Dünyamızı Biçimlendiren Olağanüstü Bitkiler "Resimler ve İllüstrasyonlar eşliğinde" (2014 ilk ve tek baskı)

cagan73

Onursal Üye
17 Kas 2013
481
9,453
Bizler, insanoğulları, olayları kendi zaman ölçeğimize göre, ortalama seksen yıllık sürelere göre algılıyoruz, Küçük bir çocukken gördüğümüz bitkiler, bugünde hiç değişmemiş olarak gözümüze görünüyor. En fazla, nerede o eski domateslerin tadı diyebiliyoruz, bitkilerin tarihi ile ilgili algılayabildiğimiz zaman süreci, bitkilerin tadı ile sınırlı…
Bu durumda insanlığın etrafında gördüğü bitkileri, ağaçları ve diğer her şeyi, yaşamadığı geçmişte de sanki bugün gördüğü gibi, hiç değişmemiş halde olduğunu düşünmesi son derece normaldir.

Oysa bitki evrimi milyonlarca yılda gerçekleşmiş ve biz insanlardan çok daha önce şimdiki çalışma mekanizmalarını kurmuştu.

Bugünkü bilimsel veriler bize yaşamın üç buçuk milyar yıl kadar önce okyanuslarda başladığını söylüyor.
Bakterilere benzeyen, ancak içinde klorofil bulunan Avustralya’da ve Afrika’da bulunan Stromatolit” adı verilen fosil kayalar bu durumun en temel kanıtlarından biridir.
Siyanobakteriler (Cyanobacteria veya mavi-yeşil algler) ilk canlı örnekleridir.
(İlk canlılığın nasıl oluştuğuna dair, 1952’de Stanley Miller ın deneyleri ile başlayan ve nihayetinde Jack Szostak’ın 2009 yılında bu konuda Nobel ödülü kazandığı araştırmalar neticesinde laboratuvarlarda yerkürenin ilkel atmosferi yeniden oluşturularak organik moleküller ile ilk canlı örnekleri yeniden üretilebilmiştir)

Fosil kayıtları, bitkilerin, bakterilerin klorofilli bir atasından türediğini göstermekte…
O sıralar ilkel okyanuslarda tipik bitkisel hücre yapısına benzeyen mikroskobik bir yosun bulunuyordu: Klorofil içeriyor, bununla da fotosentez yapıyordu, yani güneş enerjisi aracılığıyla zarının üzerinde toplanan karbon gazını ve suyu, şekere dönüştürüyordu. Yaşam tarihinin ilk iki milyar yılı boyunca bu basit canlılar fazlaca değişmeden okyanuslarda varlıklarını sürdürdüler.
Fotosentezin sebep olduğu bir atık olan ve saf hali tüm canlılar için son derece zehirli olan Oksijen, iki milyar yıl boyunca önce denizlere sonrada havaya salındı. İlk başlarda okyanuslarda bulunan demir, salınan oksijen ile birleşerek demir okside dönüşüp dibe çöküyordu. Deniz yataklarında bulunan çökmüş demir tabakaları bu sürecin en büyük kanıtıdır. Belirli bir süre sonra ise demirin tutabileceğinden daha fazla üretilen oksijen önce okyanus içeriğini sonrasında ise atmosferin zenginleşmesini sağladı.
İlk yaşam örneklerinin başlamasından yaklaşık 1,5 milyar yıl sonrasında atmosferde oksijen birikmesi sebebiyle ozon tabakası oluştu. (Gökyüzünün mavi rengi, güneş ışınlarının atmosferdeki oksijen ve azot moleküllerine çarpıp ayrışarak tüm atmosfere saçılması sebebiyle oluşmaktadır, diğer renkler farklı dalga boyu sebebiyle saçılamaz)
Oluşan ozon tabakası, UV ışınlarını bloke ederek okyanus yüzeylerinde de bitkisel bir canlılık oluşturdu. Yine bulunan fosil kayıtları bu sürecin yüz milyon yıl kadar sürdüğünü gösteriyor. Bu aşamada yosundan, çekirdekli bitkisel hücreye geçiş söz konusudur. (prokaryot hücreden ökaryot hücreye dönüşüm) Bu yoğun bitkisel üretim okyanus dibinde kireç çökeltileri ile açıklanmaktadır. (karbondioksit, kalsiyum oksitle birleşerek kireçtaşı oluşturur)
Çekirdekli hücreler ise bir başka önemli gelişimi sağlamıştır: kuşaktan kuşağa gen transferi. Bu aşamada daha gelişmiş bir organizma düzeyine geçilmiş oldu: mavi yosunlar ile birleşerek çok hücreli bitkiler oluştu bu durumda ilk defa iç ve dış hücreler oluştu içerdeki hücreler artık ışık alamadıklarından fotosentez yapamaz hale geldiler, bu nedenle çevrelerindeki hücrelerin onları beslemeleri gerekti. İç hücreler ayrıca kıyılarda gördüğümüz çok hücreli büyük yosunların oluşumu için gereken iskeleti oluşturdular.

