İklim Krizinin ABC’si

cagan73

Onursal Üye
17 Kas 2013
363
8,046
Yaşam günümüzden 3,5 milyar yıl önce ortaya çıkmış görünüyor. Bu bilgiye, ölçümleyebildiğimiz kayaçlardan ulaşıyoruz.
Stromatolit” adı verilen ve bugünkü Güney Afrika ile Avustralya’da bulunan fosil kayalar, önemli mikro fosil kaynaklarıdır. Mikroorganizmaların üst üste katmanlar halinde birikmesi ile oluşan bu kayalardaki mavi-yeşil alg olarak bilinen siyanobakteri fosil örnekleri, canlılığın ilk ortaya çıkışını gösterir.
Yine bu fosillerden elde ettiğimiz bilgiler ile dünyamız atmosferinin; büyük ölçüde metan, amonyak, sülfür gibi günümüzde yaşayan çoğu canlı türü için zehirli olan gazlardan oluştuğu ölçümlenmiştir. Bu dönemde henüz oksijenli solunum ya da fotosentez gelişmemişti ve gerekli enerji farklı kaynaklardan sağlanıyordu.

Peki ilk canlı mikroorganizmalar nasıl oluştu?
Mevcut bilimsel veriler Güneş’ten gelen yüksek enerjili ışınların, evrenin hiçbir yerinde herhangi bir canlı oluşumuna izin vermediği yönünde…
Bu yüzden yaygın olarak kabul edilen fikir, yaşamın, güneş ışınlarının ulaşamadığı su derinliklerinde ortaya çıktığıdır. İlk Dünya atmosferinde güneşin zararlı UV ışınları engelleyebilen ozon tabakası bulunmuyordu.

(Ozon (O3) üç oksijen atomundan oluşur. Güneş’ten gelen yüksek enerjili UV (ultraviyole-mor otesi) ışınlarını engelleyerek dünya yüzeyini canlılar için yaşanabilir bir yer haline getirir. Havadaki Oksijen’in (O2) güneş ışınları ile parçalanarak atomlarına ayrılması(O+O) ve yine güneş ışınları ile üç oksijen atomunun birleşmesi sayesinde oluşmaktadır. (Veya O2+O da olabilir)
Deniz yüzeyinden 10-50 km arasında yer alır. Bu yüksekliklerde doğal olarak ozonu oluşturan ve parçalayan reaksiyonlar birbirini dengeler ve ozon miktarı sabit kalır. Büyük ölçüde Tropik bölgelerde üretim gerçekleşir ve kutuplara doğru sürekli olarak hareket halinde olur, kalınlığı ve irtifası mevsimlere göre sürekli değişiklik gösterir.)


Tüm canlı organizmalar hücrelerden oluşur. Hücreler ise cansız moleküllerden birdenbire oluşamayacak kadar karmaşık yapılardır.
Bu durumda hücrelerin oluşabilmesi için mutlaka ara basamaklar olmalıdır, öncelikle temel yapılar olan proteinler ile RNA’nın oluşmuş olması gerekir.
Dünya üzerindeki yaşamın cansız maddelerden nasıl oluştuğunu anlamaya çalışan alana “abiogenesis” adı verilmektedir.
Bu alanda çalışan bilim insanlarınca genel kabul gören hipotez, okyanus diplerindeki hidrotermal bacalarda ilk kimyasal reaksiyonların olduğu yönünde; Bu bacalarda kimyasalların bolluğu ve sağladığı enerji, ilk canlılığın başlaması için uygun ortam oluşturmuş olabilir.
Deniz suyu, okyanus dibindeki çatlaklardan diplere doğru sızar ve alt tabakalardaki sıcaklıklar ile ısınıp mineral bakımından zenginleşerek tekrar yukarı çıkar. Bu aşamada sıcak su ile okyanusun soğuk suyu arasındaki kalan ılıman bölgeler enerji ve mineral açısından zengin, ilk hücrelerin ortaya çıkabileceği düşünülen yerlerdir.
Bir diğer görüşe göre canlı oluşumuna olanak sağlayan organik moleküllerin meteorlar ile geldiği yönündedir. Güneş Sistemi içinde ve Dünya’ya düşen meteorlar üzerinde karmaşık yapıdaki organik moleküller keşfedilmiştir.

1952’de Stanley Miller ve Prof. Harold Urey, 1961’de Juan Oro başta olmak üzere Dünya’daki ilk ortamların kapalı alanlar içinde simüle edilmesi ile yapılan pek çok deney sayesinde, hücre içinde bulunan RNA ve diğer organik bileşikler elde edilmişti.
Aynı DNA’da olduğu gibi RNA da bilgi depolayabilmektedir. (Gelecekteki pek çok genetik gelişme de RNA üzerinde çalışılarak elde edilecektir)
Bu aşamadan sonra farklı kimyasal reaksiyonlar ile RNA ve diğer organik bileşiklerin, basit bir zarla izole olması oldukça kolay olmaktadır.
Genetik materyalin dış ortamdan ayrışması, dışarısı ile sadece gerekli materyalin alışverişi sayesinde ise içeride pek çok değişiklik meydana getirilebilir. (Jack Szostak 2009 yılında bu konudaki araştırmaları ile Fizyoloji ve Tıp alanında Nobel ödülü kazanmıştır.)

1990’larda İsvec Federal Teknoloji Enstitüsü’nden Pier Luigi Luisi ve ekibinin yaptıkları çalışmalar, ilk hücrelerin büyüyerek genetik malzemesini kopyalayıp ikiye bölünebileceği konusunu açıklığa kavuşturmuştur. Her bir kopyalama esnasında meydana gelen hatalar, (mutasyonlar), yeni hücrelerin farklılaşmasına, çevresel etkiler olmadan bölünme sağlayabilmesine, bilgi aktarımı için RNA’dan DNA’ya geçişine ayrıca neden olacaktır.
Bulunan fosil kayıtları, türdeş hücrelerin birleşerek ilk çok hücreli Siyanobakterilere, Bangiomorpha pubescens olarak adlandırılan kırmızı alglere, ilk mantar türlerine geçişi sağlamasının günümüzden 3,5 milyar ile 1,4 milyar arası öncesinde olduğunu göstermektedir.

