NİL ADAMI - Sergio Toppi - Bir Adam, Bir Macera 01

kudretsabancı

Onursal Üye
E-Dergi Takımı
3 May 2011
1,243
35,359


Diğer Toppi Hikâyeleri

Serinin ilk macerası, Sudan'daki Mehdi İsyanları döneminde geçiyor ve Sergio Toppi tarafından çizilmiş.


jl9ltz560mp9k225g.jpg
mnq3p3ete142bu75g.jpg
exfhzzxrntkmert5g.jpg


sn0xcto1oeqf8e35g.jpg
i0qserlyl8bwtfn5g.jpg
ehmhp1zqkufoqu05g.jpg
n0z1pgjqz06l4sj5g.jpg
pe0vqhp9banvi9s5g.jpg


3y1s43831yvw3ip5g.jpg
50veyp52nbbjs0z5g.jpg
egaieiscoax074g5g.jpg
23tw17atiaxlmvd5g.jpg
2krmz46mqfail455g.jpg


zj19kx5mkyp3hbf5g.jpg
mbiv344pvbj2gmt5g.jpg
6ueqsso0po98ajg5g.jpg
o9rrr0bo9kdrrga5g.jpg
5nrdhlwjsswjhhm5g.jpg


l2wxssvujxvpxv85g.jpg
gzxi5rdvdwpagf35g.jpg
ea0a6elxa88fr9c5g.jpg
fv9m2b732b3tz315g.jpg
1fa9k91zqd58koz5g.jpg


5ar03o4xrjqcor25g.jpg
e4k1txnihlxhbjd5g.jpg
8sq0co7gipzakr05g.jpg
2zy35r25s27fqlt5g.jpg
gl3i3rh67peijyb5g.jpg


 
Son düzenleme:

kudretsabancı

Onursal Üye
E-Dergi Takımı
3 May 2011
1,243
35,359
..ve çok merak uyandırdığınız bu seriye ilk kitabıyla başladınız. İlk kitap pırıl pırıl balonlama dengesi ve ses efektleriyle nefis görünüyor.
Çok teşekkürler.

Daha önce duymadığım ve Toppi'nin "Zapata" hikayesinin daha yüksek çözünürlükte versiyonunu ararken tesadüfen keşfettiğim bu seriyi ben de ilk kez okuyorum. Benim için de şaşırtıcı bir keşif oldu. Seride her macera birbirinden bağımsız. Konsept her macerada kahramanlarımızın ve okuyucunun tarihin bir önemli olayına tanıklık etmesi üstüne kurulu.

Çizerlerden özellikle Dino Battaglia'ya çarpıldım ve İtalyanların, neden "Büyük Battaglia" dediklerini anladım. Toppi'ler biter bitmez bir Dino Battaglia koleksiyonu oluşturmak güzel olur diye düşünüyorum.

ikinci macera D'Antonio'nun "Zululand Adamı"ysa tam bir spaghetti western karakteri. Sanırım sinema ve çizgiromanda sadece İtalyanlar, bir kahramana bu kadar cesurca ters köşeler yaptırabiliyor.Bu hikayede de, tanısak nefret edeceğimiz bir adam ana karakter yapılmış.

İki hikayenin de çevirileri bitti. Balonlamaları da biter bitmez paylaşacağım.
 

murats

Onursal Üye
5 Şub 2011
1,314
5,496
Gelin bu seride bir 'kitap kulübü' gibi takılalım.
Her bir kitabın altında, o çizgiromanın içeriği, biçemi, tarihi perdesi üzerine sohbet edelim.
İsteyen çizim, senaryo, kurgu, reji gibi biçemi üzerinden yorumlar yazsın,
isteyen hikayenin geçtiği tarih, kültür, coğrafya üzerinden okumalar yapsın.

Hem ne zamandır aradığımız bi', çizgi-roman yorumlama ve, eleştirel ve düşünsel sohbet akçesi üretme ortamını oluşturalım,
hem de kudretsabancı'nın çok emek verdiği bu çalışmaların, bir çok kişi tarafından tez zamanda okunduğunu, üzerine de konuşulduğunu hissettirerek onu daha da teşvik edelim.


Ayrıca serinin her bir kitabı bambaşka bir tarihten ve yöreden, ve bağımsız bir hikaye olduğu için,
ve ayrıca 100-150 sayfalık graphic-novel'ler gibi olmadığı için (yani kısa olduğu ve bir oturuşta okunacağı için)
anında okuyup hemen sohbete dahil olabilirsiniz;
ve ayrıca kimi kitapları atlasanız, aramızda olmasanız, zamanınız olmasa, ya da geç farketseniz dahi,
bir sonraki kitapta, istediğiniz kitapta, ilginizi çeken kitapta sohbete katılabilirsiniz.

Bu arada kitapların hepsi gerçek tarihi olaylara dayandığı için, kitapların başında/sonunda tarihi bilgiler de verildiği için, bu seri, ayırdığımız mesainin çizgi-romandan alacağımız zevk dışında, gerçek bilgiler öğrenmemiz açısından faydaya dönüşmesi olarak da ekstra avantajlı bir seçim. Bir taşla bir kaç kuş. :) Hem entelektüel kazanım, hem de çizgi-romanlar üzerine birbirimize bir şeyler öğretme fırsatı.

Ben biraz önce Nil Adamı'nı bitirdim. Ve bu mesajın ardından, yorumlarımı yazmaya başlıyorum.

İyi sohbetler 'Bir Adam Bir Macera Kitap Kulübü' ;)


edit notu: Bu mesajımı yollamaya çalışırken site server-error verdi. Mesajımın son hali gitmemiş. Ama bir önceki hali ise yüklenmiş. O yüzden bu mesajı yeniledim. İlaveler var.
Ve tabi ardından gelen mesajı yazdığım halde yollayamadım saatlerdir. Şimdi aşağıda NİL ADAMI için yazdığım yorumlamayı bulabilirsiniz.


.
 
Son düzenleme:

murats

Onursal Üye
5 Şub 2011
1,314
5,496
1880'li yıllarda Sudan ve Nil Nehri çevresinde, çok fazla dil ve kabile içeren ve bir milliyetçilik anlayşından çok uzak bir beldede bir Mehdi'nin ortaya çıkışıyla bir birliğin oluştuğu dönemi anlatan çizgi-romanın girişi ve çıkışındaki metinleri okuyana kadar, o bölge ve tarihçe hakkında hiç bir bilgim yoktu.

