Daron Acemoğlu, Kitapları, Nobel Ekonomi ödülü

cagan73

Onursal Üye
17 Kas 2013
484
9,287
yo8jh27eueiikqk9g.jpg

İtalya nın Siena şehrinde 1297 yılında inşaatına başlanan ve bittiğinde Siena şehri yöneticilerine ev sahipliği yapan “Palazzo Pubblico” isimli bir bina bulunmaktadır. Binanın ana salonunda 1338-1339 yılları arasında “Ambrogio Larenzetti” tarafından resmedilen üç görkemli fresk bulunur

33wrm8nlw19vq307g.jpg

1. freskte gözünüze ilk çarpacak detay, sağda oturan ve bir kral veya yöneticiye benzeyen kişidir. Etrafı kardinallerin farklı erdemlerinin temsilleriyle çevrilmiştir: sol tarafında Sebat, İhtiyat ve Barış; sağ tarafında da İtidal, Adalet ve Cömertlik
Siena'nın renkleri olan siyah ve beyaz bir giysi giyen yönetici, görünüşte adil ve yüce gönüllü bir yönetimi tasvir eder zira o dönemde şehir tek bir kişi tarafından değil seçilmiş bir yönetici grup tarafından yönetilmektedir.
Ayaklarının altında Siena'nın simgeleri olan Kurt ve ikizler, Roma'nın kuruluş mitindeki bir kurt tarafından emzirilen ikizler Romulus ve Remus'tan ilham alınmıştır
Yöneticinin başının üstüne bakınca C.S.C.V. harfleri görülür:
Bu harfler Latince "Commune Senarum Civitas Virginis", "Siena Komünü, Bakire'nin Kenti" diye çevrilebilir. Siena, Floransalıları yendikleri 1260'taki Montaperti Muharebesi'nden hemen önce Meryem Ana'yı şehrin koruyucusu olarak kabul etmişti.
Bu freskte "güç elde etme ve sonuçlarından oldukça farklı bir şey görülür. Yöneticiler arka plandadır ve toplumu temsil eden Komün ön plana çıkmıştır. Sienalılar bu örgütlenme biçiminin, "iyi yönetim" olgusu olduğunu kavramışlardı. Siena ve aynı dönemde İtalya'da serpilen diğer komünlerin ayırt edici tarafı, daha ileri düzeyde özgürlüktü. Bu sayede refahın daha geniş bir tabana yayıldığını fark etmişlerdi.
Bu algı ile günümüzden 2500 yıl önce iyon medeniyetinde keşfedilen yönetim biçimi, ilerletilerek tekrar tesis ediliyordu.
Freskin en sol köşesindeki Barış teması adeta freskin merkezini temsil ediyor.
Barışın solunda bir başka büyük figür olan Adalet oturmaktadır, bunu elindeki teraziden anlıyoruz. Teraziden iki çifte ip sarkar ve daha önce Siena'da konsül olarak görev yapan yirmi dört kişiyi temsil eden 24 figürü geçerek tablonun diğer tarafındaki yöneticiye ulaşır. Yirmi Dörtlere ipi veren concordia (uyum) adındaki oturan figürdür.
Uyum'un kucağında bir marangoz rendesi vardır. Rende kap yüzeylerini pürüzsüzleştirmek ve muhtemelen "hukukun üstünlüğü" anlamına gelen düz bir alan yaratmak için kullanılır. Bunun anlamı Siena yasalarının herkese eşit uygulandığıdır.
Toplumu temsil eden Yirmi Dörtlerin ipi tutmaları ama ip tarafından bir arada tutulmamaları önemlidir. Bu iktidarın onlara toplum tarafından verildiğine işaret eder, topluma hükmetmek için değil. Çifte ip tablonun diğer tarafındaki lidere ulaştığında bileği etrafında düğümlenmiştir. Devlet Adaletten türeyen iple prangalanmıştır. Güçler ayrılığı ilkesinin ilk defa resmedilmesidir bu olgu.
Freskin bahsedilmeye değer başka özellikleri de vardır: Yöneticinin ayakları dibinde, hafifçe sağda zırhları içerisinde diz çökmüş iki soylu bulunur. Bu tasvir komünün, kendileri de adalet tarafından sınırlandırılmış aristokratlar üzerindeki otoritesine işaret eder. Arkalarında ellerinde mızraklarla duran bir grup asker, muhtemelen yöneticilerin şehrin kırsalını korumaları için oluşturdukları özel gücü temsil etmektedir.
Tüm bunlar korkudan (barış nedeniyle), şiddetten (adalet nedeniyle) ve hakimiyetten (yasalar ve halkın yetkilendirmesiyle sınırlandırılan devlet ve seçkinler nedeniyle) özgür olmayı çağrıştırmaktadır.
Duvarın altına yazılan sözcükler de çok şey ifade eder:

Bu kutsal erdem (Adalet) yönettiği her yerde,
Pek çok ruha birlik aşılar;
Ve böyle bir amaç için,
Yöneticilerinin sırtlanacağı ortak menfaat (ben comun) için toplanan insanlar;
O bu devleti yönetmek için,
Gözlerini yüzlerin parlaklığına
Ve etrafında duran erdemlere,
Hiçbir zaman kapatmamayı seçer.
Bu nedenle zafer ona sunulmuştur.
Vergiler, harçlar ve toprakların lordluğu;
Bu nedenle savaşmadan,
Her sivil yurttaşın onu izlemesi,
Faydalı, zorunlu ve keyiflidir.

Burada önemli bir sözcük oyunu vardır. Ortak menfaat komünle özdeşleşir. Komün tarzı siyasi yönetim ortak amaca hizmet eder çünkü yönetici Adaletle bağlanmıştır ve gerçekten de yönetici ve Adaleti birbirine bağlayan yurttaşlardır. Fresk, komünün ortak iyiye hizmet etmesini sağlayanın, toplum tarafından yönetilmek olduğunu vurgular.

109tmjx7s7xo0g99g.jpg

2. freske gelirsek (İyi Yönetimin Etkileri) Fresk kentin ve kır hayatının kuşbakışı bir tasvirini sunar. Sol tarafta kent insanlarla kaynıyor, ön tarafta bir grup kadın dans ediyor ama en çarpıcı olan tarafı serpilen iktisadi hayat.
Dans edenlerin sağ tarafında, bağlanmış bir atın ipini tutan bir adamla ayakkabı pazarlığı yapan bir kunduracı var. Onların sağında bir rahip vaaz verirken bir kadın zeytinyağı kavanozları veya muhtemelen şarapları satış için tezgahına yerleştiriyor. Başka bir adam yakacak odun dolu bir eşekle geçiyor. Bir grup dokuma tezgahında çalışırken diğerleri koyun sürüsüne bakıyor. Birisinde bir sepet diğerinde bir kuş olan iki kadın muhtemelen pazara gidiyorlar. Nihayet en arka tarafta mallarla yüklü iki at geçip gidiyor. Freskin tepesinde bir inşaat ekibi gökyüzüne dikilen güzel kuleleri daha da yükseltmekle meşgul.

3ucuir8sepzzsvf9g.jpg

Freskin sağ yarısında iyi yönetimin kırsal alandaki etkileri anlatılıyor.
Burada prangalanmış devletin ve yarattığı özgürlüğün sağladığı iktisadi zenginlik ve hareketlilik karşımıza çıkıyor. Kırsal alanın tasvirinin üzerinde duran güvenlik figürünün elinde, zenginliği özgürlüğe bağlayan bir parşömen var:

Bırakalım herkes korkusuzca ve özgürce yürüsün,
Ve bırakalım herkes tohumlarını ekebilsin,
Böyle bir komünü,
Bu kadın yönetimi altında tutacaktır,
Çünkü O suçluların ellerinden tüm güçlerini almıştır.

w7mihsfcfi9sg769g.jpg

Fresk bu hislerle uyumlu bir manzara tasvir eder. En önde bereketli buğday tarlasının önünde alın terleriyle çalışan köylüler görünür. Bir av partisi, taş döşeli bir yoldan giderek şehir kapılarını ardında bırakırken, yolun karşı tarafından bir grup tüccar ellerindeki malları ve bir domuzu satmak için beraberlerinde getirirler.
Arka tarafta bir grup insan tohum eker, ekin biçer ve tahılları harmanlar. Bakımlı tarlalar ve evlerin ortasında her şey huzur dolu ve müreffeh görünmektedir.
Mesaj açıktır: İyi yönetimin çok sayıdaki yararlarından en önemlisi ekonomik refahtır.