Fotosentez gezegende gerçekleşen en önemli biyolojik süreçlerden biridir ve oksijensizde oluşabilmektedir. Bu yolu kullanan organizmalara mor ve yeşil kükürt bakterilerini örnek olarak verebiliriz. Bu bakteriler dışarıya oksijen vermez. İlk Dünya atmosferinde çok az miktarda oksijen bulunuyordu. Bu yüzden bilim insanları bu bakterilerin ilk fotosentetik organizmalar olduğunu öne sürmektedir.

Atmosferin ve ozon tabakasının günümüz şeklini alması ise daha sonra gelişecek olan oksijenli fotosentezin evrilmesiyle mümkün oldu.
Günümüzden yaklaşık 2,3 milyar yıl önce, atmosferde oksijen miktarının artması, bir ozon tabakasının da oluşmasını sağladı ve bu sayede UV ışınının kesilmesi ile okyanus yüzeylerinde de canlılık oluştu. Yine elde edilen fosil bulgular, bu aşamada 100 milyon yıllık süreçte okyanuslarda çözünmüş oksijen miktarının arttığını gösteriyor. Bu durumda oksijeni kullanabilecekleri sistemleri geliştiren organizmalar yaşama devam ederken, birçok bakteri kısa sürede yok oldu.
İlk başlarda okyanuslarda bulunan demir, oluşan oksijen ile birleşerek demir okside dönüşüp dibe çöküyordu. Deniz yataklarında bulunan çökmüş demir tabakaları bu sürecin en büyük kanıtıdır.
Belirli bir süre sonra ise demirin tutabileceğinden daha fazla üretilen oksijen önce okyanus içeriğini sonrasında ise atmosferin zenginleşmesini sağladı.
Oksijenli solunumun sağladığı en önemli avantaj, elde edilen enerji miktarının oksijensiz solunuma oranla çok daha fazla olmasıdır. Tek hücreli yaşam formlarından devasa ve hareketli canlılara geçiş, oksijenli solunumla sağlanan enerji ile mümkün olmuştur. Bu yüzden Astrofizikte başka gezegenlerde oksijen varlığının bulunması akıllı canlılar olabileceği ihtimalini doğurmaktadır.

Yaklaşık 550 milyon yıl önce ise koloniler halinde yaşayabilen ilk tek hücreli canlılar, daha karmaşık yapıdaki çok hücreli formlara dönüşmeye başlıyordu. Çok hücreli karmaşık canlılara geçiş milyarlarca yıllık süreçte oluşabilmiştir. Bu aşamada tüm kara parçalarının birleştiği Rodinia süper kıtası oluşmuştu.
Yaşam için en heyecan verici gelişmelerin coğu bu dönemde gerçekleşti. Tek hücreli canlıların oluştuğu ilk dönemden karmaşık canlıların evrildiği bu tarihe kadar olan sürece “Proterozoyik Dönem” denmektedir.

Kambriyen Döneminde (540 – 490 milyon yıl önce) İlk karmaşık yapıdaki canlılar oluşmaya başlamıştı. Superkıta Rodinia milyonlarca yıllık yeni bir süreçte küçük kıtalara ayrışmaktadır. İklim ılıman ve nemli hale gelir ve atmosferdeki oksijen seviyesi gittikçe daha da artar. Oksijenin bir yakıt kaynağı olarak kullanılması sayesinde kısa bir zaman dilimi içinde canlı çeşitliliğinde çok hızlı bir artış yaşanır. “Kambriyen Patlaması" adı verilen bu olayda, sayısız yeni canlı türü ortaya çıkarak tüm dünyaya yayılır.
Kambriyen Patlaması canlılık tarihi acısından çok önemli bir yere sahiptir, çünkü hayvanlar aleminin başlangıç kollarının önemli bir kısmı bu donemde ortaya çıkar. (örneğin ilk omurgalılar) Tüm yaşam sulardadır ve çoğu küçük yapılardır.
Kambriyen Dönemi’ne ait fosil kayıtları da geçmiş dönemlere göre çok fazladır. Bunun nedeni, Kambriyen öncesi dönemde yaşayan organizmaların fosilleşecek kısımlarının çok az olması veya zaman içerisinde yok olmasıdır. Bu döneme ait en iyi örnekler Kanada’daki “Burgess Shale” fosil yataklarında bulunmuştur. Bu fosiller arasında midye benzeri “kolsu ayaklılar” (brachiopod), trilobitler, yumuşakçalar, kabuklular, eklem bacaklılar, derisi dikenliler (ekinoderm) bulunur.
Yaşamın sudan karaya geçişi ise zaman zaman suyun çekildiği sığ bölgelerde yaşayan su yosunlarının karasal yaşama ayak uydurmasıyla başlar.

Ordovisiyen- Siluriyen Devri (485 – 425 milyon yıl önce) Kambriyen Dönemindeki türlere ilaveten Kafadanbacaklılar, baskın ve yaygın hale gelir.

1. BÜYÜK YOKOLUŞ; Ordovisiyen-Siluriyen Devri yok oluşu: günümüzden yaklaşık 440 - 450 milyon yıl önce meydana gelir.
Tüm canlı türlerinin yuzde 27 ’si yok olmuştur, olası nedeni tüm dünyada meydana gelen buzullaşmadır. Küresel soğuma nedeniyle tüm dünya buzullarla kaplanır. Canlıların yaşadığı su alanları kaybolur.
Yok oluşun sebebi; bir gama ışını patlaması veya gezegenimiz yörüngesinin güneşten uzaklaşması sebebiyle oluşmuş olabilir. (muhtemelen her ikisinin aynı süreçte oluşması sebebiyle) Bu aşamada ozon tabakasının zarar görmesi, atmosferin incelmesi sebebiyle gezegenimizdeki sera etkisi azalmış ve tüm dünya buzlarla kaplanmıştır. Kutuplarda ki buzul katmanları incelenirse en alt tabakaların bu süreçte oluştuğu gözlemlenmektedir.

