Gallipoli – Gelibolu (DVDRip)

oktayyapıcı13

Onursal Üye
29 Haz 2015
1,437
16,576
nqScnVQR_o.jpg


Film:



Yönetmen Peter Weir ile söyleşi(İngilizce):



Yönetmen: Peter Weir

Oyuncular: Mel Gibson, Mark Lee

Yapım Yılı: 1981

Dil: İngilizce

Altyazı: Türkçe(gömülü)

Dosya uzantısı: mkv

Hiç bilmediğiniz bir yerden asla unutamayacağınız bir hikaye.

Yönetmen Peter Weir'in hikayesiyle 1915 senesinde Avustralyalı iki arkadaşın paylaştığı dostluğu anlatan bu filmde Mel Gibson olağanüstü bir performans sergiliyor.

Bu iki arkadaş kıtaları ve okyanusları aşıp, piramitlere tırmanıp eski Mısır'ın topraklarından geçerek Gelibolu'da savaşmakta olan alaylarına katılırlar. İki arkadaşın kaderi, I.Dünya Savaşı'nda Avustralyalılara karşı Almanlar ve Türklerin yapmış olduğu bu savaşla şekilleniyor.

Baş rollerde Mel Gibson ve Mark Lee’yi izliyoruz.
 

oktayyapıcı13

Onursal Üye
29 Haz 2015
1,437
16,576
h0c4gpzJ_o.jpg
Gelibolu

Alan Parker’in, Billy Hayes adlı bir esrarkeşin gerçeklerle uzak-yakın ilişkisi olmayan anılarına dayanarak yaptığı Geceyansı Ekspresi (Midnight Express) filminin sevimsiz anıları daha hâlâ belleklerimizden silinmeden Avustralya sinemasının önde gelen yönetmenlerinden Peter Weir’in Gelibolu (Gallipoli) filmiyle sıcağı sıcağına karşılaşmak kuşkusuz. hem sinemaseverler adına, hem de ülkemizin dışarda tanıtılması adına sevinilecek hoş bir sürpriz... Ama hemen belirtelim, bu hoş sürprizi, filmi ülkemize getiren şirketin, tecimsel amaçlarla yürüttüğü “Çanakkale Geçilmez’’ gibi hamasi, gereksiz ve asılsız laflarla gölgelememek gerek. Çünkü filmde, somut olarak, Türkleri öven pek fazla sahne bulunmadığı gibi Türklerle ilişkili bir tema da yok. Yalnızca, ülkemizin insanları, Arapların aksine, gerçekçi bir şekilde tanıtılmış. Gösterilmiş demiyorum, çünkü bir saati aşkın bir zaman birimini kapsayan filmde, yurtlarını savunan Türkler yalnızca yanm ya da bir dakikalık tâli görüntülerin içine sığdırılmış. Yönetmen Peter Weir’in Gelibolu filminde anlatmak istedikleri ise bambaşka şeyler.

Nedendir bilinmez ama, bizleri olduğu gibi gösteren, hele hele kahramanlıklarımızı dolaylı yolla da olsa görüntüleyen yabancı kaynaklı filmleri büyük bir çoşku ile — Gelibolu'da olduğu gibi biraz abartı ile— karşılamadan edemiyoruz. “Atilla 74”ü, David Lean'ın Arabistanlı Lawrence (Lawrence of Arabia). Nikhos Kazancakia'in “Yeniden Çarmıha Gerilen İsa’’sı romanından şimdiki Yunanistan Kültür Bakanı Melina Mercouri’nin eşi Jules Dassin tarafından sinemaya aktarılan “Ölmesi Gereken” (Celui qui Doit Mourir) ve daha hâlâ tartışmacı sürdürülen Eliz Kazan'ın “Amerika Amerika”sı bizlerde böylesine bir tepkiyi yaratmamışlar mıydı? Evet... Ülkemizle ilgili bu filmlerin sevimsiz anılarını bir kenara bırakıp, Peter Weir’in Gelibolu'suna gelelim. Gelibolu’da, amcası tarafından koşucu olarak yetiştirilen yeni yetme Archy ile yine bir koşucu olan Frankın, biraz serüvencilik, biraz değişiklik, biraz da baba ocağı ve anavatandan kopmak isteklerinden kaynaklanıp, 1914’lerde Batı Avustralya’dan kalkıp Gelibolu'ya savaşmaya gelişleri anlatılıyor.

