Hell Spawn

bakunin

Admin
12 Mar 2009
6,315
50,245
NeverLand
Yaşam doğduğu günden beri ölümün kölesidir. Ölüme direnmeye çalışır sürekli; değişir ve evrilir. Sırf zamanın sonsuzluğu içinde kendine biraz daha fazla yer edinebilmek için. ilk başta bu çaba bilinçsizdir, içgüdüseldir. Sonra bir gün biz varoluruz bu çekişmenin ortasında... biz, insanlar. İnsanlar farkına varırlar ölümün. Artık tehlikenin yarattığı korku değil çaresizliğin yarattığı "dehşettir" hakim olan. Köle, panik içinde kurtulmaya çalışır zincirlerinden. Yaşayan için her türlü ölüm yanlıştır, aptalcadır. Yapılacak bunca iş, yaşanacak onca zevk varken nedendir yok olmak' İnsanoğlu bir türlü çıkamaz bu sorunun içinden ve birgün bir yerlerden (yukarıdan!?) yazılar gelmeye başlar. En büyük müjdeyi verir bu yazılar. Heyecana gerek yoktur, çünkü ölümden sonra yaşam vardır! Orada bir yerlerde bizi avlayan olduğu gibi, kollayan da mevcuttur. Eğer uslu durursak, kurallara uyarsak hepimizin hayalindeki dünya bahşedilecektir bizlere. Kendi zevklerimizin ekseninde dönen, ne gündüz ne gece bilen; başka bir deyişle değişmeyen bir dünya. Acaba gerçekten böyle mi?

Al Simmons da hepimiz gibi bitmemiş bir yaşamın sonunda Botswana'da öldü; daha doğrusu öldürüldü. Suratında patlayan silah ruhunu uzaklara gönderdiğinde kafasında tek bir düşünce vardı Al'ın; karısı! (Wanda Blake). Ve tam "boşluk" onu yutacakken bir ses işitir, bir fısıltı. "Karını mı görmek İstiyorsun?" diye soran bir ses sanki kendini gülmemek için zor tutuyormuşcasına. "Ruhunu bana verirsen karını bir kez daha görebilirsin" diye devam eder karanlığın içindeki şey. Al, çaresizlikle kabul eder kendisine son anda uzatılan bu eli; ilk anda elin üzerindeki pullara hiç dikkat etmemişti! Zaten her şey için çok geçti. Bütün bu olaylar kağıt üzerindeki 3-boyutlu evrenin takvimine göre 1987'de olur.

Yukarıda anlattıklarımı Al Simmons'un bölük pörçük anılarının zamanla yerlerine oturmaları sonucu öğrendim. Aslında biz okuyucuların Al Simmons'la ilk karşılaşması 1992 yılının bir gecesinde gerçekleşir. Al için birkaç saniyelik bir süre, Dünya'da 5 yıllık bir zamana tekabül edip, uçup gitmiştir. Her yer, her şey değişmiştir onun için; kendisi bile. Zaten Spawn da temelde bu değişimin öyküsüdür; değişimin, seçimlerin ve varoluşun. Simmons tanımadığı bir dünyada tanımadığı bir varlıktır artık. Zincirlerle, çivilerle süslenmiş garip bir kostümü, hatırlayamadığı anıları,çürümüş cesede benzeyen bir vücudu ve aradığı bir anlam vardır sadece. Kendini çok güçlü hissetmektedir, her şeyi yapabilecek kadar güçlü. Hatıralar yerine oturdukça geçmiş berraklaşır Al için ve neden Dünya'da olduğunu yavaş yavaş anımsar. Simmons, yaşarken, bir askerdir; özel bir asker. Zamanında A.B.D. başkanını bir suikast girişiminden kurtardığı için tüm ülke tarafından tanınmaktadır; hattâ popüler kültürün kahramanlarındandır Simmons. Emirlere uyan, her şeyi ülkesi için yapan ideal asker. Ama birgün gelir ve bu vatansever askerin kafasında soru işaretleri belirmeye başlar. Yaptıkları doğru mudur? Kim Amerika'yı tüm dünyanın polisi ilan etmiştir? Amerika'nın çıkarları masum yaşamlardan daha mı önemlidir? Resmi katillerinin bu tip soruları sormaya başlaması tahmin edebileceğiniz gibi Sam Amca'nın hiç hoşuna gitmez ve Simmons temiz bir şekilde (!) "idealler" arasından temizlenir; sonra da bir kahraman olarak timsah gözyaşları eşliğinde gömülür. Daha sonraları olayların bununla sınırlı kalmadığını, Şeytan'la anlaşanın yalnız kendisi olmadığını öğrenecektir Simmons. Ama Simmons için o anda önemli olan bunlar değildir; onun tek umrunda olan Wanda'dır, tabutunun üzerine benliğinden gelen gözyaşlarını akıtan karısı. Güçlerini kullanarak tekrardan Al Simmons'un görüntüsünü kazanmaya çalışır Spawn; ama başaramaz bir türlü (anlaşmasının bilmediği maddeleri vardır). Her deneyişinde sarışın genç bir beyaza dönüşmektedir (Halbuki Simmons siyahtır). Sorunları bununla bitmez Spawn'ın. Geçen süre içinde karısı Al'ın en iyi arkadaşıyla (Terry Fitzgerald) evlenmiştir; ayrıca Cyan isminde bir de çocukları olmuştur. Oysaki Al Wanda'nın hep kısır olduğunu düşünmüştür! Ait olmadığı bir yer ve zamanda Spawn kendi varlığını düşünmeye başlar. Kısa bir süre sonra anlayacaktır ki düşünmek artık onun için bir lükstür çünkü herkes bir parçasını istemektedir Spawn'ın.