Devoniyen Devri: Günümüzden yaklaşık 420 milyon yıl öncesi ile 360 milyon yıl öncesi arasındaki sürece Devoniyen Devri denmektedir.
İlk damarlı bitkiler olan eğrelti otları, tohumlu bitkiler bu dönemde evrilir. Damarlı düzenek sayesinde besin ve sıvı, bitki içerisinde düzenli bir şekilde taşınıyordu.
İlk ağaçlar, ilk kanatlı böcekler, çeneli-zırhlı-yüzgeçli-kıkırdaklı balıklar ve ilk çok ayaklılar olan yengeç, ıstakoz, karides, tesbih böcekleri gibi canlılar bu dönemde evrilir.
Balık gruplarında görülen yaygın çeşitlilik sebebiyle bu döneme balıkların çağı da denilmektedir.
Karada ise bitkiler, büyük bir sıçrama yaptı. İlk başta on beş ile yirmi cm boyunda su kenarlarında gelişen bitkiler, karaya çıkıyordu. Karaya çıkmak o dönemde çok avantajlı idi zira hem daha fazla ışık alınabiliyordu hem de karada kendilerini besin haline getirebilecek canlılar henüz oluşmamıştı. Bu bitkiler milyonlarca yıllık bir süreçte bugünkü temel yapılarına kavuşarak 20-30 metre boylara ulaşıp ilk ağaçları oluşturdu ve tüm gezegeni kapladı. Daha avantajlı bir çoğalma şekli olması sebebiyle tohumlu bitkiler, sporlu bitkilerin yerini aldı.
Evrimsel biyoloji; amfibiler, sürüngenler, dinozorlar, kuş ve memelilerin ortak atasının günümüzden 375 milyon yıl önce okyanuslarda ortaya çıkmış ilk türlerden birisi olduğunu ve karasal yaşama uyum sağladığını gösteriyor.
Bu görüşü destekleyen en önemli buluşlardan birisi 2004’de Kanada’nın kuzeyinde ortaya çıkarılan bir fosil örneğidir. Araştırmacılar, bir balık ile dört ayaklı bir hayvanın arasında özellikler gösteren yaklaşık 120 cm uzunluğunda bir fosil buldular. Fosil solungaç, pul ve yüzgeçlere sahipti ama aynı zamanda akciğerleri, esnek bir boynu ve dayanıklı yüzgeç kemikleri de vardı ve bu sayede hem sığ sularda hem de karada yaşamını destekleyebiliyordu.
Kuzey Kanada Inuit dilinde “buyuk taze su balığı” anlamına gelen Tiktaalik adı verilen bu hayvan, yaşadığı, besin açısından zengin ortam sayesinde uzun bir süre yaşamını sürdürmüş ve diğer türlere basamak olmuştur.

2. BÜYÜK YOKOLUŞ Devoniyen Devri sonu yok oluşu, günümüzden yaklaşık 360 - 375 milyon yıl önce meydana gelir.
Devonyen Dönemi'nin başlarında yeryüzünde iki dev kıta vardı; Gondwanaland ve Laurussia. Gondwanaland güney kutbuna doğru kayarken, Laurussia'yı güneyden sıkıştırmaya başladı. Bu süreç yaklaşık 20 milyon yıl sürmüş olmalı. Dönemin sonuna doğru iki kıta birleşerek tek dev kıta Pangea'yı oluşturacaklardı.
Her iki kıtanın birbirlerine çarptıkları uzun hat boyunca yeni dağ oluşumları ortaya çıkarken, yoğun volkanik etkinlikler de yaşandı. Günümüzde yüzeye yakın olarak bulunan maden yatakları, bu dönemde ortaya çıktı. Her iki kıta arasındaki okyanus tabanında, magmanın yaptığı basınçla yükselmeler oluştu. Bunun sonucunda da deniz seviyesi tüm dünyada yükseldi. Yoğun volkanik aktiviteler deniz yatağının büyük kısmını ve atmosferi oksijensiz bıraktı, tüm türlerin %70’ini (Denizdeki yaşamın %95’ini) ortadan kaldırdı. Oluşan ortam bakteriler haricindeki tüm canlılar için yaşanabilir olmaktan çıkmıştı.

Karbonifer Dönemi (350 – 290 milyon yıl önce) İlk Amfibiler (hem karada hem suda yaşayan) yeryüzüne yayılır. İlk açık tohumlular (kozalaklı bitkiler) oluşur. Polenin gelişmesi de bu döneme denk gelir. İlk gelişmiş böcekler, salyangozlar ortaya çıkar. Böcekler, kırkayaklar ve akrepler oldukça büyür.
Okyanuslarda, köpekbalıklarının ilk ataları, kemikli ve kıkırdaklı balıklar baskın duruma gelir ve çeşitlenir.
Atmosferde tekrar çoğalan ve inanılmaz seviyelere yükselen oksijen seviyesi, tüm dünyanın devasa ağaçlarla kaplanmasına neden oldu. Bu ağaçlar zamanla yeryüzünün derinliklerine çökerek yüksek basınç sayesinde bugün kullandığımız fosil yakıtlarını oluşturmuştur.