Buraya kadar “İyi Yönetim Alegori” sini inceledikten sonra 3. ve sol taraftaki freske gelirsek:
gevp4ca4szio7gd9g.jpg

Burada kötü yönetimin iktisadi neticelerini ortaya koyan “Kötü Yönetim İçin Alegori” görülür.

Bu fresk diğerleri kadar iyi muhafaza edilmemiş olsa da mesajı açıktır. Sivri dişleri ve boynuzları olan "Tiranlık" (despotizm) figürü freske hakimdir. Ayaklarının altında, bağlı halde Adaleti görürüz. Yukarıya çıktıkça Cömertlik veya İtidal yerine Kendini Beğenmişlik, ihanet, Zalimlik, Sahtekarlık ve Kargaşayı görürüz. En sol köşede kılıcı havada Savaşı buluyoruz.
Savaşın yanında, elinde rende yerine bir nesneyi kesmek için testere tutan Bölünmeyi görüyoruz. Buradaki mesaj, toplumu ayrıştıran ve savaş getirenin Bölünme olduğudur. Freskin arka planı Tiranlığın iktisadi neticelerini canlı olarak tasvir ediyor. Sola doğru kent ıssız görünür. Taş yığınları her tarafa saçılmış, duvarları ve balkonları deliklerle dolu evler harabeye dönmüştür. Bir cinayet işlenmektedir. Alışveriş veya ticaret yapılmıyordur. Kötü yönetimin kırsal neticeleri olan terk edilmişlik ve yoksulluk da ortadadır.
Bir ordu ıssız bırakılmış tarlalarda kol gezer. Evler yakılmış, ağaçlar kurumuştur.
3. ve bu son freskte Despotik Devletin yol açtığı ve kötü yönetime mal edilen iktisadi sonuçların çarpıcı bir tasviri güçlü bir şekilde anlatılmaktadır.

Günümüzden 700 yıl önce, Demokrasi ve Güçler ayrılığı kavramlarının halka sağlayacağı huzur, barış ve refah olgularının, hem bu kadar net bir şekilde anlatıldığı hem de önemli bir sanatsal ifade ile resmedildiği bu sanat eserinin, toplumsal tarihin en değerli varlığı olduğunu söylemek belki de hiç aşırıya kaçmayacaktır.

2024 Nobel ekonomi ödülüne; kurumların oluşumu ve refaha etkilerine ilişkin çalışmalarından dolayı Daron Acemoğlu, Simon Johnson ve James Rinson layık görüldü.

Nobel ödülü getiren teoriyi basitçe ifade edersek, devletler arasındaki gelişmişlik farkı, devlet kurumlarının ne kadar doğru çalıştığı ile alakalıdır. Kurumlar ne kadar özerk ve bağımsız olurlarsa toplumun refahı da aynı derecede artacaktır.

Kitaplarında, güçlü bir devletin güçlü toplumsal kurumlar ile zincirlenebildiği toplumların refah seviyesinin nasıl arttığı tarih boyunca pek çok örnek ile anlatılmaktadır.
Fakat bu çok kolay bir şey değildir:
Özgürlük ve refah, ne devletin çok güçlü olduğu baskıcı rejimlerde, ne de devletin zayıf olduğu Kaos ortamında filizlenebilir.
Özgürlüğün ve refahın gelişmesi için devlet ve toplumun birlikte ve dengeli bir şekilde hareket etmesi gerekir. İşte bu dengeye dar koridor deniliyor. Devletin çok güçlü olduğu ve toplumu oluşturan bireylerin pasif olduğu durumlarda otoriter rejimler ortaya çıkıyor, özgürlükler kısıtlanıyor, devlet vatandaşının hayatının her alanına müdahale ediyor.
Devlet çok zayıfsa toplum kontrolsüz bir biçimde hareket ettiği için hukuk, adalet ve düzen sağlanamıyor ve bu kaosta anarşiye yol açıyor. Devletin otoritesinin zayıf olması durumunda ülkeler uzun süre iç çatışmalar ve istikrarsızlıkla mücadele ederler.

