Şanlıurfa

bakunin

Admin
12 Mar 2009
6,577
73,564
NeverLand
ekin_P7024332.jpg

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bir il olan Şanlıurfa, doğusunda Mardin, batısında Gaziantep, kuzeyinde Adıyaman ve Diyarbakır, kuzeybatısında yine Diyarbakır, güneyinde ise Suriye sınırı ile çevrelenmiş bir sınır şehridir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin orta kesiminde yer alan Urfa’nın büyük bölümü yükseltisi fazla olmayan düzlüklerden oluşmaktadır. Suriye’nin kuzeyindeki düzlüklere ve Fırat Vadisine doğru gittikçe alçalan bu düzlüklere Şanlıurfa Platosu ismi verilir.

İlin kuzeydoğu kesimini Karacadağ’ın batı bölümü engebelendirir. Sönmüş bir yanardağ olan Karacadağ’ın püskürttüğü lavlar geniş bir alana yayılmıştır. Buradaki en yüksek nokta Karacadağ’ın batısındaki Mandal Tepesi’dir (1.895 m.). Bunun dışında Şanlıurfa platosu üzerinde Harran ile Viranşehir ovaları arasındaki Tektek Dağı (749 m.) ve Kaşmer Dağı’dır (954 m.). Urfa’da Karacadağ’ın güneybatısında Takırtukur Dağları, bunun batısında Yılanlı Dağ, Viranşehir’in güneydoğusunda Karatepe ve Kepez Dağları, Tektek Dağlarının kuzeybatısında Susuz Dağları (801 m.), İl merkezi yakınında Germüş Dağları (770 m.), İlin güneyinde Nemrut Dağları (800 m.), Şanlıurfa-Suruç yolu üzerinde Şebeke Dağları ile Birecik-Suruç yolu üzerinde Şebeke Dağları, Arat Dağları (840 m.) bulunmaktadır. Ayrıca Beş Mağara Dağları, Cudi Dağı, Direkli Tepeleri, Kaşmer Dağı, Korçik Dağı, Sakızlı Dağı, Molla Ömer Dağı, Kalkan Dağı, Nohutçuk Dağı, Külaplı Tepesi ilin diğer yükseltileridir.

Şanlıurfa yapı bakımından III.Jeolojik zamanın son katı olan Poliosen bölümünün karakterini göstermektedir. Eski dünyanın bir bölümü ile birlikte oluşmuştur. Kıvrımlar oluşumundan önce Anadolu’nun bulunduğu sahada Thitys adı verilen bir deniz bulunmaktaydı. Üçüncü Zamanın sonu ve Dördüncü Zamanın başlangıcında gerçekleşen yan basınçlar ve patlamalardan pek etkilenmeyen Şanlıurfa, üzerinde bulunduğu sert kütle üzerinde biraz yükselmiş ve yer yer kıvrılmalara uğramıştır.

l_pic_10.jpg

Suruç Ovası ile Harran (Altınbaşak) Ovası ilin diğer düzlükleridir. Şanlıurfa’nın en önemli ovası olan Harran Ovasının doğusunda Viranşehir Ovası, batısında da Suruç Ovası yer almaktadır.Ayrıca Fırat Nehri kenarında Halfeti Ovası, Bozova Ovası, Hilvan Ovası ve Karacadağ’ın püskürttüğü lavlarla örtülü Siverek Ovası bulunmaktadır.

Şanlıurfa, dünyanın ve Türkiye’nin en önemli bölgesel kalkınma projesi olan GAP’ın (Güneydoğu Anadolu Projesi) merkezi durumundadır.

İl topraklarını batı, kuzeybatı ve kuzeyde doğal sınırı oluşturan Fırat Nehri sulamaktadır. Siverek Maktalan Geçidi civarında Şanlıurfa topraklarına giren Fırat Nehri, Suriye’ye yönelir. Bu nehir üzerinde Atatürk Barajı, Birecik Barajı, Karakaya ve Kargamış Barajları bulunmaktadır. Bu nehrin suyu iki tünel ile Harran Ovası ve çevresini sulamaktadır. Culap Suyu ile Habur Suyu da ilin diğer önemli akarsularındandır. Bunların dışında; Direkli Suyu, Süleyman Pınarı, Anzeli Pınar, Bamya Suyu, Kerhiz Suyu, Germüş Suyu, Belih Suyu, Cülmen Suyu, Kırkpınar Suyu, Karakoyun, Aligör, Yukarı Koymat, Gölpınar, Çamurlu, Belik, Cavsak, Karaköprü ve Tülmen Deresi bulunmakta olup, bu akarsuların bir çoğu yaz aylarında kurumaktadır.

Atilla_Dundar_AtaturkBaraji.jpg

Hacıhıdır ile Atatürk Barajının oluşturduğu yapay göller bulunmaktadır. İlin kuzey ve kuzeybatısındaki bazı alanlar Atatürk Baraj Gölünün suları altında kalmıştır. Deniz seviyesinden ortalama 518 m. yükseklikteki Şanlıurfa’nın yüzölçümü 18.584 km2, toplam nüfusu 1.436.956’dır.

Şanlıurfa bitki örtüsü Step görünümündedir. Nehir boylarında söğüt, kavak gibi ağaç toplulukları görülmektedir. Fırat Nehri havzasında erozyonu önlemek amacı ile ağaçlandırma çalışmaları yapılmaktadır.

İlde Karasal İklim hüküm sürmektedir. Yazları kurak ve çok sıcak, kışları yağışlı ve kısmen ılıman geçer. Kontinental (kara) iklim özelliğinden ötürü sıcaklık farklılıkları görülmektedir. Şanlıurfa’da yıllık ortalama yağış 462 mm.dir. Yıllık ortalama sıcaklık 18.6 C.dir.

ahmet_gullu_081_urfa_dp.jpg

İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, turizm ve sanayie dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında; buğday, arpa, kırmızı mercimek, çiğit, karpuz, kavun, domates, üzüm, pamuk, patlıcan gelmektedir. Ayrıca az miktarda kayısı, erik, zeytin yetiştirilir. Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamında olan Şanlıurfa’da tarım üretimi sürekli artış göstermektedir. Hayvancılıkta sığır, koyun ve kıl keçisi yetiştirilir. Birecik’te Kelaynak Kuşları, Ceylanpınar’da da Ceylanlar için üretme istasyonları kurulmuştur. GAP bölgesi ve Şanlıurfa’daki anıtlar turizm yönünden il ekonomisinde önem taşımaktadır.

Kalkınmada öncelikli iller kapsamındaki Şanlıurfa’daki sanayii daha çok tarıma dayalıdır. İldeki başlıca sanayi kuruluşları; un, şarap, meyve suyu, yem, yün ipliği, çimento, tarım alet ve makineleri üreten fabrikalar, et kombinası, süt ürünleri işletmesi, zeytinyağı ve sabun üretim tesisleri ile halı ve pamuklu dokuma kuruluşlarıdır.

Şanlıurfa yer altı kaynakları bakımından oldukça yoksuldur. Bozova’da fosfat, Suruç’ta tuğla-kiremit hammaddesi içeren cevher yatakları bulunmaktadır.

00012476.jpg

Urfa’nın eski ismi Şemseddin Sami’nin Kamusü’l Alamı’na göre; “Ur” ya da “Urelkeldaniyn” olup, Büyük İskender’in fethinden sonra Makedonyalılar bu şehri vatanlarındaki Edessa (Vodina) kasabasına benzeterek bu adla ve “Akarsuları güzel” anlamına gelen “Kaliroe” olarak adlandırmışlar, Araplar da “Kaliroe” isminden esinlenerek buraya “Ruha” ismini vermişlerdir. Prof. Fikret Işıltan’a göre İslam döneminde Diyarı Mudar olarak da adlandırılan bölgedeki Urfa’ya Osrhoene Krallığı döneminde verilen “Osrhoene” adının, Kentin Makedonyalılar tarafından “Edessa” ismi ile yeniden kuruluşundan, Süryanice “Urhai-Orhai” olan önceki isminin, Arapça “Er-Ruha”nın Latinleştirilmiş biçimi olduğu sanılmaktadır.

l_pic_08.jpg

Aşağı Fırat Projesi kapsamında Fırat Nehri kıyılarında, Sultantepe’de, Göbeklitepe’de ve baraj göllerinin altında yapılan kurtarma kazıları yörenin tarihine ışık tutmuştur. Buna dayanılarak Şanlıurfa’da Neolitik Çağ (MÖ.10000-5500) ve sonrasında yoğun bir yerleşmenin olduğu ortaya çıkmıştır. Asur tabletlerine göre burası MÖ.2000’lerde Hurriler ile Mitannilerin yerleştiği bir yerdi. Hitiler Mitanni krallığını ortadan kaldırdıktan sonra yöreye yerleşmişler, MÖ.XI.yüzyıldan sonra da Mezopotamya’dan kuzeye doğru göç eden Aramiler buraya yerleşerek Bit-Adini Krallığını burada kurmuşlardır. MÖ.857’de Asurlulara bağlanan ve sonra Medlerin saldırısına uğrayan yöre, bir süre Babillerin egemenliği altında kalmıştır. MÖ.VI.yüzyılda Persler yöreye hakim olmuş ve buranın ticaretinin ve tarımının gelişmesinde büyük payları olmuştur. MÖ.IV.yüzyılda Büyük İskender Persleri Anadolu’dan çıkardıktan sonra yöreye de hakim olmuştur. İskender’in ölümünden sonra da Seleukosların hakimiyetine girmiştir. I.Seleukos tarafından MÖ.303’te bugünkü Urfa’nın bulunduğu yerde Edessa kenti kurulmuştur.

Edessa’nın, ilk kuruluşu ile ilgili kesin bilgi olmamakla birlikte, Arap tarihçisi Ebul Faraç’a göre, Nuh Tufanı’ndan sonra yeryüzünde kurulan ilk yedi yerleşim merkezinin ilki ve en önemlisidir. Hz. Adem’in çiftçilik yaptığı, Hz. İbrahim Halil, Hz. Eyyüp, Hz. Şuayp, Hz. Elyasa gibi peygamberlerin yaşadığı bu bölge bugün “Peygamberler Şehri” olarak anılmaktadır. Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın mendilinin Şanlıurfa’da bulunmuş olmasından dolayı buraya Dir-Mesih adını vermişlerdir.

l_pic_03.jpg

Musevi, Hırıstiyan ve İslâm peygamberlerinin atası olarak nitelenen Hz.İbrahim Urfa’da doğmuş, Nemrut ve onun yaptığı putlarla mücadele ettiği için burada ateşe atılmıştır. Lut Peygamber, amcası Hz. İbrahim’in Urfa’da ateşe atıldığını görmüş ve daha sonra buradan Sodam’a gitmiştir. Hz.İbrahim’in torunu İsrafiloğulları’nın atası Yakup Peygamber burada yaşamış ve Urfa’da ölmüştür. Bu nedenle Şanlıurfa inanç turizmi yönünden önem taşımaktadır.

Seleukoslardan sonra Mısırlılar, ardından Aramiler yöreyi ele geçirmiştir. MÖ.132’de burada Abgar, sonra da Osrhoene olarak isimlendirilen bir krallık kurulmuştur. Ermeni Krallığı yönetiminde yağmalanan, bir süre Partların denetiminde kalan Osroene Krallığı MÖ.I.yüzyıl sonlarında Romalılara bağlanmıştır. Romalılar ile Partlar arasında zaman zaman el değiştiren Osroene Krallığı, MS.117’de tamamı ile Roma’nın egemenliğini kabul etmiştir. Aramiler birçok kez Roma’ya karşı ayaklanmışlarsa da bu ayaklanmalar bastırılmıştır. Yöre III.yüzyıl ortalarında Sasanilerin, VII. Yüzyılda Arapların saldırısına uğramış, X.yüzyılda Bizanslılarla Mervaniler arasında el değiştirmiştir.

Bizans’ın hakim olduğu dönemde Ermeni komutanı Philaretos’un yönetimine girmiş, bunu Selçuklu ve Kilikyalı Thoros’un yönetimi izlemiştir. Haçlı Seferleri sırasında 1098’de burada Urfa Haçlı Kontluğu kurulmuştur. 1144’te Musul Atabeklerinden Zengilerin, 1182’de de Eyyubilerin yönetimine girmiş, 1232’de Mısır Eyyubilerine bağlanmıştır. Anadolu Selçukluları ile zaman zaman el değiştiren yöreye Harezmliler hakim olmuş Moğollar tarafından yağmalanmıştır. Anadolu Selçuklularının yıkılmasından sonra da Türkmen aşiretleri buraya yerleşmiş, 1399’da Timur’un, XV.yüzyıl başında da Akkoyunluların eline geçmiştir. Memluklular 1429’da yöreyi yağmalamış, ardından Safaviler yöreye egemen olmuş, 1517’de Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı topraklarına katılmıştır.

urfasokak.jpg

Osmanlı döneminde Celali ayaklanmalarından Karayazıcı’nın başlattığı ayaklanma Urfa’yı etkilemiştir. XIX.yüzyıl sonlarında Halep Vilayetinin Urfa sancağına bağlı olmuşsa da ilin kuzey ve doğusundaki bazı kısımlar Diyarbakır vilayetinin sınırları içerisinde kalmıştır. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşanın 1839’da isyan etmesi üzerine Sultan II.Mahmut bu isyanı bastırmak üzere Hafız Mehmet Paşayı görevlendirmiştir. Hafız Mehmet Paşa ile Kavalalı Mehmet Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşanın 20 Haziran 1839’da Birecik’te yaptıkları savaş Mısırlıların lehine sonuçlanınca Urfa 4 yıl boyunca Mısırlıların elinde kalmıştır. Urfa 1912 yılında bağımsız bir sancak konumuna getirilmiştir.

I.Dünya Savaşı’ndan sonra24 Mart 1919’da İngilizlerin işgaline uğramış, onların çekilmesinden sonra 30 Ekim 1919’da Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Bu işgale karşı yöre halkı karşı koymuş ve bunun sonucu olarak 11 Nisan 1920’de işgalciler Urfa’dan çekilmişler, 4 Haziran 1920’de de tüm yöreyi boşaltmışlardır.

Cumhuriyetin ilanından sonra da il konumuna getirilmiştir. Urfa milletvekili Osman Doğan ve 17 arkadaşının, Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayı Urfa ili adının “Şanlıurfa” olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi TBMM tarafından 12.6.1984 tarihinde kabul edilerek kanunlaşmıştır.Urfa ilinin adının Şanlıurfa olarak değiştirilmesi hakkındaki 3020 sayılı kanun 22 Haziran 1984 tarih 18439 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

Mze4.jpg

Şanlıurfa’da günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Harran Höyüğü (MÖ.3000-MS.XIII.yüzyıl), Harran Bazda Mağaraları, Harran Çoban Mağaraları, Şuayp Şehri Kalıntıları, Sogmatar Kalıntıları, Pognon Mağarası, Betik Yapısı, Harran’da Sin Mabedi (MÖ.2000), Aziz Paulos-Aziz Petrus Kilisesi, Germüş Köyü Kilisesi, Deyr Yakup Manastırı, Harran Üniversitesi (718-913), Harran Şehir Surları, Harran Kalesi, Urfa Kalesi, Urfa Şehir Surları, Harran Ulu Camisi, Şeyh Yahya Hayat El Harrani Cami ve Türbesi (XII.yüzyıl), Cabir El-Ensar Cami ve Türbesi, İmam Bakır Cami ve Türbesi, Han El-Ba’rür Kervansarayı (1228), Eyüp Nebi Köyü Peygamber Mezarları, Eyüp Peygamber Türbesi, Rahime Hatun Türbesi, Elyesa’Peygamber Türbesi, Urfa Ulu Camisi, Arabi Camisi, Asım Paşa Mescidi, Behramlar Camisi, Çakeri Camisi, Dabbakhane Camisi, Eski Ömeriye Camisi, Hacı Lütfullah Camisi, Hacı Yadigâr Camisi, Halilür Rahman Camisi, Hasan Padişah Camisi, Hayrullah Camisi, Hekim Dede Camisi, Hizanoğlu Camisi, Hüseyin Paşa Camisi, İmam Sekkaki Camisi, Kadıoğlu Camisi, Kara Musa Camisi, Hüseyniye Mescidi, Kıbrıs Mescidi, Kudbettin Camisi, Mevlidi Halil Camisi, Mevlevihane Camisi, Miskinler Mescidi, Müderris Camisi, Narıncı Camisi, Nimetullah Camisi, Nur Ali Mescidi, Pazar Camisi, Rızvaniye Camisi, Siverekli Mescidi, Şeyh Benderiye Camisi, Tokdemir Mescidi, Tuzeken Camisi, Yusuf Paşa Camisi, Yeni Ömeriye Camisi, Selahattin Eyyubi Camisi, Fırfırlı Camisi, Circis Peygamber Camisi, Silvan Camisi, Afkan Tekkesi, Hindistani Tekkesi, Sadık Kalfa Tekkesi, Şeyh Mesut Tekkesi, Şeyh Saffet Tekkesi, Saat Kulesi, Firuz Bey Sebili, Şeyh Ebubekir Sebili, Hafız Süleyman Bozanefendi Çeşmesi, Şeyh Benderiye Çeşmesi, Mustafa Kemal Paşa Anıt Çeşmesi, Sütçü Abdurrahman Efendi Çeşmesi, Hekim Dede Çeşmesi, Emencekzade Çeşmesi, Veli Bey Hamamı, Sultan Hamamı, Vezir Hamamı, Cıncıklı Hamamı, Eski Arasa Hamamı, Serçe ve Şaban Hamamları, Gümrük Hanı, Titriş Kervansarayı, Çarmelik Kervansarayı, Mırbi Kervansarayı, Kazas Pazarı (Bedesten), Sipahi Pazarı, Sarraç Pazarı, ve Türk sivil mimari örneklerinden saraylar, köşkler, konaklar ve geleneksel Urfa evleri, Harran Evleri bulunmaktadır.

Geleneksel El Sanatları

Abacılık, Ağaç Oymacılığı, Bakırcılık, Cülhacılık, (bez dokumacılığı), Çulculuk (Semercilik), Dabbaklık, Kazazlık (İpek işlemeciliği), Keçecilik, Kürkçülük, Saraçlık, Tarakçılık, Taş Süslemeciliği Şanlıurfa’da sürdürülmekte olan geleneksel el sanatlarıdır. Şanlıurfa’nın geleneksel el sanatları Gümrük Hanı ve çevresindeki tarihi han ve çarşılarda icra edilmektedir. Bu sanatlardan önemli bir kısmı halen yaşatılmaktadır. Bir kısım sanatlar ise fabrikasyon üretime geçilmesi ya da talep olmayışı nedeniyle günümüzde terk edilmiş durumdadır.

ABACILIK

Aba, el mekikli cülha tezgâhında deve yününden dokunan ve elbise üzerine giyilen bol bir giysidir. Aba, biçim olarak kürkü andırmaktadır. Erkek ve kadınlar için ayrı modellerde olan bu giysiler günümüzde kullanılmadığından dokunması da terkedilmiştir.

AĞAÇ OYMACILIĞI

Evlerdeki ve Şanlıurfa Müzesi’ndeki kapı, pencere, dolap kanatlarına, sandık ve ayna gibi diğer ahşap eserlere bakıldığında ağaç oymacılığın Şanlıurfa’da çok eski ve parlak bir geçmişe sahip olduğu anlaşılmaktadır.

25-1.jpg


Marangozluk sanatı Urfa’da “İnce Neccârlar” ve “Kaba Neccârlar” olmak üzere iki ayrı gruptaki ustalar tarafından sürdürülmektedir. Kaba neccârlar bugünkü Neccâr Pazarı denilen çarşıda halen sanatlarını sürdürmekte, adından da anlaşılacağı üzere kaba ürünler imal etmektedirler. İnce Neccârlar ise, Karameydan mevkiinde bugünkü Postanenin yerinde bulunan Halkevi ile Yusuf Paşa Camii arasındaki dükkânlarda çalışırlardı. İşlemeli kapı, pencere kanatları, çeyiz sandıkları ve aynalar bu esnaf tarafından üretilmekteydi. Buradaki dükkânlar zamanla kapatılmış olup, kapı ve pencere kanatları günümüzde her türlü oyma ve süslemeden yoksun olarak değişik yerlere dağılmış marangozlar (İnce Neccârlar) tarafından imal edilmektedir.

Evlerdeki kapı ve pencere kanatları Urfa’daki ağaç eserler arasında önemli bir yer tutmaktadır. Ağacın çabuk yıpranan bir madde olması, hele bunun her gün birçok kez açılıp kapanarak, zaman zaman hızla çarpılarak, evin yıkandığı sıralarda su değdirilerek daha da çabuk tahrip olmasına yol açılan kapı ve pencerelerde kullanılmış olması, ağaç eserlerinin çok eski örneklerinin günümüze kadar ulaşmamasına neden olmuştur. 1716-1721 tarihlerine ait Rızvaniye Camii’nin bu tarihten kalma kapısı, Eyyûbi Medresesi’nin yerine 1781 tarihinde inşa edilen Nakibzâde Hacı İbrahim Efendi Medresesi Kütüphânesi’nin aynı tarihten kalan kapısı dışında, tarihleri daha öncelere götürülebilecek ağaç eser Urfa’da bulunmamaktadır.

Urfa evlerindeki ağaç süslemeli kapı ve pencere kanatlarının üzerlerindeki kitabelerden, bu eserlerin 1835, 1854, 1859, 1868 ve 1875 tarihlerine ait oldukları ve Neccâr Mehmet, Yeşilneccârzâde Bekir, El-Hac Hüseyin ve Ahmet Hamdi adlarındaki yerli ustalar tarafından yapıldıkları anlaşılmaktadır. Ancak, kitabesiz bazı kapı ve pencere kanatlarının daha başka tarihlerde ve başka ustalar tarafından yapılmış olabileceği düşünülecek olursa usta sayısını arttırmak mümkündür.

Kapı ve pencere kanatları dışında, Urfa’daki ağaç oymacılığının güzel örneklerine oda duvarları kaplamalarında, tavanlarda, camhâne tabir edilen nişlerde, sandıklarda ve ayna çerçevelerinde rastlanılmaktadır.