Permiyen Dönemi (290 – 250 milyon yıl önce) Bu dönemin en karakteristik özelliği dönemin sonuna doğru tüm kara parçalarının birleşerek, süper kıta Pangea'yı oluşturmasıdır. Aynı zamanda süper okyanus Panthalassa (Proto-Pasifik) oluşur
Oksijen seviyelerinde bir miktar düşüş oluşur, büyük eklembacaklıların soyu tükenir. Sıcak ve kuru bir iklim görülür, amfibiler daha da gelişir.
İlk sürüngenler, memeliler ve dinozorların ataları oluşur.
İlk memelinin hangi canlı olduğu tam olarak bilinmese de, Bu dönemde yaşayan Morganucodon ve Morganucodon watsoni türü ilk memeli türlerinden biri olabilir. 10 cm uzunluğunda, sansara benzer hayvanın ilk fosilleri Dünya’nın pek çok bölgesinde bulunmuştur.
Deniz yaşamı, sıcak ve sığ resiflerde gelişir.
Yeryüzü halen uçsuz bucaksız ormanlarla kaplı durumdadır.

3. BÜYÜK YOKOLUŞ Permiyen-Triyas yok oluşu, günümüzden yaklaşık 250 milyon yıl önce meydana gelir.
Bu yok oluşun gerçekleşmesi milyonlarca yıl sürmüştür. Nedenlerine dair çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Daha önceden yavaş yavaş gerçekleşmeye başlayan bazı çevresel değişimler, bol miktarda meteorun çarpması, denizlerdeki oksijen oranının değişikliği, deniz seviyesinin gerilemesi, volkanik patlamalar olabilir.
Sırası ile farklı felaketler 273 milyon yıl önce, 260 milyon yıl önce ve dönemi kapatan Permiyen-Triyas yok oluşu (250 milyon yıl önce) adları ile anılır.
Döneme ait bir milyon yıldan daha uzun süren dev volkanik patlamalar kaynaklı karbondioksit artışı görülmektedir. Patlamayla açığa çıkan sülfür ve toz bulutları atmosfere yayılır ve güneş ışığının yüzeye ulaşmasına engel olur. Asit yağmurları başlar.
Yüzlerce milyon yıl öncesinden kalma okyanus tabanının incelenmesi ile okyanuslardaki asidite oranının hızlıca arttığı görülür, ayrıca okyanuslarda olağanüstü miktarda metan salan mikroplar besin zincirini yok ederek deniz hayatının ortadan kalkmasına yol açmıştır. Permiyen-Triyas yok oluşuyla birlikte deniz yaşamının neredeyse tamamı yok olur. Dünya'daki yaşamın %80'inden fazlasının nesli tükenir, Böcekler, amfibiler ve sadece basit deniz bitkileri hayatta kalır
Bugün dünya üzerinde yaşamını sürdüren tüm türler, Permiyen-Triyas yok oluşundan kurtulabilen %4’lük kısımda olan türlerden türemiştir.

Bundan sonra gelen donem, dinozorların dünya üzerine yayıldığı ve hakim olduğu Mezozoyik Dönem’dir. (250 – 66 milyon yıl önce)
Bu dönem ise kendi içinde özelliklerine göre aç ayrı döneme ayrılır:

Trias Dönemi, (250 – 205 milyon yıl önce)
Karalarda ve denizlerde dinozorlar ve sürüngenler baskın hale gelir. İlk gerçek memeliler baskın olmayacak şekilde oluşur, bildiğimiz görüntülerinde mercanlar, kemikli balıklar, böcek cinsleri ortaya çıkar.
Permiyen Devri sonunda meydana gelen kitlesel yok oluşta sağ kalmayı başaran deniz canlıları çeşitlenerek pek çok yeni grubu ortaya çıkarır. Bildiğimiz anlamdaki omurgasız canlılar, açık tohumlu bitkiler, örneğin kozalaklılar ilk kez günümüzdeki biçimleriyle bu dönemde oluşur
Madagaskar’da bulunan 240 milyon yıllık kanguru boyutundaki otçul Prosauropod fosili, bu döneme ait bilinen en eski dinozor fosilidir.
Daha iyi bilinen ve dinozorların ortaya çıkışını simgeleyen fosiller ise Arjantin’deki İshigualasto Cukuru’nda bulunmuş ve 228 milyon yıl öncesine tarihlenmiştir.
Süper kıta Pangea; dönemin sonlarına doğru parçalanmaya başlar ve Kuzey Amerika ve Kuzey Avrupa, Pangea'dan kopar. Pangea'nın varlığını sürdürdüğü dönemler boyunca yaşanan kurak ve karasal iklim, kıtanın iç kesimlerinde çöl ikliminin oluşmasına neden olur.

4. BÜYÜK YOKOLUŞ, Triyas-Jura Devri yok oluşu, günümüzden yaklaşık 205 milyon yıl önce meydana gelir.
Pangea süper kıtası parçalanırken geniş ve uzun yarıklar oluşuyordu. Bu yarıklar boyunca pek çok volkanik etkinlik yaşandı
Orta Atlantik Magmatik bölgesinin harekete geçmesi sebebiyle volkanik patlamalar sırasında çok miktarda sülfür havaya salınmış, güneş ışınlarının yüzeye gelmesi engellenmiş ve bunun sonucunda küresel ısınma meydana gelmiştir.
Tüm canlı türlerinin dörtte biri yok olur. Dinozor çeşitleri hayatta kalır ve izleyen dönemde rakipsiz bir şekilde tüm gezegeni kaplar

Jura (Jurasik Dönem) (200 – 150 milyon yıl önce)
Bu dönemde iklim yeniden nemli hale gelerek, günümüzden daha sıcak bir hal alır ve kıtalar yeniden bitkilerle kaplanır, kuşlar ilk kez bu devirde ortaya çıkar.
Pangea, tamamen ikiye bölünerek, güneyde Gondvana, kuzeyde ise Laurasia kıtalarını oluşturur.
Toprak yüzeyini büyük çoğunlukla küçük eğreltiotları kaplar ancak yağmurların artmasıyla okyanuslar yükselir ve geniş otlaklar ve çayırlar, dünya yüzeyinin çoğunu kaplar
Bu devirde yaşayan az sayıda memeli, tüylü ve sıcakkanlıdır, küçük boyutlarda kalmaya devam eder, geceleri avlanırlar ve büyük ihtimalle böcekle beslenirler.