İdeal denge de devlet yeterince güçlü olmalıdır ki düzeni ve hukuku sağlasın ancak çok da güçlü olmamalıdır ki bireysel özgürlükler kısıtlanmasın. Toplumu oluşturan bireylerin yeterince güçlü olması ise devleti şeffaf ve hesap verebilir hale sokacaktır.

Toplumun güçsüz olduğu durumlarda, devletin kurumları halka değil yönetenlere hizmet etmeye başlar ki bu durum ülkelerin sürekli yoksul kalmalarına neden olur. Bu durumda kurumlar herkese eşit fırsatlar sunmak yani kapsayıcı olmaktan ziyade sömürücü ve dışlayıcı hale gelirler.

İşte bu olgular binlerce yıllık toplumsal tarih içinde düzinelerce tarihsel örnek ile açıklanıyor.

Bu açıdan Daron Acemoğlu nun kitaplarının ana temasına “ekonomi ve yönetim tarihi” adını çok rahatlıkla verebiliriz.

Not: Kitap resimleri tanıtım amaçlıdır, link içermez
26d333_5e653959a39a4cd2b9addbb14fbcd573~mv2.jpg

26d333_955a6e398ffa4768b55292d87bb81a27~mv2.jpg

Yakında
 
Son düzenleme:

eankara

Onursal Üye
24 May 2010
1,254
7,317
Benim için yine arşivlik bir paylaşımda bulundunuz Sn. @cagan73 . Çok teşekkür ediyorum . Paylaşımınız tam da , çalışmalarımdan kalan zamanlarda Acemoğlu'nun kitaplarını okuduğum günlere rastladı. Sağ olun, var olun
 

Ray Luca

Aktif Üye
11 Tem 2016
361
1,374
Çengelköy
Açık konuşmak gerekirse ekonomi hiç ilgimi çeken bir konu değildir. Dolayısı ile dolaylı yollardan bile olsa ekonomi ile ucundan köşesinden ilgili doğru dürüst bir kitap okumamışımdır.
Ancak @cagan73 arkadaşımızın Daron Acemoğlu'nun teorisinin ana ekseni üzerine sarf ettiği cümle,
Nobel ödülü getiren teoriyi basitçe ifade edersek, devletler arasındaki gelişmişlik farkı, devlet kurumlarının ne kadar doğru çalıştığı ile alakalıdır.
benim dikkatimi çekti. Herhalde teori tek cümleye indirgenemeyecek kadar teferruatlıdır ancak ana fikir bu ise bence fazla iyi niyetli bir yaklaşım diyebilirim sadece.
Bugünkü gelişmiş ülkelerin çoğu -ki en gelişmiş ülke kim ne derse desin A.B.D.'dir.- bu gelişmişliklerini sömürgeciliğe, köleliğe ve işçileri (bu işçilerin bir kısmının da çocuk olduğunu belirtmek gerekir.) günde 15 - 16 saat çalıştırıp ancak ölmemelerine yetecek kadar bir ücreti reva görerek geliştirdikleri sanayilerine borçludurlar ve bunun için de herhangi bir minnet duyduklarını söylemek safdillik olur.
Eğer Daron Acemoğlu bunları göz ardı edip de "Hayır bu gelişmişlik tamamen devlet kurumlarının doğru çalışmasından kaynaklıdır." demiş ise (demiyordur diye ümit ediyorum.) beraberce nobel aldıkları İngiliz-Amerikan (!) asıllı ekonomistler ile birlikte kapitalist sistemin adaletten ve insan haklarından daha ön sıraya koydukları değerlere hizmet ettikleri için nobel almışlardır diye düşünmek hakkımı saklı tutuyorum.
Beni yanıldığıma ikna edecek cevapları da bekliyorum çünkü bu konuda emin olun ki yanılmak istiyorum.
 

melih_

Onursal Üye
24 Ara 2015
1,487
4,915
Osmaniye
Sosyoloji bölümünde okurken, hangi ders bilmiyorum, bir ders kitabının sayfalarını karıştırırken sayfalar arasında Platon'un Devlet isimli eserinden alıntı bir cümle gözüme ilişti: "Devletin ilk ve asli görevi vatandaşının o an ki bulunduğu refah seviyesinden daha üst seviyeye taşımaktır" bu ya da buna benzer bir cümleydi, şu an tam hatırlamıyorum, Devlet'i de karıştırmak (!) istemiyorum.