Toppi sevgimden dolayı hemen başlamış ve okumuş oldum Nil Adamı'nı. Ama Toppi'nin hayranı olduğum salt çizim güzelliğini, başka işlerindeki görsel müthişliği pek hissedemedim. Evet çok güzel figürler, formlar ve kareler var, ama bir miktar da özensiz desen ve zayıf kadraj gördüm. Kanımca primitif renklendirme stili de biraz negatif etkiledi beni, desenin kendisine verdiğimiz kıymeti paylaşıp, dikkatin bir kısmını üstüne çektiği için, saf çizimi takdir etmekten uzaklaştırıyor.

Ana karakterin hikayeye sokuluş ve seyirciye ilk sunuluş şekli, akıllıca ve çok sinematik. Kime yoğunlaşacağımızı henüz bilmezken, son derece sürprizli bir şekilde, güzel bir senaryo oyunuyla takip edeceğimiz karakterimiz ile tanıştırılıyoruz. Filmlerde main character reveal ya da introducing the protagonist diye adlandırılan bu 'cihaz' bu hikayede (azıcık çizim hileleri yapılmış olsa da) güzel kullanılmış.

16. sayfada, en son karedeki haritayı, şehrin taktiksel coğrafyasını bize aktarmak için tanrı-perspektifinden çizilmiş bir kare olarak görüp, "bizi bilgilendirme adına sinematik akışı bozmuşlar ve hatta bu bilgi hikayenin geri kalanında bizim için elzem de değil" diyecektim ki, :) tekrar başa dönüp okuduğumda bunun bir önceki karede bakılan haritanın görüntüsü olduğuna uyandım. Yine de o son karede, kağıt kırışıklıkları, ya da şehri işaret eden ön planda bir el olsaydı, böyle şema karesi gibi görünmez, sinematik akış zedelenmezdi. (diye düşünüyorum)

17 ve 18. sayfalarda tam bir Toppi sayfa-yerleştirmesi (layout) ve nefis çizimlerle karşılaşırken, 19. sayfayı okuduğumda bir hayal kırıklığı hissettim. Metin içeriği çok etkileyici, sarsıcı ve tüyler ürperticiydi, ama çizimler (ve desenler, kütleler) bunun hakkını veremiyordu. (Daha fazla vahşi grafik öğe (gore) görmek istemem değildi sorun, bakış açısını, yerleştirmeyi, ve zenci müfreze erlerinin beden formlarını sevmemiştim. (En çok da 3. kareyi çok kötü buldum) İlk karedeki taramalar ve vucut kol bacak pozisyonu da bana kötü geldi.

28. sayfadaki ilk karede, en etkilendiğim diyalog alışverişi var.
-Sadece fanatik bir yobaz mı yani?
-Bilmiyorum, bu teleskop İngiliz malı. Belki de mercekleri bozuktur.
Genel bakış açısı farklılığını ve İngilizlerin bakışını o kadar güzel bir alegori ile anlatmış ki. Çok hoşuma gitti.

Ve yine ayrılırlerken, sayfa 31'in başındaki: "Yakında görüşürüz General" "Elveda evlat" diyaloğundaki sarkastik karşıtlık da aynı şekilde çok güzel diyalog yazımına bir örnek.

Sisli planların güzelliği, ve ardından tüm gemi sekansındaki güzel çizimler ve 33. sayfada (biraz yüzeysel) geçilen arka plandaki politik kumpas imaları çok hoş.

Sayfa 35'teki ilk kare biraz daha uzaktan çizilseydi, ortamı daha iyi tanımlardı. Bir önceki sayfadaki son kare ve oradaki boyama yüzünden bir iskeleye yanaştıklarını sanmıştım. Halbuki balıkçı tekneleri çevrelerini sarıyor. Sayfa 35'in ilk karesinde Penny Boat ve balıkçı tekneleri birbirinin üstüne yapışmış.

Tüm çöl ve develi sekans harika kadrajlar ve çizimler içeriyor. Bakış açıları, bölmeler, reji ve zaman geçişleri çok güzel çalışıyor. Develi adam çıktığı andan itibaren Toppi desenlerinin lezzetini sonuna kadar tadıyoruz.

Sayfa 52'de kafaya darbe anında ne sayfa düzenini beğendim, ne vucutların pozisyonunu; ne Bob'un yüzünü, ne de beyaz boşlukla bölünmeyen kareler arası ince çizgiyi. Aksiyonun iyi bölünmediğini düşünüyorum. Her iki planda da düşmanın sopası aynı yönde (ve kötü hareket çizgileri seçimiyle) ama Bob iki ayrı yönde. İlk vuruş tüfeği düşürüyor desek, temas yok, sopa daha yeni geliyor. Dediğim gibi bedenlerin pozisyonları ve arada kare bölme çizgisinin olmaması hem aksiyonu anlamamızı hem de bölmemizi zorlaştırmış.

Sayfa 53'te "..çok zarif hatları olan bir kadın yüzüne dönüştü." ibaresinin çevirisini ve balonlamasını yaparken kudretsabancı'nın da gülümsediğini düşünüyorum. Çünkü kadının hiç bir hattı 'zarif' olmadığı gibi, son derece patates gibi hatları var. :D Bu sayfalarda da şu eleştirim var. Bob'un yüzünü o kadar siyah taramalı, ve sert çizmiş ki, renklendirici de kahverengi boyayınca, durmak bilmez hayal gücüm, hikayede bir sürpriz twist arayan zihnim, savaş alanından 'haberci Bob' yerine yerel halktan birisini getirmiş oldukları ve onu Bob sandıkları gibi bir hikaye fikirlerine gitti. Okudukça netleşene kadar. Benim algı eksikliğimden de kaynaklanmış olabilir tabi.