Savaş bu iki yeni yetme genç için, bir bakıma bağımsızlıklarının simgesi, eğlenebilecekleri bir oyun oluyor. Tabiî savaşı görüp yaşayana dek. Savaş öncesi Piramidlerin gölgesinde yapılan bol şamatalı eğitim, Kızılhaç'ın görkemli balolan, dört şiline satın alınan Arap dilberleri, ya da buna benzer sorumsuzluk örneği eylemler, çok geçmeden Gelibolu sırtlarında korkuya, dehşete, acıya ve giderek trajediye dönüşmekte gecikmiyor. Her iki genç de, Batı Avustralya’nın steplerinden kopup, bir serüven uğruna geldikleri Gelibolu'da, bilmedikleri, tanımadıkları bir düşman tarafından kahramanca savaştıkları için değil de aptalca kullanıldıkları için kurşunlanıp yok ediliyorlar...

Kuşkusuz, Gelibolu, yalnızca lirik anlatımından gelen bir güzellik taşımıyor, aynca çok özel bir ayrıntıdan yola çıkarak, savaş üzerine duyurucu ve etkileyici bir genellemeyi de getiriyor karşımıza. Peter Weir’in ‘’Gelibolu"su, yalnızca sinemasal verileriyle değil, Birinci Dünya Savaşı’ nın belirli bir cephesini tarafsız, tarafsız olduğu denli de gerçekçi ve dürüst bir şekilde değerlendiriş açısıyla da, bu türde yapılmış filmlerin en iyilerinden biri.

Burçak Evren, Milliyet, 29.10.1982
 

oktayyapıcı13

Onursal Üye
29 Haz 2015
1,437
16,576
rsubiZMi_o.jpg
Savaş Üstüne Sorular

GELİBOLU

(Gallipoli)/Yönetmen: Peter Weir /
Oyuncular: Mark Lee, Mel Gibson, Bill
Hunter, Bill Kerr, Tim Mac Kenzie /
CİC (İngiliz-Avustralya) filmi.

EVE DÖNÜŞ

(Coming Home) / Yönetmen: Hal Ashby
Oyuncular: Jane Fonda, Jon Voight,
Bruce Dern, Robert Carradine, Penelope
Milford/United Artists filmi.
Site sinemasının girişinde bir özel «Gelibolu vitrini hazırlanmıştır: haritalar, bayraklar, Atatürk resimleri ve Alan Moorehead'in Milliyet yayınlarından çıkmış «Çanakkale Geçilmez - Gelibolu» isimli kitabı. Ne var ki bu kitabın «Gelibolu isimli filmle hiçbir ilgisi olmadığı gibi filmin de öze ne-bezene düzenlenmiş vitrinin uyandırdığı izlenimle ilgisi yoktur... Çünkü «Gelibolu» Çanakkale'deki Türk kahramanlığını anlatan bir film değildir (o filmi ne yapıp edip bizim yapmamız gerekiyor), «Gelibolu» herhangi bir ulusun kahramanlığını anlatan bir film de değildir. Tam tersine, bu tür kahramanlıklara, yani savaşa karşı çıkan barışçı, «pasifist» bir filmdir bu ve Avustralya askerlerinin Türkler tarafından biçildiği sahnenin sinemalarda alkışlanması, filmin özünün, bildirisinin, bizim seyircimiz tarafından pek de anlaşılmadığını göstermektedir....

Avustralya sinemasının günümüzdeki en ünlü ve gösterişli örneği olan «Gelibolu», Avustralya'nın uçsuz-bucaksız kırlarında, amcası tarafından tam bir atlet olarak eğitilmeye çalışan genç köylü Archy'nin (Mark Lee) öyküsüyle başlar. Archy, dünyanın bu ırak köşesinde çeşitli kişisel ve ailesel sorunlarla bunalan, «dünyayı görmek», deneyler edinmek, tek sözcükle yaşamak isteyen beşinci kıta delikanlilarımın tipik bir örneğidir. Bir yarışmada rakibi olan kent çocuğu Frank'la (Mel Gibson) dost olurlar. («Gelibolu», aynı zamanda bu dostluğun da öyküsü ve sinemada arkadaşlık üstüne yapılmış en güzel filmlerden biridir). Binlerce, onbinlerce Anzak genci gibi Archy ve Frank da kendilerini savaşa gönüllü olarak katılanların içinde bulurlar. Niye? Ne işleri vardır onların, dünyanın öbür ucunda, kendilerinin olmayan, kendilerini ilgilendirmeyen bu savaşın içinde? Biraz serüven, biraz heyecan, biraz değişiklik, biraz kadınlara üniformayla gösteriş yapmak için... Ama kendilerini, Mısır' daki hafif «gırgır»la geçen eğitim günlerinden sonra Gelibolu'nun sarp kayalıklarında, bir neden uğruna (vatanlarını savunmak uğruna) canlarımı dişlerine takmış savaşan Türkler'in ateşi altında bulunca, dünyanın kaç bucak olduğunu anlayacaklardır. Uzak ülkelerinden kopup yabancısı oldukları bu savaşta onları bekleyen ölümdür...