Şimdi günümüzden 600 milyon yıl öncesine geldik: Bitkiler hayvanlardan çok daha yavaş gelişmişti, çoğu çok küçük ebatlarda sakin sakin sularda yüzmeye devam ettiler; ancak hayvanlar dünyasındaki değişim inanılmazdı, tıpkı bitkiler gibi çok hücreli hale geldiler ve önemli ölçüde karmaşıklaştılar. Özellikle balıklar olağanüstü ölçüde geliştiler. Oysa bitkiler, ancak sular altındaki topraklarla temas ettiklerinde gelişmeye başladılar.

Bu aşamada kıyı şeridi çok önemli bir rol oynadı. Gelgitler sayesinde günde iki kez su altında kalan ve sığlaşan kıyı şeritleri deniz ve kara yaşamları arasında bir geçiş noktası oldu. İşte bu alanda yosunlar arasında farklılaşma gerçekleşti.
Bu fenomen bugün de gözlemlenebilir: Kıyıda, birikmiş yeşil yosunlar görülürken, sığ sularda, bolca ışığın olduğu yerlerde esmer yosunlar sağa sola yayılırlar. Daha derinde, denizin karardığı yerlerde, ise kırmızı yosunlar yaşar. Kırmızı yosunlar derin sularda ışıksız kalırlar, onun için gelişmemişlerdir. En elverişli koşullarda yaşayanlar esmer yosunlardır. Işık alma ve kayalara tutunma gibi avantajları sayesinde en gelişmiş olanlardır. Yeşil yosunlar ise zor durumdadırlar çünkü yaşama alanları sular çekildiğinde uzun süre açıkta kalır. İçlerindeki yüksek miktarda klorofil sayesinde uzun süre direnebilirler. Kırmızı, kahverengi, yeşil... Yosunlardaki bu değişimin kıyı şeridinde gerçekleştiği, büyük bir rahatlıkla gözlenebilir.