Son final karesini beğendiğimden de emin değilim. Eleştirel yaklaşacağım: Ana karakterimizin hikayeye konu olan görevini başaramayışıyla biten bu final, Gordon'un da ölümünün haberi olduğu için her açıdan dramatik bir son. Ve fakat son karenin plan seçiminde, komutanı ve Bob'u tamamen çok uzaktan, dıştan ve objektif bir çerçeveleme ile görüyoruz. Dolayısıyla duygularıyla, Bob'un hayal kırıklığıyla gözgöze gelmiyor ve duygusal bir tepki oluşturamıyoruz. Eerie ve Creepy çizgi romanları bu tarz Twilight Zone dizisi tipi, şok finalleri çok güzel ve etkileyici resmeder, bilirsiniz. (Bizdeki Korku adlı çizgiromanlar. Aklımıza kazınır yıllarca o son kareler. Konu zaten güzel destekler. Etkileyici bir yüz çizilir. Kimi zaman alttan ışıklandırılır vs)

Burada Bob'un yüzü ya da komutanın yüzü ile bitirebilirlerdi. Duygu bize geçerdi. (Bu konuda çok ısrarcı olmayacağım, çünkü çok çeşitli reji kararlarını severim.) Aynı ağırlıkta, zıt yönde şu seçim de yapılabilirdi. Aynı bu plandaki gibi uzak ölçek ve yandan, buradaki gibi siluet bedenler, saklanmış detaysız yüzler, ya da tamamen dönük sırtlar ve metne yaslanmış bir çizgiroman karesi. Yani objektif bakış açısı, dramı uzaktan resimleyerek ifade etmek (soğukluk) ve işi metnin yapmasına bırakmak. (Çizgi roman ve tabi ki sinema teknikleri.) Ama burada kullanılan karede, karakterlerimizi uzaktan ve objektif ve detaysız gösterirken, en ön plana da konuyla tamamen ilgisiz, kocaman, arkayı maskeleyen bir asker figürü koymak ve ilgiyi (finalde çok kıymetli olan ilgimizi) gereksiz bir obje olan o askere yönlendirmek, benim asla tercih etmeyeceğim bir karar olurdu.

Sözlerimi bitirirken, aklıma gelen son hissi de paylaşacağım, senaryo ile ilgili.

Bob, Gordon'a verdiği söze son derece sadık, ve bir görev adamı gibi davranırken, beyin sarsıntısından bile uyandığında hemen hiç vakit kaybetmeden, sadakatle ve görev bilinciyle tabur komutanına koşmuşken, ve hikayemizin büyük finali Gordon'un 2 gün farkla ölmesi olacakken--
Bob ile Gordon tanışma sahnesinin senaryo açısından çok daha iyi işlenmesi gerekiyordu. Hatırlayalım: O sahnede sadece tanıştılar, teleskop ile mehdiye bakıp, mehdinin kelime anlamını ve davranışını seyirciye açıklayıp, viski paylaştılar ve Gordon Bob'a görevini verdi. "Git ve beklememelerini sağla, günlüğümü Dünya'ya ulaştır" Bunların hepsi nesnel bir şekilde yaşandı.
Eğer Gordon ve Bob arasında, duygularımıza daha hitap eden bir ek konuşma daha geçseydi, Bob'un Gordon'a duyacağı saygıyı doğuracak, bunu bize de hissettirecek, sadece 1 veya 2 sayfalık bir diyalog geçseydi, hem Bob'un görevine sadakatini, hayatını tehlikeye atışını daha anlamlı bulacaktık, hem Gordon karakteri bir validen daha unutulmaz bir hale gelecekti, ve hem de dramatik finalde (gerçekten tarihte de bu şekilde olduğu için) içimiz daha çok kıyılacaktı.

Şimdilik benden bu kadar..
Buraya kadar okuyanlara, bir yandan çizgiromanın sayfalarını çevirenlere teşekkürler.

Tarihi ve coğrafi altyapıya yorum yapmaya, İngiliz sömürgeciğinin politikalarına dokunmaya, Sudan ve Arap kültürüne dair noktalara işaret etmeye hiç girişmedim. Hem donanımım çok olmadığı hem de lafı daha da çok uzatacağım için. Daha çok biçimsel; senaryo, kurgu ve çizim olarak yaklaştım esere.

Dostça kalın,

(Çok teşekkürler kudretsabancı ;) )
 

savok

Admin
30 Eki 2009
20,015
85,110
Kasımpaşa
1880'li yıllarda Sudan ve Nil Nehri çevresinde, çok fazla dil ve kabile içeren ve bir milliyetçilik anlayşından çok uzak bir beldede bir Mehdi'nin ortaya çıkışıyla bir birliğin oluştuğu dönemi anlatan çizgi-romanın girişi ve çıkışındaki metinleri okuyana kadar, o bölge ve tarihçe hakkında hiç bir bilgim yoktu.

Toppi sevgimden dolayı hemen başlamış ve okumuş oldum Nil Adamı'nı. Ama Toppi'nin hayranı olduğum salt çizim güzelliğini, başka işlerindeki görsel müthişliği pek hissedemedim. Evet çok güzel figürler, formlar ve kareler var, ama bir miktar da özensiz desen ve zayıf kadraj gördüm. Kanımca primitif renklendirme stili de biraz negatif etkiledi beni, desenin kendisine verdiğimiz kıymeti paylaşıp, dikkatin bir kısmını üstüne çektiği için, saf çizimi takdir etmekten uzaklaştırıyor.

Ana karakterin hikayeye sokuluş ve seyirciye ilk sunuluş şekli, akıllıca ve çok sinematik. Kime yoğunlaşacağımızı henüz bilmezken, son derece sürprizli bir şekilde, güzel bir senaryo oyunuyla takip edeceğimiz karakterimiz ile tanıştırılıyoruz. Filmlerde main character reveal ya da introducing the protagonist diye adlandırılan bu 'cihaz' bu hikayede (azıcık çizim hileleri yapılmış olsa da) güzel kullanılmış.

16. sayfada, en son karedeki haritayı, şehrin taktiksel coğrafyasını bize aktarmak için tanrı-perspektifinden çizilmiş bir kare olarak görüp, "bizi bilgilendirme adına sinematik akışı bozmuşlar ve hatta bu bilgi hikayenin geri kalanında bizim için elzem de değil" diyecektim ki, :) tekrar başa dönüp okuduğumda bunun bir önceki karede bakılan haritanın görüntüsü olduğuna uyandım. Yine de o son karede, kağıt kırışıklıkları, ya da şehri işaret eden ön planda bir el olsaydı, böyle şema karesi gibi görünmez, sinematik akış zedelenmezdi. (diye düşünüyorum)

17 ve 18. sayfalarda tam bir Toppi sayfa-yerleştirmesi (layout) ve nefis çizimlerle karşılaşırken, 19. sayfayı okuduğumda bir hayal kırıklığı hissettim. Metin içeriği çok etkileyici, sarsıcı ve tüyler ürperticiydi, ama çizimler (ve desenler, kütleler) bunun hakkını veremiyordu. (Daha fazla vahşi grafik öğe (gore) görmek istemem değildi sorun, bakış açısını, yerleştirmeyi, ve zenci müfreze erlerinin beden formlarını sevmemiştim. (En çok da 3. kareyi çok kötü buldum) İlk karedeki taramalar ve vucut kol bacak pozisyonu da bana kötü geldi.