Yine hoşuma giden bir söz; Batı da devlet millet için vardır, doğuda millet devlet için vardır.
 

nisann

Yeni Üye
2 Haz 2024
24
167
Yazdığım mesaj, Sayın Yönetici Yeryüzü'nun mesajı üzerine yeni bir tartışmaya sebep olmamak için tarafımdam silinmiştir.
 
Son düzenleme:

yeryüzü

Yönetici
3 Eki 2011
17,136
77,459
hiçbiryerde :)
Kitaplara değer verilmelidir, hem de fazla değer verilmelidir :)
Yine bir Nobel, yine kitaplar tartışılıyor. Bana biraz tanıdık geldi :)
Ufuk açıcı bir araştırmacı, yazar diyebilirim Daren Acemoğlu için,
ekonomist midir ondan emin değilim tabii ki... Nobeli boşverin,
okumaya değer bence :)

Ray Luca arkadaşımın düşüncelerine, çekincelerine ben de katılıyorum
ama konu o kadar basit değil tabii ki. Adam fena halde iyi düşünüyor
ve bunları bize aktarıyor... Mesele bunları kaç kişinin okuduğu ve onları
yorumladığı, kullandığı... daha iyi bir hayat için...

Harika konu için teşekkür ederim sevgili "cagan73".
 

yeryüzü

Yönetici
3 Eki 2011
17,136
77,459
hiçbiryerde :)
Yazdığım mesaj, Sayın Yönetici Yeryüzü'nun mesajı üzerine yeni bir tartışmaya sebep olmamak için tarafımdam silinmiştir.
Sevgili üstadım, rica ederim, çok mahçup oldum şimdi. Tartışma olmalı, hayatımız bu şekilde daha iyi hale geliyor her zaman.
Tartışma kişiselleşince zarar veriyor taraflara, o yüzden bazen kesmek zorunda kalıyoruz, yoksa, düşünceler, yeni düşünceler
hayatımızı hep zenginleştiririr. Lütfen düşüncelerinizi ifade etmeye devam edin bu konuda ve eğer yanlış anlaşıldıysam
özürlerimi kabul edin lütfen.
 

Ray Luca

Aktif Üye
11 Tem 2016
361
1,374
Çengelköy
Yine bir Nobel, yine kitaplar tartışılıyor. Bana biraz tanıdık geldi
Orhan Pamuk benim için iyi yazardır ama ben edebiyat kitapları okuduğum için bu kanıya varmaya az da olsa kendimi yetkili görüyorum.
Daron Acemoğlu için ise bilen birilerinden yardım istiyorum esasen ilk mesajımda. Acaba benim düşüncelerimde biraz gerçeklik payı var mıdır?
Mesela bu sömürge ve kölelik gibi "haksız rekabet" yaratan durumlar hakkında ne diyor?
Açıkçası Daron Acemoğlu nobel alan üçüncü vatandaşımızdır ve buna memnun olurum ama düşünmeden de duramam yani. Kimse kusura bakmasın. :)
 

melih_

Onursal Üye
24 Ara 2015
1,487
4,915
Osmaniye
Çocukken büyüyünce bende Nobel alacağım diye azmetmiştim, sonra baktım Teksas Tommikis okumak daha güzel. Sonuçta burdayım. Keşke diğer yoldan gitseydim dedim mi? Yooo, Teksas Tommikis okumaktan çok memnunum, gene olsa gene yaparım. 🤣😂😋😜🤘👍💪👉🤲🤪🤪

Not: Espirik yaptım :) ama doğru.
 

cagan73

Onursal Üye
17 Kas 2013
484
9,287
Değerli @Ray Luca
Ne yazık ki yanılmadınız

Sömürgecilik tarihi boyunca emperyalist yönetimler hem kendi halklarına hem de işgal ettiği topraklarda acımasız bir yaşam dikte ettirdi.
Bahsettiğiniz çalışma saatleri İngiltere de 1900 lü yılların başına kadar sürdü, hafta sonu tatili diye bir şey yoktu.