BAKIRCILIK

İnsanoğlunun bakırı bulması ve işlemesini öğrenmesi ile Bakır Çağı'nı (Kalkolitik Çağ M.Ö. 5000-3000) başlattığı günden bu yana devam eden bakırcılık sanatının Urfa'da çok eski bir geçmişi vardır. Şanlıurfa çevresinde yapılan arkeolojik kazılarda bakırcılık sanatının en eski örneklerine rastlanılmıştır. Hasek Höyük, Kurban Höyük, Lidar Höyük gibi höyüklerde yapılan arkeolojik kazılarda kalkolitik çağa ait bakır kaplar, ok ve mızrak uçları ile iğnelere bol sayıda rastlanılmıştır. Ayrıca Harran'da 1950 yıllarında yapılan Türk- İngiliz ortak kazılarında, iç kale içerisindeki bir odanın tavanının tesadüfen çökmesi sonucu bulunan, 11. yüzyıl sonu ve 12. yüzyıl tarihlerine ait (Selçuklu devri) 199 parça nadide madeni eser, bakırcılık sanatının bu bölgede ileri bir düzeyde olduğunu vurgulamaktadır.

24-1.jpg


Ankara Etnoğrafya Müzesi'nde muhafaza edilen bu eserler işlemeli havanlar, siniler, kazanlar ve çeşitli kaplardan oluşmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda yapılan girişimler sonucu bu eserlerin çok az bir bölümü Urfa Müzesi'ne getirtilebilmiş ve teşhire sunulmuştur.

Urfa'daki tarihi geçmişi bu kadar eskilere dayanan bakırcılık sanatı 1960'lı yıllara kadar önemini korumuş, Kazancı Pazarı ve Hüseyniye Çarşılarındaki dükkânlarda çok sayıda usta tarafından sürdürülmüştür. 1960'lı yıllarda alüminyum, plastik ve daha sonraları çelikten imal edilmiş fabrikasyon türü mutfak gereçlerinin piyasaya hâkim olması ile bu sanat önemini yitirmiştir. 1950'li yıllarda 100 işyerinde 300 usta ve kalfa ile sürdürülen bakırcılık sanatı, günümüzde 10 işyeri ve 30 civarında usta ile sürdürülmeye çalışılmaktadır.

bakrileme.jpg


Şanlıurfa bakır işleri "dövme çekiç" tekniğiyle ün salmıştır. Urfalı bakırcı ustalarının bu teknikteki maharetlerinin tartışılmaz olduğu söylenmektedir. Son zamanlarda bazı genç ustalar tarafından "Kabartma Çekiç" tekniğine yönelerek turistik amaçlı, tarihi yerleri ve özel amblemleri konu alan kabartmalı tepsiler, cezveler yapılmaya başlanmıştır.

CULHACILIK (BEZ OYMACILIĞI)

Yün ipliği, pamuk ipliği ve floş’un kamçılı tezgâhının tek ayakla çalışan çeşidi olan “cakarlı” ve 2–4 ayakla çalışan çeşidi olan “çekmeli” tezgâhlarda dokunarak “Yamşah” (“Neçek”-“Çefiye”) ve “Puşu” gibi başörtüsü, “Ehram” gibi kadın boy örtüsü haline getirilmesi sanatına Urfa’da “Cülhacılık” denilmektedir.

30-1.jpg


Cülha tezgâhlarının kamçılı olmayan, yani mekiği el ile atılan çeşitlerinde “Aba” (kadın ve erkek boy örtüsü) ve “Çaput Çul” (Kilim) dokunmaktadır.

30-40 yıl öncesine kadar Kamberiye Mahallesi’nde 100’e yakın kamçılı tezgâhta icra edilen Yamşah ve Neçek dokumacılığı (Cülhacılık) son zamanlarda önemini yitirmiş, tezgâh sayısı 5-6’ya düşmüştür. Hekim Dede Mahallesinde “Kumaşhane” denilen evdeki 10’a yakın tezgâhta 100 yıldan beri cülhacılık yapılmaktaydı. Ancak son yıllarda bu sanata olan ilginin azalması neticesinde bu tarihi imalathanedeki tezgâhlar 1991 yılında dağıtılmış, imalathane konuta dönüştürülmüştür.

Günümüzde Hacı Elagöz, Hüseyin Acı, Hacı Ramazan Çatkın, Mahmut Karataş ve Emin Tek adlarındaki ustalar tarafından sürdürülen bu sanatın, adları bilinen ve bugün hayatta olmayan başlıca ustaları şunlardır: Eyyüp Narnur, İstanbullu Mahmut (aslen Urfa’lı olup lakabı İstanbullu’dur.), Hacı Abdullah Kırıkçı, Muhittin Bayraktar, Yusuf Kaplan, Abdullah Tek, Ramazan Topal, Emin Çiftçi, Hacı İbrahim Cömert, Şıh Müslüm Kırmızı, Müslüm Demirel ve Hacı Sinan.

1650 yıllarında Urfa’yı ziyaret eden Evliya Çelebi, Urfa’da pamuk ipliğinden kapı gibi sağlam bez dokunduğunu, bunun Musul bezinden daha güzel ve temiz olduğunu söylemektedir. Evliya Çelebi’nin sözünü ettiği bu bez, Urfalılar’ın “Kâhke Bezi” dedikleri bez olmalıdır.

1883 tarihli Halep Vilâyet Salnâmesi’nde Urfa’da 221 adet kumaş tezgâhının varlığından söz edilmiş olması dokumacılığın bu ilde çok önemli bir sektör olduğunu vurgulamaktadır.

ÇULCULUK (SEMERCİLİK-PALANCILIK)

At ve merkep gibi binek hayvanları üzerine atılan semerlere Urfa’da “Palan”, bu sanatla uğraşanlara da “Çulcu” (Palancı) denilmektedir. Eskiden deve üzerine atılan ve “Havut” denilen deve palanları da bu sanat koluna girmekte, bu işle uğraşanlara “Havutçu” denilmekteydi. Deve neslinin gittikçe tükenmekte olması, Havutçuluk sanatının günümüzde tamamen kaybolmasına neden olmuştur.

31-1.jpg


30–40 yıl öncesine kadar At, Eşek ve Deve gibi hayvanların binek ve yük taşıyıcı olarak Urfa’da önemli bir yeri vardı. Tarlalardaki ürünler deve kervanları ile kente getirilirdi. Tarlada el ile biçilen buğday sapları devenin Havut’u üzerinde “Şelte” yapılarak (toparlanıp bağlanarak) harman yerine getirilir, bu işle uğraşanlara “Şelteci” denilirdi.

Şehir merkezine yakın taş ocaklarından kesilen taşlar, merkeplerin sırtında şehre getirilirdi. Ayrıca kamyonlarla şehrin belli yerlerine yığılan kumlar, merkeplerin “Sırga”larında inşaat alanına taşınırdı. Şehir içerisinde her çeşit yük taşımacılığı da “Eşek” Hamalları” ile yapılırdı. Çulcular ayrıca yük hayvanlarına “Palan” yanında “Sırga” denilen ve palanın üzerine atılarak iki yana sarkan geniş cepleri bulunan örtüler de dikmekteydiler.

Günümüzde taşımacılığın motorlu araçlarla yapılması, taş ocaklarına yollar yapılarak taşların traktörlerle kente ulaştırılması neticesinde at, eşek ve deve gibi hayvanlar önemini yitirmiş, dolayısıyla “Çulculuk” zenaatı 3-5 dükkân dışında hemen hemen terkedilmiştir.

Mevlevihâne’nin doğusunda yer alan ve “Çulcu Pazarı” denilen çarşıdaki 25-30 dükkânda çalışan çulcu esnafı 30-40 yıl önce çarşıyı tamamen terkederek “Kürkçü Pazarı”na taşınmıştır. Bu sanat günümüzde Çulcu Pazarı’ndaki 3-5 dükkânda yaşatılmaktadır.

DEBBAĞLIK

Büyükbaş hayvancılığın yaygın olduğu Şanlıurfa’da, Debbağlık sanatının geçmişi çok eskilere dayanmaktadır. Bu sanat günümüzde fabrika türü derilere yenik düşerek tamamen terkedilmiş bir durumdadır.

Gön debbağlığı ve deri debbağlığı olmak üzere iki bölüme ayrılan bu zenaatın her bölümü ayrı debbağhânelerde ve ayrı ustalar tarafından icra edilirdi. Gön debbağları aşağı debbağhanede, deri debbağları da yukarı debbağhânede çalışırlardı. 1883 tarihli Halep Vilâyet Salnamesi’nde her iki debbağhâneden söz edilmektedir.

KAZZAZLIK

İpek ipliğin el ile bükülerek işlenmesine “Kazzazlık” denilmektedir. “Kazzaz pazarı” denilen kapalı çarşıda (Bedesten) eskiden 30–40 dükkânda sürdürülen bu tarihi sanat günümüzde aynı çarşıdaki bir iki usta tarafından yaşatılmaya çalışılmaktadır.

100–150 yıl kadar önce ipekçilik Urfa’da önemli bir sektör durumundaydı. Bugün Urfa bahçelerinde görülen çok sayıdaki dut ağacının zamanında ipek böcekçiliğinde kullanıldığı, yaşlılar tarafından söylenilmektedir. Bu sektör günümüzde tamamen terkedilmiş bir durumda olup kazzaz esnafı tarafından kullanılan ipek iplikleri Diyarbakır ve Bursa’dan getirtilmekte.

ŞANLIURFA YEMEK GELENEĞİ - YÖRESEL YEMEKLER

Urfalılar asırlardan bu yana damak zevkinin en güzel örneklerini veren zengin çeşit yemeklerle beslenmesini bilmişlerdir. Yöre yemeklerinin lezzetleri yanında besin değeri de çok yüksektir. Yemek yapma becerisinin yanında yaptıkları yemekleri safirleriyle paylaşmak geleneği bütün Anadolu insanına mahsus bir özelliktir. Ancak Urfalıların misafir sevme özelliğinin, hiçbir öğün misafirsiz yemeğe oturmayan Hz. İbrahim (A.S.)'dan geldiği söylenmektedir. “Halil İbrahim Sofrası" herkesçe bilinen bir 'deyimdir. Urfalılar bugün de misafir ağırlamak ve onlara çeşitli yemekler ikram etmekten büyük zevk duymaktadırlar.

Toplu yemek yemenin verdiği hazzı tatmış bu insanlar, yaptıkları her türlü toplantıyı başta “Çiğköfte” olmak üzere zengin yemek çeşitleriyle süslemişlerdir.

Urfa’da yemek yer sofrasında yenir. Sofrada “Besmele” ile önce büyükler yemeğe başlar, küçükler onları takip eder. Oburluk hiçbir zaman benimsenmeyen bir davranıştır. Yemek yeme sırasında konuşulmaz, kaşık sesi duyulmaz. Sofrada misafirin ulaşamadığı yemekler misafire ikram edilir, ısrarda bulunulur. Ev sahibi sofraya oturmaz, hizmet eder, misafir çok ısrar ederse sofraya oturur. Erkek misafirler ayrı, kadın misafirler ayrı sofralarda otururlar ve böylece herkesin daha rahat etmesi sağlanmış olur. Yemeğin sonunda “sofra duası” okunarak kalkılır.

Yemek kültürü oldukça zengin olan Şanlıurfa'da ayran çorbası, Hamurlu, pıt pıt, sarıba, çagala aşı, pakla aşı, hım bastırması, an tavası, su kabağı, bütün balcan, sarım¬ aşı, kaburga, isot çömlegi, bamya çöm¬legi, acır annazigi, tatlı bamya, erik tavası, lolaz dürmügü, saca basma, dögmeç, ekmek aşı, kenger aşı, semsek, has (marul) dolması, mimbar, acır bastırması, sogan tavası, agzı açık, agzı yumuk, lahmacun, pendirli ekmek, elma aşı, masluka, lebeni, boranı, kuzu pilav, meyhane pilavı, baklalı bulgur köftesi, aya köftesi, köfteli erik, tiritli içi, duvaklı pilav, üzlemeli fırikli pilav, cigerli bulgur pilavı, mıgnbi pilav, basma köftesi, lıklıkı köfte, dol-malı köfte, yuvalak, kıyma, çigköfte, yumur¬talı köfte, mercimekli köfte, firenkil köfte, yaglı köfte, etli kebabı, kemeli kebap, tike kebabı, kazan kebabı, tepsi kebabı, kemeli tas kebabı, balcanlı kebap, soganlı kebap, müf¬tehi tas kebabı, frenkli (domatesli) kebap, cacık, bostana, zeytin bostanası, koruk salatası, pencer cacıgı, peynirli kadayıf, kat¬mer, daş ekmegi, aşır aşı, haside, küncülüakıt, kuymak, zingil, zerde, kadı beyni, pen¬dirli helva, un bulamacı, palıza, Şıllık geleneksel yöresel yemekler ve tatlılar arasın¬da sayılabilir.

YEMEKLİ TOPLANTILAR

1. SIRA GECESİ YEMEĞİ
Çeşitli yaşlarda veya mesleklerdeki arkadaş gruplarının sonbahar ve kış gecelerinde haftada bir arkadaşın evinde sıra ile yaptıkları toplantılara Şanlıurfa’da “sıra gecesi”, “sıra gezme” denir. Sıra kendisine gelen kişi gecenin bütün masraflarını karşılayarak misafirlerini en iyi şekilde ağırlamaya çalışır. Müzik ya da sohbetle geçen bu toplantıların baş yemeği çiğköftedir. Urfa mutfağında çiğköfte baş köşeyi tutar ve çiğköftesiz bir sofra düşünülemez.

2. ASPAP (ESVAP) YEMEĞİ
Damada elbise giydirilirken düğüne katılan misafirlere ikram edilen yemektir. Pilavın yanında mevsimine göre doğrama, keme boranısı, kuru fasulye, kaburga gibi yemeklerden biri verilir.

3. SÜPHA YEMEĞİ
Süpha, düğünlerde verilen yemeklerin genel adıdır. En az 300-400 kişi için hazırlanan süpha yemeğinin amacı akrabaları ağırlamanın yanında muhtaç ve düşkün kimselerin de karınlarını doyurmaktır. Süphada yemek olarak, kuzu içi kaburga, üzlemeli pilav; tatlı olarak da zerde verilir. Süpha yemeği sabahtan başlayıp ikindi sonuna kadar devam eder. Süpha verilen evin kapısı bu süre içerisinde açık tutularak tanıdık, tanımadık herkesin gelip yemek yemesi sağlanır, komşulara yemek dağıtılır.

4. TAZİYE YEMEĞİ
Üç gün süreyle oturulan taziye evinde ölen kişinin ailesine yakınları ve dostları tarafından verilen yemeğe taziye yemeği denir. Kebap türleri, lahmacun ve kadayıftan oluşan bu yemekten fakirlere de dağıtılır.

5. HAC YEMEĞİ
Hac’dan dönen kişinin kendisini ziyarete gelenlere üç gün süreyle verdiği yemektir. Genellikle üzlemeli pilav ve zerdeden oluşur. Bu yemek, sünnet düğünlerinde de verilir.

6. SAHANİYE
Sahaniye, sıra gezmesi gibi arkadaş grupları arasında sürdürülen bir gelenektir. Sahaniye yapılacağı zaman arkadaşlar birbirlerine “Şu günün gecesinde sahaniyemiz vardır, haberin olsun” der. Belirlenen gecede herkes o gün evinde pişen yemeklerden bir iki sahan (tabak) toplanılan eve getirir. Herkesin getirdiği değişik yemekler ortaya konularak yenilir, sohbet edilir. Maksat, dostlukları kuvvetlendirip hoşça vakit geçirmektir.

URFA MUTFAĞI

Çorbalar: Ayran şorbası, hamurlu, pıt pıt, sarı şorba.

corba-1.jpg


Yemekler: Çağala aşı, pakla aşı, hıttı bastırması, soğan tavası, su kabağı, bütün balcan, sarımsak aşı, kaburga, isot çömleği, bamya çömleği, acır annaziği, sac kavurması, tatlı bamya, erik tavası, lolaz dürmüğü, saca basma, döğmeç ekmek aşı, kenger aşı, semsek, has (marul) dolması, mimbar, acır bastırması, soğan tavası, ağzı açık, ağzı yumuk, pendirli ekmek, elma aşı, masluka, lebeni, boranı.

Pilavlar: Kuzu içi, duvaklı pilav, üzlemeli pilav, meyhâne pilavı, firikli pilav, ciğerli bulgur pilavı, baklalı bulgur pilavı, mığrıbi pilav.

Köfteler: Basma köftesi, aya köftesi, lıklıkı köfte, dolmalı köfte, köfteli erik, tiritli köfte, yuvarlak, kıyma, yumurtalı köfte, mercimekli köfte, firenkil köfte, yağlı köfte, etli köfte (çiğköfte).

Kebaplar: Kıyma kebabı, patatesli kebap, haş haş kebabı, kemeli kebap, tike kebabı, kazan kebabı, tepsi kebabı, kemeli tas kebabı, balcanlı kebap, soğanlı kebap, müftehi tas kebabı, frenkli (domatesli) kebap, ciğer kebabı.

kebap.jpg


Salata ve Cacıklar: Kemeli cacık, bostana, zeytun bostanası, koruk salatası, pencer cacığı.

Tatlılar: Peynirli kadayıf, katmer, daş ekmeği, aşır aşı, palıza, fakir şıllığı, şıllık, haside, küncülü akıt, kuymak, zingil, zerde, kadı beyni, pendirli helva, un bulamacı, palıza.

URFA MUTFAĞINDAN BİR DEMET - ÇİĞKÖFTE

cigkofte.jpg


Çiğköftenin en önemli ve hazırlanması çok zahmetli olan baş malzemesi “kuru isot” denilen kırmızı pul biberdir. Hemen hemen her Urfalı aile, senede 200-400 kg. kırmızı taze biberi ayıklayıp özel metotlarla kurutulup döverek kuru isot haline getirir. Kuru isot, sadece çiğköfte de değil, köftenin diğer çeşitlerinde, lahmacunda ve diğer yemeklerde bolca kullanılır.

Çiğköftenin Doğuş Öyküsü

Hz. İbrahim döneminde yaşayan bir Urfalı avcı, avladığı ceylanı eve getirerek hanımından yemek yapmasını ister. Hanımı evde odun bulunmadığını söyler. Çevrede toplanacak bir tek dal dahi kalmamıştır. Zira Nemrut, Hz. İbrahim’i ateşe atmak için yakacak ne varsa toplattırmıştır. Avcı, hanımından bir çare bulmasını ister. Bunun üzerine kadın, ceylanın budundan bir miktar yağsız et çıkararak bir taş üzerinde başka bir taşla ezmeye başlar. Sonra ezilmiş eti bulgur, biber, tuzla karıştırarar yoğurur. Yeşil soğan, maydonoz ekler. Böylece Urfa’nın o leziz ve tadına doyum olmaz çiğköftesi meydana gelir. Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı günden bir hatıra da bu yemek kalır.

Çiğköftenin yapılışı:

Malzemeler: 2 su bardağı köftelik bulgur, 250 gr döğülmüş yağsız kara et, 6 yemek kaşığı kuru isot, 1 tatlı kaşığı tuz, biraz tarçın, 8-10 adet yeşil soğan, 1 kuru soğan, biraz kara biber, 1 demet maydonoz, bir tatlı kaşığı salça.

Çiğköftelik bulgur özel olarak yaptırılmış köfte leğenine konur, tuz, kuru isot, tarçın, kara biber, salça ve et eklenir. Kuru soğan soyulup doğrandıktan sonra bu malzemeye eklenir. Yeşil soğan ve maydonoz yıkanıp incecik doğranarak bir tarafa alınır. Leğendeki malzemeler çok az su ile yavaş yavaş bastırarak bulgur iyice yumuşayıncaya kadar yoğrulur. Doğranmış maydonoz ve soğan karışımı eklenir, hafifçe ezilerek toparlanır. Küçük sıkımlar haline getirilerek marul, salatalık, nane, semizotu ve turpla servis yapılır.

Sıra gecelerinde çiğköfteden sonra şıllık, daş ekmeği, katmer, kadayıf, baklava, küncülü akıt, şire gibi tatlılar da ikram edilir. Şıllık Urfa’ya has tatlıların en güzel olanlarından biridir. Yapımı oldukça maharet ister.


ŞILLIK TATLISI

sillik.jpg


Malzemeler: 2 su bardağı un, 300 gr. Ceviz içi, 600 gr. Şeker, 3 yemek kaşığı sadeyağ.

Derin bir tencerede 2 su bardağı un, 4 su bardağı su ile akıcı hamur kıvamına gelinceye kadar elle çırpılır. Sacın altı yakılır, hamurların yapışmaması için sacın üzeri yağlanır. Hazırlanan hamurdan bir kepçe alınarak saca dökülür. Oklava ya da tahta bir kaşık yardımıyla saca incecik yayılır, pişince diğer tarafı çevrilir. Bütün hamura aynı işlem uygulanır. Bir kaşık yağ tencerede eritilir, üzerine şeker ilave edilir. Üç su bardağı su ilave edilerek şurup kıvamına gelinceye kadar kaynatıldıktan sonra ateşten alınır. Ceviz içi döğülerek bir kaba alınır. Sacda pişirilmiş ekmekler (yufka) sayılarak iki kısma bölünür. Bir tepsiye birinci yarısı üst üste serilerek üzerine ceviz içi serilir. Sonra ikinci yarısı da üst üste serilir. Hazırlanan şurup sıcak olarak üzerine dökülür, beş on dakika bekletildikten sonra dilimler halinde kesilerek sıcak olarak servis yapılır.

BORANI

borani.jpg


Malzeme: 500 gr. parça et, 500 gr. yoğurt, 250 gr. kara et, 2 kg. pencer (pazı), 1 su bardağı nohut, 1 su bardağı lolaz (börülce), 3 diş sarımsak, 3 su bardağı bulgur, 3 yemek kaşığı sade yağ, 1 çay kaşığı kara biber, 1 çay kaşığı tarçın, 1 tatlı kaşığı tuz, 2 su bardağı sıvı yağ, 1 yemek kaşığı biber, 1 yemek kaşığı un.

Hazırlanışı: 500 gr. parça et yıkanıp kuşbaşı doğranır, 1 yemek kaşığı sade yağla kavrulur. Nohutlar ayıklanıp yıkanır, ete ilave edilerek 25-30 dakika yumuşayıncaya kadar haşlanır. Ayıklanıp yıkanan lolaz üç bardak su ile ayrı bir yerde haşlanır. Pancarlar yeşil yapraklarından ayrılır, sadece sapları doğranarak az su ile yumuşayıncaya kadar haşlanır. Fazla suyu sıkılarak alınır, 2 yemek kaşığı yağ ile 5-10 dakika kavrulur. Haşlanan lolazın suyu süzülerek nohut tenceresine eklenir. Aynı tencereye kavrulmuş pencer eklenip tuz katılarak bir taşım kaynatılır.