Kretase Dönemi (145 – 66 milyon yıl önce)
Bu dönemde Lavrasya ve Gondvana ana kıtaları yeniden birbirinden ayrılır ve daha küçük parçalara bölünürler, kıtalar hemen hemen günümüzdeki şekillerini alır. Sıcak bir iklim oluşur hatta kutuplarda bile buzul katmanlarının çoğu yok olur
İlk çiçekli bitkiler gelişir ve bitkiler böcekleri çoğalmak amacıyla kullanmak için nektar üretmeye başlar bu işbirliği sayesinde polenler diğer çiçeklere taşınır. Bu çoğalma şekli günümüzdeki şekline bu dönemde evrilmiştir.

5. BÜYÜK YOKOLUŞ, Kretase – Tersiyer Yok Oluşu günümüzden yaklaşık 66 milyon yıl önce meydana gelir.
Genel kabul gören görüş yok oluş sebebinin Meksika’nın Yucatan bölgesine çapı 10 km’den fazla olan bir meteorun düşmesidir.
Bu felaketin aynı zamanda gezegenin farklı yerlerinde büyük çaplı volkanik aktiviteleri de tetiklediği düşünülmektedir.
Bu aşamada havalanan toz bulutu, atmosferi sararak güneş ışınlarının uzun yıllar boyunca yüzeye ulaşmasını engellemiş, bitkiler ve bitkilerle beslenen otçul hayvanların ve otçul hayvanlarla beslenen etçillerin yaşamları sona ermiştir.. Bu gelişme jeolojik zaman ölçeklerine göre çok hızlı olduğundan yeni ortama adapte olamayan dinozor türleri yüz milyon yıldan fazla bir süre yaşamalarına rağmen soyları tükenmiştir.
Tüm türlerin %75’i yok olur, sadece küçük memeliler, bazı böcek türleri ve bunlarla beslenen küçük hayvan grupları, kaplumbağalar, timsahlar, kuşlar, hayatta kalabilmiştir.
Felaket sonrası soyunu sürdürebilen küçük memeli grupları, devam eden milyonlarca yıl içinde 200 den fazla farklı memeli grubu ailesi oluşturmuş, 45 milyon yıl önce ise bugün var olan temel memeli gruplarının tümü ortaya çıkmıştı.

Görüldüğü üzere canlı evrimi halen devam ediyor fakat son yüz elli yıl içerisinde insan hayatının neden olduğu yıkım çok hızlı bir şekilde, çok sayıda türün yok olmasına sebep oldu. Sadece mevcut iklim koşullarına uyum sağlayarak yaşayabilecek iken bu koşulları hızla kendi elimizle bozuyoruz. Geçmişte Dünya üzerinde kutup buzullarının olmadığı, atmosferdeki gazların farklı derişimlerde olduğu, çok daha sıcak veya çok daha soğuk yaşam koşulları her zaman mevcut oldu fakat şu an yaşayan tüm yaşam formları sadece içinde yaşadığımız iklim koşullarında yaşayabilecek şekilde evrildi. Bunu bozarsak Dünya üzerinde yaşam tamamen sona ermeyecek fakat bu duruma adapte olamayacak insan nüfusunun büyük çoğunluğu da yok edilen diğer türlerle birlikte tarihe karışacak.

Sunumu değerli Astrofizikçi Hubert Reeves’in en beğendiğim sözü ile bitirmek istiyorum:
Canlıların varolma hakkı tartışılamaz ve hiçbir canlının varoluşunu haklı göstermesine de ihtiyaç yoktur. "Zararlı türler" ve "zararlı otlar" sözleri, bitkilerin ve hayvanların bize hizmet etmek için varolduğunu ve üzerlerinde hiçbir sınır tanımayan bir hakka sahip olduğumuzu savunan, yüzyıllar öncesinden gelen bir önyargının yansımasıdır. Bu ifadeler benmerkezciliğimizin, (ya da insanmerkezciliğin) cahilliğimizin ve dar görüşlülüğümüzün doğrudan ifadesinden başka bir şey değildir. Gerçekte, başka birçokları arasında bir türüz biz de, o kadar. Bu arada, yok olmalarından bütünüyle sorumlu olduğumuz, sayıları gittikçe artan, yeryüzünden silinmiş türlere bakacak olursak, doğanın dengesine ve yaşam çeşitliliğinin korunmasına zararlı tür nitelemesini, diğer tüm türlerden daha çok hak eden biz oluruz herhalde.



 
Son düzenleme:

eankara

Onursal Üye
24 May 2010
1,091
6,412
Her zamanki gibi, hem sunduğunuz kitabı, hem de harika sunumunuzu çok beğendiğimi söylemeliyim Sn. @cagan73 .
Tarihçesini ayrıntılı olarak verdiğiniz '' Dünya Tarihimize İklim Etkileri '' başta olmak üzere, '' Ekoloji '' , '' Karbon Ayak İzi '' gibi kavramlar üzerinde insanoğlu hala ne yazık ki gereken önemle durmuyor. Kyoto Protokolu'nu kabul eden ülkelerin bile tutumları ortada.
Konuya sadece Greta Thunberg'in tepkileri üzerinden pragmatik olarak bakmamak , bu arada Bill Gates gibi kişilerin konunun önemini ele alan açıklamalarına da aldanmamak gerekir . ( Bill Gates karbon ayak izine bu kadar önem veriyorsa, önce kendi jetlerini kullanma durumuna bakmalı derim!! )
Konu uzun, bu konuya hem kitap paylaşımınız hem de sunumunuzla katkıda bulunmanızı çok yararlı görmekteyim. Teşekkürler Sn. @cagan73
 