Spawn'la ilgili bilgilere devam etmeden önce Spawn'tn yaratıcısı yani Todd McFarlane hakkında biraz bilgi vermenin uygun olacağı kanısındayım. 1961 Kanada doğumlu olan McFarlane Amerikan çizgi roman dünyasının en önde gelen çizerlerinden biridir. Todd'un çizim serüveni lise yıllarında başlar (zaten Spawn da bu dönemde yaratmaya başladığı bir karakterdir) Üniversitedeyken geçirdiği bir sakatlık sonucu beyzbolcu olma hayali suya düşünce (bazı kazalar hayra alamettir!) McFarlane işlerini çeşitli yayınevlerine göndermeye başlar. 700 red cevabından sonra ve üniversiteden mezun olmasından birkaç hafta önce ilk işini alır. Bu, Marvel/Epic yayın grubunun çıkardığı Coyote isimli dergide "Scorpio Rose" isimli bir back-up öyküsünün çizimidir. Bunun arkasından Incredible Hulk sayıları çizmeye başlayan McFarlane, birkaç sayılığına Detective Comics çizgi romanlarında (başta Batman) çalışmıştır.

McFarlane'nin piyasada asıl ismini duyurduğu dergi Amazing Spiderman'dlr. Çizdiği kapak ve sayılarla o dönemde genel satış grafiklerinde dokuzuncu sırada olan dergiyi ilk sıraya taşımıştır. Todd'un ortaya koyduğu tarz halen Örümcek Adam'ı çizen sanatçıları etkilemektedir. Amazing Spiderman'in bu inanılmaz başarısı sonucu Marvel, Todd'a tek başına çıkaracağı bir Örümcek Adam dergisi verme kararı almış ve 1990 yılının Ekim ayında çıkan dergi 2.5 milyondan fazla satarak gelmiş geçmiş en çok satan dergi unvanını kazanmıştır. Bu dergide Spawn'a çok benzer bir tarz görebilirsiniz. Birtakım bilgilerin televizyon aracılığıyla verilmesi, bir sayfadaki panellerin birbirlerine ağ, kan ya da kemik gibi bir çizimler bütünüyle bağlanması, kullanılan çeşitli duruşlar vs... Spawn'la ciddi benzerlikler göstermektedir.

McFarlane, örümcek Adam'ın 13. sayısını bitirdikten sonra Ağustos 1991 yılında Marvel'dan ayrılma kararı almıştır. Bu karar önemli ölçüde çizgi roman piyasasının çehresini değiştirecek olayların da başlangıcıdır. Yaratıcının yarattığı karakter üzerinde tam hak sahibi olacağı bir sistem amacıyla Marvel'daki Larsen, Liefeld gibi başka ünlü çizerlerle beraber Image'ı; kurmuştur ve Spawn bu sistemde McFarlane'in dergisidir. Mayıs 1992'de ilk sayısı çıkan Spawn 1.7 milyon satarak en çok satılan bağımsız dergi rekorunu kırmıştır. Spawn'ın başarısı sürekli artarak devam etmiş ve dergi 16 ayrı dile çevrilmiş ve 120 ülkede piyasaya sürülmüştür.

Spawn'ın başarısı birtakım mini serileri ve yeni dergileri doğurmuştur. Violator ve Angela mini serileri; Curse of the Spawn, Spawn the Undead, Dark Ages gibi dergilerde piyasada yakın başarılara imza atmıştır. Amerika'da en çok satanlar listesinde ilk ondan hiç inmediği gibi McFarlane'in kendisinin sahip olduğu oyuncak serileri, HBO'da yayımlanan çizgi film ve New Line cinema tarafından hazırlanan Spawn filmi zincirin diğer halkalarıdır.