İşgal edilen topraklarda yapılan en büyük zalimlikler ise (ne yazık ki) Çin halkına yapılanlardır. Son iki yüz yıl boyunca yaşatılan dehşetin boyutları korkunçtur. Bugün Çin politikalarını da hiç kuşkusuz bu tarihsel süreç biçimlendirmekte…
Çin’in son bin yılı Acemoğlu nun kitaplarında bolca yer alıyor zira teoriye uymayan tek ülke ÇİN.
15. Yy daki büyük Çin yükselişi gibi mevcut yükselişin de uzun ömürlü olmayacağını iddia ediyor yazar. Açıklamasına göre 100-150 yıl sonra sistemlerinin çökeceğini iddia ediyor zira devlet otoritesine itiraz edip hak arayacak başka kuvvet ayrılıkları hiçbir zaman olmayacak o topraklarda.

Yazar, ülkelerin sadece sömürürerek zenginleştiği gibi bir savda bulunmuyor. Aksine sadece bunu yapan ülkelerin zaman içinde fakirleştiklerini gösteriyor. Örneğin tarih boyunca en büyük sömürge devleti İspanya;
16. yy da G. Amerika dan o kadar çok Altın ve gümüş sömürdüler ki Avrupa genelinde bu madenlerin fiyatları önemli ölçüde düştü. O dönem İspanyol zenginliğinin haddi hesabı yoktu diyebiliriz. Sunuç: 1920 lerde İngiltere de okuma yazma oranı ve refah İspanya nın 4 katı idi. Otoriter bir yönetim geçmişi ve buna karşı durabilecek kuvvetli kurumlar olmadığı için Franco nun öldüğü 1970 lere kadar İspanyol halkı hep acı ve fakirlik çekti.

Yazar, sömürge tarihini değil daha çok ülkelerin kendi içinde otoriter yönetimlere karşı geliştirdikleri bağımsız kurumlardan bahsediyor. Yani ülkenizin borsaları, sendikaları, merkez bankası, hatta sivil toplum kuruluşları, meslek loncaları yönetime karşı kendi haklarını ve üyelerini koruyabilecek kadar güçlenirlerse toplumunda refah seviyesi artıyor. Yani Otorite kendi içinde bir sömürü düzeni kurmuş tamam ama bu düzene karşı çıkabilecek bağımsız kapsayıcı kurumlar gelişebilirse zenginlik ülkenin kendi içinde tabana yayılıyor, yani gücün paylaşılabilmesi esas olan… (Sömürü durmuyor elbette kendi halkını sömüremeyen düzen diğer ülkeleri sömürmeye çalışıyor)

Peki bağımsız kapsayıcı kurumlar neden Katolik değil de protestan ülkelerde ortaya çıktı, bir soru da ben sorayım


Bu konuda çarpıcı bir ilginç örnek te şu olabilir:
İspanyollar G. Amerika ya ayak bastıktan sonra sadece sömürdüler, soykırıma uğrattılar
İngilizler ve Fransızlar ise K. Amerika ya ayak bastıktan sonra kendi kapsayıcı kurumlarını burada daha da geliştirdiler.

Konu böylesine ilgi çektiği için değerli @melih_ @HACILI , @Mali kılıç, @eankara ve @yeryüzü arkadaşlara çok teşekkür ederim.

Sn. @balkan a da yazarın farklı bir inceleme kitabını hatırlattığı içinde teşekkür ederim: “İktidar ve Teknoloji” . Bu ve "Yapay Zekayı Yeniden Tasarlamak" isimli diğer yeni kitabını bir an evvel okumak için sabırsızlanıyorum.

