Aşk Gençliğe Mahsus - Öykü

Levent 16

Aktif Üye
22 Kas 2011
311
1,615
AŞK GENÇLİĞE MAHSUS

Oda bembeyaz. Duvarlar, tavan, yerler bembeyaz. Karşımdaki masada beyaz önlüklü biri bir kağıda birşeyler yazıyor. Arkasındaki duvarda hepsi vesikalık resimli birtakım tabelalar var. Sağımdaki duvarda koskoca bir yürek resmi. İnsan yüreği. Solumdaki duvarda ise bu resimle ilgisi olmayan bir fotoğraf asılı; eski bir İstanbul semti. Belli ki bu sepya fotoğraf bir takvimden koparılmış, çerçeve yapılmış. Sıra sıra evlerin hepsi ahşap. Bakımsız, tahtaları kararmış, alaturka kiremitli damları yer yer bel vermiş, kiremitlerin arasından otlar fışkırmış. Pencerelerin önünde saksılar. Fotoğrafın altında neresi olduğu yazılı olmasına rağmen yazıyı okumak için oturduğum yerden kalkamıyorum. Karşımdaki doktor önündeki kağıda benimle ilgili bir şeyler yazarken kalkıpta resme yakından bakmak ayıp olur diye düşünüyorum. Bir çeşit insanlık hali.

Doktor yazdığı kağıtları masanın üzerinden uzatıyor;

- Beyefendi bu yazdığım tahlilleri yaptırın, bir de elektro çekilecek; dışarıda danışmaya sorun onlar yardımcı olur, diyor.


Odadan çıkıyorum. Danışmanın önü kalabalık. Alt kata inip elektro çekilen odayı arıyorum. Uzun bir koridor. İleride bir kapı. Yanında EKG yazılı bir tabela. Kapının üzerinde kırmızı tükenmez kalemle yazılmış Sıranızı Bekleyiniz yazılı bir kağıt. Süngerleri çıkmış bir koltuğa oturuyorum. Birkaç kişi sırasını bekliyor. Yandaki odadan garip tıkırtılar geliyor. Bir hastabakıcı üzerinde yaşlı bir adamın baygın yattığı sedyeyi koridorda yürütüyor. Az ileride bir başka hastabakıcı ile şakalaşıp gülüyor. Herkes kendi aleminde bu dünyada. Sedyedeki adam hastabakıcının umurunda değil. Benim de umurumda değil ya. Ben de buradaki herkes gibi kendi alemimdeyim.

Doktorun odasındaki fotoğraf acaba İstinye miydi diye düşünüyorum. Seneler öncesine gidiyorum. İstanbul'da okurken İstinye'de eski ahşap bir evde tam dört sene kalmıştım. Evin küçük bir bahçesi, bahçede sonradan kapatılmış bir kuyu, duvara yaslanmış bir mermer çeşme, bir incir ağacı, çepeçevre çalılar vardı. Mermer çeşmeden damlayan su, bu çeşmeyi bir su saatine çevirmişti. Evin az ilerisindeki marangozhaneden etrafa yayılan çam, çıra ve reçine kokusu insanın ciğerine bir orman havası gibi dolardı. Yazın gece oldu mu bahçeye çıkardım. Karşı tarafta, neresi olduğunu tahmin edemediğim uzak bir semtin sokak lambaları göz kırpardı. Koyu mavi kumaşı güneşten solup açık maviye dönmüş eski şezlonga uzanırdım. Odanın ışığından kurtulur kurtulmaz karanlık gökyüzünde binlerce havai fişek patlardı. Denizden gelen meltem insanı uyuştururdu. Karşımdaki sonsuz karanlıkta yüzlerce binlerce yıldız arasında takım yıldızlar arar; Tanrı, yaradılış, yıldız, karanlık, kainat hakkında türlü düşüncelere dalar, bir çeşit yarı deli yarı akıllı filozof olurdum. Bu düşüncelerin sonucu hiçbir yere varmazdı. Düşüncelerimin sonucunun hiçbir yere varmayacağını bile bile tekrar aynı düşüncelere dalardım. Karanlık, bu saatte bahçedeki her ağacı, her çalıyı değiştirirdi. Bahçenin az ilerisindeki bir çalı birdenbire garip bir sesle hışırdar, sanki büyüye büyüye, hışırdaya hışırdaya tuhaf bir yaratık bana doğru gelir gibi olurdu. Dikkatle o çalıya bakardım. Sonra, yahu ne var, rüzgarla hışırdadı işte der, tekrar yıldızları seyrederdim. Az sonra arka tarafımdan başka bir hışırtı gelir, tuhaf bir gölgenin bana yaklaştığını hissederdim. Başımı çevirip o gölgeye korkuyla bakar, bu gölgenin bahçeye giren bir kedi veya bir köpek olmadığına kanaat getirinceye kadar o gölgeden gözümü ayırmazdım. Bazen şezlongda uyuyakalırdım. Sabah ezanı okunurken her tarafım ayazdan tutulmuş olarak uyanırdım. Keşke uyanmasaydım dediğim kaç sabah vardı. O kadar güzel rüyalardı. Keşke uyumasaydım dediğim kaç gece vardı. Ne kötü rüyalardı onlar.