Sanırım artık Al'ın acı dolu yaşamına dönebiliriz. En son bıraktığımızda Al, bir iç hesaplaşma içindeydi. Ama şartlar Al'a maalesef bu şansı vermez. Cehennemin 8. bölgesinden Spawn'a göz kulak olması için gönderilen Violator ilk önemli sorunudur. Gerisi de gelir: Violator'un mafya babalarının kalbini sökerek öldürmesinden Spawn'i sorumlu tutan Don Antonio Twistelli ve onun İtalya'dan getirttiği cyborg Overtkill, Cennetin ödül avcılarından Angela, orta sınıf çocuklarının oluşturduğu techno sokak çeteleri ve kullandıkça azalan güçleri öykünün gerilim noktaları olur. Herkesin ve her şeyin kendine karşı olduğu bu dönemde Al, kendine Bowery'de (New York'ta bir mahalle,genellikle evsizlerin bulunduğu bir bölge) bir ev ve bir aile bulur. Oradaki insanlar görüntüsüne aldırmaksızın onu aralarına kabul ederler. Spawn'da bir süre sonra onları sahiplenmeye ve korumaya başlar. Bowery mistik bir yerdir ayrıca, Spawn sürekli oraya çekildiğini hisseder; Cogliostro'yla (fazla bir şey belli etmeden ortada nelerin döndüğünü bilen biri diyebiliriz onun için) orada tanışır; arka fonda gazete okuyan Elvis'I görebilirsiniz Bowery'de. Mekânın öykünün içinde çok önemli bir yeri vardır.

Başlarda Spawn'ın değişim, seçimler ve varoluş ile ilgili olduğunu söylemiştim. Spawn'ın ismi bile bir seçimi ortaya koyar aslında. En başında Simmons bir seçim yapmış ve bunun sonunda cehennemden hasıl olmuştur (Hellspawn). Ama Cehennemin Cennetle oynadığı satrançta bir piyon (Hell's pawn) olup olmamak onun elindedir. Gücünü kullanıp, kullanmamak da Simmons'un elindedir; nasıl kullanacağı da. Seçimler onu biçimlendirir ve Spawn her zaman doğru seçimler yapamaz maalesef. Mesela ilk dönemlerde Spawn olaylara 'göze göz, kana kan" yaklaşımıyla yaklaşırken bu tavrından bazı dönemlerde sıyrılıp kimi zaman geri döndüğünü görürüz. Kendi varoluşunun anlamı da Simmons'un önemli sorunlarından biridir. Simmons, kendi mezarını kazdığında cesediyle karşılaşır ve daha sonra vücûdunun necroplasma denilen bir maddeden yapıldığını, kostümünün de neural bir parazit yaşam formu olduğunu öğrenir. Bu onu artık ne ölçüde Al Simmons olduğu sorusuna götürür sürekli. Bu sorunun cevabını da Wanda'nın büyükannesinin (Grandma Blake) görmeyen gözleri verir büyük ölçüde. Grandma Blake, Al'ın her gelişinde onu cennetten gelen bir melek gibi karşılar. Bu ortamda Spawn "öğrenirken" onların getirdiği yeni soru(n)lar bulur kendi varlığında.

Spawn'ın başarısındaki bir başka etmen de çok sayıdaki iyi işlenmiş yan karakterin varlığıdır. Çoğu derginin aksine bu karakterler, sadece belli görev ve tavırları olan kuklalar değillerdir. Lorel-Hardy'e benzeyen polis dedektifleri Sam-Twitch, Al'in eski patronu Jason Wynn, bir Dr Jeykil-Mr. Hyde vakası olan cehennemden çıkma Violator, Simmons'la anlaşmayı yapan cehennemin 8. bölgesinin efendisi Malelbolgıa, her şeyi bilen Kont Cogliostro ve Bowery halkı... Hepsi hikâyenin içinde kendi başlarına varolurlar. Çok kısa süre görünen Gabrielle gibi bir karakter bile bu iç tutarlılığa sahiptir.