Acemoğlu nun ödülü kabul edilebilir bir şekilde Emperyalizm in araçlarından biri olarak görüldü.
Emperyalizm doğası gereği elbette her zaman sömürecek bunun için Acemoğlu na ihtiyacı yok, ihtiyacı olan: düşünmeden otoriter yönetimlere üç beş avanta ve menfaat için şükreden, bilim yerine magazin ve uhrevi konuları konuşan, kendini geliştirmek yerine sadece uhrevi ve magazin olguları içinde yaşayan bir halk kitlesi… Böyle bir kitle kendilerine, kendileri gibi bir otoriter lider seçecektir zira… Yüzlerce demokratik kuruluşun emperyalist bir ülke tarafından kukla haline getirilmesi çok zordur Tek bir otoriter lideri ise kullanmak daha kolaydır.
 
Son düzenleme:

Ray Luca

Aktif Üye
11 Tem 2016
361
1,374
Çengelköy
Yani var olan zenginliğin tabana yayılabilmesi için güçlü ve bağımsız kurumlar olmalıdır diyor ama bu zenginliğin kaynağına çok da girmemiş anlaşılan.
Değerli @cagan73'ün verdiği İspanya örneğinde olduğu üzere zenginlik bir şekilde gelmiş ama bu zenginlik İspanya halkına yansımamış.
A.B.D., Fransa, İngiltere gibi ülkelerde demokratikleşme bize ve dünyanın geri kalan birçok ülkesine göre daha önce başlamış olduğu için bahse konu güçlü ve bağımsız kurumlar da daha gelişmiş haliyle.
Bu kurumlar da bir şekilde elde edilmiş zenginliği (tasvip etmediğimiz bir şekilde elde edilmiş) tabana yaymakta etkili oluyorlar.
Kısaca Daron Acemoğlu doğru diyor ama bu doğru onun baktığı yerden doğru sadece.
Kitaplarını okumak isterdim ama en erken 4-5 sene içinde okuyabilirim çünkü hem sırada çok kitap var hem de yeni kitap okuyamıyorum. Daha önce kullanılmış olması lazım okuyabilmem için. :)
 

cagan73

Onursal Üye
17 Kas 2013
484
9,287
Harika tespit değerli @Ray Luca , Zenginliğin temelleri değil Acemoğlu'nun ilk kitapları ve çalışmalarının ana teması.
Tamam bu zenginliğin nasıl oluştuğunu anlatıyor ancak sömürgecilik ve sonrası emperyalizm in ahlaki boyutunu konu etmemiş.
Acemoğlu nun satırları su gibi gidiyor ve bu yüzden okunmayı hak ediyor.
Bir sonraki incelemeyi Sapiens Kitabı ve çizgi romanı için yapacağım. Umarım henüz okumayanlar için " Yuval Noah HARARI" farkındalığı da oluşur
 

kemalettin

Onursal Üye
13 Eyl 2011
591
3,172
sn @cagan73
Daron Acemoğlu üzerine hazırladığınız bu harika sunum için çok teşekkür ederken, Acemoğlu’nun görüşlerini daha fazla dile getirmeyi toplumsal gelişim açısından önemli buluyorum.
Çoğumuzun bildiği, ancak devekuşu misali önemini dile getirmemeyi tercih ettiği argümanlar,
kurumsal yapının gelişimdeki kritik rolünü vurgulamak açısından bence çok önemli
Çünkü:
-İyi işleyen kurumlar, ekonomik büyüme için hayati öneme sahiptir.
-Kuzey ve Güney Kore gibi örnekler, farklı kurumsal yapıların etkilerini açıkça göstermektedir.
-Ekonomik kalkınma ve siyasi güç arasındaki ilişki, elitlerin olumsuz etkilerini ortaya koyar.
-Sağlam kurumsal yapıların inşası, sürdürülebilir gelişim için gereklidir.
 

cagan73

Onursal Üye
17 Kas 2013
484
9,287
"var olan zenginliğin" ifadesinin de şartlara bağlı değişkenlik gösterebileceğini de ekleyerek (K. Amerika başlangıçta bir yokluk ülkesi idi, ancak bağımsız kapsayıcı kurumlar ülkenin hızla büyümesini ve güçlenmesini sağladı) çok güzel bir pazar sabahı söyleşisini paylaşmak istedim
 

