- 31 May 2017
- 28
- 971
2.BÖLÜMDEN DEVAM...
“Koğuş”da, yâni yatakhaneye çevrilmiş salonda en başta Lütfü Bey’le benim somyalarımız vardı. Küçük bir konsolun iki yanında idi somyalarımız.
Aramızdaki konsolun üstünde küçük bir masa lambası ve çekimde kullandığımız senaryolar, not defterleri bulunurdu.
Lütfü Bey, bana büyük özen gösterirdi. Nihayet, “Yeşilçam kahvelerinden” gelmeyen, “alaylı” değil, “mektepli” olan, Güzel San’atlar Akademisi öğrencisi, dergilerde karikatürleri yayınlanan bir asistanı olmuştu.
Setlerde hep yanıbaşındaydım. Asıl asistanı Nişan Hançer daha çok prodüksiyon amiiri gibi çalışıyordu.
Benim, set çalışması sonrası, akşam yemeğinden sonra, koğuşa çıkıp, küçük konsol üzerindek not defterine, çekilen her plana kaç metre negatif harcandığını not etmek gibi bir görevim vardı. Küçük negatif film kutuları pahalıydı ve zor bulunuyordu. Yönetmenliğe geçmeden önce, Erman Film’in muhasebe işlerinden sorımlu olan ekonomist Lütfü Bey, harcanan negatiflerin hesabını günü gününe bilmek istiyordu.
Haklıydı.. Konusu açık havada geçen küçük bütçeli bir film yapmak için çıkılmıştı yola.
İlk günlerde bu işi iyi götürüyordum, Mike sayesinde. “Mike sayesinde” diyorum, çünkü, ben kendimi çekilen planın güzel çekilip çekilmediğine kafa yorarken (!), çekilen plana kaç metre film harcandığını, çekim senaryosundaki yere not etmeyi zaman zaman unutuyordum, Mike beni uyarıyordu:
- Suat, yaz.. 3 metre.
Birgün, akşam yemeği sonrası, yine Yeşilçam’ın en “kulağı kesik” en matrak, en zeki aktörlerinin bulunduğu, içkili, hafif çakır keyif masadaki şamatalı sohbeti
dinlemeye kapılınca.. yukarı koğuşa çıkıp çekilen negatif metrelerini deftere not etmeyi unutmuşum.
Neden sonra, masa dağılınca koğuşa çıktım ki..
Lütfü Bey, küçük masaya oturmuş, benim yapacağım işi yapıyor. Ezile büzüle:
- Lütfü Bey, özür dilerim. Ben yapacaktım da..
- Artık gerek kalmadı.
Masadan kalktı, “İyi geceler” falan demeden yatağına geçti, uyudu. Bu bana verdiği en ağır ceza oldu, “metraj kaydetme” işini bir daha hiç aksatmadım.
*
Set çalışması olmadığı zamanlar, gün battıktan sonra meselâ, otelin yanındaki kumsalda futbol oynardık. Fikret, hep kaleci olur, sağa sola plonjonlar yaparak “tribüne oynardı” Daha çok, Çolpan’ın dikkatini çekmeğe çalışırdı.
“Beyaz Mendil” filminin çok beğenilmesinden kaynaklanan, Fikret Hakan’ın “jön prömiye” havalarına girmeye çalışması Osman Alyanak’ı çok sinirlendirirdi..
Birgün, sete gelmişiz, bütün hazırlıklar tamam, herkes yerini almış, Fikret ortada yok. Telaşla omuz çantasında birşeyler arıyor.
- Yaa, dedi, senaryomu otelde unutmuşum.
Bir set işçisine döndü:
- Mustafa, sen bir koşu gidip getirsene.. Kahvaltı yaptığımız yerde..
Lütfü Bey, çok bozulmuştu. Hiç sevmezdi böyle hafiflikleri. Ama, tam çekim öncesi, aktörünün kırılmasını istemiyordu.
Hayri Esen:
-Yaa Fikret, bunu hep yapıyorsun be kardeşim. Senaryona sahip çıksana. Senaryo aktörün hep elinin altında olacak.
Set işçisi otele gitmeye hazırlanıyordu ki.. Osman Alyanak parladı:
-Hayır! Kendisi gidip alıp gelecek.. Nereye koyduysa.
Osman Alyanak, Galatasaraylı idi. Futbol takımında da kalecilik yapmışlığı vardı.. Artık, A takımı mı, B takımı mı, bilemem. Lütfü Akad Ustanın “fetiş” ( ayrıcalıklı) aktörüydü. Kanka idiler. Alyanak ta buna güvenerek
esip gürlüyordu.
Fikret, koşarak otelin yolunu tuttururken Hayri Esen, Alyanak’a:
- Osman be, fazla çullanıyorsun çocuğa.. Mustafa gidip getirirdi senaryoyu.
- Hayır efendim. Ders olsun. Bak bir daha unutuyor mu.
- Genç adam. Unutabilir.
- Yok canım. Bununki ciddiyetsizlik. Suat ta genç. Unutuyor mu defterini, senaryosunu ?
Alyanak, benim salondaki gırgıra dalıp, “film metraj” notlarını yazmayı nnuttuğumu bilmiyordu, Allah’dan...