Bitkiler kara ile ilk temas ettikleri Kambriyen dönemde (Günümüzden 500 milyon yıl kadar önce karalar tamamen çöl halindeydi. Üzerinde en küçük bir yaşam izi yoktu, toprak oluşmamıştı) gelgitler sayesinde sığlaşan denizin yüzeyine yakın yaşayan ve bu sayede yoğun fotosentez yapabilen bitkiler milyonlarca yıllık bir süreçte yavaş yavaş karalara yerleşmeye başladılar.
Ancak bu süreçte günümüzden yaklaşık 440 - 450 milyon yıl önce, 1. Büyük yokoluş denilen; Ordovisiyen-Siluriyen Devri yok oluşu meydana gelir:
Bu yok oluşta tüm canlı türlerinin yaklaşık üçte birinin yok olduğu sanılıyor. Küresel soğuma nedeniyle tüm dünya buzullarla kaplanır. Canlıların yaşadığı su alanları kaybolur. Bu dönemde eğer bir uzay gemisi Dünyayı gözlemleseydi, tüm gezegeni bembeyaz buzlarla kaplı olarak görecekti.
Yokoluşun sebebi; bir gama ışını patlaması sonucu dünya atmosferinin incelmesi veya gezegenimiz yörüngesinin güneşten uzaklaşması olduğu düşünülüyor. (Belki de her ikisi birden) Kutuplarda ki buzul katmanları incelenirse en alt tabakaların bu süreçte oluştuğu gözlemlenmektedir.
Yaklaşık 25-30 milyon yıllık bu süreç sonunda buzul devri sona erer ve Devoniyen denilen devir başlar.
Şimdi günümüzden 420 milyon yıl öncesine geliyoruz: Buzulların erimesi ile yaşamın içinde hapsolabileceği su birikintileri, bataklıklar, lagünler oluşur. Bu alanlara uyum sağlayan yosunlar, ilk damarlı bitkilere 420 milyon yıl önce dönüşür.
Fosil kayıtları, ilk karasal bitkilerin beş santimetre boyunda, küçük bir sazı andırdığını gösteriyor.
Milyonlarca yıllık yeni oluşumlar ile yerden emilen suyun geçebileceği damarlar ilk defa meydana gelerek suyu yapraklara çıkarmaya başlar ve bitkiler ışığa doğru yükselmeye başlar. Bunlar keşfedilmiş olan en eski ağaç benzeri bitkilerdir, fosilleri ilk defa İrlanda’da rastlandı ve adlarına da cooksonia dendi.
İlk bitki toplulukları; lagünlerde ve bataklık bölgelerde yetişiyordu, kısa ve yapraksızdı. Fotosentez, sap aracılığıyla yapılıyordu ve çoğalmak için sporlarını havaya saçıyorlardı.
Sonraki 30 milyon yılda bitki boyları yarım metreye yaklaştı. Yakın zamanda İskoçya’nın Klıynie kentinin yakınlarında bulunan 390 milyon yıllık fosillere bakıldığında bu bitkilerin saplarında henüz yaprak denilemeyecek küçük tüycükler oluştuğu görüldü.
Aynı dönemde bir balık ailesi de ilk defa sudan çıkıyordu: Ichtyostega; milyonlarca yıllık süreçte yüzgeçlerinin ayaklara, solungaçlarının akciğere dönüşmesiyle sonunda kurbağagiller oluşacaktı.

Günümüzden 350 milyon yıl öncesine geldiğimizde ise minicik bir bitki, ilk yapraklı sapı oluşturur.
Bunun mantığı çok basittir: Deniz içinde fotosentez yapılabilmesi için çok fazla sayıda yeşil yosun gerekir. Havada ise maksimum ışık alabilmek için bitki olabildiğince çok yaprağa sahip olmalı, böylece yüzeyini genişletmelidir. Ancak bu sürecin gerçekleşip bu aşamaya gelebilmesi için yaklaşık 70 milyon yıllık bir zamanın geçmesi gerekmişti.
Bitkiler ayrıca bu uzun süreçte bulundukları ortama ayak uydurarak üremek için yeni yöntemler geliştirdiler: rüzgârı, böcekleri, hayvanları kullanarak çok çeşitli üreme yöntemleri oluşturdular. Bu nedenle bitkiler âlemi, hayvanlarınkine göre çok daha fazla filizlenir.
Emdikleri suyu damarlar ile uçlara taşımayı keşfeden bitkiler gittikçe daha fazla su için daha fazla damar ürettiler ve bu sayede gittikçe uzadılar. İlk damarlı eğreltiotları da bu dönemde oluşmuştur.
Şimdi günümüzden 350 milyon yıl ile 290 milyon yıl arasını kapsayan Karbonifer Dönemi ne geliyoruz.
Bu dönemde atmosferde tekrar çoğalan ve inanılmaz seviyelere yükselen oksijen seviyesi, tüm dünyanın, tek bir kıtada birleşmiş 30 metrelik dev ağaçlarla kaplanmasına neden oldu. Bu aşamada bir uzay gemisi tekrar dünyanın yakınına gelseydi yemyeşil dev bir tek kıta görüyor olurdu. Bu ağaçlar zamanla yeryüzünün derinliklerine çökerek yüksek basınç sayesinde bugün kullandığımız fosil yakıtlarının tamamını oluşturmuştur. (Milyonlarca yıllık birikimi birkaç yüzyılda tüketmiş olacağız. İnsan ömrü ile kıyaslarsak koca bir ömür ile birkaç dakika arasındaki kadar dramatik bir süredir)
Ayrıca ilk kozalaklı bitkiler ve polenler aracılığı ile üreme bu dönemde oluşmuştur. Kesilen bir ağacın gövdesinde gördüğümüz her yıl büyümüş halkalı yapının da bu dönemde geliştiği görülmüştür.