Bundan sonra “boranının yuvalağı”nın (köftesinin) yapımına geçilir. Bunun için de; bir tepsiye üç su bardağı köftelik bulgur, isot, tuz, kara biber, tarçın, döğülmüş kara et konularak az su ile yavaş yavaş yoğrulur. Köfte kıvamına gelince (kavrulurken dağılmaması için) un eklenip yoğurmaya devam edilir. Yoğrulan köfte bir tarafa alınır. Nohut büyüklüğünde parçalar alınarak avuç arasında yuvarlanır. Bir tavaya sıvı yağ konur, yuvarlaklar pembeleşinceye kadar kızartılır. Sarımsak az tuz ile döğülüp yoğurda eklenir. Birinci aşamada hazırlanan nohutlu ve pencerli yemekten tabaklara bir miktar alınır, üzerlerine kızarmış yuvalaklar konularak sarmısaklı yoğurt dökülür ve servis yapılır.

PATLICANLI KEBAP

4 Kişilik malzeme: 1 kg az yağlı kıyma et, 3 kg uzun doğranmaya müsait patlıcan, şiş ve bir miktar kömür.

Yapılışı: Genişçe bir mangalda odun kömürü yakılır. Kıyma ete tuz katılır ve biraz yoğrulur. Patlıcanlar üçe ya da dörde bölünür. Bu işte özel olarak yapılmış şişe, sırasıyla biber patlıcan ve et sıkıcı saplanır ve ateşte yeteri kadar pişirilir. Pişirilen kebap bir kaba çekilerek üzerine çok az miktarda su tanelenir ve üzeri kapatılır. Biraz bekledikten sonra servis yapılır.

LEBENİ ÇORBASI

41-1.jpg


4 kişilik malzeme: Yarım kilo döğme, 2 kg. yoğurt ve 250 gr. nohut.
Yapılışı: Dövme bir tencereye konur, üzerine bir miktarda su konularak kaynatılır ve suyunu çekmesi beklenir. Başka bir kabta ıslatılan nohut dövmeye katılır ve kaynatılır. Kaynayan dövme ve nohut karışımı üzerine yavaş yavaş yoğurt dökülür. Pişince tabaklara konur ve biraz bekletildikten sonra servis yapılır.

BOSTANA

bostana.jpg


4 kişilik malzeme: 4 Domates, 2 Yeşilbiber, az miktarda kuru biber, 4-5 yeşil soğan, ½ demet Maydonoz, 100 gr. Pirpirim (semizotu), 4-5 yaprak taze nane, 1 bardak nar pekmezi.
Yapılışı: Sebzeler yıkanır, iyice ayıklanır, soğanların kabuğu soyulur. Daha sonra bütün sebzeler çok ince doğranır. Tuz atıldıktan sonra ezilerek karıştırılır, üzerine nar pekmezi, az miktarda da su eklenerek karıştırılır ve servis yapılır. Domatesin tadı az ise bir miktar salça da konulabilir.

Toplumsal değişme süreci içerisinde, Urfa mutfağının geleneksel türlerinin kaybolmadan yaşatılmasını sağlamak amacıyla tanıtılmaları gerekmektedir. Türler tek tek ele alınıp incelendiği taktirde yörenin yemeklerinin lezzetlerinin güzelliği yanında, besleyici özellikleri ve sağlık açısından değeri kortaya çıkmış olacaktır.

İSOT

isot.jpg


Yeşil ve kırmızıbiberin genel adıdır. Kuru İsot, kırmızıbiberin kurutulup dövüldükten sonra içersine azar azar zeytinyağı katılarak küçük pullar halinde elde edilen bir mamulüdür. Başta çiğköfte olmak üzere yöresel yemeklerin çoğunda kullanılır. Vitaminlerce zengin, iştah açıcı bir biber mahsulüdür. “ŞPB” rumuzu ile patenti alınmış bulunan "Şanlıurfa Pul Biberi" Yurt içinde kullanılmakta, Avrupa ve Amerika'ya ihraç edilmektedir. Biber de bulunan Capcaisin maddesi tıbbın birçok alanında analjezik olarak kullanıldığından Urfa biberi sağlıklı beslenme açısından da önem arz etmektedir.

MIRRA

40.jpg


Mırra, Arapça " Murr " yani acı kelimesinden gelmektedir.
Malzemeler: Yeterli miktarda çekirdek kahve, kahve tavası, kahve kaşığı, kahve dibeği, kahve tokmağı, 2 kahve gümgümü, kahve fincanı, kahve ibriği.
Yapılışı: Kahve günlük kullanıma yetecek kadar kavrulur, dibekte dövülür. Gümgümde bir miktar kaynatılır dinlendirilir ve süzülerek diğer gümgüme alınır; tekrar kaynatılır ve süzülür. Dinlendirilen sıvıya yeniden kahve atılarak tekrar kaynatılır. Bu kaynatma işlemi birkaç kez devam eder ve kontrol edilerek içilecek kıvama geldiği anlaşılınca kahve ibriğine alınır ve ikram edilir. Önce kahve sahibi içer ve tadına bakar.
İyi bir kahve fincanda iz bırakır ve fincanı tutar. Her misafire iki kez ikram edilir. Her defasında fincana az miktarda kahve konulur. Burada amaç, kahvenin mideye ulaşması değil, ağızda kahve tadı bırakmaktır.
Acı kahvenin kendine özgü kuralları vardır. şöyle ki; kahveyi içen, fincanı yere koymamalı ve mutlaka dağıtana geri vermelidir. Kahveyi içenin, fincanı yere veya masaya koyması, kahveyi verene büyük hakaret sayılır. Eskiden bunun cezası, kahveyi dağıtan bekarsa evlendirilmesi ya da fincanın altınla doldurulup ona verilmesi imiş. Bu kuralı bilmeyen misafirler, kahve fincanını yere koyarsa, bu kural hatırlatılır ve de hoş görülür.

PALIZA

Malzeme: 1 kğ. süt, 2 bardak su, 4 yemek kaşığı nişe (nişasta), şurubu için 2 parça şeker boyası (palıza boyası), 3 su bardağı şeker.
Yapılışı: Süt bir kapta ölçülü suya katılır. Üzerine nişe eklenerek sürekli karıştırılır. Ocağın üzerine konur ve nışe kokusu gidinceye kadar karıştırılarak pişirilir. Bir tepsiye 2 parmak kalınlığında yayılır ve donması beklenir. Şekere 1 bardak su eklenir ve şeker boyası katılarak eriyinceye kadar karıştırılır. Kutu kare şeklinde kesilen palızalar, şurup ve buz eklenerek ikram edilir.

URFA YAĞI (SADE YAĞ)

sadeyag.jpg


Şanlıurfa'da doğal şartlarda beslenen koyunların sütlerinden elde edilen tereyağının damıtılması sonucunda meydana gelen sade Urfa yağı, Türkiye çapında bir şöhrete sahiptir. En güzel baklavalar ve diğer tatlıların, yemeklerin yapımı için bu yağlar tercih edilir. Nefis bir koku, rengi ve lezzeti vardır.Bugün sade Urfa yağı, Ceylanpınar Tarım işletmesinde modern şartlarda üretilmekte ve yurdun her tarafına talep halinde gönderilmektedir. Ayrıca özel teşebbüsün ürettikleri de piyasalar da pazarlanmaktadır.
 

bakunin

Admin
12 Mar 2009
6,577
73,564
NeverLand
Şanlıurfa Kale ve Surları

Merkez

UrfaKalesi.jpg


Şanlıurfa il merkezinin güneybatısında, Halil’ür Rahman ve Ayn-ı Zeliha göllerine hâkim Damlacık Dağı üzerinde bulunan kalenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Abbasilerin yöreye hâkim olduğu 814 yılında şehir surlarını yenilerken kaleyi de yaptıkları sanılmaktadır. Bizans tarihçisi Prokopios MS.VI.yüzyılda Edessa’nın (Urfa) surlarından söz ederken kaleye değinmemiştir. Tarihi kaynaklarda kalenin ismi ilk kez XI.yüzyılda geçmektedir. Buna dayanılarak da kalenin Abbasiler döneminde VI.-XI.yüzyıllar arasında yapıldığı sanılmaktadır.

Mujdat_IMG_0057psp_Large.jpg


Kale içerisinde bulunan onarım kitabelerine dayanılarak kalenin eski bir tarihi olduğu da anlaşılmaktadır. Kalenin doğu duvarı üzerindeki bir kitabede Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan tarafından 1462 yılında onarıldığı yazılıdır. Bunun yanındaki bir başka kitabede ise 1540 tarihi yazılıdır. Ayrıca kalenin güney cephesinin kuzeyindeki büyük bir kitabenin büyük bir bölümü tahrip olmuştur. Bu kitabenin okunabilinen kısımlarında Memlûklu Sultanlarından Nasr Muhammed (1309-1340) ve Ebu’l Nasr Hasan tarafından (1347-1351/ 1354-1361) yıllarında onarıldığı anlaşılmaktadır. Bu kitabelerden kalenin Memlûklular ve Karakoyunlular zamanında onarılarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca kale Bizanslılar, Urfa Haçlı Kontluğu, Selçuklular, Eyyubiler, Akkoyunlular ve Osmanlılar zamanında da onarılmış ve kullanılmıştır.

00007774.jpg


Kalenin Urfa’ya (Edessa) hâkim bir tepe üzerinde oluşunun yanı sıra, doğu, batı ve güney tarafı kayalardan oluşmuş doğal korunaklıdır. Özellikle kuzey yönü çok dik ve sarp kayalıktır. Kalenin çevresine de kayalara oyularak derin hendekler yapılmıştır.

Mahmutoğlu Kulesi

00007779.jpg


Şanlıurfa şehir merkezinde Beykapısı mevkiindeki bu kule, şehir surlarının devamı niteliğindedir. Şehir surlarının Beykapısı ile bağlantılı kısmına inşa edilen Kule’nin doğu cephesinde beş satırdan oluşan Ermenice yazılı kitabede kullanılan tarih Ermeni Takviminin 571. yılıdır. Bu da miladi olarak, 19 Şubat 1122-18 Şubat 1123 tarihleri arasıdır. Kitabe kulenin inşası mı? veya onarımı ile ilgili mi? bu konuda kesin bir bilgi verilmemektedir. Bu kitabeye istinaden bazı yazılı kaynaklar kulenin Haçlı Kontluğu döneminde inşa edildiğini belirtmektedir. Bu kule Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde kapı ağalığı Mahmutoğlu ailesine verildiğinden onların ismiyle tanınmıştır. Yani Mahmutoğlu Kulesi. Kule bu ailenin mülkiyetinde olduğu için bugüne Kadar her hangi bir restorasyon görmemiştir. Kulenin kurtarılması için ivedilikle ailenin tasarrufundan çıkarılarak yerel yönetimlere devredilmesi gerekmektedir. Kulesi, kalesi ve hendeği olan şehirler önemli şehirlerdir. Bu tür yapıların gelecek nesillere aktarılması ve turizme kazandırılması gerekmektedir. Kulenin bugünkü mevcut haliyle turizme hizmet etmesi mümkün değildir. Kulenin içine girmek, kulenin üzerine çıkıp şehri seyretmek mümkün değildir. Sadece dışarıdan görülebilmektedir. Umarız ki bu kule en kısa zamanda Şanlıurfa’nın var olan Kültürel Mirasının en önemli eserlerinden biri olur…

Birecik Kalesi (Birecik)

00007782.jpg


Şanlıurfa ili Birecik ilçesinde bulunan kale, yüksek bir kaya kütlesi üzerine kurulmuş olup, Fırat Nehri ve Birecik Ovası’na hâkim bir konumdadır. Kalenin yapım tarihini belirten bir kitabeye rastlanmamıştır. Bununla beraber kalenin eski bir tarihi olduğu sanılmaktadır. Surların Memluk sultanlarından Kayıbay tarafından yaptırılmış, bunu belirten kitabeler de sur duvarlarına yerleştirilmiştir.

Birecik’in Paleolitik döneme kadar uzanan eski olan tarihi dikkate alındığında yöreye Asur, Hitit, Roma, Arap, Artukoğulları, Haçlı Kontluğu ve Osmanlıların hâkim olduğu bilinmektedir. Bunlardan Asur, Roma, Arap, Urfa Kontluğu, Artukoğulları ve Osmanlıların bu kaleyi onararak kullandıkları sanılmaktadır. Araplar bu kaleden ötürü yöreye Bireh, Osmanlılar da Küçük Kale anlamına gelen Birecik sözcüğünü kullanmışlardır.

Kale kesme taştan yapılmıştır. Şehri çevreleyen surların büyük bir kısmı yıkılmış olmasına rağmen bazı duvar kalıntıları ile kapılarından Mercan Kapısı’nın bir bölümü ile Urfa Kapısı iyi bir durumda günümüze gelebilmiştir. Kalenin Meydan Kapısı ve Bağlar Kapısı’ndan hiçbir iz günümüze gelememiştir.

Harran Kale ve Surları (Harran)

00007787.jpg


Şanlıurfa Harran ilçesindeki elips şeklindeki Eski Harran şehrini kuşatan surların yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Günümüze Harran surları büyük ölçüde yıkılmış olarak gelmiş, yalnızca Halep Kapısı ayakta kalabilmiştir. İbn-i Cübeyr Harran’ın büyük bir şehir olduğunu belirttikten sonra çevresinin yontma taşlardan son derece sağlam bir surla çevrili olduğunu yazmıştır. İbn-i Şeddad ise surlarla ilgili daha ayrıntılı bilgi vermektedir:

”Çok müstahkem bir suru vardı. Surların sekiz kapısı bulunuyordu. Bunlar saatin yelkovanı yönünde güneyden başlayarak Rakka Kapısı, Büyük Kapı (Halep Kapısı), Niyar Kapısı, Yesit Kapısı, Fedan Kapısı, Küçük Kapı, Gizli Kapı ve Su Kapısı’dır. Rivayete göre Su Kapısı üzerinde bakırdan yapılmış iki yılan tılsımı vardı. Bunlar şehre yılanların zarar vermemesi için yapılmıştı.” Bunun yanı sıra İbn-i Şeddad şehrin dış mahallesinin de şehir suruna bitişik ayrı bir surla çevrili olduğunu belirtmiştir.

00007786.jpg


R.A.Chesney ilk defa Halep kapısı’nın gravürünü 1850 yılında çizerek yayınlamıştır. Bu kapı yakın tarihlerde Kültür Bakanlığı tarafından restore edilmiştir. Bu restorasyon sırasında Chesney’in gravürü dikkate alınmamış ve restorasyon hatalı yapılmıştır. Bu kapı üzerindeki bir kitabede Selahattin Eyyubi’nin kardeşi El Melik El Adil tarafından 1192’de yapıldığı yazılıdır.

Siverek Kalesi (Siverek)

00007788.jpg


Şanlıurfa Siverek ilçesinde bulunan kale yığma bir tepe üzerinde kurulmuştur. Bölgede yapılan araştırmalara göre Siverek Kalesi’nin tarihi Asurlular dönemine kadar inmektedir. Tarihçi Batlamyus Siverek Kalesi hakkında bazı bilgiler vermektedir:

”Siverek (Konttopolis) Kalesi Asur medeniyetinden kalan büyük kesme taşlarla inşa edilmiştir. Romalılar hazır bulduklar malzeme ile yükseltileri sur ve burçları Mezopotamya'nın en müstahkem kalesi haline getirmişlerdir, fakat Şapur I.in kuvvetleri karşısında şehir yandı, kül oldu halkı hep kılıçtan geçirildi.”

Kale eski Kottopolis şehrini koruma amaçlı olarak yapılmıştır. Romalılar bu kalenin sur ve burçlarını sağlamlaştırarak kullanmışlardır. Daha sonra Bizanslılar da bu kaleden yararlanmışlardır. Batlamyus’a göre kale, Mezopotamya’dan gelecek Arap akınlarına karşı daha da güçlendirilmiştir.

Kale kesme taştan dikdörtgene yakın plan düzeninde olup, yuvarlak kulelerle desteklenmiştir. İçerisinde sarnıç ve yapı kalıntılarına rastlanmıştır. Yakın tarihlerde yapılan restorasyon çalışmaları ile özelliğinden kısmen uzaklaşmıştır.

Çemdin Kalesi (Eski Kale) (Viranşehir)

00007789.jpg


Şanlıurfa Viranşehir ilçesinde, Viranşehir-Şanlıurfa karayolunun 9.km.sinde bulunan Çemdin Kalesi MS.II.yüzyılda Romalılar tarafından yapılmıştır. Bizanslılar, Araplar, Akkoyunlular tarafından da kullanılan kale birkaç kez el değiştirmiş, onarılmış ve genişletilmiştir.

Viranşehir’de yüksek bir tepe üzerinde bulunan kale sert kalker taşından yapılmıştır. Çevresindeki kayalıkların içerisi oyularak buradan da yararlanılmıştır. Kaleyi çevreleyen sur ve burçlar beyaz kesme taştan yapılmış, iç kısımlar moloz taş ve dolgu malzemeleri ile doldurulmuştur. Sur duvarları 3-4 m. kalınlığında olup, 8-10 m. aralıklarla, 13-14 m. yüksekliğinde burçlarla takviye edilmiştir. Çevresinde içerisi su dolu olan 5 m. derinliğinde ve 5 m. genişliğinde de bir savunma hendeği yapılmıştır.

Kalenin doğu ve batı yönünde iki kapısı bulunmaktadır. Bu kapıların önünde de su hendeğinin üzerine konulan iki seyyar köprüye yer verilmiştir. Günümüzde iyi bir durumda olan kalenin içerisinde yapı kalıntıları bulunmaktadır.

Şanlıurfa Sarayları

Şanlıurfa’da yapılmış olan saraylardan günümüze hiçbir kalıntı ulaşamamıştır. Kaynaklardan öğrenildiğine göre; Urfa’daki Orshoene (Edessa) krallarının sarayları bugünkü Halil’ür Rahmen ve Ayn-ı Zeliha göllerinin bulunduğu yörede idi. Ancak bu saraylar 201, 413 ve 525 yıllarındaki sel baskınları sırasında harap olmuş ve kalıntıları da günümüze gelememiştir. Bunlardan Kışlık Saray ve kalenin bulunduğu yerdeki sarayın, Ayn-ı Zeliha’nın çevresinde olanlar da aynı tarihlerde ortadan kalkmışlardır. İçkale ile Dışkale arasında bulunduğu bilinen Molla Gezer Paşa ve Mehmet Paşa Sarayları da günümüze ulaşamamıştır.

Evliya Çelebi bu saraylarla ilgili bazı bilgiler vermektedir:

“…bağlı, bahçeli, akarsulu, hamamlı büyük sarayları vardır. Meşhurları Tayyar Mehmed Paşa Sarayı, oğlu Ahmet Paşa Sarayı (ki bu zat cömertli¬ğiyle tanınmıştır), Paşa Sarayı, Molla Sarayı, Gezerpaşa Sarayı, Celali Kadı Sarayı, Sardoğlu Mustafa Paşa Sarayı ve Ali Paşa Sarayı…”

Rakka Valisi Yusuf Paşa’nın h.1122 (1720) tarihli vakfiyesinde Yusuf Paşa Camisi’nin kuzeyinde Valiler Sarayı isminde bir saray yaptırdığı yazılıdır. Bugünkü Sarayönü semtinde bulunan bu saray büyük olasılıkla 50 yıl öncesine kadar ayakta duran Eski Saray olduğu sanılmaktadır. Osmanlı döneminde Hükümet Konağı olarak kullanılan bu saray günümüzde Harran Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkezi’nden Köprübaşı’na uzanan alanda bulunuyordu.

Bu saraylardan hiçbirisi günümüze ulaşamamıştır.

Halil'ür Rahman (Makam-ı Cedd-ül Enbiya) Medresesi

l_pic_02.jpg


Şanlıurfa il merkezi Gölbaşı Mahallesi’nde, Balıklı Göl isimli küçük bir gölün çevresinde yer alan bu külliyenin bir bölümünü oluşturan bu medresenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Günümüze gelen onarım kitabeleri de yapım tarihi konusunda bir bilgi vermemektedir. Medresenin merdivenleri karşısına gelen, kuzeye bakan odanın cephesinde h. 1189 (1775) tarihli bir onarım kitabesi vardır. Ayrıca gölün kuzey ve batı köşesindeki büyük odanın kapısı üzerinde de Sultan Abdülaziz döneminde h.1288 (1871) tarihinde Derviş Ali Paşa tarafından tamir ettirildiği yazılıdır. Büyük olasılıkla bu medresenin bulunduğu yerde Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde belirttiği, Şair Nabi’nin Tuhfet’ül Harameyn isimli eserinde sözünü ettiği İbrahim Halil Tekkesi’nin bulunduğu sanılmaktadır.

Halil-rRahman.jpg


Medrese caminin makam kısmına bitişik olarak yapılan geniş bir eyvandan başlayarak kuzeye dönen ve gölün batı kıyısını kaplayan bir yapıdır. Ayrıca göle girintili olarak kubbeli bir de maksuresi vardır.

resim0280ms.jpg


Gölün batı kıyısına sıralanmış tonoz örtülü hücreler arazi konumundan ötürü birbirlerinin eşi plan düzeninde değildir. Bu hücrelerin önünde Bursa kemerli iki katlı revaklar bulunmaktadır. Ayrıca burada Şazeliye Şeyhi Ali Baba ile Urfalı Âlim Buluntu Hoca’nın türbeleri vardır. Üçüncü türbenin kime ait olduğu ise kesinlik kazanamamıştır.

Halil-rRahman8.jpg


Bu medresede Bikeszade Hulusi Efendi, Şeyh Halid Efendi, Hikmet Efendi ve Şükrü Bey gibi XVIII.-XIX. yüzyıllarda yaşamış şairler yetişmiştir. Ayrıca son devir ulemalarından Abbas Vasıf Efendi, ünlü hattatlardan Arabizade Behçet Efendi bu medresede yetişmiş, Ahmet Vefik Efendi de medresede güzel yazı dersleri vermiştir.

Rıdvaniye Medresesi

Şanlıurfa il merkezi Gölbaşı Mahallesi’nde, Balıklı Göl isimli küçük bir gölün çevresinde yer alan bu külliyenin bir bölümünü oluşturan bu medrese, Rıdvaniye Camisi ile birlikte Urfa Valisi Rıdvan Ahmet Paşa tarafından 1736 tarihinde yaptırılmıştır. Bunu belirten kitabe avlunun ortasındaki dershanenin cephesinde bulunmaktadır.