28. sayfadaki ilk karede, en etkilendiğim diyalog alışverişi var.
-Sadece fanatik bir yobaz mı yani?
-Bilmiyorum, bu teleskop İngiliz malı. Belki de mercekleri bozuktur.
Genel bakış açısı farklılığını ve İngilizlerin bakışını o kadar güzel bir alegori ile anlatmış ki. Çok hoşuma gitti.

Ve yine ayrılırlerken, sayfa 31'in başındaki: "Yakında görüşürüz General" "Elveda evlat" diyaloğundaki sarkastik karşıtlık da aynı şekilde çok güzel diyalog yazımına bir örnek.

Sisli planların güzelliği, ve ardından tüm gemi sekansındaki güzel çizimler ve 33. sayfada (biraz yüzeysel) geçilen arka plandaki politik kumpas imaları çok hoş.

Sayfa 35'teki ilk kare biraz daha uzaktan çizilseydi, ortamı daha iyi tanımlardı. Bir önceki sayfadaki son kare ve oradaki boyama yüzünden bir iskeleye yanaştıklarını sanmıştım. Halbuki balıkçı tekneleri çevrelerini sarıyor. Sayfa 35'in ilk karesinde Penny Boat ve balıkçı tekneleri birbirinin üstüne yapışmış.

Tüm çöl ve develi sekans harika kadrajlar ve çizimler içeriyor. Bakış açıları, bölmeler, reji ve zaman geçişleri çok güzel çalışıyor. Develi adam çıktığı andan itibaren Toppi desenlerinin lezzetini sonuna kadar tadıyoruz.

Sayfa 52'de kafaya darbe anında ne sayfa düzenini beğendim, ne vucutların pozisyonunu; ne Bob'un yüzünü, ne de beyaz boşlukla bölünmeyen kareler arası ince çizgiyi. Aksiyonun iyi bölünmediğini düşünüyorum. Her iki planda da düşmanın sopası aynı yönde (ve kötü hareket çizgileri seçimiyle) ama Bob iki ayrı yönde. İlk vuruş tüfeği düşürüyor desek, temas yok, sopa daha yeni geliyor. Dediğim gibi bedenlerin pozisyonları ve arada kare bölme çizgisinin olmaması hem aksiyonu anlamamızı hem de bölmemizi zorlaştırmış.

Sayfa 53'te "..çok zarif hatları olan bir kadın yüzüne dönüştü." ibaresinin çevirisini ve balonlamasını yaparken kudretsabancı'nın da gülümsediğini düşünüyorum. Çünkü kadının hiç bir hattı 'zarif' olmadığı gibi, son derece patates gibi hatları var. :D Bu sayfalarda da şu eleştirim var. Bob'un yüzünü o kadar siyah taramalı, ve sert çizmiş ki, renklendirici de kahverengi boyayınca, durmak bilmez hayal gücüm, hikayede bir sürpriz twist arayan zihnim, savaş alanından 'haberci Bob' yerine yerel halktan birisini getirmiş oldukları ve onu Bob sandıkları gibi bir hikaye fikirlerine gitti. Okudukça netleşene kadar. Benim algı eksikliğimden de kaynaklanmış olabilir tabi.

Son final karesini beğendiğimden de emin değilim. Eleştirel yaklaşacağım: Ana karakterimizin hikayeye konu olan görevini başaramayışıyla biten bu final, Gordon'un da ölümünün haberi olduğu için her açıdan dramatik bir son. Ve fakat son karenin plan seçiminde, komutanı ve Bob'u tamamen çok uzaktan, dıştan ve objektif bir çerçeveleme ile görüyoruz. Dolayısıyla duygularıyla, Bob'un hayal kırıklığıyla gözgöze gelmiyor ve duygusal bir tepki oluşturamıyoruz. Eerie ve Creepy çizgi romanları bu tarz Twilight Zone dizisi tipi, şok finalleri çok güzel ve etkileyici resmeder, bilirsiniz. (Bizdeki Korku adlı çizgiromanlar. Aklımıza kazınır yıllarca o son kareler. Konu zaten güzel destekler. Etkileyici bir yüz çizilir. Kimi zaman alttan ışıklandırılır vs)

Burada Bob'un yüzü ya da komutanın yüzü ile bitirebilirlerdi. Duygu bize geçerdi. (Bu konuda çok ısrarcı olmayacağım, çünkü çok çeşitli reji kararlarını severim.) Aynı ağırlıkta, zıt yönde şu seçim de yapılabilirdi. Aynı bu plandaki gibi uzak ölçek ve yandan, buradaki gibi siluet bedenler, saklanmış detaysız yüzler, ya da tamamen dönük sırtlar ve metne yaslanmış bir çizgiroman karesi. Yani objektif bakış açısı, dramı uzaktan resimleyerek ifade etmek (soğukluk) ve işi metnin yapmasına bırakmak. (Çizgi roman ve tabi ki sinema teknikleri.) Ama burada kullanılan karede, karakterlerimizi uzaktan ve objektif ve detaysız gösterirken, en ön plana da konuyla tamamen ilgisiz, kocaman, arkayı maskeleyen bir asker figürü koymak ve ilgiyi (finalde çok kıymetli olan ilgimizi) gereksiz bir obje olan o askere yönlendirmek, benim asla tercih etmeyeceğim bir karar olurdu.

Sözlerimi bitirirken, aklıma gelen son hissi de paylaşacağım, senaryo ile ilgili.

Bob, Gordon'a verdiği söze son derece sadık, ve bir görev adamı gibi davranırken, beyin sarsıntısından bile uyandığında hemen hiç vakit kaybetmeden, sadakatle ve görev bilinciyle tabur komutanına koşmuşken, ve hikayemizin büyük finali Gordon'un 2 gün farkla ölmesi olacakken--
Bob ile Gordon tanışma sahnesinin senaryo açısından çok daha iyi işlenmesi gerekiyordu. Hatırlayalım: O sahnede sadece tanıştılar, teleskop ile mehdiye bakıp, mehdinin kelime anlamını ve davranışını seyirciye açıklayıp, viski paylaştılar ve Gordon Bob'a görevini verdi. "Git ve beklememelerini sağla, günlüğümü Dünya'ya ulaştır" Bunların hepsi nesnel bir şekilde yaşandı.
Eğer Gordon ve Bob arasında, duygularımıza daha hitap eden bir ek konuşma daha geçseydi, Bob'un Gordon'a duyacağı saygıyı doğuracak, bunu bize de hissettirecek, sadece 1 veya 2 sayfalık bir diyalog geçseydi, hem Bob'un görevine sadakatini, hayatını tehlikeye atışını daha anlamlı bulacaktık, hem Gordon karakteri bir validen daha unutulmaz bir hale gelecekti, ve hem de dramatik finalde (gerçekten tarihte de bu şekilde olduğu için) içimiz daha çok kıyılacaktı.