Vietnam'ın Yaraladığı Kuşak

«Gelibolusda 2 genç adamın çölün ortasında rastladıkları garip bir çoban - derviş, onlara «Türkiye'nin nerde olduğunu ve «Avustralya'nın Almanlara karşı ne halt etmeye savaştığını sorar. Bu sorular, «Eve Dönüşte Vietnam gezisi Luke'un (John Voight) kendi kendine veya çağrılı olduğu bir toplantıda dinleyicilere sorduğu soruya benzemektedir: Amerika'nın Vietnam'da ne işi vardır? Bu uzak ülkede savaş batağına neden saplanmıştır? Luke, bunun bedelini ömür boyu sakat kalmakla ödemiştir. Sevdiği kadının, Sally' nin (Jane Fonda) kocası Bob (Bruce Dern) ise sinir hastası bir zavallıya dönüşmekle... Bob'un hakketmeden aldığı savaş madalyası, genç adamı sağlığına kavuşturmaktan uzak kalacaktır. Film, bu baş kişilerin kişisel dramının yanısıra iç burucu bir Vietnam kurbanları galerisi sunmaktadır: hastaneleri dolduran sayısız insan bu savaşta yaralanmış, sakatlanmıştır. Yaralanan, aynı zamanda koca bir ulusun kendine ve yöneticilerine olan inancı, geleceğe olan güvencidir. Vietnam'ın maddi-manevi yaralarını, izlerini taşıyan hasta kuşaklar, kuşkusuz Amerika'nın bu savaştaki gerçek kaybıdır...

Savaşa Karşı Çıkmada Birleşen 2 Film

Haftanın bu 2 önemli ve ilginç filmi, görüldüğü gibi aynı bildiriyi ulaştırmada birleşmektedirler... Peter Weir'in «Gelibolu»su yakın tarihin bu önemli askeri olayına alabildiğince yansızlıkla yaklaşmakta, kolayca kayabileceği bir Türk aleyhtarlığına düşmeden (Çanakkale'ye katılmış olan Anzak'ların düşman olmalarına karşılık Türkler'e besledikleri ve Avustralya'da kuşaktan kuşağa gelen bir gelenek haline gelen sempatinin de yardımıyla), 2 yanın da bu savaştaki durumunu saptamakta, Avustralya'lıları acımaksızın ölüme gönderen İngiliz komutanın kişiliğinde ise, çeşitli ulusları, halkları birbirine düşürme alışkanlığını hiçbir zaman bırakmamış olan İngiliz sömürgeciliğini ciddi biçimde eleştirmektedir... Dostluğu, gerçek dostluğu (Archy, kendisini savaştan, dolayısıyla ölümden kurtaracak olan «haberci» görevinin Frank'a verilmesini istememiş midir?) yücelten, bir destanın gücüyle bir şiirin yumuşaklığımı birleştiren kolay unutulmaz bir filmdir «Gelibolu». Weir'in başka klasik parçaların yanısıra cömertçe kullandığı Albinoni'nin Adagio'su filmin içerdiği romantizm duygusunu pekiştirmektedir. Hal Ashby ise «Eve Dönüş»te daha klasik bir anlatımı, kişilere daha çok eğilen ruhbilimsel bir yaklaşımı seçmiş, zaman zaman melodram kalıplarına yaslanmaktan da çekinmemiştir. Ama filmin, Coppola'nın «Kıyamet»i veya Cimino'nun «Avcı»sı gibi savaşı, savaşın kendisini değil, perde arkasını, daha doğrusu toplumdaki sonuçlarını, uzantılarını göstermek yoluyla getirdiği eleştiri azımsanacak gibi değildir. Rolleriyle birer Oscar ödülü alan Jane Fonda ve Jon Voight başta tüm oyuncular da, bu etkileyici filmin gelişimi içinde kolay unutulmaz kişilikler çizmektedirler. Ashby, Weir'in tersine klasik bir film müziğini değil, çizdiği 70'lerin Amerikan toplumu panoramasına daha iyi uyan pop müziği yeğlemiştir. Savaşa karşı bilinçli, sorumlu bir başkaldırıda birleşen bu 2 filmi de izlemek gerekir sanıyorum...

1982

Atilla Dorsay, Sinema ve Çağımız, 130-2
 
Üst