ARKASI YARIN
“Koğuş”da, yâni yatakhaneye çevrilmiş salonda en başta Lütfü Bey’le benim somyalarımız vardı. Küçük bir konsolun iki yanında idi somyalarımız.
Aramızdaki konsolun üstünde küçük bir masa lambası ve çekimde kullandığımız senaryolar, not defterleri bulunurdu.
Lütfü Bey, bana büyük özen gösterirdi. Nihayet, “Yeşilçam kahvelerinden” gelmeyen, “alaylı” değil, “mektepli” olan, Güzel San’atlar Akademisi öğrencisi, dergilerde karikatürleri yayınlanan bir asistanı olmuştu.
Setlerde hep yanıbaşındaydım. Asıl asistanı Nişan Hançer daha çok prodüksiyon amiiri gibi çalışıyordu.
Benim, set çalışması sonrası, akşam yemeğinden sonra, koğuşa çıkıp, küçük konsol üzerindek not defterine, çekilen her plana kaç metre negatif harcandığını not etmek gibi bir görevim vardı. Küçük negatif film kutuları pahalıydı ve zor bulunuyordu. Yönetmenliğe geçmeden önce, Erman Film’in muhasebe işlerinden sorımlu olan ekonomist Lütfü Bey, harcanan negatiflerin hesabını günü gününe bilmek istiyordu.
Haklıydı.. Konusu açık havada geçen küçük bütçeli bir film yapmak için çıkılmıştı yola.
İlk günlerde bu işi iyi götürüyordum, Mike sayesinde. “Mike sayesinde” diyorum, çünkü, ben kendimi çekilen planın güzel çekilip çekilmediğine kafa yorarken (!), çekilen plana kaç metre film harcandığını, çekim senaryosundaki yere not etmeyi zaman zaman unutuyordum, Mike beni uyarıyordu:
- Suat, yaz.. 3 metre.
Birgün, akşam yemeği sonrası, yine Yeşilçam’ın en “kulağı kesik” en matrak, en zeki aktörlerinin bulunduğu, içkili, hafif çakır keyif masadaki şamatalı sohbeti
dinlemeye kapılınca.. yukarı koğuşa çıkıp çekilen negatif metrelerini deftere not etmeyi unutmuşum.
Neden sonra, masa dağılınca koğuşa çıktım ki..
Lütfü Bey, küçük masaya oturmuş, benim yapacağım işi yapıyor. Ezile büzüle:
- Lütfü Bey, özür dilerim. Ben yapacaktım da..
- Artık gerek kalmadı.
Masadan kalktı, “İyi geceler” falan demeden yatağına geçti, uyudu. Bu bana verdiği en ağır ceza oldu, “metraj kaydetme” işini bir daha hiç aksatmadım.
*
Set çalışması olmadığı zamanlar, gün battıktan sonra meselâ, otelin yanındaki kumsalda futbol oynardık. Fikret, hep kaleci olur, sağa sola plonjonlar yaparak “tribüne oynardı” Daha çok, Çolpan’ın dikkatini çekmeğe çalışırdı.
“Beyaz Mendil” filminin çok beğenilmesinden kaynaklanan, Fikret Hakan’ın “jön prömiye” havalarına girmeye çalışması Osman Alyanak’ı çok sinirlendirirdi..
Birgün, sete gelmişiz, bütün hazırlıklar tamam, herkes yerini almış, Fikret ortada yok. Telaşla omuz çantasında birşeyler arıyor.
- Yaa, dedi, senaryomu otelde unutmuşum.
Bir set işçisine döndü:
- Mustafa, sen bir koşu gidip getirsene.. Kahvaltı yaptığımız yerde..
Lütfü Bey, çok bozulmuştu. Hiç sevmezdi böyle hafiflikleri. Ama, tam çekim öncesi, aktörünün kırılmasını istemiyordu.
Hayri Esen:
-Yaa Fikret, bunu hep yapıyorsun be kardeşim. Senaryona sahip çıksana. Senaryo aktörün hep elinin altında olacak.
Set işçisi otele gitmeye hazırlanıyordu ki.. Osman Alyanak parladı:
-Hayır! Kendisi gidip alıp gelecek.. Nereye koyduysa.
Osman Alyanak, Galatasaraylı idi. Futbol takımında da kalecilik yapmışlığı vardı.. Artık, A takımı mı, B takımı mı, bilemem. Lütfü Akad Ustanın “fetiş” ( ayrıcalıklı) aktörüydü. Kanka idiler. Alyanak ta buna güvenerek
esip gürlüyordu.
Fikret, koşarak otelin yolunu tuttururken Hayri Esen, Alyanak’a:
- Osman be, fazla çullanıyorsun çocuğa.. Mustafa gidip getirirdi senaryoyu.
- Hayır efendim. Ders olsun. Bak bir daha unutuyor mu.
- Genç adam. Unutabilir.
- Yok canım. Bununki ciddiyetsizlik. Suat ta genç. Unutuyor mu defterini, senaryosunu ?
Alyanak, benim salondaki gırgıra dalıp, “film metraj” notlarını yazmayı nnuttuğumu bilmiyordu, Allah’dan...
ARKASI YARIN