Şimdilik benden bu kadar..
Buraya kadar okuyanlara, bir yandan çizgiromanın sayfalarını çevirenlere teşekkürler.

Tarihi ve coğrafi altyapıya yorum yapmaya, İngiliz sömürgeciğinin politikalarına dokunmaya, Sudan ve Arap kültürüne dair noktalara işaret etmeye hiç girişmedim. Hem donanımım çok olmadığı hem de lafı daha da çok uzatacağım için. Daha çok biçimsel; senaryo, kurgu ve çizim olarak yaklaştım esere.

Dostça kalın,

(Çok teşekkürler kudretsabancı ;) )

Sevgili murats keşke lafı uzatsaydın, valla çok keyif aldım okurken.
Ancak sen çizgi roman okuruysan benim yaptığım iş kesinlikle patates baskı okuma...
Bu arada iyi ki donanımın yetersizmiş yoksa ben bundan sonra herhangi bir çizgi romanı okurken önce onun çizgi roman olup olmadığından emin olmam gerekiyor...
Beni oldukça yetersiz hissettiren bu güzel okuma için teşekkürler.

Sevgili Kudret gerçek anlamda bir çizgi roman çevirisi ile çok keyifli, bilgilendirici ve sürükleyici bir çizgi roman okudum.
Çok teşekkür ederim.
İyi ki çizgi roman sevdalısısın bu bizim için büyük bir şans.
 

murats

Onursal Üye
5 Şub 2011
1,314
5,496
:) Güzel sözlerin için çok teşekkür ederim.
İlginçtir: bugün, buraya senin yazacağını hayallemiştim., nedense. İlk yazanlardan biri Savok olacaktır diye bir hisse kapılmıştım. ;) Malum olmuş.

Donanımsızlığım olarak belirttiğim, en başta ve en sonda yazdığım, hikayenin politik ve kültürel fonuna yönelikti. O yüzden çizimsel anlatı üzerine yoğunlaştım ben de. Sinema ve çizgi-roman bilgim yüzünden. ;)


Yazımın uzunluğu ya da detaylılığı, kimseyi buraya yazmak konusunda; bu çizgi-romanlar üzerine eleştiri yapma konusunda ürkütmesin istiyorum. Her türlü alanda çok dolu arkadaşlarımız var. Her kitap ayrı bir hikaye olduğu gibi, ayrı bir dönem, ve ayrı bir çizer tarafından çizilmiş durumda. Her şey üzerine, herkesin söyleyecek bir sürü şeyi olur. Çizerler arasındaki stil farklarına kadar..

Yazacağımızın yazıları uyması gereken bir kalıp, bir form, bir minimum uzunluk ya da çalışılmışlık baremi yok. Anlatacağımız, değineceğimiz konular da sınırlı değil.
Sadece, çıkış noktasının bu okuduğumuz, başlıktaki eser olması yeterli; oradan lafı alıp, istediğiniz yere de getirebilirsiniz.

Bir iri paragraf kadarlık katkılar da olabilir ve yine değerli olur. Okuduysanız (ki sen okumuşsun ;) ) lütfen fikirlerinizi, okurken hissettiğiniz duyguları, beğendiğiniz ve beğenmediğiniz yanlarını yazıverin.

Bu kitapların başlıkları altında, biraz çizgi-roman, kültür, sinema, tarih, dünya konuşalım. Sadece, "teşekkürler", "eline sağlıklar"la geçmesin bazı paylaşım başlıkları.
 

yeryüzü

Yönetici
3 Eki 2011
17,136
77,459
hiçbiryerde :)
Çok etkileyici bir çizgi romandı! Aklıma önce Corto Maltese gerçekçiliği,
sonra da Hotel Rwanda filmi geldi. Orada da milyonlarca insanın
yaşamı din veya ideoloji adına pervasızca sona erdirilebiliyordu.
Kudretsabancı üstadım bu kitabın başında ve sonunda yer alan
sayfalardaki makaleleri de çevirerek bizi bu gerçekliğe çok daha
fazla yaklaştırmış oldu. Toppi çizgilerinin sihirli güzelliğiyle önce Flaneur kitabı
Sharaz-De ile tanışmıştım sonra yıllardır "Kudretsabancı" çevirileri ile iyice tanıdık...
Şimdi de bu kitapla bambaşka bir trajediye tanıklık etmiş oluyoruz...
Her bakımdan önemli bir seri olduğunu daha ilk kitaptan
bize harika bir şekilde gösteren bu serinin ilk kitabı için
Kudret üstada teşekkürler, sevgi ve saygılar...
 

kudretsabancı

Onursal Üye
E-Dergi Takımı
3 May 2011
1,243
35,359

Elinize sağlık.
Sanırım Filipin'de Bir Adam adı altında bir sayısına
rastlamıştım bu serinin. Bu da benim için ikinci sayı oldu.​

Şimdi siz söyleyince baktım. Haklısınız, yıllar öncesinden hafızamda kalmış bu kitap. Ama siz uyarana kadar bağlantı kurmamıştım. Neyse ki, serinin son sıralarında. Bir terslik olmazsa ve on günde bir bölüm çevirebilirsem, aşağı yukarı, daha bir yıl var demek.
 

kudretsabancı

Onursal Üye
E-Dergi Takımı
3 May 2011
1,243
35,359
1880'li yıllarda Sudan ve Nil Nehri çevresinde, çok fazla dil ve kabile içeren ve bir milliyetçilik anlayşından çok uzak bir beldede bir Mehdi'nin ortaya çıkışıyla bir birliğin oluştuğu dönemi anlatan çizgi-romanın girişi ve çıkışındaki metinleri okuyana kadar, o bölge ve tarihçe hakkında hiç bir bilgim yoktu.

Toppi sevgimden dolayı hemen başlamış ve okumuş oldum Nil Adamı'nı. Ama Toppi'nin hayranı olduğum salt çizim güzelliğini, başka işlerindeki görsel müthişliği pek hissedemedim. Evet çok güzel figürler, formlar ve kareler var, ama bir miktar da özensiz desen ve zayıf kadraj gördüm. Kanımca primitif renklendirme stili de biraz negatif etkiledi beni, desenin kendisine verdiğimiz kıymeti paylaşıp, dikkatin bir kısmını üstüne çektiği için, saf çizimi takdir etmekten uzaklaştırıyor.