Bitki dünyasının bu derece geliştiği milyonlarca yıllık evrimden sonra günümüzden yaklaşık 250 milyon yıl önce Permiyen-Triyas denilen çok büyük bir yok oluş yaşanır. Ekosistemler buzlarla kaplanır, korkunç boyutlardaki kuraklık sebebiyle Dünya'daki yaşamın %80'inden fazlasının nesli tükenir, Sadece böcekler, amfibiler ve basit deniz bitkileri hayatta kalır. Yaşam neredeyse sıfırdan tekrar başlamak zorunda kalacaktır.
Yeniden evrilen bitkiler yeni stratejiler geliştirmeye başlarlar: Tohumların soğuktan etkilenmemesi için içeriğindeki suyun büyük çoğunluğu kurutulur, böylece binlerce yıl geçse bile yeni nesillerin üremesi, kuru kalabilen bu tohumlar sayesinde garanti edilmiş olur.
Yaşamını sürdürebilen kozalaklılar ise yeni bir yöntem geliştirir: İklim soğuduğunda bünyelerindeki suyun neredeyse tamamını dışarı salar, su dolaşımı inanılmaz yavaşlar, yapraklarını döker ve toprak donduğu zaman onunla bütün alışverişlerini kesebilirler, soluk almazlar, terlemezler, fotosentez yapmazlar adeta birer yaşayan ölü haline gelirler ve en korkunç soğuklara böyle dayanırlar.
Mezozoyik Dönem denilen ve günümüzden 250 – 66 milyon yıl öncesindeki çok büyük gelişmelerdir bunlar.

Günümüzden 200 milyon yıl önce ise Mezozoyik Dönemin bir alt dönemi olan Jura (Jurasik Dönem) başlar.
Sıcak ve nemli iklim, binlerce farklı ağaç ile inanılmaz bir çeşitliliğin oluşmasını sağlar, ilk çiçekli bitkiler 160 milyon yıl önce oluşmaya başlayacaktır. Sonrasında geçen milyonlarca yılda çiçekli bitkiler üreme için böcekleri kullanmayı öğreneceklerdi. Böcekleri cezbedecek güzel kokulu polenleri geliştiren bitkiler, bu polenlerin kolaylıkla diğer bitkilere taşınmasını sağlıyorlardı.
Bitkinin kendi erkek organlarının kendi dişi organına değmesini engellemekteki çıkarı akrabalar arasında ilişkiyi engellemektir. Bu nedenle çiçek böceğe çekici gözükmeye çalışır. Böcek çiçeğin kendisi için özel olarak ürettiği nektarı almak üzere çiçeğe konar, ve aynı anda polene bulanır. Sonra bu poleni, konduğu tüm çiçeklerin dişi organına bulaştırır. Çiçekli bitkiler 100 milyon yıldan fazla bir süredir cazibe öğesini kullanmayı sürdürüyor ve üremenin ardından çekici olma arzusunun ansızın tükenivermesi olgusu da günümüze kadar gelmiştir: Döllenen çiçekler solarlar.