00008923.jpg


Medrese, Rıdvaniye Camisi’ni üç taraftan kuşatan ve ortası havuzlu geniş bir avlu çevresinde U plan düzenindedir. Medresenin ana noktasında, üzeri kubbeli kütüphane, köşelerde iki büyük okuma odası ve revaklı medrese hücrelerinden meydana gelmiştir. Buradaki revakların Bursa kemerlerine benzerliği dikkat çekicidir. Medrese hücreleri avluya birer kapı ve pencere ile açılmıştır.

Eyyubi (Nakipzâde Hacı İbrahim Efendi) Medresesi

Şanlıurfa Cami-i Kebir Mahallesi’nde bulunan Eyyubi Medresesi, Eyyubiler devrinde yapılmış olan bir medrese üzerine Nakipzâde Hacı İbrahim Efendi tarafından 1781 tarihinde yaptırılmıştır.

Osmanlı medreseleri plan tipinde, dikdörtgen planlı, kesme taştan yapılmış olan medresenin girişinin karşısında kare planlı, kubbeli dershane kısmı bulunuyordu. Bunun batısındaki mekânın kütüphane olduğu sanılmaktadır. Medrese avlusunun iki yanında revakların arkasında medrese hücreleri bulunuyordu.

Bu medreseden günümüze yalnızca kitabesi gelebilmiştir. Medresenin güney duvarında Firuz Bey’in 1781 tarihinde yaptırmış olduğu çeşme de iyi durumda günümüze gelebilmiştir.

Şanlıurfa’da bu medreselerden başka Evliya Çelebi’den öğrenildiğine göre; Kızıl (Ulu Cami) Cami, Firuz Bey ve Sultan Hasan medreseleri de bulunuyordu. Bunlardan Kızıl Cami (Ulu Cami) Medresesi ve Sultan Hasan (Hasan Padişah) Medresesi yıkılmış ve günümüze gelememiştir. Ancak Firuz Bey’in medresesinin yeri ile ilgili herhangi bir bilgiye kaynaklarda rastlanmamıştır.

1867 tarihli Halep Vilayet Salnamesi’nde Urfa il merkezinde bir; 1903 tarihli Maarif Salnamesi’nde Rıdvaniye, Rahimiye, Sakıbiye, İbrahimiye, Rızaiye ve Süleymaniye isimli medreselerin isimleri yazılıdır. Bu medreselerden Rahimiye Medresesi’nin Tahtamor (Toktemur) Camisi’nin yakınında olduğu belirtilmiştir. Rızaiye Medresesi’nin ise Ümmügülsün Hatun tarafından Kudbettin Camisi’ne vakıf olarak 1779 tarihinde yaptırıldığı öğrenilmektedir. İbrahimiye Medresesi’ni Es-Şeyh El Hac İbrahim Efendi İbn-i Kasım Efendi’nin yaptırdığı belirtilmiştir. Ayrıca XVIII.yüzyıla tarihlenen Urfa ile ilgili vakfiyelerde Hamis Efendi Medresesi ve Sultan Burhan Medresesi’nin bulunduğu da öğrenilmektedir.

İhlasiye Medresesi cami ile birlikte 1623 tarihinde Kunduracı pazarı’nda Hacı Musa tarafından yaptırılmış ve XX.yüzyılın ikinci yarısında yıktırılmıştır. Şabaniye Medresesi’nin yerinde bugün Mithat Paşa İlköğretim Okulu bulunmaktadır.

Halil'ür Rahman Külliyesi

00008935.jpg


Şanlıurfa il merkezi Gölbaşı Mahallesi’nde, Balıklı Göl isimli küçük bir gölün çevresinde yer alan bu külliyenin ilk binası XIII.yüzyılda yapılmış, XVIII.-XIX.yüzyıllarda yeni yapıların eklenmesi ile külliye konumuna getirilmiştir. Yapı topluluğu Halil’ür Rahman Camisi, Halil’ür Rahman Medresesi, Rıdvaniye Camisi, Rıdvaniye Medresesi ve hazire ile bütünleşerek bir külliye haline gelmiştir.

Külliyenin bulunduğu yerde 150x30 m. ölçüsünde dikdörtgen şeklinde bir havuz olup, Balıklı Göl ismi ile tanınmaktadır. Bu gölün içerisindeki balıkları yiyenlerin öleceği veya başına bir felaket geleceği inancı halk arasında yerleşmiştir. Yine inanışa göre; Hz. İbrahim’in üzerine Nemrud’un mancınıkla kaleden attığı ateşin suya dönüşmesi, odunların da balığa dönüştüğü efsanesi yüzyıllar boyunca yaşamaktadır.

Külliyenin en eski yapısı gölün kuzey kıyısındaki Halil’ür Rahman Camisi’dir. Halk arasında bu camiye Döşeme Camisi veya Hz.İbrahim’in makamından ötürü Makam Camisi ismi de verilmiştir. Şanlıurfa’daki en erken tarihli cami olarak nitelenen bu yapının Abbasi halifelerinden Me’mun tarafından yaptırıldığı ileri sürülürse de, minaresinin batı ve kuzey cephelerindeki kitabesinde h.608 (1211-1212) yılında Selahaddin-i Eyyubi’nin yeğeni El Melikü’l Eşref Muzafferüddin Musa tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Bazı iddialara göre de bu caminin bulunduğu yerde eski bir kilise bulunuyordu. Bu kilise, 504 yılında Urbisyus’un maddi yardımları ile Monofistler asına Meryem Ana Kilisesi olarak yapılmıştır.

Cami yapıldığı dönemden sonra Eyyubi mimarisini yansıtan özelliklerini büyük ölçüde yitirmiş ve son olarak 1810 yılında yapılan büyük bir onarım sonucunda da bugünkü durumunu almıştır. Caminin doğu cephesindeki kitabede; “Peygamberlerin atası Halil’ür Rahman’ın makamı olan bu cami 1225 (1810) tarihinde yaptırılmıştır” yazılıdır. Caminin batı kısmına bitişik Makam bölümünün batı kapısı üzerindeki ayet yazılı kitabede de h. 1228 (1871) tarihi bulunmaktadır. Bu da caminin iki ayrı dönemde onarıldığını göstermektedir.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde bu camiden İbrahim Halil Tekkesi olarak söz etmektedir:

“Tekkenin içinde bir kaynak vardır ki, Nemrud’un Hz. İbrahim’i atmak için yaktırdığı ateşin olduğu yerden çıkmıştır. Dördüncü sultan Murad Bağdat seferine giderken bu tekkeyi ziyaret edip, iki balık yakalayarak kulaklarına birer altın küpe takmıştır.

Bir adam yedi gece yedi gün ziyaret etse muradı olur derler. Saf suyundan içenler Allah’ın emriyle çarpıntı illetinden kurtulurlar, bunun için Urfa halkında çarpıntı olmayıp sağlam olurlar.”


Yapı topluluğu kesme taştan yapılmış ve dışarıdan bir bütün olarak görülmesine rağmen gerçekte iki ayrı bölüm halindedir. Bursa üslubunda kaş kemerli bir kapıdan içerisine girilen, kutsal bir su kaynağının bulunduğu kubbeli ve kare mekân yapı topluluğunun makam kısmını oluşturmaktadır.

Cami kareye yakın dikdörtgen planlı olup, ibadet mekânının ortasındaki dört payenin taşıdığı pandantifli bir kubbe ile üzeri örtülüdür. Bunun etrafında sekiz çapraz tonozlu, mihrap duvarına paralel üç sahınlı bir plan ile karşılaşılmaktadır. İçerisi tonoz kemerlerin altındaki üçerli pencere grupları ile aydınlatılmıştır. Mihrap yarım daire şeklinde olup, sütunçelere dayanan kademeli ve üst üste iki sivri kemerlidir. Buradaki kesme taştan minber ise oldukça sade bir görünümdedir. Üzeri basit ve piramidal bir külah ile örtülmüştür. Caminin içerisi kireç ile sıvanmış olduğundan herhangi bir bezeme ile karşılaşılmamaktadır.

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1991 yılında yaptığı onarımda, caminin ana duvarları üzerine korkuluk şebekeleri eklenmiş ve burası kubbelerle çevrili bir teras konumunda getirilmiştir.

Caminin güneydoğu köşesinde bulunan ve içerisine ibadet mekânından girilen kare planlı minarenin Bizans dönemindeki kilisenin çan kulesi olduğu da iddia edilmiştir. Ancak, bugünkü konumu ile bunu kanıtlamak çok zordur. Minarenin gövdesi yatay silmelerle, akantus yaprakları ile bezenmiştir. Batı cephesine de nesih yazılı altı satırlık bir kitabe yerleştirilmiştir.

Halil’ür Rahman (Makam-ı Cedd-ül Enbiya) Medresesi:

Bu medresenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Günümüze gelen onarım kitabeleri de yapım tarihi konusunda bir bilgi vermemektedir. Medresenin merdivenleri karşısına gelen, kuzeye bakan odanın cephesinde h. 1189 (1775) tarihli bir onarım kitabesi vardır. Ayrıca gölün kuzey ve batı köşesindeki büyük odanın kapısı üzerinde de Sultan Abdülaziz döneminde h.1288 (1871) tarihinde Derviş Ali Paşa tarafından tamir ettirildiği yazılıdır. Büyük olasılıkla bu medresenin bulunduğu yerde Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde belirttiği, Şair Nabi’nin Tuhfet’ül Harameyn isimli eserinde sözünü ettiği İbrahim Halil Tekkesi’nin bulunduğu sanılmaktadır.

Medrese caminin makam kısmına bitişik olarak yapılan geniş bir eyvandan başlayarak kuzeye dönen ve gölün batı kıyısını kaplayan bir yapıdır. Ayrıca göle girintili olarak kubbeli bir de maksuresi vardır.

Gölün batı kıyısına sıralanmış tonoz örtülü hücreler arazi konumundan ötürü birbirlerinin eşi plan düzeninde değildir. Bu hücrelerin önünde Bursa kemerli iki katlı revaklar bulunmaktadır. Ayrıca burada Şazeliye Şeyhi Ali Baba ile Urfalı Âlim Buluntu Hoca’nın türbeleri vardır. Üçüncü türbenin kime ait olduğu ise kesinlik kazanamamıştır.

Bu medresede Bikeszade Hulusi Efendi, Şeyh Halid Efendi, Hikmet Efendi ve Şükrü Bey gibi XVIII.-XIX. yüzyıllarda yaşamış şairler yetişmiştir. Ayrıca son devir ulemalarından Abbas Vasıf Efendi, ünlü hattatlardan Arabizade Behçet Efendi bu medresede yetişmiş, Ahmet Vefik Efendi de medresede güzel yazı dersleri vermiştir.

Rıdvaniye Camisi ve Medresesi:

Halil’ür Rahman Külliyesi’nin en gösterişli yapıları Rıdvaniye Camisi ile Rıdvaniye Medresesi’dir. Gölün kuzey kıyılarını tümüyle kaplayan bu yapılar günümüze gelemeyen hamam ile birlikte başlı başına bir yapı topluluğudur. Bunlar Rakka Valisi Rıdvan Ahmet Paşa tarafından h.1129 (1717) yılında yaptırılmıştır.

00008776.jpg


Rıdvaniye Camisi halk arasında Zulmiye ismiyle tanınmıştır. Bu cami kesme taştan, dikdörtgen planlı bir plan düzeninde olup, ortadaki daha büyük olmak üzere üç kubbe ile üzeri örtülmüştür. Caminin girişinde üç bölümlü, üç kubbeli bir son cemaat yeri, doğusunda da tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Son cemaat yerinin üç kubbesinden ortadaki daha büyük olup, yanlardaki kubbeler yarım tonozlarla genişletilmiştir.

İki renkli taşların alternatifli dizilmesi ile hareketlendirilen basık kemerli bir kapı ile ibadet mekânına girilmektedir. Ahşap kanatlı giriş kapısı çağının en güzel geçme ve kakma tekniğinde yapılmıştır. Üzeri bitki motifleri ile bezenmiştir. Ayrıca kartuşlar içerisinde on beş beyitlik tarih manzumesi yazılıdır. Mihrap, siyah beyaz iki renkli taştan yapılmıştır. Minber balkon şeklinde olup, duvar içerisindeki taş bir merdivenle çıkılmaktadır. İbadet mekânı her cephede açılmış pencerelerle oldukça aydınlıktır.

Taş kaide üzerine sekizgen gövdeli minaresi mukarnaslı şerefesi ile dikkati çekmektedir.

Rıdvaniye Medresesi:

Rıdvaniye Camisi’ni üç taraftan kuşatan ve ortası havuzlu geniş bir avlu çevresinde U plan düzenindedir. Medresenin ana noktasında, üzeri kubbeli kütüphane, köşelerde iki büyük okuma odası ve revaklı medrese hücrelerinden meydana gelmiştir. Buradaki revakların Bursa kemerlerine benzerliği dikkat çekicidir. Medrese hücreleri avluya birer kapı ve pencere ile açılmıştır.

00008764.jpg


Halil’ür Rahman Külliyesi’nin çevresinde bulunan ve gezginlerin kitaplarında resimleri görülen Halil’ür Rahman Hamamı ile Balıklı Göl yakınındaki eski Urfa Evleri, haziresindeki bazı türbeler 1924-1958 yılları arasında yıktırılmıştır. Böylece Balıklı Göl ile ilerisindeki daha küçük, 50x30 m. ölçüsündeki Ayn-ı Zeliha Gölü arasında üzerinde köprü bulunan bir kanal açılmıştır. 1991 yılında yapılan onarım ve çevre düzenlemesi sırasında Halil’ür Rahman Külliyesi’nin bütün bölümleri gölün etrafını çevirecek şekilde korkuluk şebekeleri ve kemerlerle birbirlerine bağlanmış, iki medrese arasındaki alanın önündeki revaklı odalar da birleştirilmiştir.

Günümüzde bu yapı topluluğu Şanlıurfa’nın simgesi konumundadır.

Şanlıurfa Saat Kulesi

Şanlıurfa il merkezindeki Ulu Cami avlusunun kuzeybatı köşesindeki kule Urfa Saat Kulesi’ne dönüştürülmüştür. Bu kule sekizgen planlı olup, Haçlı Kontluğu döneminde burada yapılmış olan kilisenin çan kulesidir. Bu kule üzerine bir saat kulesi ilave edilmiştir. Ancak bu kulenin ne zaman saat kulesine dönüştürüldüğü bilinmemektedir.

mimar_m_karakoc_urfa_saat_kulesi.jpg


Doç.Dr.Hakkı Acun’dan öğrenildiğine göre; 1927 tarihli Urfa Salnamesi’nde, Ulu Cami ve Ana Mektebi ile ilgili resimlerde kule üzerinde saat görülmemektedir. Bununla beraber 1945 tarihli Urfa ile ilgili resimlerde bu saat görülmektedir. Buna dayanılarak da kulenin saat kulesine 1927-1945 yılları arasında dönüştürüldüğü sanılmaktadır.

Kule kesme taştan sekizgen planlı olup, silmelerle üç bölüme ayrılmıştır. En üst bölüm saçaklıklı ve sivri kubbelidir. Buradaki sekizgen gövdeye her bir yüzüne yuvarlak kemerli pencereler açılmıştır. Saat kadranları da bu bölümün üzerine dört yönlü olarak yerleştirilmiştir.

Harb-i Umumi Şehitleri Anıtı

Şanlıurfa il merkezinde, Hükümet Konağı önünde, dört yol kavşağında bulunan bu anıt, I.Dünya Savaşı’na katılan Urfalı şehit ve gaziler anısına Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey tarafından 1917 yılında yaptırılmıştır.

Şanlıurfa Vilayet binası önündeki caddede bulunan anıt, 1983 yılında Urfa Belediye Başkanı Alaaddin Turan tarafından bugünkü yerine nakledilmiştir.

a88c.jpg


Anıt kesme taştan 8.50 m. yüksekliğinde, yuvarlak bir kaide üzerine kare gövdeli olup, yukarıya doğru daralan biçimde yapılmıştır. Anıtın kuzey cephesinde, “Bu ha¬cer samit değil, iklil-i cihadı ekberdir. 1335” (Bu taş sessiz değil, büyük bir savaşın tacıdır 1917); Bunun altındaki kitabede de “Harb-ı Umumi şühedaya fatiha 1330–1332" (I.Dünya Savaşı şehitlerine fatiha. 1912–1914) yazılı¬dır.

Anıtın güney cephesinin üzerinde “Cây-ı cihâda giden erlere nusret ola. 1334” (Cepheye giden erlere yar¬dım ola. 1916); altında ise “Harb-ı Umumi şühedaya fatiha 1330–1332" (I.Dünya Savaşı şehitlerine fatiha. 1912–1914) yazılı¬dır.

Anıttaki bu kitabeler Urfalı Hattat Ahmet Vefik (Lobut Ahmet) Efendi tarafından yazılmıştır.

Mustafa Kemal Paşa Anıt Çeşmesi (Yol Gösteren Çeşmesi)

Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale cephesinde savaşan ve bu savaştaki kâhramanlıklmarıyla ün salmış olan Urfa taburundan geriye kalan gaziler, savaş sonrası Urfa'ya döndüklerinde komutanları Mustafa Kemal'i büyük bir hayranlıkla çevrelerine anlatmışlardır. O tarihte Mutasarrıf bulunan Nusret Bey, gazilerin Mustafa Kemal paşa'ya olan bu sevgi ve bağlılıklarını bir anıtla sembolleştirmeyi uygun görmüştür. Nusret Bey, 1917 yılında şehrin kuzey kesimini Karakoyun deresi üzerindeki Hacı Kâmil Köprüsü'ne bağlayan bir cadde açtırarak buraya "Mustafa Kemal Paşa Caddesi" adını vermiş, cad*denin ortasını çiçeklerle düzenleyerek Vali Konağı'nın karşısına (bugünkü Cebeci İşhanı) bu anıt çeşmeyi yaptırmıştır.

MustafaKemalPaaAntemesi.jpg


Bu anıt, 1972 yılında Vali Turgut Sayın tarafından yerinden alınarak bugünkü yeri olan Diyarbakır-Mardin-Gaziantep yolu kavşağına nakledilmiştir.

Beyaz kesme taşlardan inşa edilmiş olan ve dört köşesindeki zarif sütunlarla iki kata ayrılmış olan anıtın alt kısmında, bir su haznesi ve dört tarafında çeşme bulunur. Anıtın dört cephesi üzerinde yer alan kitabelerde Kafkas Yolu, Hindistan yolu, Ankara Yolu ve Mustafa Kemal Paşa Caddesi yazılarıyla bu yolları gösteren ok işaretleri bulunmaktadır.

Bu anıt, Mustafa Kemal Paşa, henüz Atatürk ünvanını almadan O'nun adına Türkiye'de dikilen ilk anıt olması bakımından önem taşımaktadır. Yine Türkiye'de ilk defa bir caddeye Mustafa Kemal Paşa adı Urfa'da verilmiştir.
 

bakunin

Admin
12 Mar 2009
6,577
73,564
NeverLand
Edessa (Urfa)

İlkçağlardan bu yana doğu ile batı kültürleri arasında bir köprü olan Edessa’nın tarihi M.Ö.8000’lere dayanmaktadır.

00004835.png


Urfa’nın eski ismi Şemseddin Sami’nin Kamusü’l Alamı’na göre; “Ur” ya da “Urelkeldaniyn” olup, Büyük İskender’in fethinden sonra Makedonyalılar bu şehri vatanlarındaki Edessa (Vodina) kasabasına benzeterek bu adla ve “Akarsuları güzel” anlamına gelen “Kaliroe” olarak adlandırmışlar, Araplar da “Kaliroe” isminden esinlenerek buraya “Ruha” ismini vermişlerdir.

Prof. Fikret Işıltan’a göre İslam döneminde Diyarı Mudar olarak da adlandırılan bölgedeki Urfa’ya Osrhoene Krallığı döneminde verilen “Osrhoene” adının, Kentin Makedonyalılar tarafından “Edessa” ismi ile yeniden kuruluşundan, Süryanice “Urhai-Orhai” olan önceki isminin, Arapça “Er-Ruha”nın Latinleştirilmiş biçimi olduğu sanılmaktadır.

Prof. Bilge Umar’a göre ise; Edessa ismi Helenistik Çağdan beri kullanılmıştır. Seleukos Nikator bu kenti geliştirerek Makedonya’dan gelen göçmenleri buraya yerleştirmiş ve ismini de Edessa olarak değiştirmiştir. Bu isim Roma, Bizans ve Haçlı Devletleri zamanında da kullanılmıştır. Bununla beraber Urhay (Urfa) ismi unutulmamış ve sonra da Edessa’nın yerini Urfa almıştır.

Halep salnamelerine göre şehre kısa bir süre (Antiokya/Antakya) adı verilmişse de Prof. Segal’e göre M.Ö. 163’te ölen IV. Antiochus’un sikkeleri üzerindeki (Antioch Callirohae), başka bir kente de ait olabilir. Bir efsaneye göre ise; Urfa adı Nemrut’un diğer bir adı olan ve Sulak yerde bulunan anlamına gelen Hewya oğlu "Urhai" den gelmektedir. Urhai’nin ’güzel akarsular şehri’ anlamı, Edessa’nın Makedonya’daki Edhessaisos ırmağının kenarındaki şehir ve bu kentin sonradan aldığı ad Vodina’nin Makedonca su anlamına gelmesi, Kalliroe’nin çeşme ya da akarsuları güzel anlamı belli olduğuna göre Urfa adının kaynağı konusunda henüz bir sonuca ulaşılamamışsa da bütün rivayetlerin ’su’ ya çıktığı tartışmasızdır.

00004842.png


Aşağı Fırat Projesi kapsamında Fırat Nehri kıyılarında, Sultantepe’de, Göbeklitepe’de ve baraj göllerinin altında yapılan kurtarma kazıları yörenin tarihine ışık tutmuştur. Buna dayanılarak Edessa’da Neolitik Çağ (MÖ.10000-5500) ve sonrasında yoğun bir yerleşmenin olduğu ortaya çıkmıştır. Asur tabletlerine göre burası MÖ.2000’lerde Hurriler ile Mitannilerin yerleştiği bir yerdi. Hitiler Mitanni krallığını ortadan kaldırdıktan sonra yöreye yerleşmişler, MÖ.XI.yüzyıldan sonra da Mezopotamya’dan kuzeye doğru göç eden Aramiler buraya yerleşerek Bit-Adini Krallığını burada kurmuşlardır. MÖ.857’de Asurlulara bağlanan ve sonra Medlerin saldırısına uğrayan yöre, bir süre Babillerin egemenliği altında kalmıştır. MÖ.VI.yüzyılda Persler yöreye hakim olmuş ve buranın ticaretinin ve tarımının gelişmesinde büyük payları olmuştur. MÖ.IV.yüzyılda Büyük İskender Persleri Anadolu’dan çıkardıktan sonra yöreye de hakim olmuştur. İskender’in ölümünden sonra da Seleukosların hakimiyetine girmiştir. I.Seleukos tarafından MÖ.303’te bugünkü Urfa’nın bulunduğu yerde Edessa kenti kurulmuştur.

