİN BİR ÇÖLÜ VARDIR
Juan Solo, yalnızca çizgi roman sevenler için değil, iyi hikâye anlatımı, siyasi alegori ve insan ruhunun sınırlarını irdeleyen anlatılar arayan herkes için keşfedilmesi gereken bir başyapıt. Herkesin kendi çölü vardır; Juan’ınki, tüm Latin Amerika’nın yüzyıllardır süren iç karmaşasının küçük ama sarsıcı bir yansımasıdır.


Küçük Prensi de görüyoruz sanki buralarda...
Sonuçta çizgi roman ya da grafik roman severler olarak bu anlatım biçimi bizi, beni her zaman çekiyor...
Şu kısa hayatımızda nice güzellikler yaşamamız dileğimle iyi okumalar dilerim...