Günümüzden yüz milyon yıl öncesine gelindiğinde ise dünya üzerindeki iklim o kadar nemli ve sıcak hale geldi ki bugünkü Grönland’da döneme ait palmiye fosilleri bulunmuştur.
Günümüzden yaklaşık 66 milyon yıl önce Kretase – Tersiyer Yok Oluşu sonrasında yaşam tekrar filizlenmeyi başaracak, günümüzden 50 milyon yıl önce yeryüzü tekrar tropikal bir cennete dönüşecekti. Bu dönemde ortalama ısının bugünkünden 12 derece yüksek olduğu sanılmaktadır.
Sonrasında geçen milyonlarca yılda ılımanlaşan iklim ve ağaçların üzerinde beslenen hayvanların evrilmesi ile bitkiler, bir meyvenin içinde toplanmış tohumları geliştirdiler. Hayvanların, şekerle tatlandırılan meyveleri yiyerek içindeki tohumları toprağa gübrelemeleri (dışkılamaları) bitkilerin geliştirdiği olağanüstü bir üreme stratejisidir. Görülüyor ki bitkilerin geliştirdiği her farklı aşama, çevrelerini milyonlarca yıl boyunca algılayabilmeleri ve uyum sağlayabilmeleri sayesinde oluşmaktadır.
Günümüzden iki milyon yıl önce ise yeni bir buzul devri başlar. Avrupa’nın kuzeyi buzullarla kaplanır ve ekosistemler ekvatora doğru itilir.
Ağaçların hayatta kalmak için yılın en soğuk döneminde yapraklarını olduğu gibi dökmeleri bu dönemde adeta genel bir kural haline gelmiştir.

Sonuncu buzul dönemi günümüzden 12 000 yıl kadar önce son bulur. Okyanuslardaki buzullar erimiş, denizler yükselmişti; her yerde şimdikine yakın bir iklim egemen olmuştu. İnsan elinin onarımı imkânsız zararlar verdiği bazı bölgeler dışında, o dönem yerkürenin görüntüsü genel olarak şimdikini andırıyordu.

Bitkiler tüm bu evrim süreci boyunca savunma yolları da geliştirdiler, dikenler gibi. Ama özellikle kimya yoluyla korundular, en mükemmel oldukları alan kimyadır. Çok sayıda bitki zehirlidir ya da en azından yenmez.
Bir kavağın, bir akağacın ya da meşenin yapraklarının bir kısmını yok ettiğinizde ağacın geri kalan kısmı, otobur hayvanların yiyemeyeceği maddeler salgılar. Kısacası, ağaç fazla tüketilirse kendini yenmez hale getiriyor!
Henüz yenmeye başlanmamış komşu ağaçları inceleyen araştırmacılar aynı salgıların bu ağaçlarda da üretildiğini görmekteler; Bunun tek bir mantıklı açıklaması var: Yara almış ağaçlar diğerlerine bir tehlike sinyali veriyor.
Bilim insanları ilginç bir deney gerçekleştirmişler: Bir grup akademisyen, akasyaların alt yapraklarını sopalayarak parçalamışlar. Vurulan ağaçlarla birlikte etraflarındaki ağaçlarında aynı salgıları oluşturduğu görülmüş: Ağaçlar arasında kesinlikle bir iletişim olduğu görülmüş. Bitkilerin kendi aralarında, çok basit bir gaz sayesinde iletişim kurduğu keşfedilmiş: İki atomlu bir gaz olan etilen.