Son düzenleme:

dedo11

Onursal Üye
8 Nis 2013
1,903
5,270


Sayın cagan73 ;


Siyanobakteri (Cyanobacteria)
Cyan rengi : Mavi ile Yeşil renklerin bileşimiyle elde edilen (oluşan) renk.
Bilindiği gibi ışığın dalga boyuna göre kırılması sonucu bizim görme organımızda algılanış sonunda 3 ana renk oluşur.
OPTİK ANA RENKLER :
Kırmızı , Yeşil ve Mavidir ( resim konusundaki renkleri şimdilik unutunuz lütfen )
OPTİK ARA RENKLER :
Kırmızı + Yeşil ===>> Sarı
Kırmızı + Mavi ===>> magneta ( Biz buna Türkçe'de "EFLATUN" rengi diyoruz. )
Yeşil + Mavi ===>> Cyan ( Biz buna Türkçe'de "CAMGÖBEĞİ" veya ""TÜRKUVAZ" rengi diyoruz. )

Bunları cagan73'ün sunum yazısında fosile kaynaklık eden "Cyanobacteria (Siyanobakteri)" nin neden bu adı aldığını açıklamak içindir. Buna mavi-yeşil algler de deniyordu eskiden. Bu adlandırma aslında pek karşılamıyor bu sözcüğü. Çünkü "Cyan" evet Mavi ile Yeşil optik ışığın üst üste binmesinden oluşuyor ama ona artık "Mavi Yeşil" hele hele araya tire koyup "Mavi-yeşil" demek olmaz.. Neden?
Bir yerde daha değinmiştim Engels'in deyişi ile "BÜTÜN hiçbir zaman kendisini oluşturan parçaların basitçe bir araya getirilmesinden ibaret değil , daha fazlasıdır."
Burada "Cyanobacteria" aslında o bakterinin adı. Biliyorsunuz adlar ille de başka dile çevrilmez. Ortaokulda biliyorsunuz İngilizce dersinde "Mr. Brown" Türkçede "BAY KAHVERENGİ" diye çevrilmez. "Mavi-Yeşil algler" deyişi kullanımdan bu yüzden kalkmıştır.

Neden bu açıklama , neden Cyanobacteria ? :

Şundan : Hani bir şeyi fazla geriye gidip anlatanla dalga geçmek için kullanılan bir deyim var ya ; "Evet , evet önce toz ve gaz bulutu vardı. Sonra .... oluştu." diye işte canlıları da anlatmak için bu kez de gerçeğe yakın bir tarih olarak 2,8 milyar öncesine gidiliyor... Ne derece doğru saptanıyor (elbette ki bilimsel yöntemle yapılıyor. ) bence bu kadar büyüklükteki ( milyarlarca yıl ) yılların kesin olma şansı yok gibi...
Bilindiği gibi dünyanın ilk dönemlerindeki atmosferi bugünkü yapısında değildi.
(cagan73) ten : "büyük ölçüde metan, amonyak, sülfür gibi günümüzde yaşayan çoğu canlı türü için zehirli olan gazlardan oluştuğu" sanılmaktadır. İşte dünyanın bu döneminde ve öncesinde bugünkü adlandırma ile CANLI yoktu. Sonra "Hayat Çorbası" denilen bir karışım , suyun içindeki bölgelerde güneş ışınları ile etkileşime girdiği yerde birşeyler oluşur... O güne dek olmayan bir madde türü oluşur. Bu madde türü o güne dek olmayan bir şeyi başarır ; karbondioksit ile güneş ışınlarının birleşiminden oluşturduğu enerjiyi kullanır. Yine o güne dek düzenli olmayan bir şeyler olur... Bu tür karbon dioksiti kullanıp Oksijen üretir... Yani bugünkü atmosferin oluşmasına katkıda bulunuyordu... Diyalektik Materyalizmin kurallarından biridir : Küçük , küçük değişmeler ( evrim ) belli bir aşamaya gelince büyük bir sıçrama ile ( devrim ) yepyeni bir aşamaya geçilir. ( Nicel birikimler nitel özelliğe dönüşür ) Klasik adlandırma ile cansız dediğimiz madde türü de böyle , böyle uygun bir karışım ve koşullar sonucu CANSIZ'dan CANLI türüne geçiliyor. Olan budur.