Edessa’nın, ilk kuruluşu ile ilgili kesin bilgi olmamakla birlikte, Arap tarihçisi Ebul Faraç’a göre, Nuh Tufanı’ndan sonra yeryüzünde kurulan ilk yedi yerleşim merkezinin ilki ve en önemlisidir. Hz. Adem’in çiftçilik yaptığı, Hz. İbrahim Halil, Hz. Eyyüp, Hz. Şuayp, Hz. Elyasa gibi peygamberlerin yaşadığı bu bölge bugün “Peygamberler Şehri” olarak anılmaktadır. Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın mendilinin Şanlıurfa’da bulunmuş olmasından dolayı buraya Dir-Mesih adını vermişlerdir.

Musevi, Hırıstiyan ve İslâm peygamberlerinin atası olarak nitelenen Hz.İbrahim Urfa’da doğmuş, Nemrut ve onun yaptığı putlarla mücadele ettiği için burada ateşe atılmıştır. Lut Peygamber, amcası Hz. İbrahim’in Urfa’da ateşe atıldığını görmüş ve daha sonra buradan Sodam’a gitmiştir. Hz.İbrahim’in torunu İsrafiloğulları’nın atası Yakup Peygamber burada yaşamış ve Urfa’da ölmüştür. Bu nedenle Şanlıurfa inanç turizmi yönünden önem taşımaktadır.

Seleukoslardan sonra Mısırlılar, ardından Aramiler yöreyi ele geçirmiştir. MÖ.132’de burada Abgar, sonra da Osrhoene olarak isimlendirilen bir krallık kurulmuştur. Ermeni Krallığı yönetiminde yağmalanan, bir süre Partların denetiminde kalan Osroene Krallığı MÖ.I.yüzyıl sonlarında Romalılara bağlanmıştır. Romalılar ile Partlar arasında zaman zaman el değiştiren Osroene Krallığı, MS.117’de tamamı ile Roma’nın egemenliğini kabul etmiştir. Aramiler birçok kez Roma’ya karşı ayaklanmışlarsa da bu ayaklanmalar bastırılmıştır. Yöre III.yüzyıl ortalarında Sasanilerin, VII. Yüzyılda Arapların saldırısına uğramış, X.yüzyılda Bizanslılarla Mervaniler arasında el değiştirmiştir.

Şanlıurfa il merkezi yakınındaki Göbekli Tepe'de yapılan arkeolojik kazılarda, ilkel dinlere ait olan ve günümüzden 11.000 yıl öncesine tarihlenen dünyanın en eski tapınakları bulunmuş ve Şanlıurfa'nın inanan insanların dünyadaki en eski merkezi olduğu anlaşılmıştır.

Soğmatar (Yağmurlu Köyü)

Günümüzde Yağmurlu Köyü adı ile anılan Soğmatar, Şanlıurfa‘ya 73 km. uzaklıktadır. M.S. 1. ve II. yüzyılda Süryaniler tarafından iskan edilmiştir.

00005491.png


Soğmatar kelimesi, Arapça yağmur çarşısı anlamındaki " Suk el-Matar " sözcüğ ünden gelmektedir. Tektek Dağları'nın kışın bol yağmur alan bu bölgesinde bulunan çok sayıdaki sarnıç ve kuyuda biriktirilen sular, dağlarda otlatılan koyun ve keçi sürülerinin yaz aylarındaki su ihtiyacını karşılamakta idi. Bu özelliğinden dolayı köy, Yağmurlu adıyla da anılmaktadır.

Kökü Harran Sin kültürüne dayanan Sabiizim ve Baştanrı Marilaha’nın kültür merkezi olduğu bilinen Soğmatar ören yerinin, Baştanrıya ve gezegenlere ibadet edilen ve kurban kesilen açık hava mabedi en önemli kalıntılarından biridir.

Soğmatar, birçok tarih araştırmacısının ilgisini çekmiştir. 1882'de Sachau, yüzyılımızın başında Fransa'nın Bağdat Konsolosu H. Pofnon, burayı ziyaret ederek Süryânice kitabeleri okumuşlardır. 1971 yılında burada incelemelerde bulunan H.J.W. Drijvers ve J.B.Segal, Soğmatar'a giren yolun sağındaki tepede bulunan Arâmice yazıları M.Ö. IV. yüzyıla tarihleyerek o çağda bu tarihi şehrin Edessa (Urfa) ile Harran'a yakın Tektek Dağları arasında önemli bir merkez olduğunu söylemektedir.

sogmatar1.jpg


Soğmatar tarihteki esas ününü; ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı Assur ve Babillilerin politeist inancından gelen Pagan (putperest) dinin ve bu dinin baştanrısı (tanrıların efendisi) “Mar alahe” (Marelahe)nin merkezi olmasından almaktadır. Mare lahe'yi temsil eden açık hava mabedi, Soğmatar'daki kalıntıların odak noktasını teşkil etmektedir. Kalenin güneyindeki “Kutsal Tepe-Merkez Tepe” olarak adlandırılan bu açık hava mabedinde; kaya zeminine oyulmuş Süryânice yazılar ile zirvenin kuzey yamacında, kayalara oyulmuş tanrı rölyefleri günümüze ulaşmıştır. Tepenin batısında dağınık bir biçimde duran mimari parçaların buradaki tapınağa ait olduğu sanılmaktadır.

Tepenin doğusunda yer alan aynı tarihli diğer bir yazıda: “476 yılının Şubatında, bu ay içinde, ben Adona oğlu Maniş ve Ma'na ve Alkur ve Balbana ve kardeşi Alkur. Biz bu kutsal tepe üzerine bu sunağı kurduk ve korunan biri için bir taht diktik. O, vali Tridates'ten sonra vali olacaktır ve o tahtı korunan kişiye verecektir. O'nun mükâfatı Marelahe'dendir. Fakat eğer o, tahtı vermezse ve sütunu tahrip ederse, o tanrı yargılayacaktır” yazılıdır. Yazılarda geçen 476 tarihi Seleukos takvimine göredir ve bu tarih M.S. 164-165'lere tekabül etmektedir.

Kutsal Tepe'nin kuzey yamacının zirveye yakın kısmında, kayaya oyulmuş insan şeklinde iki adet tanrı kabartması bulunmaktadır. Bunlardan sağ tarafta olanı 1.10 m. boyunda bir erkek figürüdür. Dizlerine kadar inen bir elbise giymiş, ayakta durur vaziyetteki bu figürün başının arkasında güneşi sembolize eden istiridye biçiminde bir şekil bulunmaktadır. Bu kabartmanın sağındaki Süryânice kitabede “Tanrı bu heykeli Ma'na için 476 yılının Mart ayının 13'ünde emretti” yazılıdır. Başının arkasındaki güneş şekline dayanarak bu heykelin Güneş Tanrısı Şamaş'ı temsil ettiği tahmin edilmektedir.

Bu kabartmanın sol tarafındaki yuvarlak kemerli kayadan oyma sütunçeli niş içerisinde kabartma bir büst yer almakta, bu büstün sağında bir, solunda ise iki Süryânice kitabe bulunmaktadır. Soldaki kitabede: “Şila oğlu Şila, bu heykeli Adona oğlu Tridates'in hayatı için ve kardeşlerinin hayatı için Tanrı Sin'in şerefine yaptı” yazılıdır. Sağdaki iki kitabeden birinde: “Kuza oğlu Zekkay ve çocukları Tanrının önünde hatırlansın”, yukarıdan aşağıya doğru daha küçük harflerle yazılan diğerinde ise “Ben Tanrı, onu görüyorum. Onu görüyorum ve ona bakıyorum. Ben Tanrı Sin” yazılıdır. Bütün bu yazılardan kabartmanın Ay Tanrısı Sin'i tasvir ettiği anlaşılmaktadır.

Soğmatarlı Paganların Harranlı Paganlar (Harrânîler) gibi İslâmi dönemde, güney Mezopotamya'daki monoteist Sabiilerin dinlerini benimseyip benimsemedikleri bilinmemektedir.

J.B.Segal, Soğmatar'ın odak noktası konumunda olan açık hava mabedi “Kutsal Tepe”nin batısında ve kuzey batısındaki tepelerde yer alan 7 adet yapının Güneş, Ay, Satürn, Jüpiter, Mars, Venüs ve Merkür tanrılarını temsil eden tapınaklar olduğunu söylemektedir. Kutsal Tepe'ye çıkan Soğmatar Sabiileri, bu tapınaklara yönelerek ibadet ederler ve kurban keserlerdi. Harran Sabiileri de Ay Tanrısı Sin mabedindeki ibadetleri sırasında, Baştanrı Marelahe'nin mabedinin bulunduğu Soğmatar'daki Kutsal Tepe'ye yönelirlerdi. H.J.W. Drijvers başta olmak üzere bazı araştırmacılar, kare ya da silindir gövdeli bir plana sahip, bu yapıların altındaki kayaya oyulmuş arkosoliumlu odalara dayanarak bunların “Anıt Mezar” olduğunu ileri sürmektedir.

Şuayb Şehri (Özkent Köyü)

suayb1.jpg


Şanlıurfa’ya 88 km. uzaklıkta ve bugün Özkent Köyü adıyla anılan yerdir. Geniş bir alana yayılan ören yerinin sularla çevrili olduğu ve Roma Devri’nde inşa edildiği anlaşılmaktadır. Halk arasında Şuayb Peygamberin bu kentte yaşadığına inanılır. Şuayb Şehrinde Peygamber makamı olarak ziyaret edilen bir de mağara bulunmaktadır.

00005502.png


Kent merkezinde çok sayıdaki kaya mezarı üzerine kesme taşlardan yapılar inşa edilmiştir. Tamamı yıkılmış olan bu yapıların bazı duvar ve temel kalıntıları günümüze kadar gelebilmiştir.

Halk arasındaki bir inanca göre, Şuayp peygamber bu kentte yaşamıştır ve kent adını bu peygamberden almıştır. Kalıntılar arasındaki bir mağara Şuayp Peygamberin makamı olarak ziyaret edilmektedir.

Kazane (Uğurcuk)

Şanlıurfa merkeze bağlı Kazane (Uğurcuk) yerleşim alanının tarihi M.Ö. 5000-3000’e dayanmaktadır.Burrada ele geçen bulgular Kalkalitik çağa ait olup, bu çağ da 5000-3000 arasındadır. Höyüğün kazısı 1992 yılında müze müdürü Adnan Mısır başkanlığında ABD’den bu konularla ilgili gönüllü derneklerin finansmanıyla Pensilvanya Üniversitesinden Dr. Patrick Wattenmarker’in iştirakiyle başlatılmıştır.

00005599.png


Çalışmalar sırasında mimari buluntular, evler, sokaklar ve bu döneme ait eserler bulunmuş olup, müzede muhafaza edilmektedir. Bu yerleşim alanında höyüğün tepesinde su deposu inşa edildiği görülmektedir. Bunun dışında çiftçilerden birinden satın alınan ve temizlenmek üzere Ankara’da bulunan Sümerce’yi Akatça’ya çeviren bir alfabe mevcuttur.

International Herald Tribune’nin 11 Kasım 1993 tarihinde yayınlanan sayısında Kazane’ye büyük yer vermiştir. John Noble Wilford’un makalesinde "Türkiye’de yeni keşfedilen gömülü kent ve ilginç kil tabletler eski kentsel uygarlığın ve yazının bilinen ufuklarını, Güney Mezopotamya’nın Sümer kent–devletlerinin çok ötesine götürmektedir. Arkeologlar bu keşiflerin son yıllarda Mezopotamya araştırmaları alanındaki en heyecan verici keşifler olduğunu söylemekte ve sitlerde yapılacak yeni kazıların, arkeoloji biliminin en önemli sorunlarından birine cevap olacağı konusunda emin görünmektedirler" diye yazmaktadır.

Kazane, höyük yerleşmesi dışında 3.binin ortalarında gelişen bir aşağı şehir ve şehir dışı yapılarıyla büyük ve sürekli isken gören bir merkez görünümdedir. Höyükteki en eski dönem olan Halaf yerleşmesi çok geniş bir alanı kaplamaktadır. Son Kalkolitik ve İlk Tunç Çağ tabakalarından elde edilen bitkisel kalıntılara göre;söz konusu dönemlerde çevrede kamış,saz ve ot türü bitkiler oldukça çoktur.

1992 yılında P.Wattenmaker yönetiminde yapılan kazılarda, Höyüğün batısındaki özellikle M.Ö.4.bin yerleşmelerinin saptanmasına yönelik basamaklı açma, tepenin doğusunda ”Aşağı Şehir” ve höyüğün güneyinde”Dış Şehir”adıyla anılan açmalar açılmıştır.

Son Neolitik Çağ,Halaf Dönemi, Son Kalkolitik Çağ,İlk Tunç Çağı, Orta Tunç Çağında yerleşime sahne olduğu, gerek kazı gerekse yüzey araştırmaları sonucunda saptanmıştır. İçlerinde en önemli yerleşme İlk Tunç Çağı II ve III.evrelere aittir.

Kazane’nin mimari açıdan en zengin buluntularını İlk Tunç Çağı II ve III.evreleri vermiştir. Bu evrelerde yerleşimin İlk Tunç Çağı I.evreye göre çok büyüdüğü görülmüştür. Aşağı Şehir’de yapılan kazıda dışı taş temelli anıtsal boyutta müdafaa yapısı ile çevrili kerpiç bir yapı ortaya çıkarılmıştır.Yapım tekniğinde, temelin iç ve dışında iri taşların. ortasında ise daha küçük boyutlu taşların kullanıldığı görülmektedir. Taşlar çamur harç ile birleştirilmiştir. Temel 1m. kalınlığında üç sıra halindedir. Temelin üst kısmı, kerpiç tuğlalardan yapılmıştır. Giriş ya da geçit denebilecek ince uzun koridor biçimli mekan 13m.uzunluğundadır.

Bu taş yapının kuzey kısmında yerleşme merkezine doğru olan kısmında iki yapı katı bulunmuştur. Üstteki evre derin sürülen pulluk yüzünden tahrip olmuştur. Alttaki evre daha iyi durumdadır. Her ikisinde de kerpiç duvarlar sıvalıdır. Ortaya çıkarılan mekanların birbirine geçit verdiği izlenmektedir. Dış Şehir’de yüzey bulgularına göre işlik alanları olabilecek yerde taş temelli bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Bu yapının büyük olasılıkla kumaş dokuma yeri olabileceği düşünülmektedir.

Obeid ve Halaf çanak-çömlek parçaları hariç, oda katlarından elde edilen bütün buluntular 3.bin yıla tarihlendirilmiştir. Ele geçen buluntuların büyük bölümü süslenmiştir.Bu buluntular arasında sade çanak-çömlekler, pişirme kapları, saklama kapları yer almaktadır. Ayrıca metalik mal,yalın mal, bezemeli mal şeklinde gruplar da mevcuttur. Yapılan kazılarda Tunç ve bakır alaşımlı iğne, kaide, kemik bız, hayvan figürinleri gibi küçük eserler de bulunmuştur.

Aziz Paulus-Aziz Petrus (Reji) Kilisesi

Şanlıurfa Elli Sekiz Meydanı’nda Nimetullah Camisi’nin yakınında bulunan kilisenin kitabesinden öğrenildiğine göre, Patrik II.Yakup ve Metropolit Aziz Gregorius döneminde, 1861’de Süryaniler tarafından yaptırılmıştır. Kilise, Hz. İsa’nın iki havarisi¬nin anısına inşa edildiğinden onların ismini taşımaktadır. Urfalı Süryanilerin 1924 yılında Halep’e göç edişlerine kadar kilise ve okul olarak kullanılmıştır.

İç mekâna giriş kapısı üzerinde Süryanice yapım kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir:

“Bütün dünya sana tapar, diz çöker ve her dil adına şükreder. Salih kişilerin girdikleri Allah'ın evi olan bu kutsal Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi, Patrik II. Yakub ve Metropolit Mar Gregorius David döneminde, mü'min Süryâni-Yakubi halkının yardımıyla 2112 Yunan ş yılında inşa edildi. Rab, katkısı olan herkesi mükâfatlandırsın.”

Kilise 1924 yılında Tekel İdaresi’ne verilmiş ve burası tütün işleme fabrikası olarak kullanılmıştır. Bundan sonraki yıllarda şaraplık üzüm deposu olmuştur. Fransızcada tekel sözcüğünün karşılığı Regie (Reji) oluşundan ötürü de burası Reji kilisesi olarak anılmıştır.

Kilise 1998 yılında restore edilmiş, bahçesinden ve duvarlarından çıkarılan Süryani dilinde yazılı 7-8 mezar taşı da bugün Şanlıurfa Müzesi’nde sergilenmektedir. Restorasyon sonrasında Halıcılık Kursu Atölyesi olarak kullanılan yapı, Şanlıurfa çevre düzenleme ve restorasyon kapsamında 2002 yılında restore edilmiş ve Gençlik Kültür Merkezi’ne dönüştürülmüştür.

Germuş (Dağeteği) Kilisesi

Germu.jpg


Şanlıurfa il merkezine 10 km. uzaklıktaki Germuş Köyü’ndeki kilisenin yapım tarihi bilinmemektedir. Yapı üslubundan XIX.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

germus1.jpg


Kesme taştan dikdörtgen planlı olarak yapılan kilisenin girişinde yapı boyunca yükselen üç sivri kemerli bir cephe görünümü bulunmaktadır. Üzeri düz toprak dolgu damla örtülüdür. Apsis önünde küçük bir kubbesi bulunmaktadır. İbadet mekânı üç nefli bazilika planındadır. Değişik zamanlarda yapılan onarımlarla kısmen özelliğinden uzaklaşmıştır.

Aziz Yuhannes Kilisesi (Vaftizci Yahya Kilisesi) (Büyük Kilise)

Şanlıurfa’da Vali Fuat Bey Caddesi’nde (Yeniyol) bulunan Selahattin Eyubbi Camisi’nin bulunduğu yerde Piskopos Nona tarafından 457 yılında yaptırılan Aziz Yuhannes (Vaftizci Yahya) Kilisesi bulunuyordu. Bu yapı aynı zamanda Adalet Sarayı olarak da kullanılmıştır. Selahattin Eyyubi döneminde bu kilisenin üzerine 900–1250 yılları arasında Selahattin Eyyubi Camisi yapılmıştır.

AzizYuhannes.jpg


Kilise kesme taştan dikdörtgen planlı ve üç nefli ve bazilika plan düzeninde yapılmıştır. Kilisenin üzeri içten beşik tonoz, dıştan da düz dam ile örtülüdür. Neflerin orta bölümü yan neflerden daha geniş ve daha yüksektir. Girişi batı yönünde olup, burada yedi bölümlü bir narteks bulunmaktadır. Camiye çevrildikten sonra narteks son cemaat yeri olarak kullanılmaktadır. Bu bölüm altı yuvarlak sütuna dayanmaktadır. İbadet mekânı oldukça geniş ölçüde pencerelerle aydınlatılmıştır. Bu pencerelerin kenarlarında yarım sütunlar ve birbirlerine dolanmış ejder kabartmaları bulunmaktadır. Ayrıca yarım sütunların başlıkları üzerindeki haç taşıyan azizler ve kuş figürleri de yapının camiye çevrilmesinden sonra sıva ile kapatılmıştır. Bunun dışında yapı içerisinde herhangi bir bezemeye rastlanmamaktadır.

Kilisenin apsisi yarım kubbelidir. Bunlardan orta apsis yan apsislere beşik tonozlu koridorlarla bağlanmıştır. Apsisler Suriye bazilikalarında görüldüğü gibi dışarıya çıkıntılı olmayıp, düz bir duvar şeklindedir. Yan apsislere bitişik olarak beşik tonozlu pastoforium (papaz hücreleri) eklenmiştir.

Bu kilise ile ilgili eski fotoğraflarda yanında mezarlık bulunduğu ve kilisenin de düz bir çatı ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır. Yapı uzun yıllar harap durumda kalmış, bir ara elektrik santrali olarak kullanılmış ve 28 Mayıs 1993’te onarılarak Selahattin Eyyubi Camisi olarak ibadete açılmıştır.

St. Thomas Kilisesi

Şanlıurfa Halil’ür Rahman Gölü’nün kuzey kenarında bulunan Rıdvaniye (Rızvaniye) Cami ve Medresesi’nin bulunduğu yerde Bizans dönemine tarihlenen St. Thomas Kilisesi bulunuyordu.

J.B.Segal’in belirttiği gibi bu kilise kesme taştan yapılmıştır. Ancak bun un üzerine Rıdvaniye (Rızvaniye) Camisi ve Medresesi yapılmış, bu kilise ile ilgili hiçbir kalıntı günümüze gelememiştir.

Meryem Ana Kilisesi

Şanlıurfa Halil’ür Rahman Gölü’nün güneybatı köşesinde bulunan Halil’ür Rahman Cami ve Külliyesi’nin bulunduğu yerde Meryem Ana Kilisesi bulunuyordu. Bu kilise Urbisyus’un maddi katkıları ile Monofistler tarafından 504 yılında yapılmıştır. Bu kilisenin üzerine XIII. Yüzyılda Halil’ür Rahman Camisi yapılmış, kilise ile ilgili hiçbir kalıntı günümüze gelememiştir.

Hıristiyanlar Kilisesi

Şanlıurfa’da Hz.İbrahim’in doğduğu iddia edilen mağara ve yanındaki Mevlid-i Halil Camisi’nin yerinde Seleukoslar döneminde bir mabet bulunuyordu. MS.150 yıllarında bu mabedin üzerine Erken Hıristiyan dönemi kiliselerinden olan Hıristiyanlar Kilisesi yapılmıştır.

Bu kilisenin mimari yapısı ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır. Kaynaklardan öğrenildiğine göre 201-203 yıllarında bu kilise sel baskını nedeni ile harap olmuştur. Piskopos Qona 313 yılında bu kilisenin üzerine katedral inşasının yapımına başlamıştır. Ondan sonra Piskoposluk görevini üstlenen Sa’ad tarafından katedralin yapımı tamamlanmıştır. Piskopos Aitallaha 327-328 yıllarında katedralin doğu tarafına yeni ekler yaptırmış ve kiliseyi genişletmiştir. Piskopos Hiba’nın yerine geçici olarak gelen Piskopos Nona Qona 448’de katedrale bir de şapel eklemiştir. Bizans döneminde ise Melkit piskoposu Amazonius imparatorun isteği ile bu katedralin üzerine Ayasofya Kilisesini yaptırmıştır.