Şimdi buzul döneminin sona erdiği ve tarımın başladığı günümüzden 12 000 yıl öncesine geliyoruz.
Tarımın doğuşundan önce yeryüzünde yaşayan insanların sayısı 5 ila 10 milyon olduğu tahmin ediliyor
Tarım başladığında gruplar yerleşik hayata çoktan geçmişlerdi. Köyler epeydir vardı. Bazıları kıyılarda yer alıyordu; insanlar balıkçılıkla, avcılıkla ve deniz ürünleri toplayarak yaşıyorlardı (böyle yerlerde inanılmaz miktarda istiridye kabuğu bulundu. Bu köylere arkeologlar “yerleşik toplayıcı köyler” adını verdiler.
Bu dönemde insanlar yabani tohumları bulundukları yerin hemen yanında ekmekle yetindiklerinden, bunun bir geçiş dönemi olduğu kabul edilir; adına da tarım öncesi dönem denmektedir.
Bu dönemin avcı-toplayıcıları bitkileri gayet iyi tanıyorlardı: Bir tohum ekince bir bitkinin yetişeceğini çok iyi biliyorlardı. Tarım doğduğunda insanlar binlerce yıldır bu işi zaten yapmaktaydılar. Göçebeler geçtikleri yerlerde bir önceki yıl bıraktıkları ürünlerini buluyorlardı. Bu insanlar yüzlerce tohum ekiyorlardı, kimilerini şifa için, kimilerini yemek için. Bitkileri o kadar iyi tanıyorlardı ki, zehirli olanları bile toplayıp avlanırken kullanabiliyorlardı. Binlerce yıldır bu insanlar bitkilerle temas halindeydiler; hayatları söz konusu olduğu için iyice keskinleşen bir dikkatle onları gözlemleyerek yaşıyorlardı.
Bu dönemin insanı zengin kaynaklara sahip, açıklık yerleri olan ormanlarda ya da ağaçlı savanlarda yaşıyordu. Yakındoğu’da yabani buğday, yabani arpa, meşe palamudu, fıstık nohut, mercimek gibi baklagillerden bol miktarda bulunabiliyordu. Yakındoğu daima olağanüstü bereketli ve tarıma son derece elverişli bir bölge olmuştur.
Köylerin toplam alanı 5 km. lik bir daireyi aşmıyordu. Bugün yetiştirilen tüm hayvanlar yabanıl halde bulunuyor ve avlanılıyordu.
Yakındoğu dan birkaç bin yıl sonra Kuzey Çin bölgesinde de ilk köy yerleşimleri ortaya çıkmaktadır.
Bu durumda yerleşik hayatın tarım sayesinde oluştuğu değil, tarımın yerleşik hayatın bir sonucu olduğu görülmektedir. Zira yerleşik hayat, nüfusun hızlıca artmasına neden olmuş, beslenmesi gereken çocuk sayısı artmıştı. Yüzlerce kişilik köyler birkaç yüzyıllık süreç sonunda binlerce kişilik köylere dönüşür ve insanlar bitkileri daha fazla üretebilmek kültüre almaya başlarlar.
Yabani tohumların toplanıp ekilmesi ve çıkan ürünün toplanması, ilkel tarım budur. Ürünün bir kısmının saklanması ve aynı yerde tekrar tekrar yıllarca ekilmesi sonucu yavaş yavaş elde ettikleriniz ilk topladıklarınızdan farklı olmaya başlayacaktır. Kültüre alma denilen şey budur: Ekile ekile bitki, yabani durumundan uzaklaşır.

İlk tarım alanları evlerin civarındaydı. Ama sonradan insanlar daha verimli yerler aramaya koyuldular: Ormanlardaki düzlükler, nehirlerin sağladığı alüvyonlu yollar… Böylece doğanın ortasında, ürün üzerinde bir mülkiyet hakkının geliştirilmesi ihtiyacı doğdu. Böylece yeryüzünde ilk defa toplumsal- siyasal gelişmeler oluşmaya başlar. Oysa daha önceleri herkesin doğadan ürün toplamaya hakkı vardı.

Bugün sofralarımızda kullandığımız pek çok sebze ve meyve, yüzyıllar önce sadece belirli coğrafyalarda bulunuyordu.
Şeftali ve kayısı Orta Asya da, Patlıcan Hindistan’da, Kavun ve karpuz sadece Etiyopya da yetişiyordu.
Domates, Patates, Mısır sadece orta Amerika da yetişiyordu. 16. yy İspanyol yerleşimcileri bu bitkileri Akdeniz’e taşıyarak yerleşmesini sağladılar.