Ana karakterin hikayeye sokuluş ve seyirciye ilk sunuluş şekli, akıllıca ve çok sinematik. Kime yoğunlaşacağımızı henüz bilmezken, son derece sürprizli bir şekilde, güzel bir senaryo oyunuyla takip edeceğimiz karakterimiz ile tanıştırılıyoruz. Filmlerde main character reveal ya da introducing the protagonist diye adlandırılan bu 'cihaz' bu hikayede (azıcık çizim hileleri yapılmış olsa da) güzel kullanılmış.

16. sayfada, en son karedeki haritayı, şehrin taktiksel coğrafyasını bize aktarmak için tanrı-perspektifinden çizilmiş bir kare olarak görüp, "bizi bilgilendirme adına sinematik akışı bozmuşlar ve hatta bu bilgi hikayenin geri kalanında bizim için elzem de değil" diyecektim ki, :) tekrar başa dönüp okuduğumda bunun bir önceki karede bakılan haritanın görüntüsü olduğuna uyandım. Yine de o son karede, kağıt kırışıklıkları, ya da şehri işaret eden ön planda bir el olsaydı, böyle şema karesi gibi görünmez, sinematik akış zedelenmezdi. (diye düşünüyorum)

17 ve 18. sayfalarda tam bir Toppi sayfa-yerleştirmesi (layout) ve nefis çizimlerle karşılaşırken, 19. sayfayı okuduğumda bir hayal kırıklığı hissettim. Metin içeriği çok etkileyici, sarsıcı ve tüyler ürperticiydi, ama çizimler (ve desenler, kütleler) bunun hakkını veremiyordu. (Daha fazla vahşi grafik öğe (gore) görmek istemem değildi sorun, bakış açısını, yerleştirmeyi, ve zenci müfreze erlerinin beden formlarını sevmemiştim. (En çok da 3. kareyi çok kötü buldum) İlk karedeki taramalar ve vucut kol bacak pozisyonu da bana kötü geldi.

28. sayfadaki ilk karede, en etkilendiğim diyalog alışverişi var.
-Sadece fanatik bir yobaz mı yani?
-Bilmiyorum, bu teleskop İngiliz malı. Belki de mercekleri bozuktur.
Genel bakış açısı farklılığını ve İngilizlerin bakışını o kadar güzel bir alegori ile anlatmış ki. Çok hoşuma gitti.

Ve yine ayrılırlerken, sayfa 31'in başındaki: "Yakında görüşürüz General" "Elveda evlat" diyaloğundaki sarkastik karşıtlık da aynı şekilde çok güzel diyalog yazımına bir örnek.

Sisli planların güzelliği, ve ardından tüm gemi sekansındaki güzel çizimler ve 33. sayfada (biraz yüzeysel) geçilen arka plandaki politik kumpas imaları çok hoş.

Sayfa 35'teki ilk kare biraz daha uzaktan çizilseydi, ortamı daha iyi tanımlardı. Bir önceki sayfadaki son kare ve oradaki boyama yüzünden bir iskeleye yanaştıklarını sanmıştım. Halbuki balıkçı tekneleri çevrelerini sarıyor. Sayfa 35'in ilk karesinde Penny Boat ve balıkçı tekneleri birbirinin üstüne yapışmış.

Tüm çöl ve develi sekans harika kadrajlar ve çizimler içeriyor. Bakış açıları, bölmeler, reji ve zaman geçişleri çok güzel çalışıyor. Develi adam çıktığı andan itibaren Toppi desenlerinin lezzetini sonuna kadar tadıyoruz.

Sayfa 52'de kafaya darbe anında ne sayfa düzenini beğendim, ne vucutların pozisyonunu; ne Bob'un yüzünü, ne de beyaz boşlukla bölünmeyen kareler arası ince çizgiyi. Aksiyonun iyi bölünmediğini düşünüyorum. Her iki planda da düşmanın sopası aynı yönde (ve kötü hareket çizgileri seçimiyle) ama Bob iki ayrı yönde. İlk vuruş tüfeği düşürüyor desek, temas yok, sopa daha yeni geliyor. Dediğim gibi bedenlerin pozisyonları ve arada kare bölme çizgisinin olmaması hem aksiyonu anlamamızı hem de bölmemizi zorlaştırmış.

Sayfa 53'te "..çok zarif hatları olan bir kadın yüzüne dönüştü." ibaresinin çevirisini ve balonlamasını yaparken kudretsabancı'nın da gülümsediğini düşünüyorum. Çünkü kadının hiç bir hattı 'zarif' olmadığı gibi, son derece patates gibi hatları var. :D Bu sayfalarda da şu eleştirim var. Bob'un yüzünü o kadar siyah taramalı, ve sert çizmiş ki, renklendirici de kahverengi boyayınca, durmak bilmez hayal gücüm, hikayede bir sürpriz twist arayan zihnim, savaş alanından 'haberci Bob' yerine yerel halktan birisini getirmiş oldukları ve onu Bob sandıkları gibi bir hikaye fikirlerine gitti. Okudukça netleşene kadar. Benim algı eksikliğimden de kaynaklanmış olabilir tabi.

Son final karesini beğendiğimden de emin değilim. Eleştirel yaklaşacağım: Ana karakterimizin hikayeye konu olan görevini başaramayışıyla biten bu final, Gordon'un da ölümünün haberi olduğu için her açıdan dramatik bir son. Ve fakat son karenin plan seçiminde, komutanı ve Bob'u tamamen çok uzaktan, dıştan ve objektif bir çerçeveleme ile görüyoruz. Dolayısıyla duygularıyla, Bob'un hayal kırıklığıyla gözgöze gelmiyor ve duygusal bir tepki oluşturamıyoruz. Eerie ve Creepy çizgi romanları bu tarz Twilight Zone dizisi tipi, şok finalleri çok güzel ve etkileyici resmeder, bilirsiniz. (Bizdeki Korku adlı çizgiromanlar. Aklımıza kazınır yıllarca o son kareler. Konu zaten güzel destekler. Etkileyici bir yüz çizilir. Kimi zaman alttan ışıklandırılır vs)

Burada Bob'un yüzü ya da komutanın yüzü ile bitirebilirlerdi. Duygu bize geçerdi. (Bu konuda çok ısrarcı olmayacağım, çünkü çok çeşitli reji kararlarını severim.) Aynı ağırlıkta, zıt yönde şu seçim de yapılabilirdi. Aynı bu plandaki gibi uzak ölçek ve yandan, buradaki gibi siluet bedenler, saklanmış detaysız yüzler, ya da tamamen dönük sırtlar ve metne yaslanmış bir çizgiroman karesi. Yani objektif bakış açısı, dramı uzaktan resimleyerek ifade etmek (soğukluk) ve işi metnin yapmasına bırakmak. (Çizgi roman ve tabi ki sinema teknikleri.) Ama burada kullanılan karede, karakterlerimizi uzaktan ve objektif ve detaysız gösterirken, en ön plana da konuyla tamamen ilgisiz, kocaman, arkayı maskeleyen bir asker figürü koymak ve ilgiyi (finalde çok kıymetli olan ilgimizi) gereksiz bir obje olan o askere yönlendirmek, benim asla tercih etmeyeceğim bir karar olurdu.