Spawn'ın ülkemizde yayımlanan bölümleriyle ilgili bir eleştiri yapılacak olursak, ilk söylenebilecek şey ilk sayılardaki yazımın zayıflığıdır. McFarlane'in Fikirleri ilginç olmasına karşın bunları panellere bölme ve biçemsel bir güzelliğe ulaştırma yetisi zayıftır. Ama McFarlane'i diğerlerinden ayıran nokta da burada başlar. Todd eleştirileri dinlemiş ve kafasında bir çözüm üretmiştir. Bu çözüm belki de Spawn'ın en iyi sayıları olan 8-11 sayı arasındaki periyodu ortaya çıkarır. Piyasanın en önemli yazarlarından Neil Gaiman, Frank Miller, Alan Moore ve Dave Sim, bir gün Spawn yazmak isteyip istemeyecekleri konusunda bir telefon alırlar McFarlane'den ve hepsi kabul ederler bu öneriyi. Ortaya çıkan çalışmalar Spawn'ın gelişimine önemli katkıda bulunmuştur. Bunun ötesinde Spawn'ın kare planları hep etkileyici olmuştur; rüya bölümlerinin kendi iç bütünlüğü, daha evvel de bahsettiğim bir sayfadaki panellerin belli bir çizimle bir araya getirilmesi (hattâ bazen bu çizimin Spiderman günlerini anarcasına ağ olması) McFarlane'in akıl almaz kırılan eşyalar (camkapı vs..) çizme yeteneği ve kendine has insan betimlemeleri Spawn'ı gerçekten zevkle okunabilecek bir dergi haline getirir Ayrıca yaratıcıyla dergi arasındaki duygusal bağı da rahatlıkla hissedersiniz Spawn'da. McFarlane zevkle çizmiştir tüm sayfaları; bakınca hissedersiniz. Ufak espriler de serpiştirir sağa sola; mesela Cyan'ın oyuncakları arasında Dave Sim'in Cerebus'u ve Felix The Cat oturur sakin sakin. Aynı Felix the Cat bazen bir konserve kutusunun üzerinde bazen de bir kavgayı şaşkın şaşkın izlerken çıkar karşımıza öykü boyu. Galiba Spawn'in en etkileyici yönü de bu duygusal bağ.

Toparlamak gerekirse Spawn ve McFarlane çizgi roman piyasasındaki değişimin öncüleri olmuşlardır. Yaratıcıların hakları konusunda çığır açan olaylar ve sistemdeki bir takım değişiklikler Image'ın bu çıkardığı ilk serinin başarısıyla mümkün olmuştur. Piyasadaki birçok klişeye mesafeli kalarak ortaya konulan Spawn çizgi roman okuyucusunun yeniliğe açıklığını kanıtlamıştır statükocu editörlere.

ENGİN VRANA
 

Shevarash

Süper Üye
24 Ocak 2010
1,239
974
İzmir
Bu bölümdeki pek çok yazı gibi bunu da okudum. Güzel bir yazımı olmasına ve McFarlane`den de bahsetmesine rağmen rağmen sadece Türkiye`de çevrilen bölümleri ele alıyor olması biraz yavan kalmış.

Spawn`ın ilerleyen bölümlerinde, özellikle de Spawn Godkiller serilerindeki evrenin temeline ve inanç sistemlerine limon sıkan hikayeler çok daha zengin bakış açıları sunabilir. Spawn seven dostlara serinin devamını ve diğer serileri de şiddetle öneririm.
 

keno007

Yeni Üye
3 Şub 2010
31
0
Yaşam doğduğu günden beri ölümün kölesidir. Ölüme direnmeye çalışır sürekli; değişir ve evrilir. Sırf zamanın sonsuzluğu içinde kendine biraz daha fazla yer edinebilmek için. ilk başta bu çaba bilinçsizdir, içgüdüseldir. Sonra bir gün biz varoluruz bu çekişmenin ortasında... biz, insanlar. İnsanlar farkına varırlar ölümün. Artık tehlikenin yarattığı korku değil çaresizliğin yarattığı "dehşettir" hakim olan. Köle, panik içinde kurtulmaya çalışır zincirlerinden. Yaşayan için her türlü ölüm yanlıştır, aptalcadır. Yapılacak bunca iş, yaşanacak onca zevk varken nedendir yok olmak' İnsanoğlu bir türlü çıkamaz bu sorunun içinden ve birgün bir yerlerden (yukarıdan!?) yazılar gelmeye başlar. En büyük müjdeyi verir bu yazılar. Heyecana gerek yoktur, çünkü ölümden sonra yaşam vardır! Orada bir yerlerde bizi avlayan olduğu gibi, kollayan da mevcuttur. Eğer uslu durursak, kurallara uyarsak hepimizin hayalindeki dünya bahşedilecektir bizlere. Kendi zevklerimizin ekseninde dönen, ne gündüz ne gece bilen; başka bir deyişle değişmeyen bir dünya. Acaba gerçekten böyle mi?
usta bu sözü sen mi yazdın bilmiyorum ama muhteşem bir söz kesinlikle sana katılıyorum ;)
 
Üst