…………………………………….

Kitabı sadece bitkilerin tarihi olarak görmek haksızlık olacaktır. Ömrünü doğanın keşfine adamış 18. ve 19 yy. doğa bilimcileri, yaşamın tüm olgularını keşfederken aynı zamanda olağanüstü resim yeteneklerini bu keşiflerini ebedileştirmek için kullanıyorlardı.
Bu süreçte bazı doğa bilimciler dünyanın önemli bir kısmını dolaşıp binlerce bitkinin ve çiçeğin resmini çiziyordu. Bu çizimler, bugün uygarlık tarihimiz için hem kültürel miras olarak anılmakta hem de son derece değerli sanat eserleri olarak görülmektedir.

Keyifli Okumalar…

 
Son düzenleme:

melih_

Onursal Üye
24 Ara 2015
1,445
4,746
Osmaniye
Yıllar önce Ana Britannica ansiklopedisini fasikül fasikül biriktirmeye çalışırken dikkatimi çeken bitki ve hayvanların olağanüstü çizimleriydi. Merakımdan acaba fotoğraf makinesinin olmadığı ya da taşınması zor olduğu yıllarda ansiklopedilerdeki bu mükemmel çizimleri kim yapıyor diye merak eder acaba bilim insanlarının yanında ressamlar da mı bulunuyor diye düşünürdüm. Meğerse bilim insanları aynı zamanda mükemmel çizimler de yapıyormuş.
Elinize emeğinize sağlık.
 

gunduz aydın

Yeni Üye
18 Şub 2023
43
272
Ankara
İnternet aleminde her türden güzel kitaba rastladım, bazılarını indirdim, özellikle aradıklarımın neredeyse hepsini buldum ama şu ukde hep içimde kaldı; Larousse Gastronomique.
Bu nasıl bir kitaptır ki, Türkçe baskısı asla bulunamıyor.
 

cagan73

Onursal Üye
17 Kas 2013
481
9,453
İnternet aleminde her türden güzel kitaba rastladım, bazılarını indirdim, özellikle aradıklarımın neredeyse hepsini buldum ama şu ukde hep içimde kaldı; Larousse Gastronomique.
Bu nasıl bir kitaptır ki, Türkçe baskısı asla bulunamıyor.
İlgili kitap, önemli bir kısmını sunduğum Oğlak güzel kitaplar serisinde bulunuyor. Türkçe baskısı online satılıyor görünüyor. Bu seride sadece Tarih konulu olanlar elimde mevcut ve bunlardan paylaşmadığım sadece iki tane kaldı: En kısa sürede kalan 2 taneyi de tarayacağım.
 

gunduz aydın

Yeni Üye
18 Şub 2023
43
272
Ankara
İnternet aleminde her türden güzel kitaba rastladım, bazılarını indirdim, özellikle aradıklarımın neredeyse hepsini buldum ama şu ukde hep içimde kaldı; Larousse Gastronomique.
Bu nasıl bir kitaptır ki, Türkçe baskısı asla bulunamıyor.
İlgili kitap, önemli bir kısmını sunduğum Oğlak güzel kitaplar serisinde bulunuyor. Türkçe baskısı online satılıyor görünüyor. Bu seride sadece Tarih konulu olanlar elimde mevcut ve bunlardan paylaşmadığım sadece iki tane kaldı: En kısa sürede kalan 2 taneyi de tarayacağım.

Bir ara bulunmuyordu. Bu yeni baskı olmalı. Gerçi fiyatı da 3600'den 2500'e inmiş. Kitaplığım ve depo dolup taşmaya başladığından bu yana kitap almıyor, önce kindle şimdi de onyx boox'la devam ediyorum. Bu sebeple böyle hacimli bir şeyi almaktansa pdf'ini tercih ederim ama yok işte.
 
Üst