Sözlerimi bitirirken, aklıma gelen son hissi de paylaşacağım, senaryo ile ilgili.

Bob, Gordon'a verdiği söze son derece sadık, ve bir görev adamı gibi davranırken, beyin sarsıntısından bile uyandığında hemen hiç vakit kaybetmeden, sadakatle ve görev bilinciyle tabur komutanına koşmuşken, ve hikayemizin büyük finali Gordon'un 2 gün farkla ölmesi olacakken--
Bob ile Gordon tanışma sahnesinin senaryo açısından çok daha iyi işlenmesi gerekiyordu. Hatırlayalım: O sahnede sadece tanıştılar, teleskop ile mehdiye bakıp, mehdinin kelime anlamını ve davranışını seyirciye açıklayıp, viski paylaştılar ve Gordon Bob'a görevini verdi. "Git ve beklememelerini sağla, günlüğümü Dünya'ya ulaştır" Bunların hepsi nesnel bir şekilde yaşandı.
Eğer Gordon ve Bob arasında, duygularımıza daha hitap eden bir ek konuşma daha geçseydi, Bob'un Gordon'a duyacağı saygıyı doğuracak, bunu bize de hissettirecek, sadece 1 veya 2 sayfalık bir diyalog geçseydi, hem Bob'un görevine sadakatini, hayatını tehlikeye atışını daha anlamlı bulacaktık, hem Gordon karakteri bir validen daha unutulmaz bir hale gelecekti, ve hem de dramatik finalde (gerçekten tarihte de bu şekilde olduğu için) içimiz daha çok kıyılacaktı.

Şimdilik benden bu kadar..
Buraya kadar okuyanlara, bir yandan çizgiromanın sayfalarını çevirenlere teşekkürler.

Tarihi ve coğrafi altyapıya yorum yapmaya, İngiliz sömürgeciğinin politikalarına dokunmaya, Sudan ve Arap kültürüne dair noktalara işaret etmeye hiç girişmedim. Hem donanımım çok olmadığı hem de lafı daha da çok uzatacağım için. Daha çok biçimsel; senaryo, kurgu ve çizim olarak yaklaştım esere.

Dostça kalın,

(Çok teşekkürler kudretsabancı ;) )


Yorumların çoğuna katılıyorum. Aslında birkaç gün önce yanıt yazacaktım ama galiba site çöktü o akşam, sonra da kaynadı gitti.

Bu katıldığım değerli yorumlarının nedenleri konsunda düşününce aşağıdaki gibi notlar oluştu:

Nil Adamı'nın temel sorunu, senaryoyu başkasının yazmış olması bence. Muhtemelen, Toppi'nin çok tercih ettiği bir durum değildi. Senaryo yapısı biraz klasik "bonelliyen" havada, aksiyon temelli gidiyor. Bu da Toppi'nin illüstrasyon temelli ve birkaç katmanlı anlatım tarzını kısıtlamış. Çünkü Bonelli (hatta genel olarak fumetti) tarzında sayfa üç standart banda bölünerek, 5-7 panel arası hazırlanıyor, Toppi'yse sayfayı tek bir bütün, dolayısıyla tek bir panel olarak algılıyor, mümkün olduğunca az panele bölüyor. Sayfaları bu açıdan inceleyince, yine de zorlayabildiği kadar zorlamış gibi görünüyor.

Bunda muhtemelen Bonelli editörlerinin, özellikle de Sergio Bonelli'nin parmağı vardır diye düşünüyorum. Dolayısıyla Toppi de senaryoda kendinden isteneni çizip geçmiş sanki. Zaman zaman (hatta sıklıkla) hepimizin başına gelen şey. Bizde "Parayı veren düdüğü çalar" varsa İtalyanlarda da "Avere carta bianca" var sonuçta.

Sergio Bonelli, Toppi üstüne yazılmış en kapsamlı kitap olan "Çizgilerin Efendisi" adlı kitaba yazdığı "Macera Burcu Altında" adlı yazıda, bir anlamda kendi de bu durumu itiraf ediyor zaten. (Bu kitabın tamamını çevirdim, yakında paylaşırım.)

Toppi'nin bu macerayla ilgili söylediği şeyse, Bonelli'yle renk konusunda fikir ayrılığına düştükleri. Toppi, gücünü tüy kalemle çiziyor olmasından ve kendine özgü tarama tekniğinden alıyor. Dolayısıyla başka bir "renklendirici"nin eserlerini renklendirmesine şiddetle karşı çıkıyor. Bonelli'yse genellikle renkli yayınlanan 'bande dessinée'lerle ve 'comics'lerle rekabet edebilmek için, piyasa koşullarının zorlamasıyla seriyi renkli yayınlamak istiyor. Sonuçta Nil Adamı basılınca Toppi'nin haklılığını görüyorlar. Öyle üstünkörü bir renklendirme yapılmış ki bütün taramalar ve çizgilerin detayları kapanmış. Bu durum genel olarak, sonradan renklendirilen bütün İtalyan çizgi romanlarında var; güzelim ustaların güzelim orjinal çizimleri, taramaları, gölgelendirmeleri, sanki üstüne badana yapılmış gibi katlediliyor. Bu yüzden ben de 'sonradan renklendirilmiş' fumetti sevmeyenlerdenim.

Mevzuya dönelim; sonuçta iki taraf da gerekli dersleri çıkarıyorlar ve Toppi'nin bu seri için çizdiği diğer iki eserde aynı zorlamalar yapılmıyor, aynı hatalara düşülmüyor. Özellikle 'Bataklık Adamı'nın renklendirmesi oldukça hoşuma gitti.

Toppi'nin renk olayına karşı olmasının temel nedeni, kendi renklerini doğru yansıtacak bir baskı tekniğinin olmaması. Bu arada 50 yıl öncesinden bahsettiğimizi, o günlerin baskı tekniklerini ve yine o günlerde çizgiromanların genelde kötü kağıtlara basıldığını unutmayalım.