Yörenin İslâm egemenliği altına girmesinden sonra bu yapılar ortadan kalkmış ve yerine Mevlid-i Halil Camisi ve türbesi yapılmıştır.

Aziz Stephan Kilisesi

Şanlıurfa Yıldız Meydanı’nda bulunan Aziz Stephan Kilisesi’nin yapıldığı tarih kesinlik kazanamamıştır. MS.435-436 yıllarında ölen Piskopos Rabula bu kiliseyi eski bir sinagogdan dönüştürmüştür. Kilisensin kırmızı renkteki mermer sütunlarından ötürü de Kızıl Kilise olarak isimlendirilmiştir.

Zengiler döneminde 1170-1175 yıllarında kilisenin olduğu yere bugünkü Ulu Cami yapılmıştır. Kiliseden arta kalan Çan Kulesi caminin minaresi ve Saat Kulesi olarak değerlendirilmiştir.

Fırfırlı Kilise (12 Havari Kilisesi)

Şanlıurfa Ali Fuat Bey Caddesi’nde (Yeniyol) bulunan Oniki Havari Kilisesi’nin yapım tarihi bilinmemektedir. Bunu belirten kitabesi ve herhangi bir belgeye rastlanmamıştır. Kilise mihrap üzerindeki bir kitabeden anlaşıldığına göre 1956 yılında camiye çevrilmiştir. Kilisenin taş bezemelerinden ötürü de halk arasında Fırfırlı Cami olarak anılmıştır.

frfrlkilise.jpg


Kilise kesme taştan, üç nefli bazilika plan düzeninde yapılmıştır. Yapının batı cephesi ile köşe kulelerinde son derece güzel bir taş işçiliği görülmektedir. Naosun orta nefi kubbe ile yan nefler de dörder çapraz tonozla örtülmüştür. Bunlardan orta nef daha geniş olup, üzerini örten kubbenin yüksek kasnağı üzerindeki 24 pencere içerisini aydınlatmaktadır. Yapının kubbe ve tonozlarında bazalt taşı, mukarnas başlıklı sütun ve kemerlerinde de kesme taş kullanılmıştır. Kilisenin dikkati çeken yönlerinden birisi de yarım sütunlar ile dış cephelerdeki taş duvarda bulunan bezemelerdir.

Kilise camiye çevrilmeden önce bir süre cezaevi olarak kullanılmıştır.

Rahibeler Kilisesi

Şanlıurfa Elli Sekiz Meydanı, Şeyh Saffet Tekkesi’nin doğusundaki çıkmaz sokak içerisinde bulunan bu kilise 1883 yılında yöreye gelen gezici misyoner rahibeler için yaptırılmıştır. Kilise aynı zamanda da ikametgâh olarak kullanılmıştır.

Kesme taştan yapılan kilisenin üzeri kırma çatı ile örtülüdür. Urfa evlerine yapı olarak benzerlik göstermektedir.

Ulu Cami (Kızıl Kilise)

Şanlıurfa il merkezi, Yıldız Meydanı’nda Cami-i Kebir Mahallesi’nde bulunan Ulu Cami’nin bulunduğu yerde MS.V.yüzyılın başlarında Aziz Stefanos anısına yapılmış bir kilise bulunuyordu. Bu kilisenin kırmızı renkteki mermer sütunlarından ötürü de kaynaklarda ismi Kızıl Kilise (Dermesik) olarak geçmiştir. Bu kiliseye ait duvar kalıntıları, sütun ve sütun başlıkları, caminin avlu giriş kapısı günümüze gelebilmiştir. Ayrıca caminin minaresi olarak kullanılan çan kulesi de kiliseye aittir.

UluCami-3.jpg


Ulu Cami’nin bu kilisenin olduğu yere ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Camideki kitabeler ise daha sonraki dönemlere ait onarım kitabeleri olup, yapımı ile ilgili bir bilgi vermemektedir. Bazı kaynaklar Ulu Cami’nin 1145’te yapıldığını ileri sürmüşlerse de bu da bilimsel olarak kanıtlanamamıştır. Yalnızca caminin doğu duvarına bitişik olan Eyyubi dönemine ait medresenin cami avlusuna bakan kapısı üzerindeki kitabede; Selahattin Eyyubi’nin medreseyi 1191’de yaptırdığı yazılıdır. Buna dayanılarak caminin medreseden önceki bir tarihte yaptırılmış olabileceği düşünülürse, caminin Zengiler döneminde XII.yüzyılın ortalarına tarihlendirilmesi mümkündür.

00009253.jpg


Ulu Cami Şanlıurfa’nın en eski camilerinden biridir. Mimarı bilinmemektedir. Ulu Cami bir avlu ortasında olup, bu avluya batı, doğu ve kuzeyindeki kapılardan girilmektedir. Avlu içerisinde Haçlı savaşları sırasında ölenlerin mezarları ile Mevlâna Halidoğlu’nun türbesi bulunmaktadır.

Cami kesme taştan dikdörtgen planlıdır. Son cemaat yeri on dört sivri kemerle avluya açılmaktadır. Avludan camiye giriş kapısı siyah ve beyaz taşların alternatifli olarak dizilmesi ile meydana gelmiş sivri kemerlidir. Yapının özgün bölümü olan bu kapının iki yanındaki sütunçeler girişe zengin bir görünüm kazandırmıştır. İbadet mekânı mihrap duvarına paralel, üç sıra çapraz tonozlu üç sahınlıdır. Erken Ulu Cami tiplerinin tipik bir örneğidir. Orta eksenden yana doğru kaymış olan mihrap önü sivri kemerlerin taşıdığı tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Bunun dışında kalan bölümler on bir sütun sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmış ve üzeri de düz bir dam ile örtülmüştür. Bu sütunların meydana getirdiği üç sahın birbirine eşit değildir. Her sahının üzeri de ayrı ayrı çapraz tonozlarla örtülmüştür. İç içe sivri kemerli yuvarlak niş biçimindeki mihrap özgündür. Bununla beraber yanındaki minber ve girişin üstündeki müezzin mahfili orijinal olmayıp, daha sonraki dönemlerde yapılmıştır.

Kilisenin çan kulesi olan minare kesme taştan sekizgen kaideli ve sekizgen gövdelidir. Gövde üç silme ile bölünmüştür. Bunlardan üçüncü bölümde kemerli dikey pencereler bulunmaktadır. Sonraki dönemlerde burası saat kulesine dönüştürülmüştür.

Mevlid-i Halil Camisi

Şanlıurfa’da İbrahim Peygamber’in doğduğuna inanılan mağara yakınında bulunan bu caminin olduğu yerde Seleukoslar dönemine ait bir mabet olduğu kaynaklardan öğrenilmektedir. MS.150 yıllarında bu tapınağın üzerine bir kilise yapılmış, daha sonra 201-203 yıllarında sel nedeniyle harap olan kilisenin olduğu yere 313 yılında Piskopos Qona tarafından yeni bir katedralin yapımına başlanmıştır. Bu katedral Şanlıurfa’nın İslam egemenliğine geçmesinden sonra harap olmuş ve buraya cami yapılmıştır.

Mevlid-iHalil.jpg


Hz.İbrahim’in doğduğu kabul edilen mağaranın giriş kapısı üzerinde 1808 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Aslında onarım kitabesi olup, Seyyid Muhammed El Mesud tarafından onarıldığı yazılıdır. Caminin kapısı üzerindeki bir başka onarım kitabesinde de 1852 yılında Mahmut oğlu Mahmut Ağa tarafından onarıldığı yazılıdır. Bu kitabelerin yanı sıra avlunun güneydoğusundaki odalardan birinde 1855 tarihinde Ahmet Bican Paşa tarafından ve Derviş Musa isimli bir kişi tarafından onarıldığını belirten yazılar bulunmaktadır.

Caminin avlusu ve avlu kapısı Hacı Müslim Hafız tarafından 1947 yılında halkın yardımı ile yaptırılmıştır.

Caminin çeşitli yerlerinde bulunan bu kitabelerden anlaşıldığına göre Hz. İbrahim’in doğduğu sanılan mağara çevresindeki yapılanma XVIII.yüzyılda başlamıştır. Cami bu mağaranın batısına yapılmıştır. Kesme taştan dikdörtgen planlı olan caminin üzeri tonoz örtülüdür. Mağara ile cami arasındaki duvar üzerine de küçük bir minare yerleştirilmiştir. Ayrıca caminin güneydoğusuna ve kuzeybatı köşesine de iki minare daha eklenmiştir. Bu minarelerden birisi Hacı Ayşe Hanım tarafından 1930 yılında yaptırılmıştır. Bu minareler kesme taştan tek şerefeli ve yuvarlak gövdelidir.

Halil'ür Rahman Camisi

Şanlıurfa il merkezi Gölbaşı Mahallesi’nde bulunan Halil’ür Rahman Camisi minaresinin batı ve kuzey yönündeki kitabelerden öğrenildiğine göre; Selahattin Eyyubi’nin yeğeni El Melik’ül Eşref Muzafferüddin Musa tarafından h.608 (1211-1212) yılında yaptırılmıştır. Bazı kaynaklarda da bu caminin Abbasi halifelerinden Me’mun tarafından yaptırıldığı ileri sürülmüş ancak, bunu belirten bir belgeye rastlanmamıştır. Bazı iddialara göre de bu caminin bulunduğu yerde eski bir kilise vardı. Bu kilise, 504 yılında Urbisyus’un maddi yardımları ile Monofistler asına Meryem Ana Kilisesi olarak yapılmıştır.

00009254.jpg


Balıklı gölün kuzey kıyısındaki Halil’ür Rahman Camisi’dir. Halk arasında bu camiye Döşeme Camisi veya Hz.İbrahim’in makamından ötürü Makam Camisi ismi de verilmiştir. Şanlıurfa’daki en erken tarihli cami olarak nitelenen bu cami, yapıldığı dönemden sonra Eyyubi mimarisini yansıtan özelliklerini büyük ölçüde yitirmiş ve son olarak 1810 yılında yapılan büyük bir onarım sonucunda da bugünkü durumunu almıştır. Caminin doğu cephesindeki kitabede; “Peygamberlerin atası Halil’ür Rahman’ın makamı olan bu cami 1225 (1810) tarihinde yaptırılmıştır” yazılıdır. Caminin batı kısmına bitişik Makam bölümünün batı kapısı üzerindeki ayet yazılı kitabede de h. 1228 (1871) tarihi bulunmaktadır. Bu da caminin iki ayrı dönemde onarıldığını göstermektedir.

Cami kesme taştan, dıştan kareye yakın dikdörtgen planlı, ibadet mekânının ortasındaki dört payenin taşıdığı pandantifli bir kubbe ile üzeri örtülüdür. Bunun etrafında sekiz çapraz tonozlu, mihrap duvarına paralel üç sahınlı bir plan ile karşılaşılmaktadır. Caminin kuzey duvarının yanında Halil’ür Rahman Gölü’nün oluşundan ötürü son cemaat yeri yapılmamıştır. İçerisi tonoz kemerlerin altındaki üçerli pencere grupları ile aydınlatılmıştır. Mihrap yarım daire şeklinde olup, sütunçelere dayanan kademeli ve üst üste iki sivri kemerlidir. Buradaki kesme taştan minber ise oldukça sade bir görünümdedir. Üzeri basit ve piramidal bir külah ile örtülmüştür. Caminin içerisi kireç ile sıvanmış olduğundan herhangi bir bezeme ile karşılaşılmamaktadır.

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1991 yılında yaptığı onarımda, caminin ana duvarları üzerine korkuluk şebekeleri eklenmiş ve burası kubbelerle çevrili bir teras konumunda getirilmiştir.

Caminin güneydoğu köşesinde bulunan ve içerisine ibadet mekânından girilen kare planlı minarenin Bizans dönemindeki kilisenin çan kulesi olduğu da iddia edilmiştir. Ancak, bugünkü konumu ile bunu kanıtlamak çok zordur. Minarenin gövdesi yatay silmelerle, akantus yaprakları ile bezenmiştir. Batı cephesine de nesih yazılı altı satırlık bir kitabe yerleştirilmiştir.

Rıdvaniye (Rızvaniye) Camisi

Şanlıurfa il merkezi Gölbaşı Mahallesi’ndeki Halil’ür Rahman Külliyesi’nin bölümlerinden biri olan Rıdvaniye Camisi Rakka Valisi Rıdvan Ahmet Paşa tarafından h.1129 (1717) yılında yaptırılmıştır.

00009255.jpg


Rıdvaniye Camisi halk arasında Zulmiye ismiyle tanınmıştır. Bu cami kesme taştan, dikdörtgen planlı bir plan düzeninde olup, ortadaki daha büyük olmak üzere üç kubbe ile üzeri örtülmüştür. Caminin girişinde üç bölümlü, üç kubbeli bir son cemaat yeri, doğusunda da tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Son cemaat yerinin üç kubbesinden ortadaki daha büyük olup, yanlardaki kubbeler yarım tonozlarla genişletilmiştir.

İki renkli taşların alternatifli dizilmesi ile hareketlendirilen basık kemerli bir kapı ile ibadet mekânına girilmektedir. İbadet mekânı yarım payelerle üç sahna ayrılmıştır ve bunlardan orta bölüm kare, yan bölümler ise dikdörtgen planlıdır. Bu bölümlerin üzeri kubbelerle örtülmüştür.

Ahşap kanatlı giriş kapısı çağının en güzel geçme ve kakma tekniğinde yapılmıştır. Üzeri bitki motifleri ile bezenmiştir. Ayrıca kartuşlar içerisinde on beş beyitlik tarih manzumesini Urfalı Şair Nabi yazmıştır. Köşeli bir niş şeklinde, yarım kubbeli mihrap, siyah beyaz iki renkli taştan yapılmıştır. Minber balkon şeklinde olup, duvar içerisindeki taş bir merdivenle çıkılmaktadır. İbadet mekânı her cephede açılmış pencerelerle oldukça aydınlıktır.

Taş kaide üzerine sekizgen gövdeli minaresi mukarnaslı şerefesi ile dikkati çekmektedir.

Selahaddin Eyyûbi Camisi

Şanlıurfa’da Vali Fuat Bey Caddesi’nde (Yeniyol) bulunan bu caminin bulunduğu yerde Piskopos Nona tarafından 457 yılında yaptırılan Aziz Youhanna (Vaftizci Yahya) Kilisesi bulunuyordu. Bu yapı aynı zamanda Adalet Sarayı olarak da kullanılmıştır. Selahattin Eyyubi döneminde bu kilisenin üzerine 900–1250 yılları arasında cami yapılmıştır. Cami XVIII. yüzyıl ve XIX. yüzyıllarda restore edilmiş, orijinalliğinden kısmen uzaklaşarak Gotik mimariye yakın bir şekil göstermektedir.

Cami kesme taştan dikdörtgen planlı ve üç sahınlıdır. Caminin yapımında bazilika plan üslubu açıkça görülmektedir. Üzeri içten beşik tonoz, dıştan da düz dam ile örtülüdür. Sahınların orta bölümü yan sahınlardan daha geniş ve daha yüksektir. Caminin girişi batı yönünde olup, burada yedi bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yeri de daha önceki kilisenin narteksinden yararlanılarak yapılmıştır. Bu bölüm altı yuvarlak sütuna dayanmaktadır. İbadet mekânı oldukça geniş ölçüde pencerelerle aydınlatılmıştır. Bu pencerelerin kenarlarında kiliseden kalan yarım sütunlar ve birbirlerine dolanmış ejder kabartmaları bulunmaktadır. Ayrıca yarım sütunların başlıkları üzerindeki haç taşıyan azizler ve kuş figürleri de yapının camiye çevrilmesinden sonra sıva ile kapatılmıştır. Bunun dışında yapı içerisinde herhangi bir bezemeye rastlanmamaktadır.

Yapı uzun yıllar harap durumda kalmış, bir ara elektrik santrali olarak kullanılmış ve 28 Mayıs 1993’te onarılarak Selahattin Eyyubi Camisi olarak ibadete açılmıştır.

Nimetullah Camisi (Ak Cami)

Şanlıurfa Nimetullah Mahallesi’nde bulunan bu caminin yapım kitabesi günümüze gelememiştir. Bu bakımdan yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber bazı kaynaklara dayanılarak Urfa Sancak Beylerinden Nimetullah Bey tarafından 1500 yıllarında yaptırıldığı sanılmaktadır. Cami Nimetullah Bey’in soyundan Nimetullah bin Asker tarafından 1722 yılında onarılmıştır.

Cami geniş bir avlu içerisinde olup, bu avluya batı ve güney yönündeki kapılardan girilmektedir. Avlunun çevresinde medrese odaları ile kuzeyinde Nimetullah Bey (1521) ile Ali Bey İbn-i Lütfi Bey’in (1594) türbesi bulunmaktadır.

Caminin önünde birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlı altı sütunun taşıdığı beş bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Bunun ortadaki bölümü kubbeli, yanlardaki bölümleri de çapraz tonozludur. Giriş kapısı beş dilimli kemerlidir. Anıtsal bir görünümü vardır. Girişin her iki yanında küçük mihraplar ve pencereler sıralanmıştır.

Plan düzeni Edirne Üç Şerefeli Cami’nin planına benzemektedir. Kesme taştan altıgen dayanaklı plan şemasına göre yapılmıştır. İbadet mekânını örten kubbe kuzey ve güney yönünde duvarlara, doğu ve batıda da birer payeye oturmaktadır. Kubbe yanlara doğru ikişer küçük kubbe ile genişletilmiştir. Giriş kapısının ekseninde bulunan mihrap iç içe geçmiş sekizgen geometrik kompozisyonlardan meydana gelmiştir. Üzeri mukarnaslı olarak sonuçlanan mihrabın çevresinde yine mukarnaslı bir friz dolaşmaktadır. Bu mihrabın bir benzeri Şanlıurfa’daki Yusuf Paşa ve Hizanoğlu camilerinde de görülmektedir.

Caminin kuzeybatı köşesindeki minaresi kesme taş kaideli, silindirik gövdeli ve tek şerefelidir. Urfa minareleri arasında en yüksek bir örnek olan bu minarenin gövdesi biri burma, diğeri de yatay olmak üzere frizlerle üç bölüme ayrılmıştır.

Yusuf Paşa Camisi

Şanlıurfa Yusuf Paşa Mahallesi’nde bulunan bu cami, Urfa Mutasarrıfı Arapkirli Yusuf Paşa tarafından yanındaki hamam ile birlikte 1703 tarihinde yaptırmıştır.

Cami kesme taştan dikdörtgen planlı olup, ibadet mekânı kıbleye paralel iki paye ile üç sahna ayrılmıştır. Bu bölümlerin üzeri her sırada üçer tane olmak üzere altı kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbeler ortadaki iki payeye, yanlarda da duvarlara dayalı yuvarlak kemerler üzerine oturtulmuştur. Caminin önündeki son cemaat yeri üç bölümlü olup, üzeri üç kubbe ile örtülüdür.

Mihrap mukarnaslı olup, her iki yanında birer sütunçe bulunmaktadır. Geometrik bezemeli olan mihrapta sekizgenler boş yer kalmamacasına bütün yüzeyi kaplamıştır. Yanındaki taş minber oyma geometrik motiflerle bezeli olup, kapısının üzerinde rumi kompozisyonlar görülmektedir.

Son cemaat yerinin doğusunda taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli tek şerefeli minaresi bulunmaktadır.

Circis Peygamber (Peygamberler) Camisi

Şanlıurfa Yeni Hal yakınındaki bu caminin bulunduğu yerde V.yüzyılda Piskopos Hiba tarafından yaptırılmış Aziz Sergius Kilisesi bulunuyordu. Şanlıurfa şehir surlarının dışında bulunan bu kilise VIII.yüzyılda Abbasilerin ve XII.yüzyılda da Selçukluların şehri kuşatması sırasında zarar görmüştür. Bunu izleyen yıllarda kilise yıkılmış ve yerine bugün cami olarak kullanılan Şehit Aziz Circis Kilisesi yapılmıştır. Kilisenin Süryanice kitabesi bugün Şanlıurfa Müzesi’ndedir. Bunun dışında yapıda bir Arapça kitabe bulunmaktadır.

Bu kitabede;

“Bu kilise, zamanın sultanlarının genç sultanı, İslâm dininin yardımcısı, Sultan ve Hakan Abdülmecid Han'ın iradesiyle (Allah onun mülkünü sürekli etsin); himmet sahibi Müşir-i Ekrem Salih Vechi Paşa zamanında (Allah onun dostluğunu devam ettirsin) ve Kaymakam daire¬sinin vekili Bahri Paşa'nın kaymakamlığı zama¬nında (Allah onun ikbalini arttırsın) ve Çerkez Hüseyin Ağa'nın memuriyetiyle (Allah onun kad¬rini arttırsın) 1260 yılı Recep ayında (Temmuz 1844) tamamlanmıştır” yazılıdır.

Bu kitabeden de anlaşılacağı üzere, kilise Çarhoğlu Muhammed tarafından 1965 yılında camiye çevrilmiştir. Camiye çevrilirken de kilisenin plan düzeni korunmuş, yalnızca kuzey cephesine üç bölümlü bir son cemaat yeri ile minare eklenmiştir. Yapı kesme taştan üç nefli bazilika planında, dikey dikdörtgen plandadır. İbadet mekânı sekizgen şekilde üçer paye ile üç sahna ayrılmıştır. Bunların üzeri çapraz tonozlarla örtülüdür. Ayrıca kilisenin batısında bulunan üçer çapraz tonozlu iç ve dış narteks de korunmuştur.

Narıncı Camisi

Şanlıurfa Narıncı Mahallesi, Akarbaşı Mevkii’ndeki bu caminin kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber, Divan Efendisi Abdurrahman Efendi İbn-i Süleyman Efendi’nin 1714 tarihli vakfiyesi ile El Hac Ali İbn-i Mehmet’in 1718 tarihli vakfiyelerinde bu caminin ismi geçmektedir. Bu durumda caminin XVIII.yüzyılda var olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca caminin kuzey cephesindeki Şair Sakıp tarafından yazılmış bir kitabede Müşir Hafız Muhammet Paşa tarafından h.1255 (1839) yılında onarıldığı yazılıdır.