İnanna Salome

Aktif Üye
4 Eki 2023
282
1,815
Sayın @cagan73 iyi ki böyle bir konu başlığı açmış.
Sayın @Ray Luca'nın çok doğru tespitlerindeki gibi emperyalist ülkelerin sömürge yoluyla sağladıkları zenginlikleri görmezden gelip, Amerika'nın sömürmek istediği her yere demokrasi götürmesi gibi sözde "demokrasi" sopasıyla (kuvvetler ayrılığı vb.) yoksul bırakılmış ülkelerin ekonomik çıkmazlarını çözmüş Daron Bey.
Sayın @cagan73'ün pek güzel ifade ettiği gibi sömürgeciliğin ahlaki boyutunu da es geçen Acemoğlu, omurgalı duruş konusunda da biraz sıkıntılı gibi.
Trump seçimi kazandıktan sonra Trump'ı eleştiren tweetlerini silmesi baya liberteryen :)
Fatih Altaylı'nın programına katılan Daron Acemoğlu'nun sözleri:
"Atatürk, politik sistemi açmak yerine gücü elinde merkezileştirmeye çalıştı. Atatürk gücü eline geçirmeden önce Osmanlı'da daha çoğulcu bir sistem vardı. "
"Özellikle daha muhafazakar kesimi sistemin içine dahil etmenin başka bir yolu olabilirdi."
Atatürk önderliğinde yapılan halk devrimini, Atatürk'ün vatandaş yaptığı Türk Milletini, eğitim seferberliği, toprak reformu ile sistemin içine alınan Anadolu'yu görmeyip,
Osmanlı'da oy kullanmak ne, nüfus sayımında bile büyük baş hayvanlar sayılırken sayılmayan kadınları, Atatürk öncesi emperyalistlerin elindeki vatanı ve tüm kurumlarını oldukça demokratik bulan Daron Acemoğlu'nun söylemleri bilimsel değil.
"İttihat ve Terakki demokratik değildi." diyen Acemoğlu'na daha 1960'larda ABD'de siyah beyaz ayrımı olduğunu hatırlatmak lazım.
Kendisine en güzel yorumlardan birini Orhan Gökdemir yapmış:
"Osmanlı çoğulcuymuş... İktisatçı kılığına girmiş Orhan Pamuk."

Daron Bey söz konusu Türkiye olunca Atatürk'ün bozguna uğrattığı emperyalistlerin ağzıyla bizleri "saf" yerine koyuyor.
Aleni tarihi çarpıtma yapan birinin diğer yazdıklarına da güvenemeyeceğim çok açık.
Ama Sayın @cagan73'ün değindiği Çin ve İspanya örnekleri üzerinden konuşursak, Çin Acemoğlu'nun tezine uymuyor ama 100-150 yıl sonra sistemin çökeceğini söylüyor. Çin'deki devlet kapitalizmi olduğuna göre dünyada can çekişen kapitalizme 150 yıl ömür biçilmez bence. İspanya'nın Franco'dan sonra yoksul kalmasının köklerinde belki de 2. Dünya Savaşı öncesi silahlarını denemek isteyen silah tüccarlarının çıkardığı İspanya İç Savaşı'nın da etkisi vardır.
Aslında kurumlarla zenginliğin tabana yayılacağını savunan birinin Atatürk'ün planlı ekonomik kalkınmasından, zenginliği ve refahı halka yayan Cumhuriyet kurumlarından (22 yılda satılan fabrikalar , kapatılan devlet parasız yatılılar, köy okulları, kendi aşısını üreten Hıfzıssıhha Enstitüsü, Sümerbank, çiftçiye kredi veren Ziraat Bankası nicesi) övgüyle bahsetmesi gerekir. Ama serde emperyalizm sözcülüğü olunca Atatürk yerine Osmanlı'yı daha çoğulcu buluyor.
Neoliberalizmi savunan kimseden insanlığa hayır gelmez. Ama zenginlerin zenginliğinin devamı için yoksul bırakılmışların ana meseleden uzaklaştırılıp uyutulması gerekmekte. Liberal ekonomistlerin görevi de bu.

"Zenginler için bir dünya hazırlıyoruz, zenginler için dünyada yaşıyoruz.
Neoliberalizme karşı gücümüz FARKINDALIĞIMIZ." diyen Jose Saramago'ya sevgilerle...

 
Üst