Toppi'nin kendi renklendirdiği ve baskısından hoşnutsuz olmadığı eserler, Fransız Mosquito baskıları. "Koleksiyon" serisinden 'Katana', 'Potosi Efsanesi', 'Cibola Hazinesi'; Sharaz-de hikayelerindense 'Bin Yıl Bekledim' ve 'Yezid'in Hazinesi'nde bu örnekleri görebiliriz.

Senaryo konusunda yazdıklarına katılmakla birlikte, iki temel eksiklik gördüm ben. Birincisi, daha uzun olması gereken bir öykü, sanki özetlenmiş gibi. İkincisiyse kötüler tarafında, kahramanımızın dramatik çatışmayı yaşayacağı belirgin bir kötü adam karakterinin olmaması. Şart mı, değil ama bu tür durumlarda genellikle karakterler kendileriyle çatışırlar ve 'dramaturjik çatışma' buradan kurulur, böylece kahramanımız bir 'tip' olmaktan çıkıp 'karakter'e dönüşür. Senarist bu yola da sapmayınca senaryo, drama ve belgesel arasında kalmış ama ikisi de olamamış.
 

murats

Onursal Üye
5 Şub 2011
1,314
5,496
Yorumların çoğuna katılıyorum. Aslında birkaç gün önce yanıt yazacaktım ama galiba site çöktü o akşam, sonra da kaynadı gitti.

Bu katıldığım değerli yorumlarının nedenleri konsunda düşününce aşağıdaki gibi notlar oluştu:

Nil Adamı'nın temel sorunu, senaryoyu başkasının yazmış olması bence. (...)

(...)böylece kahramanımız bir 'tip' olmaktan çıkıp 'karakter'e dönüşür. Senarist bu yola da sapmayınca senaryo, drama ve belgesel arasında kalmış ama ikisi de olamamış.

İşte senden geleceğini ne zamandır beklediğim uzun yorum yazısı. Beklediğime de değdi, çünkü çok bilgilendirici bir içeriğe sahip. Off, çok keyiflendim şimdi.. : )

Malesef yorulduğum bir günün sonunda, ve artık yatmam gerekliyken son anda görüp okudum. O yüzden asıl aklıma gelenleri yarın yazabileceğim.

Ama şimdi bir kere daha okumadan uyumayacağım..

İyi geceler..
 

murats

Onursal Üye
5 Şub 2011
1,314
5,496
İlk paragrafında ne güzel söylemişsin. Gerçekten Toppi'nin çok katmanlı ve tüm sayfayı bir bütün olarak gören sayfa düzeni anlayışı ile Bonelli tarzının fazlasıyla kısıtlayıcı, sabit 3 kare-satırı sistemi, çizeri biraz hapsetmiş. Yorumundan sonra, içgüdüsel olarak hissettiğim ama adını koyamadığım bir rahatsızlığı işaret etmiş oldun bana. Senaristin farklılığının etkisini, ve sinemada zaman zaman (bazen daha sık ;) ) olan, yapımcının (aslında yönetmenliğe cesaret edemediği halde yönetmenliğe çok öykünmesi yüzünden) kendi sorumluluk alanında kalmayıp yönetmenin işine fazlasıyla müdahil olması (ve hatta bazen iyice coşması :D ) durumunu çok güzel örnekledin.

Renklerin nasıl da badana gibi, Toppi'nin desenlerini ve detaylarını mahfedişi ve çizginin güzelliğini kapatmadığında/bozmadığında bile, ilgimizin yarısını aldığını ve bundan rahatsızlığı zaten uzunca yazmıştım, bunun Toppi'nin röportajında da olması sağlamam oldu. Bataklık Adamı'nın ise renklendirmesini beğendiğine sevindim, orada bir soğuk duş almayacağız demek ki. ;)


Senaryo konusunda yazdıklarına katılmakla birlikte, iki temel eksiklik gördüm ben. Birincisi, daha uzun olması gereken bir öykü, sanki özetlenmiş gibi. İkincisiyse kötüler tarafında, kahramanımızın dramatik çatışmayı yaşayacağı belirgin bir kötü adam karakterinin olmaması. Şart mı, değil ama bu tür durumlarda genellikle karakterler kendileriyle çatışırlar ve 'dramaturjik çatışma' buradan kurulur, böylece kahramanımız bir 'tip' olmaktan çıkıp 'karakter'e dönüşür. Senarist bu yola da sapmayınca senaryo, drama ve belgesel arasında kalmış ama ikisi de olamamış.

EVVET! Kesinlikle. İşte gerek çizgi-roman okurlarını, gerek sinemaseverleri, ve gerek film/dizi yazacak, gerekse çizgi-roman yazacak herkesi ilgilendiren bir düstur'un, çok kısa ve hap şeklinde ders gibi aktarımı.

İlk kısmına şu kelimeyle cevap vermek isterim: Pacing. Hikaye anlatımında adımların hızı. Öykünün ilerleme temposu. (Hatta hani bir sürü film 2.perdede bu hataya düşer ve anlatı hızı sekteye uğrar. Film bir takılır, öykü açılmaz ya da çatışma önemsizdir. Seyircinin de sıkılmayı ilk hissettiği anlar tam bu noktaya denk gelir.) Nil Adamı'nın çöle düştüğü ve develi adamla karşılaştığı noktadan, kafasına darbe yediği ana kadarki kısımda, sadece 3-5 sayfada bir sürü şey oldu. Ve hiçbirisi bizi etkilemedi, heyecanlandırmadı. Aynen dediğin gibi çok şey sıkıştırmaya çalışmışlar, sen çok net teşhisi koymuşsun.

Paragrafın ikinci kısmı ise, benim için oldukça aydınlatıcı oldu. Çünkü senaryodaki bu problemi farketmemiştim. Net bir kötünün, bir antagonist'in olmayışını değil.. (Aslında hiç kullanılmamış olsa da, mehdi ya da mehdi'nin etkisi bir düşman olarak kullanılabilirdi belki de.) ..Karakterin yaşayacağı içsel bir çatışmanın bu anlatıyı ne kadar güzel geliştirebileceğini ve daha unutulmaz yapacağını! İşte bu da benim için de bir ders oldu. :) Teşekkürler.
 

ALIENRIPLEY

Süper Üye
29 Ocak 2016
1,267
2,277
Büyük usta Sergio TOPPI'nin adı sevgili dostumuz kudretsabancı le birlikte anılır oldu. Kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır.
 
Üst