- Senin neyin var?

Bir koltuk öteden bir yaşlı adam sesleniyor. Biraz duruyorum, sonra;


- Bilmem, diyorum, ben de merak ediyorum.

İşte burada yalan söyledim. Neyim olduğunu merak ediyor değilim. Ne olursa olsun, az sonra doktorların hakkımda vereceği kararı biliyor gibiyim: Hastanın durumu berbat! O anda hastanede hastalıklardan başka konudan söz açılmaz yasası işlemeye başlıyor. İşte o da birşeyler anlatıyor. Sözlerinin arasında tarla, kayınço, kalp, yetmezlik, bir takım ilaç isimleri duyar gibi oluyorum.

O yanımda olsaydı. Eğer o yanımda olsaydı ne karanlığın eskiden bana yaptığı oyunlardan korkardım, ne de ileride başıma geleceğini tahmin ettiğim hastalıklar gibi şeyleri düşünürdüm. Bebekte gezerdik. En sevdiği semtti. Bir keresinde başını omzuma yaslayıp, bu dünyada yalnız gezmeyeceksin demişti, sevdiğinle gezeceksin. Sonra hiçbir yere onsuz gidemez oldum. Bebek'e yalnız gittiğim zaman keşke yanımda olsaydı derdim. Denizden gelen tuz kokulu rüzgar bana hiçbir şey vermezdi. Eve koşardım. Gel derdim, gel gezelim. Gezerdik, sevişirdik, gülüşürdük. Aşkın gençliğe mahsus olduğu günlerdeydik. Gittiğimiz yerde bir şarkı sesi duyar, şarkıları birbirimize adardık. Yıllar önce yabancı bir ülkeye gitmiştim. Harikulade kadın eşyaları bulunan bir vitrini seyre dalmıştım. Birden o aklıma gelmişti. Keşke bu vitrini o da seyretseydi demiştim. Sonra içimde bir sıkıntı duymuş, eşyalarımı toplayıp ertesi günü dönmüştüm. Ona sarılmıştım, öpmüştüm. Mutfak kokan, temiz çamaşır kokan ellerini okşamıştım. Sen haklıymışsın demiştim, özledim seni! Anılar... Anılar yoruyor.

Birden oturduğum yerden kalkıyorum. Bir an önce ilaç, formaldehit, kimya kokan bu yerden kurtulmak istiyorum. Ben ayağa kalkınca yaşlı adam da susuyor. Dışarıya çıkıyorum. Yağmur yağıyormuş. Bayılırım yağmura. Etraftaki, yaprakları limon sarısı ağaçlar, toz gibi yağan yağmur kadar sessiz. İlerideki tepelerin rengi, gri ve beyaz bulutların karışmasıyla, bir koyu maviden, sisli ve açık bir maviye dönüşmüş. Başımı yukarı kaldırıp gökyüzüne bir bakayım diyorum. Gökyüzünde bir parça mavi arıyorum… Yok. Sağ tarafta bakınca bir de ne göreyim: havada on onbeş martı süzülüyor. Marmara kıyılarından koparak gelmişler buraya.

Elimdeki kağıtları yırtıp atıyorum. Kağıtları yırtıp atınca birden bir ferahlık geliyor. Sanki az önce sonucun kötü çıkmasından korkan ben değildim. İçimdeki bulutlar dağılıp gökyüzüne karışıyor. Kül rengi hayaletler gibi uçuşup kaçıyorlar. Arkalarından gülüyorum. Şimdi bir sigara ile sıcak bir kahveye kavuşmak için serin yağmurun altında yürüyorum, yürüyorum, yürüyorum.

Levent Suberk
 
Son düzenleme:

dedo11

Onursal Üye
8 Nis 2013
1,892
5,216


Sayın Levent16 ;

"Karşı tarafta, neresi olduğunu tahmin edemediğim uzak bir semtin sokak lambaları göz kırpardı. .....
Keşke uyanmasaydım dediğim kaç sabah vardı. O kadar güzel rüyalardı. Keşke uyumasaydım dediğim kaç gece vardı. Ne kötü rüyalardı onlar........

..... bu dünyada yalnız gezmeyeceksin demişti, sevdiğinle gezeceksin.
..... Aşkın gençliğe mahsus olduğu günlerdeydik."

En beğendiğim ve beni düşünce ve duygulara götüren satırlar bunlar...


Kalemine kuvvet , beynine sağlık ...

 
Üst