Cami kemse taştan, dikdörtgen planlıdır. Son cemaat yeri sonraki yıllarda ibadet mekânına katılmıştır. İbadet mekânındaki taş mihrap bezemesizdir. Cami içerisinde de herhangi bir bezemeye rastlanmamaktadır. Taş kaideli, yuvarlak gövdeli minaresi ile avlu kapıları yakın tarihlerde yenilenmiştir.

Toktemur Mescidi

Şanlıurfa il merkezi, Gölbaşı Mahallesi ile Aharbaşı Çarşısı yakınında bulunan bu mescidin kitabesi bulunmadığından yapım tarihi bilinmemektedir.

Kareye yakın dikdörtgen planlı olan mescit, kesme taştan yapılmıştır. İbadet mekânının üzeri kubbe ile örtülüdür. Şanlıurfa Valiliği çevre düzenleme ve restorasyon çalışmaları sırasında 1990–1995 yıllarında onarılmıştır.

Kadıoğlu Camisi

Şanlıurfa il merkezi, Kadıoğlu Mahallesi, Su Meydanı Mevkii’nde bulunan bu cami, Urfa’nın eski şehir kapılarından Samsat Kapısı yakındadır. Vakfiyesinden öğrenildiğine göre; Kadızâde Hüseyin Paşa tarafından 1694 yılında yaptırılmıştır.

Osmanlı cami plan tipleri arasında, sekiz payeli camiler grubundan olan Kadıoğlu Camisi kesme taştan yapılmıştır. Bu plan şekli Diyarbakır’da XV.yüzyılda yapılmış olan Şeyh Sefa Camisi ile benzerlik göstermektedir. İbadet mekânı payelerin yardımı ile dikdörtgen planlı olup, üç sahna ayrılmıştır. Bunlardan orta bölümün üzeri dört payenin taşıdığı merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Bunun dışında kalan bölümler çapraz tonozludur. Tonozların yardımı ile de ana mekân yanlara doğru genişletilmiştir. Caminin önünde beş bölümlü, üzeri çapraz tonozlu bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Mihrap ve minberi özelliğini yitirmiştir.

Caminin en dikkat çeken tarafı giriş portali üzerindeki minaresidir. Bu minare Urfa Kaymakamı Bahri Paşa tarafından 1844 yılında yaptırılmıştır. Yuvarlak gövdeli ve tek şerefeli minarenin altının boş oluşundan ötürü de halk arasında Dipsiz Minare ismi ile anılmıştır. Caminin avlusunda da 1725 tarihli Emencekzâde Çeşmesi vardır.

Hasan Padişah Camisi

Şanlıurfa il merkezi, Gölbaşı Mahallesi ile Aharbaşı Çarşısı yakınında bulunan bu cami iki değişik zamanda yapılmıştır. Önündeki tek kubbeli bölüm Tokdemir isimli bir Türk beyi tarafından, ana yapı ise Uzun Hasan olarak tanınan Şeyh Yakup tarafından 1499 yılında yaptırılmıştır. Caminin son cemaat yerindeki mihrabiye üzerinde Yavuz Sultan Selim döneminde, 1496 tarihinde Şeyh Abdülkadir oğlu Hacı Yakup’un yaptırdığı yazılıdır. Ancak bu kitabenin bir onarım kitabesi olduğu sanılmaktadır. 1926 tarihli Urfa Salnamesi’nde ise caminin Akkoyunlu sultanı Uzun Hasan tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Evliya Çelebi de bu yapıdan Sultan hasan Camisi olarak söz etmiştir.

00009256.jpg


Şanlıurfa yöresine 1404-1514 yıllarında Akkoyunluların egemen olduğu düşünülecek olunursa caminin de bu dönemde yapıldığı sanılmaktadır. Son cemaat yerindeki 1796 tarihli kitabede Hacı Musa, 1874 tarihinde de Küpelizâde Hacı Ömer tarafından onarıldığı yazılıdır.

Cami kesme taştan yapılmış olup, geniş bir avlunun ortasındadır. İbadet mekânı dikdörtgen planlıdır ve mihrap duvarına paralel sütunlarla üç sahna ayrılmıştır. Son cemaat yerinden yuvarlak kemerli bir kapı ile ibadet mekânına girilmektedir. Son cemaat yeri dokuz payeli, sekiz bölüm halinde çapraz tonozludur. Son cemaat yerinin doğusundaki göz Tokdemir Mescidi önüne rastlamaktadır. İbadet mekânının ortasındaki ikişer ayak duvarlarla ve birbirleri ile kemerlerle bağlanmış, üzerine de üç büyük kubbe oturtulmuştur. Bu kubbeler sekizgen kasnaklıdır. Mihrap beş dilimlidir. Mukarnaslı olan bu mihrabın iki yanında köşeli sütunçelere yer verilmiştir. Mihrap üzerinde 1968 tarihinde onarıldığını gösteren bir kitabe bulunmaktadır. Minber koyu sarı ve pembe renkli taşlardan yapılmıştır. İki kanatlı ahşap kapısı bitkisel bezemelerle süslenmiş olmasına rağmen son yıllarda yağlı boya ile boyanmış ve orijinalliğini kaybetmiştir.

Caminin kuzeydoğusundaki minare kesme taştan, kare kaide üzerine sekizgen gövdelidir. Urfalı Şair Fehmi’nin yazmış olduğu buradaki 1859 tarihli kitabesinden Halil Bey tarafından onarıldığı öğrenilmektedir. Caminin avlusundaki medrese yol genişletilmesi sırasında yıkılmıştır.

Eski Ömeriye Camisi

Şanlıurfa Kazancı pazarı Mevkii’nde bulunan bu caminin yapım kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Cami üzerindeki kitabeler onarım kitabeleridir. Son cemaat yerinin doğu duvarında h.701 (1301) tarihli onarım kitabesine dayanılarak caminin XII.yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır.

Şanlıurfa’nın en eski camilerinden biri olan bu cami dikdörtgen planlı ve kesme taştan yapılmıştır. İbadet mekânının üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Bunun dışında kalan alanlar çapraz tonozludur. Kubbe ve tonozlar duvarlarda ve köşelerdeki yarım sütunlar üzerine oturtulmuştur. Mihrap niş şeklindedir. Minber taştan olup, Şanlıurfa’da sık rastlanılan balkon şeklindeki minberlerin bir örneğidir. Bu minber duvarlardaki yarım sütunlar üzerine oturtulmuştur.

Fırfırlı Cami

Şanlıurfa Ali Fuat Bey Caddesi’nde (Yeniyol) bulunan bu cami Oniki Havari Kilisesi’nden camiye çevrilmiştir. Kilisenin yapım tarihi bilinmemektedir. Bunu belirten bir kitabe ve belgeye rastlanmamıştır.

firfirli1.jpg


Yapı üç nefli bazilika plan düzenindedir. Kesme taştan olan yapının batı cephesinde ve köşe kulelerinde son derece güzel bir taş işçiliği dikkati çekmektedir. Orta nef tromplu bir kubbe ile yan nefler de dörder çapraz tonozla örtülmüştür. Orta nef diğerlerinden daha geniş olup, yüksek kasnağı üzerinde yirmi dört pencere bulunmaktadır. Yapımında kubbe ve tonozlarda bazalt taşı, mukarnas başlıklı sütunlar ve kemerler kesme taşlar kullanılmıştır. Yarım sütunlar ve dış cephelerde taş bezemeler görülmektedir.

Kilisenin apsis bölümündeki pencerelerden biri camiye çevrildiği sırada, mihrap haline getirilmiştir. Mihrap üzerindeki kitabede kilisenin 1956 yılında camiye çevrildiği yazılıdır. Camiye dönüştürüldükten sonra güney duvarının ortasındaki yarım sütunun önüne taş bir minber yerleştirilmiştir. Apsisin iki yanındaki papaz hücreleri (pastaforion) dışarıya çıkıntılıdır. Giriş kapısının üzerinde üç cepheli ve üç pencereli bir balkon bulunmaktadır. Şanlıurfa’daki diğer kiliselerde görülen nartekse burada yer verilmemiştir.

Kilise camiye çevrilmeden önce bir süre cezaevi olarak kullanılmıştır.

Deyr Yakub (Yakub Manastırı)

Şanlıurfa il merkezinde bulunan Eyyup Peygamber makamının 4 km. batısındaki yüksek bir dağın tepesinde bulunan bu manastır MÖ. I.yüzyılda Edessa Kralı Abgar Manu’nun oğlu Aryu’nun ailesi için yaptırdığı mezarlar arasındadır. Halk arasında burası Nemrud’un Tahtı veya Cin Değirmeni olarak isimlendirilmiştir.

DeyrYakub.jpg


Bazı kaynaklarda manastır olarak geçen, doğu-batı yönünde dikdörtgen planlı iki katlı bir yapıdır. Bu yapının zemin katında üç katlı anıt mezarlar bulunmaktadır. Edessa krallarının gömülü olduğu sanılan zemin katındaki mezar odası büyük ölçüde blok taşlardan yapılmıştır. Girişin sol tarafındaki duvara da bir kuş figürü işlenmiştir. Bu figür ruhun bir kuş gibi uçup gitmesini sembolize etmektedir. İslâm dönemine ait birçok mezarda da bu figüre rastlanmaktadır.

Büyük yapının zemin katında üç mezar odası bulunmaktadır. Bunlar Manu’nun oğlu Şaredu’nun karısı Ameşşemeş’in mezarı ile bağlantılıdır. Büyük yapının kuzeyindeki dikdörtgen planlı üç katlı anıt mezarın doğu cephesindeki Grekçe ve Süryanice yazılı kitabede; “Ma‘nu oğlu Şaredu'nun karısı Ameşşemeş” yazılıdır.

Bu hanedanın MÖ.I.yüzyılda yaşadığı bilindiğine göre, mezarların da Hıristiyanlık dönemi öncesine ait oldukları anlaşılmaktadır. Bu mabet Suruçlu Aziz Yakup (451-521) zamanında manastır olarak kullanılmış ve bu yüzden de Deyr Yakup (Yakup Manastırı) olarak tanınmıştır. Halk arasında, Yakup Peygamber’in burada kaldığına inanıldığından ötürü de bu isimle anılmıştır.

Çardak Manastırı

Şanlıurfa il merkezinde Dery Yakub Manastırı yakınında, dağlar üzerinde bulunan bu manastır ile ilgili kalıntılara rastlanmıştır. Manastırın V.yüzyılda inzivaya çekilen keşikler için yapıldığı sanılmaktadır. Günümüze gelebilen kalıntılarından planını çıkarmak mümkün olamamıştır. Bununla beraber çevresinde çok sayıda sarnıç ve kaya mezarı bulunmaktadır.

Eski (Samsat Köprüsü) Köprü

Şanlıurfa, eski şehrin bulunduğu yerden geçen Karakoyunlu Deresi üzerindeki Eski Köprü’nün kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber yapı üslubundan XV.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Urfa Salnamesinde (1926) bu köprünün ismi Eski Köprü olarak geçmektedir. Bazı iddialara göre de VI.yüzyılın ilk yarısında Bizanslılar tarafından yapılmıştır. Sonraki dönemlerde de yenilenmiştir.

Şanlıurfa’daki tarihi kışlanın güneyinde bulunan köprü 24.50 m. uzunluğunda, 10.10 m. genişliğinde iki yuvarlak gözlüdür. Kesme taştan yapılmış olan köprünün memba tarafı örülerek kapatılmış ve daha sonra buraya sivri kemerli iki tahliye gözü eklenmiştir. Yapıldığı dönemden sonra iki ucundaki yollara uydurulmak için genişletilmiştir.

Hızmalı Köprüsü

HzmalKpr.jpg


Şanlıurfa il merkezinde, eski şehrin kuzeyinden geçen Karakoyun Deresi üzerinde bulunan bu köprünün günümüze gelen onarım kitabesi 1843 tarihlidir. Bu onarım Muhammet Sait isimli bir kişi tarafından yaptırılmıştır. Yakın tarihlerde Şanlıurfa İl Özel İdaresi tarafından restore edilen bu köprünün Karakoyunlular döneminde, Karakoyunlu Mehmet Beyin eşi Sakine Sultan tarafından yaptırılmıştır. Yaygın bir söylentiye göre de Karakoyunlu hükümdarının kızı Sakine Sultan Hacca giderken Urfa’ya uğramış, bu köprüyü yaptırmış, yıkıldığı zaman yeniden yapılsın diye mücevherleri ile burnundaki altın hızmayı köprünün temellerine koydurmuştur. Bu yüzden de köprüye Hızmalı Köprü ismi verilmiştir. Sakine Sultan’ın mezarı da Karakoyunlu Deresi üzerindeki su kemerinin kenarında bulunmaktadır.

Köprü moloz taş ve kesme taştan yapılmıştır. Ortada büyük bir sivri kemerli göz, bunun içerisinde de daha küçük iki sivri kemerli göz bulunmaktadır. Bu kemerin iki yanında tahliye gözleri vardır. Ancak bu bölümler zamanla toprakla dolmuştur.

Köprü üzerinde gizli su kanallarının bulunmuş olması köprünün aynı zamanda su kemeri görevini üstlendiğini de göstermektedir.

Millet Köprüsü

MilletKpr.jpg


Şanlıurfa Karakoyunlu Deresi üzerinde bulunan bu köprünün yanında eski ismiyle Millet Hastanesi, bugünkü ismiyle de Devlet Hastanesi’nin bulunmasından ötürü köprüye Millet Köprüsü ismi verilmiştir. Köprü üzerindeki üçgen alınlıkta Ali Saip Köprüsü ve 1922 tarihi yazılıdır. Bu kitabenin köprünün yapımı ile ilgili olmadığı sanılmaktadır. Urfa’nın kurtuluşu sırasında Fransızlarla yapılan son antlaşmanın bu köprüde yapılmasından ötürü o zamanki Jandarma Yüzbaşısı Ali Saip Bey’in ismi bu kitabeye yazılmıştır.

Köprü kesme taştan altı yüksek ayak üzerine oturmuş yedi gözden meydana gelmiştir. Günümüzde bu gözler toprakla dolmuştur. Ayrıca köprü üzerindeki korkuluk taşlarının altında su kanalları bulunmaktadır. Bu nedenle de köprünün aynı zamanda Hızmalı Köprüsü’nde olduğu gibi su kemeri olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Millet Köprüsü'nün yıkılmış olan taş korkuluk¬ları, 2001 yılında İl Özel İdaresi tarafından yeniden yaptırılmıştır.

Hacı Kâmil Köprüsü

Şanlıurfa şehir surlarının Saray Kapısı çıkışında olan bu köprüyü Urfa Valisi Ethem Paşa zamanında Hacı Yusuf Kâmil Bey 1903 yılında yaptırmıştır.

Halk arasındaki söylentiye göre Urfa Valiliği sırasında Ethem Paşa Urfa Eşrafından Hacı Yusuf Kâmil Efendi’ye şehrin iki yakasını birbirine bağlayacak olan bu köprüyü yapmasını istemiştir. Bundan sonra da köprünün tapusunu kendisine vereceğini söylemiştir. Ancak Hacı Yusuf Kâmil Bey bu teklifi kabul etmemiştir. Bunun üzerine Ethem Paşa Urfa eşrafından Kürkçüzade Mahmut Nedim Efendi’ye köprüyü yaptıracağını söyleyince Yusuf Ziya Efendi de 12 bin altın lira ile köprüyü yaptırmıştır. Ayrıca köprünün üzerine de otel ve dükkânlar yaptırmıştır.

İki sıra halinde kalın beyaz taş payeler üzerindeki köprü şehrin içerisinden geçen Karakoyunlu Deresi üzerindeki köprülerin en büyüğü durumundadır. Üzerinde de iki otel ve dükkânlar bulunmaktadır. Yapıldığı yıllarda şehrin dışında olan bu köprü, günümüzde şehir merkezindedir. 1939 yılında da köprünün batısına betonarme bir köprü yapılmıştır.

Bey Kapısı (Kısas) Köprüsü

Şanlıurfa şehir surlarının Bey Kapısı çıkışında olan bu köprünün VI.yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Bunu belirten bir kitabesi olmayıp, Vakıf kayıtlarında da bir bilgiye rastlanmamıştır.

Kesme taştan yapılmış olan köprü iki yuvarlak gözlüdür.

Bahçeler (Demirkapı) Köprüsü

Şanlıurfa il merkezinde Halil’ür Rahman Suyu ile Karakoyun Deresi’nin birleştiği yerde bulunan bu köprü eski Akçakale yolunu Urfa’ya bağlamaktadır. XX.yüzyılın başlarında yapılan bu köprü iki gözlü ve kesme beyaz taştan yapılmıştır.

Akçakale-Urfa arasında yeni yolun yapılması ile bu köprünün batısına yeni bir köprü yapılmış ve Bahçeler Köprüsü de önemini yitirmiştir.

Cavsak Köprüsü

Şanlıurfa il merkezinin kuzeyinde, Cavsak Çayı üzerinde bulunan bu köprünün yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. 1980’li yıllarda yol genişletilmesi sırasında köprü de beton ilavelerle genişletilmiş ve özelliğini yitirmiştir.

Karaköprü

Şanlıurfa’nın 5 km. kuzeyinde Karaköprü Köyü Çayı üzerinde bulunan bu köprüyü Mehmet Kâmil Bin Yahya Bin Hüseyin 1863 yılında yaptırmıştır.

Köprü siyah bazalt taşından tek gözlü olarak yapılmıştır. Günümüzde iyi bir durumdadır.
 

bakunin

Admin
12 Mar 2009
6,577
73,564
NeverLand
Eyyub Peygamber ve Hanımı Rahme Türbesi

eypeygamber1.jpg


Eyyub Peygamber ve Hanımı Rahme Hatun’un mezarları Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesine bağlı Eyyubnebi Köyü’ndedır. Bu köyde ayrıca Elyesa’ Peygamber’in mezarı da bulunmaktadır. Bağdad seferi sırasında bu köye uğrayan Osmanlı Padişahı IV. Murad Han rüyasında Hz.Eyyub Peygamberin kabrini görür. Uyanınca, rüyasında gördüğü yeri bulur ve buraya Hz.Eyyub Türbesi’ni inşa ettirir. IV, Murad Han çevredeki 17 köyün gelirini buradaki türbelerin bakımı için vakfeder. Hz. Rahme, Hz.Eyyub’un hanımıdır. Hz.Eyyub hastalığında, O’nu yalnız bırakmayan tek yakını Hz. Rahme olmuştur. Yüzlerce yıldır bilhassa dini bayramlarda ve bayramların bir gün öncesinde bu mezarlar binlerce kişi tarafından ziyaret edilmektedir. 2005 yılından beri Eyüpnebi Beldesi’nde “Uluslararası Eyyubnebi Sabır Günleri Etkinlikleri” kutlanmaktadır.

Elyesa Peygamber Türbesi

Rivayetlere göre; Eyyub Peygamber’i ziyaret etmek isteyen Elyesa’ Peygamber uzun yıllar sonunda O’nun yaşadığı Eyyubnebi Köyü ne ulaşır. Ancak kendisi bunu bilmemektedir. Şeytan, O’nun karşısına insan kılığına girmiş olarak çıkar ve Eyyub Peygamber’in daha çok uzaklarda olduğunu söyler. Yaşlanmış ve yorulmuş olan Elyesa Peygamber bunu öğrenince umutsuzluğa düşer ve Eyyub Peygamber’i göremeden orada vefat eder ve Eyyubnebi Köyü’ne defnedilir.

Haleplibahçe Mozaikleri

halepcemozaik1.jpg


II. dönem kazıları sırasında ulaşılan KTICIC Mozaiğinin, bordur kısımları temizlenemediğinden nasıl bir motifi olduğu tam olarak anlaşılamamıştır. Ana sahnede başının üst kısımda KTICIC yazdığı için bu ad verilmiştir. Bu kadın mozaiği kare çerçeve içine yapılmıştır. Elinde ya bir anahtar ya da adaleti temsil eden terazinin kulpunu tutmaktadır. Sarı, yeşil, siyah, gri, beyaz mozaik taslarından yapılmış elbisesi omzundan bir düğme ile tutturulmuştur. Arkada ise yeşil ve siyah taşlardan bir fon özelliği gösteren ve iki yanındaki duvara asılı duran bir örtü bulunmaktadır. Takılar, erken Bizans örneklerine benzemektedir. Boş alanlar Amazon Mozaiklerinde olduğu gibi balık pulu motifindedir. Bu mozaiğe, Antakya Daphne ve Kıbrıs Kourion’da da rastlanılmıştır.

Kticic mozaiğinin kuzeyinde, kısmen açığa çıkarılmış orta sahnesinde, zenci bir kölenin iple çektiği zebra tasviri bulunmuştur. Diğer bir mozaik AKHILEUS KHRION ve OETIC (Akhileus, Khrion ve Thetis) Mozaiği’dir. Ana sahnesinde AKHİLEUS, KHRION, ve OETlC isimleri yazılıdır. Bordur kısmında atlar, boğa ve koyunlar otlarken tasvir edilmiştir. Atların, İstanbul Büyük Saray Mozaiklerindeki atlarla aynı üslupta yapıldığını söylemek de mümkündür. Bir atın üst kısmında “TABIAC” smi okunmaktadır. Mozaiklerinin işçiliği ve boyutları, buradaki yapının önemli bir bina olduğunu gösterme etedir. Segal’in söz ettiği “Balıklıgöl civarındaki yazlık saray” olabileceği ihtimali mevcuttur. Mozaiklerin İstanbul Büyük Saray Mozaikleri ile benzerliği göz önüne alınarak 5. yüzyıla ait olduğu söylenebilir.