(cagan73)ten "1952’de Stanley Miller ve Prof. Harold Urey, 1961’de Juan Oro başta olmak üzere Dünya’daki ilk ortamların kapalı alanlar içinde simüle edilmesi ile yapılan pek çok deney sayesinde, hücre içinde bulunan RNA ve diğer organik bileşikler elde edilmişti.
Aynı DNA’da olduğu gibi RNA da bilgi depolayabilmektedir. (Gelecekteki pek çok genetik gelişme de RNA üzerinde çalışılarak elde edilecektir)"
Daha önce de değindiğim gibi okulda öğrenci iken ;
1 - "MADDENİN EVRİMİ" ( Dikkat sadece "Maddenin Evrimi" ,
2 - canlının evrimi ,
3 - toplumun evrimi
daha sonraki konularım olacaktı ..... ) üzerine verdiğim bir konferansta :
Maddenin dört halinin ( katı , sıvı , gaz ve plazma ) olduğu.
Maddenin beş boyutu ( 3 fiziksel boyut , zaman boyutu , bilgi boyutu ) olduğunu anlatmaya çalışmıştım.
Neden bu bilgileri aktarıyorum. Şundan maddenin beşinci boyutun "BİLGİ" olması nedeniyledir. Aslında maddenin tümünde bilgi vardır. Ama anladığımız anlamda üst seviyedeki bilgi değildir bu. Hani küçümseyenlerin diliyle anlatırsak ( ben hiç te küçümsemiyorum ) bu bilgi türü karşılıklı etkileşim sağlayan bir tür mekanik ilişkiden oluşmaktadır. Bunu lütfen küçümsemeyelim. Bu basit görülen ilişkiselliğe neden olan bilgi olmasaydı madde bile görünür hale gelecek bütünlük oluşturamazdı... ( Maddenin dördüncü halini oluşturan "PLAZMA" aşamasında kalırdı. )
İşte bu noktada daha üst düzeyde oluşan maddesel örgütlenmeler sonucu ( RNA , DNA vb. ) gibi yapılar da bilgi depolayabilmektedir. Yani ilk maddede bulunan bilgi daha bir üst düzey olan bir bilgiye ( Dikkat yine klasik söylemdeki bilgi değil ) ; yani BİYOLOJİK BİLGİYE ( genetik ) sahip olan yapılar ortaya çıkmaktadır. Biz bunlara CANLI diyoruz ( Aslında çok daha derin düzeye inildiğinde CANSIZ ve CANLI maddenin o kadar kolay ayırmanın olanaklı olmadığını da görebiliriz. ).
1 - Maddedeki ilk bilgi türü maddenin örgütlenmesinde , kullanılan bilgi türüdür.
2 - Canlıdaki bilgi ( RNA , DNA vb. daki bilgi ) Biyolojik kodlamalar halindeki düzeydeki bilgi ise türün bir sonrakine faydası olacak şekilde kullanılan , Biyolojik üretime neden olan bilgi türüdür.
3 - Günümüzdeki BİLGİ ise ÇEVRE - BEYİNSEL KAYNAKLI BİLGİ ise beynin çevre ile etkileşim sonucu KAVRAMLARI ( KAVRAMSAL DÜZEY ) oluşturduğu KÜLTÜREL BİLGİ düzeyidir.
4 - Canlıların en üst düzeyde örgütselleşmesi sonucu oluşan toplumsal bilgi sonrası canlıların dışındaki örgenleşmiş araçlar tarafından depolanan - kullanılan ve üstüne konulan bilgi türüdür. Şimdilik buna GENEL YAPAY ZEKA deniyor...

(cagan73)ten : "Geçmişte Dünya üzerinde kutup buzullarının olmadığı, atmosferdeki gazların farklı derişimlerde olduğu, çok daha sıcak veya çok daha soğuk yaşam koşulları her zaman mevcut oldu fakat şu an yaşayan tüm yaşam formları sadece içinde yaşadığımız iklim koşullarında yaşayabilecek şekilde evrildi. Bunu bozarsak Dünya üzerinde yaşam tamamen sona ermeyecek fakat bu duruma adapte olamayacak insan nüfusunun büyük çoğunluğu da yok edilen diğer türlerle birlikte tarihe karışacak."
Sevgili @cagan73 "bu duruma adapte olamayacak insan nüfusunun büyük çoğunluğu da yok edilen diğer türlerle birlikte tarihe karışacak." doğrusu ben senin kadar iyimser değilim. Yani "büyük çoğunluğu" değil de "tümü" olabilir...

(cagan73)ten : "Sunumu değerli Astrofizikçi Hubert Reeves’in en beğendiğim sözü ile bitirmek istiyorum:
Canlıların varolma hakkı tartışılamaz ve hiçbir canlının varoluşunu haklı göstermesine de ihtiyaç yoktur. "Zararlı türler" ve "zararlı otlar" sözleri, bitkilerin ve hayvanların bize hizmet etmek için varolduğunu ve üzerlerinde hiçbir sınır tanımayan bir hakka sahip olduğumuzu savunan, yüzyıllar öncesinden gelen bir önyargının yansımasıdır. Bu ifadeler benmerkezciliğimizin, (ya da insanmerkezciliğin) cahilliğimizin ve dar görüşlülüğümüzün doğrudan ifadesinden başka bir şey değildir. Gerçekte, başka birçokları arasında bir türüz biz de, o kadar. Bu arada, yok olmalarından bütünüyle sorumlu olduğumuz, sayıları gittikçe artan, yeryüzünden silinmiş türlere bakacak olursak, doğanın dengesine ve yaşam çeşitliliğinin korunmasına zararlı tür nitelemesini, diğer tüm türlerden daha çok hak eden biz oluruz herhalde."

Canlı türlerinden biri olan insanın "insanmerkezci" düşünmesi doğaldı ( ilk aşamalarda büyük oranda içgüdüsel kaynaklıydı. ) . Bilerek "Dili geçmiş" kullandım. Yani Düşünce seviyesinin belli bir aşamasına dek bu hoşgörülebilir ama gerek düşünce düzeyimizdeki için gerekse çevremize yaptığımız etkilerin olumsuz sonuçlarını bizzat yaşayarak öğrenmemiz nedeniyle artık "İnsanmerkezciliğin" ne kadar zararlı bir düşünce türü olduğunun bilincine varmalıyız.
Yalnız bizim gibi geri kalmış veya geri bıraktırılmış ülkelerde başka şeyler de ortaya çıkmaya başladı...
Bir kez gerek kapitalizm gerekse onun en üst aşaması olan emperyalizmin ÇEVRE diye bir derdi olmaz , olamaz... Onun derdi kar , daha çok kar , daha çok kar .... Hele bizim gibi ülkelerdeki sonucu hiç te onların umurunda olmaz. Emperyalizm her zaman karını en üst düzeye çıkarmak için başka ülkelerde kendine hizmet edecek kendi ülkesine ihanet edecek işbirlikçiler bulacaktır. Ne mi anlatıyorum. Haberlerde başta altın aranan bölgeler olmak üzere diğer bir sürü amaç için inanılmaz sayıda ağaç yok edilmektedir. Altın arama yapılan yerlere bakınca MARSIN yüzeyi gibi bir manzara görmüyor musunuz? Sadece İstanbul'a yapılan üçüncü boğaz köprüsü için milyonlarca ( evet yanlış okumuyorsunuz ) milyonlarca ağaç yok edilmiştir. Bir de demezler mi : "Fatih demiş ki yaş kesenin başını keserim" !!!!!!!!!!!!!!!! Otoyollar için , madenler için , beton yığınları için ; ormanlar , tarım alanları yok edilmektedir.
Yani buradaki tahribat "insanmerkezcilik" gibi masum bir suça girmiyor... İş onu aşıyor...

Sevgili cagan73 "Doğanın canlılaşması" tarihi sayılacak güzelim bilimsel incelemeni büyük zevkle bilgilerinden faydalanarak okudum...
Dikkat ettiniz mi? Anlattığınız bütün BÜYÜK YOK OLUŞLAR şimdiye dek nedenini canlılardan almıyor ; başka tür gelişmelerden oluşuyor...
Şimdi geldiğimiz aşamada değişik bir sorun var. Bulunduğumuz aşamada büyük yok oluşu yaratacak neden artık canlının bir türü olacak , dünyanın tarihinde...
Başka bir büyük yok oluş tehlikesi de var ; sadece doğal diyebileceğimiz insansal üretim sonucu olmayacak ( Bu da bu nedenlerden biridir. ) Peki bu ileri sürülen normal gelişmelerin dışındaki dünyanın ( canlılar için ) sonun gelmesine ne neden olacak. Silahlar... Şu an dünyayı toptan 5-6 kere toptan yok edecek miktarda silah stoku var. Ayrıca belli miktardan fazla çekirdeksel ( atom ) bombası maddelerdeki zincirleme atomsal patlamalara da neden olabilir... Bu da gerçekten de dünyanın sonunun gelmesi demektir...

Bu konuda SON SÖZ : "Doğa bugünkü dengeyi milyonlarca yılda oluşturmuş. İnsanlar bu dengeyi bozduklarında yukarıda anlatılan her seferinde doğanın dengesinin bozulması sonrası oluşan "BÜYÜK YOKOLUŞLAR" sonrası bir şekilde ( milyonlarca yıl da alsa ) doğada bir şekilde yeni DOĞAL DENGE oluşmaktadır. Olasıdır ki insanlık şu anki doğa dengesi bozulduğunda doğa kendine yeni bir denge oluşturacaktır ; ancak asıl sorun o yeni oluşan dengede İNSANIN yeri olur mu , bunu bilemeyiz... Yani ; İNSANIN DOĞAYA GEREKSİNİMİ VAR ANCAK DOĞANIN VAR OLMAK İÇİN İNSANA GEREKSİNİMİ YOKTUR."


Cagan73'ün güzelim incelemesini okurken ( hem de birkaç kez ) şunlar da ortaya çıkmıyor mu?

VARGI :
Bu günkü canlıların ( hele hele insan ) öyle PAT diye OLMUYOR... OL deyince olmuyor... Belli koşullar gerekli , belli zaman ( milyarlarca , milyonlarca zaman ) gerekli ... Yani başta dinler olmak üzere bütün metafizik düşünceler bu konuda doğruyu söylemiyor veya doğru bilgileri bilmiyor veyaaa bize aktarılanlar doğru değil...
Neden böyle oluyor....

1 - Madde sanıldığından çok daha etken bir oluşumdur. ( olumlu ve olumsuz çevre koşulları yaratan da sonuçta maddeden oluşuyor. )
2 - Basit fizik kuralıdır : "Madde yoktan var ( yaratılamaz ) , vardan yok edilemez ; ancak değişime uğrar [ şeklen ( fiziksel ) , örgütlenme şekli ( kimyasal ) olarak , madenin türevleri olarak ( enerji , alan , etki ) vb. ]"
3 - Maddenin kendisi veya kendisinin bir üst örgütlenme şekli olan canlıların başka veya bambaşka türe evrilmesi de maddenin dışındaki bir güçle ; hele hele metafizik güçlerin etkisi ile oluşmaz. Maddi koşulların süreçleri sonucunda oluşur...
4 - Varsayılan ama gerçekte olması olanaksız olan Metafizik güçlerin metaya ( maddeye ) etkisi sıfırdır... Yani etkisi olmaz , olamaz...
5 - DOĞADA DOĞAÜSTÜ EREKSELLİK ( AMAÇ ) YOKTUR VE OLAMAZ...
6 - METAFİZİK YOKTUR FİZİK VARDIR ( MADDE ve BİRLİKTELİKTELİKLERİ DIŞINDA DÜNYA YOKTUR ).......


En gerçek yolgösterici bilimdir , bilimsel yöntemdir ...


Emeğine ve paylaşım isteğine teşekkür ederim...






 

eankara

Onursal Üye
24 May 2010
1,091
6,412
Sizi özellikle '' Akbaba '' gibi dergilerimize yaptığınız yorumlarla tanıdım Sn. @dedo11 . Ancak daha sonra , farklı alanlar dahilinde yaptığınız yorumlar ve Türkçeye hakimiyetiniz , kullanımı konusuna olan titizliğinizle daha da dikkatimi çektiniz. Son olarak yukarıda , Sn. @cagan73 'ün takdir gerektiren sunuş yazısına yaptığınız yorum yazısını çok beğendiğimi söylemek isterim. Pozitif bilimlerin önemi tabii ki tartışma konusu olmamalıdır. Bu arada yazınızda, Fatih konusuna değinmişsiniz, sizinle hemfikirim. Osmanlı İmparatorluğu dönemi padişahlarından Fatih Sultan Mehmet'in , gerek entellektüel kişiliği, gerekse de bilim, sanat gibi konulara verdiği önem nedeniyle benim için yeri ayrıdır. Doğa, doğada denge, insanoğlunun doğaya yaptığı yıkıcı etki gibi unsurlara değinen yazınız için teşekkür ederim Sn. @dedo11 . Yorumlarınız her zamanki gibi yararlı ve renkliydi !
 
Son düzenleme:
Üst