Edessa Mozaikleri

edessa1.jpg


Şanlıurfa, “Mozaikler Şehri’dir. Büyük İskender’in istilasından sonra onun komutanlarından Seleukos Nichator I tarafından Urfa’da eski bir yerleşim üzerine Grek kültür ye sanatına uygun olarak M.Ö. 312-132 yılları arasında Seleukos Hanedanlığı kurulur. Yeni kurulan şehre İskender’in doğduğu kentin adı verilir. Yani Edessa Kenti. Edessa kentinde kültür ve sanat doruk noktasına ulaşmıştır. Edessa Krallığı, Urfa tarihi ve mozaik tarihi acısından büyük önem taşır. Şanlıurfa merkezdeki Halil’ür-Rahman Gölü’nün yanı başında, bir kısmı gecekondular altında kalan Antik Edessa Kentinin Grek kültür kalıntılarından en önemlisi çok renkli ve usta bir üslûpla yapılan mozaiklerdir. Grek imparatorluk mozaik geleneği, M.Ö. 132-M.S. 244 yılları arasında hüküm süren Osrhoene Krallığı döneminde yerel bir üslupla devam etmiştir. Bu tarihi kent, arkeolojik araştırmaları beklemektedir.
Urfa’da şimdiye kadar 100 den fazla mozaik keşfedilmiş ancak bunun az bir kısmı kayıtlara geçebilmiştir. Bunlardan bir kısmı gecekondular altında, bir kısmı meraklı kişilerin koleksiyonlarında, bir kısmı ise Şanlıurfa ve İstanbul Müzelerinde sergilenmektedir. Bunların dışında bazı mozaikler, envanter kayıtlarına geçmeden yurtdışına kaçırılmıştır. Edessa’da yapılan mozaikler teknik ve üslûp olarak İran kökenli Parth sanatını yansıtır. Çerçeve motifleri ise Klasik Yunan-Roma üslubuna uygundur. Kaynaklarda sadece resimlerini gördüğümüz Edessa Mozaiklerinden 8 adedinin imitasyonları 2007 yılında İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Kültür Bahçesine yaptırılmış ve sergilenmektedir.

Tellâ Mar Yakup Martyrionu ve Fisilta Manastırı

tella1.jpg


Süryani cemaatinin evrensel metropoliti Mar Yakup Martyrionu ve Fisilta Manastırı, halk arasında Telia Dikmeleri olarak bilinir. Şanlıurfa bölgesindeki Bizans dönemi Hıristiyanlık yapılarının en büyük örneklerinden biridir. Şanlıurfa’ya bağlı Viranşehir ilçe merkezindeki İbrahim Pasa Konoğı’nın batısındadır. Tella Martyrionu (dikmeleri) kubbesinin bazalt tasından örülmüş, sekiz paye üzerine oturmuş, sekizgen planlı bir yapıdan meydana geldiği arşiv bilgileri ve mevcut kalıntılardan anlaşılmaktadır. Yüzyılımızın başlarında sekiz payesinin tamamı ayakta olan bu yapının günümüze sadece bir payesi gelebilmiştir. Büyük bir nekropolün ortasına inşa edildiği anlaşılan bu yapının önemli bir aziz için Martyrion (şehitlik) olarak IV.-V. yüzyıllar arasında inşa edilmiş olabileceği tahmin edilmektedir. Ancak böylesine görkemli bir Martyrion’un Viranşehir’de doğan, sonraları kendi adıyla “Yakubilik” olarak anılan “Monofizit” Süryâni cemaatini dağınık bir halden kurtarıp toparlayan ve “Tibeloyo” (Evrensel Metropolit) unvanına kadar yükselen, 578′de Mısır’da ölen, cesedi 622′de Viranşehir’e getirilen Mar Yakub’un gömüldüğü “Fisilta Manastırı” olma ihtimali yüksektir. Kalıntılar arasında bulunan çok sayıdaki mozaik tanesinden yapının zengin mozaik süslemeli olduğu anlaşılmaktadır. Viranşehir ilçe merkezi ve kırsalı birçok uygarlığa ait tarihi yapıları ve arkeolojik eserleri bağrında taşımaktadır.

Eyyub Peygamber Makamı

eyyub1.jpg


Hz. Eyyûb sabrı ve takvası ile insanlık tarihinde örnek bir kişidir. Kurân’ı Kerimde de zikredildiği gibi Hz. Eyyub mal ve mülk bakımından yaşadığı bölgede hatırı sayılır zenginlerden biriydi. Cenabı Allah O’nu maddi ve manevi alanda büyük bir imtihana tabi tutmuş ve imtihanı başarı ile tamamlamıştır. İmtihan sürecinde maddi ve manevi kayba uğrayan Eyyûb (a.s), dualarında hep Allah’a sığınmış, asla isyan etmemiş “Veren Allah alan Allah” deyip kendisine musallat olan şeytanı, sürekli Allah’ı anarak uzaklaştırmıştır.
Şanlıurfa Hz. Eyyûb için ata yurdudur. Hz. Eyyûb (as) hayatının bir evresinde tüm peygamberlerde olduğu gibi hicretle şereflenmiştir. Filistin den başlayarak Şam diyarını kapsayan ve Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesine bağlı Eyyüpnebi Beldesi’nde noktalanan bu hicretle ilgili olarak, Eyyubnebi Beldesi ve Şanlıurfa merkez eksenli nayat hikâyesi üç dinin de yazılı kaynaklarında tafsilatlı olarak anlatılır. Gerek Kurân’ı Kerimde ve gerekse yazılı kaynakların tamamında Hz. Eyyûb anlatılırken hayatın dana çok bu evresi anlatılır. Bu evre ise tamamı ile mekânsal olarak Şanlıurfa orijinlidir. Şanlıurfa Merkez ilçeye 100 km; Viranşehir ilçesine ise 18 km. mesafede olan Eyyüpnebi Beldesi’nde Hz. Eyyûb’un ve esi Hz. Rahme’nin türbeleri ve Hz. Eyyûb’u görmeye gelen Hz. Elyesa Peygamberin makamlan, Hz. Eyyûb’un güneşlenirken sırtını dayadığı taş Şanlıurfa Merkezin güneyindeki Eyyûb Peygamber Mahallesi’nde ise Eyyub Peygamber Makamı olarak bilinen külliyede “Çile Mağarası ve “Şifalı Kuyu” bulunmaktadır. Bu mekânlar yıl boyunca yerli ve yabancı turistlerce yoğun olarak ziyaret edilmektedir.

Şanlıurfa Müzesi

muze1.jpg


Şanlıurfa’da müze kurma girişimleri 1948 yılında başlar. Mevcut müzemizin 1965 yılında temeli atılır ve 1969 yılında ziyarete açılır. Kazılarda çıkarılan ve vatandaşlardan alınan eserlerle müzemiz oluşturulmuştur. Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi sahip olduğu 74.000 eser sayısı ile Türkiye’nin 5. büyük müzesidir. Paleolitik Döneme kadar uzanan bir çok arkeolojik eser Müzemizde sergilenmektedir. Şanlıurfa Müzesinde ziyeretçiler için: üç adet arkeolojik, bir adet etnografik eser salonu olmak üzere 4 adet teşhir salonu, çok amaçlı salon ve kütüphane yer almaktadır. Şanlıurfa Müzesi’ni Pazartesi günleri hariç, mesai saatlerinde ziyaret edebilirsiniz.

Mze-2.jpg


11.500 Yıllık Dünyanın En Eski Heykeli (Balıklıgöl Heykeli)

Balıklıgöl Çevre Düzenleme Projesi kapsamında, bugünkü “Kent Platosu” olarak adlandırılan yerde 1994 yılında yapılan kazı çalışmalarında insan boyutunda kalker taştan yapılmış gözleri obsidyen taşından olan bir heykel bulunmuş ve Şanlıurfa Müzesi’ne teslim edilmiştir. 1997 yılında H.Ü. Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Bahatin ÇELİK, heykelin bulunduğu alanda arkeolojik araştırmalar yapmıştır. Balıklıgöl yakınında yer alan bölgede çakmaktaşından ve obsidyenden yapılmış ok ve mızrak uçları gibi malzemeler bulur. Buluntular ve heykel üzerinde yurtdışında yaptırdığı radyokarbon analizinde, buluntuların Neolitik Çağ’a (M.Ö. 9.500) tarihlendiğini ortaya çıkarır. Heykel Yrd. Doç. Dr. Bahatin ÇELİK tarafından Dünyaya Balıklıgöl Heykeli olarak tanıtılmıştır. “11.500 Yıllık Dünyanın En Eski Heykeli Balıklıgöl Heykeli” Şanlıurfa Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

Mze16.jpg
Mze8.jpg
Mze1-1.jpg


Gümrük Hanı

gumruk1.jpg


Şanlıurfa-Halep kervan yolu doğudaki önemli ticaret yollarından biridir. Osmanlı Döneminde ticareti geliştirmek için ilimizde birçok han ve çarşı yapılmıştır. Gümrük Hanı Osmanlı han mimarisinin klasik örneklerinden olup, iki katlı, açık avlulu olarak inşa edilmiştir. Halil-ür Rahman Gölü’nden (Balıklıgöl) gelen su bu yapının avlusundan geçmektedir. Ünlü Türk Seyyahı Evliya Çelebi’nin gezilerini anlattığı Seyahatname adlı eserinde “Yetmişhanı’ adıyla, bazı kaynaklarda ise iki renkli taşlarından dolayı “Alacahan” adıyla geçen Gümrük Hanı. Şanlıurfa’daki hanların en güzel ve anıtsal örneklerindendir. Doğu cephesinde yer alan eyvan şeklindeki giriş kapısı üzerinde bulunan kitabede 1562 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman Döneminde Behram Paşa tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Hanın kare şeklindeki avlusunun etrafını çevreleyen dükkânların üzerinde, ön kısımları revaklı ikinci kat odaları yer almaktadır. Giriş eyvanının üzeri mescit (namaz kılma yeri) olarak değerlendirilmiştir. Günümüzde zemin katı çayhane ve çeşitli dükkânlar, üst katı ise terziler tarafından kullanılmaktadır. Nostaljik ve otantik bir ortamda dilenmek ve yorgunluk çayı içmek için ideal bir yer…Gümrükhanı çevresinde hala dimdik ayakta durmaya direnen 12 han, tarihi çarşı ve pazarlar vardır. Bu yüzdendir ki hanlar bölgesi olarak bilinir ve tanınır.

Mevlidi Halil Mağarası ve Camii

halil1.jpg


Nemrûd Bin Ken’an, putlara tapan zalim bir hükümdardır. Nemrûd, bir gece rüyasında başının üzerinde parlak bir yıldızın doğduğunu, parlaklığıyla ay ve güneşi gölgede bıraktığını, sonra bu yıldızın parlaklığıyla ay ve güneşin bir mum gibi söndüğünü ve bu yıldızın yeryüzüne aydınlık saçtığını görür. Nemrûd, devrinin en meşhur müneccim ve kâhinlerine gördüğü rüyayı anlatır ve yorumlamalarını ister. Rüyanın yorumunda ittifakla çıkan karar “söz konusu yıldızın bu sene içersinde memleketinde doğacak bir çocuğa delalet ettiğini ve bu çocuğun kendisini peygamber olarak ilan edip, halkında desteğini alarak hükümdarlığını sona erdirip, tahtını ve tacını yıkacağını söylerler. Bunun üzerine Nemrud hamile olan bütün kadınların öldürülmesini emreder. Alınan bu kararla pek çok anne ve masum çocuk öldürülür. Nemrud’un puthanelerinde putlar yapan Azer (Terah), Nuna Hatunla evli olup 8 yıldır çocuk sahibi olamamıştır. İşte tam bu katliam ve vahşet ortamında Nuna Hatun gebe kalır. Hamileliği ilerleyen Nuna Hatun gizlice şehrin dışına çıkar ve bir mağaraya sığınır ve orda çocuğunun doğurur. Adını da toplumun babası anlamına gelen “İbrahim” koyar. Nuna Hatun her sabah süt sağma bahanesiyle şehrin dışına çıkar, gizlice mağaraya gelir, evladına gerekli bakımı yapar, emzirdikten sonra evine geri döner. Rivayetlere göre Hz. İbrahim (a.s.) mağarada mucizevi bir hayat sürmüştür. Allah (C.C.)’ın lütfuyla bir parmağından süt, bir parmağından bal, yanı başında yerden kaynayan bir pınar, her gün gelip onu annesinden hariç onu emziren bir ceylan varmış. Hz. ibrahim (a.s.)’in doğumunun gerçekleştiği mağara Şanlıurfa’da “Mevlid-i Halil Mağarası” diye adlandırılmakta ve ziyaret edilmektedir.

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü (Köy Yatı Mektebi)

ilkultur1.jpg


Ne zaman ve kim tarafından yapılığı kesin olarak bilinmemektedir. 1930 yıllarında Mutasarrıf Münir Bey tarafından restorasyonunu yaptırılarak çevre köylerden gelen kız öğrencilere yönelik köy yatılı mektebi olarak hizmet vermiştir. 1980′lı yıllarda il Jandarma; 1993-2003 yıllarında Şanlıurfa Valiliği IIi il Özel İdaresi; 2004-2005 yılları arası Şanlıurfa Valiliği Sivil Savunma Müdürlüğü hizmet binası olarak kullanılan tescilli tarihi yapı, Kasım 2005”te Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne tahsis edilmiştir. Binayı çevreleyen bahçe kısmı Şanlıurfa tarihini ve kültürel değerlerini içeren rölyef, mozaik, heykel ve bitki dokusuyla mutlaka görülmesi gereken bir “Kültür Bahçesi haline getirilmiştir. Kültür Bahçesinde 2000 yıl öncesine ait (M.S.3.yy.) kaybolan Urfa Mozaiklerinin 8 adedinin ve 2007 yılında Balıklıgöl’ün yanı başındaki Haleplibahçe’de ortaya çıkan savaşçı amazon kraliçelerinin av sahnesi mozaiklerinin imitasyonlan; 11.500 yıl öncesine ait dünyanın en eski heykeli (Balıklıgöl heykeli); 11.500 yıllık dünyanın en eski tapınağı olan Göbeklitepe Tapınağının 2 adet “T” steli ve Nevalaçolı totemi imitasyonlan yaptırılarak kültür bahçesinde sergilenmeye başlanmıştır. Kültür Bahçesinde, sahne kısmına Urfa Kalesi, Balıklıgöl, Harran Ulu Cami, Harran İç Kale, Harran Kümbet Evleri ve Merkez Ulu Cami rölyefleri yaptırılmış. İI Kültür ve Turizm Müdürlüğü ek binasında geleneksel el sanatları ve kültürel alanda 29 dalda verilen teorik ve uygulamalı kursları; Şalıurfa’da ilk defa oluşturulan Urfa Arşivi; Behçet Arbi Sergi Salonu ve Şark Odası ile gezerken hayran kalacağınız mutlaka görmeniz gereken mekânlardır.

Kutsal Mendil (Hagion Mandylion)

Hz. İsa’nın Mektubu ve Kutsal Mandylion

Hz. İsa’nın peygamberliği döneminde Urfa, Abgarların idaresinde olup, V. Abgar Ukama, tarafından, Hz. İsa’ya hitaben bir mektup yazarak Hıristiyanlığı benimsediklerini belirtir ve Hz. İsa’yı Urfa’ya davet eder. Hz. İsa, Edessa Kralı V. Abgar Ukama’ya hitaben şu mektubu yazar; “Ne mutlu sana Abgar ve Edessa adındaki kentine! Ne mutlu, beni görmeden bana inanmış olan sana! Çünkü sana devamlı sağlık bahsedilecektir. Senin yanına gelmem hususunda bana yazdıklarına gelince, bilesin ki, görevlendirilmiş olduğum her şeyi burada tamamlamak ve bu işi bitirdikten sonra beni göndermiş olana Rabbime dönmem gereklidir. Sana ızdıraplarını (hastalıklarını) iyileştirmek, sana ve seninle beraber olanlara ebedi yaşam ve barış bahşetmek, ayrıca senin kentine dünyanın sonuna kadar düşmanlar tarafından boyun eğdirilmemeyi sağlamak üzere havarilerimden birisini, Thomas da denilen Adday’ı göndereceğim, âmin. Efendimiz İsa’nın mektubu.”

Hz. İsa Çarmığa gerilirken üzerine kefen bezi giydirilir ve çarmığa gerilir. Hz.isa’nın kefen bezinde mucizevi bir şekilde Hz. İsa’nın sülyetinin adeta nakledildiğini gören havarisi Adday, kefeni Hz. İsa’nın vasiyeti üzerine Urfa’ya getirir ve dönemin Kralı Abgar’a teslim eder. Kutsal Kefen Abgar’ın ve ahalisinin tutulduğu cüzam hastalığını iyileştirmek üzere “Kızıl Kilise” ye (bugünkü Ulu Cami) törenle salınır. Kuyunun suyu artık şifalı bir nal almıştır. Bu sudan içen ve yıkanan o günkü hastalıklarından kurtulurlar. Bu kefen sarayının en sağlam yerinde yıllarca muhafaza edilir. Abbasiler ile Bizanslılar arasında yapılan savaşta, esir düşen Müslüman askerlerin serbest bırakılmasına karşılık olarak, Kutsal Kefen veya Kutsal Mendil Bizans komutanına verilir. Hıristiyan âleminde Edessa Mandylion’u olarak bilinen Kutsal Mendil İtalya’nın Torino Müzesi’nde en kıymetli eser olarak sergilenmektedir.

TBMM Evi ( Şahapzâde Bakır Evi– İsa Beden Evi)

mudur1.jpg


TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi) Evi, Şahapzâde Bakır Evi, Arabizâde Reşit Efendi Evi gibi isimlerle tanınır. Kelleci Çayı Sipahi Sokak No:l 1 ‘dedir. Selamlığa (erkekler bölümü) geçiş veren sokak kapısı üzerindeki kitabeden evin 1674 tarihinde yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Şahapzâde Bakır Evi, zengin taş işçiliğiyle ve avlunun batısındaki haremlik ve selamlığı ayıran duvarın üst kısımlarında sıralanan sağır pencere nişleri ile görülmeye değer örnek bir geleneksel Urfa evidir. Küçük bir selamlık bölümünden sonra geçilen haremlik bölümü, oldukça geniş avlusuyla dikkat çeker. Avlunun kuzey, güney ve doğusundaki tüm mekânların altında avluyu üç yönden çevreleyen kiler ahır ve depolar bulunur. Kışlık eyvanın ön tarafı ahşap sütunlar üzerine oturan bir revakla şekillendirilmiştir. Evin kuzeydoğu köşesinde yer alan mutfağın, kuzey duvarı arkasındaki hamam ve su haznesi, mutfak ocağının ateşi ile ısıtılır. Yapı, hamam bölümüne avludan ve yatak odasından bir girişle ulaşılır. Bu özelliğiyle ayrı bir önem arz eder. Mülkiyeti İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği’ne ait olan tarihi tescilli yapı, 2006 yılında kurulan, Şanlıurfa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna tahsis edilmiştir. Hafta sonları kapalı olup mesai saatleri dâhilinde ziyaretçilere açıktır.

Barutçu Hanı

barutcuhani.jpg


Demirci Pazarı ndadır. Düzgün kesme ta şlardan yap ı lmıştır. Kitabesi yoktur. Sakıplar’dan Halil Bey’in haremi olarak da bilinen bu yapı, Gümrük Hanı’ndan sonra Urfa’daki en güzel han örneklerindendir. 1976 yılında yerine bina yapılması amacıyla güney cephesinden yıkımına başlanılmış, ancak Müze Müdürlüğünün müdahalesi neticesinde yıkım durdurulabilmiştir.

Han’a, kuzey cephedeki be şik tonozlu eyvan kap ı dan girilir. Kare avluyu çevreleyen tonoz örtülü dükkânların üzerinde ikinci kat yer almaktadır. Çatı ile örtülü ikinci kat odalarının kuzey, güney ve doğuda olanlarının önleri sütunlar üzerine oturan revaklarla çevrilidir.

Mencek Hanı

Kazazlar Çarş ısı civarındaki Mencek Hanından ilk defa 1716 tarihli Ayn-ı Zeliha Binti Hacı Ali vakfiyesinde söz edilmektedir. Tam olarak hangi tarihte inşa edildiği bilinmeyen hanın 1373- 1727 yılları arasındaki dönemde inşa edilmiş olabileceği söylenmektedir. Han düzgün kesme taşlardan yapılmış olup kuzey cepheden, çapraz ve beşik tonozlarla örtülü dehliz şeklinde bir girişi mevcuttur. Kare avlunun doğu, batı ve güney cephelerinde beşik tonozlarla örtülü dörder, kuzey cephesinde iki dükkân bulunmaktadır. Bunların üzerinde revaklı ikinci kat odaları yer almaktadır. Avlunun güneybatı köşesine her iki katta eyvan biçimi verilmiştir. Yapı günümüzde terziler ve tuhafiyeciler tarafından işyeri olarak kullanılmaktadır.

Hacı Kamil Hanı (Çukur Han)

cukurhan.jpg


Urfa’daki Osmanlı hanlarının güzel örneklerinden biri olan bu han yer seviyesinden birkaç basamak aşağıda olduğundan halk arasında çukur Han olarak bilinmektedir. Batı kapısı üzerindeki kitabede de hanın 1823 tarihinde Hacı Kâmil tarafından yaptırıldığı yazılıdır.

Han kare bir avluya sahiptir. Zemindeki dükkânların üzerinde önleri revaklı ikinci kat odaları yer alır. Avlusunun ortasındaki betonarme şadırvan, eski şadırvanın yerine sonradan yaptırılmıştır. Eskiden Halil ür rahman gölünden gelen su bu şadırvandan akıtılmaktaydı.

Han günümüzde manifaturacı ve terzi esnafı tarafından işyeri olarak kullanılmaktadır.

Millet Hanı

millethan.jpg


Atatürk Mahallesi Kış la Caddesi üzerinde Karakoyun Deresi yanında bulunan bu han Askeri Kışla olarak ta bilinmektedir. Dördüncü Murat zamanında askeri kışla olarak yapıldığı söylenmekte ise de, elde bir belge mevcut değildir. Geniş bir alanı kaplamakta olan han bugün harabe haldedir.

Bir zamanlar “Alman Yetimhanesi” olarak kullanı lan yapının fotoğraflarında iki katlı olduğu ve güney cephenin batı köşesindeki portal üzerinde bir kitabe, bunun sağında ve solunda birer aslan kabartmasının yer aldığı görülmektedir. İkinci katlar günümüzde tamamı ile yıkılmıştır. Hanın güney tarafındaki avlunun güney kenarı boyunca iki katlı askeri kışla yapısı bulunmaktadır.

Hamamlar

Urfa, İstanbul, Bursa, Edirne ve Erzurum’dan sonra Osmanlı Dönemi’nden kalma sekiz adet hamamı ile Türkiye’de dördüncü sırayı almaktadır. Son kırk- elli yıl içersinde yıktırılan 7 adet hamam dikkate alındığında, Urfa’nın Osmanlı hamam mimarisi bakımından ne denli önemli bir şehir olduğu anlaşılacaktır.

Şanlıurfa hamamları, soğukluk, sıcaklık ve ılıklık bölümleri ile klasik Osmanlı hamamları planındadır. Cıncıklı, Vezir, Şaban, Veli bey, Eski Arasa, Serçe, Sultan ve Keçeci hamamları günümüzde mevcut hamamlardır. Bunlardan Keçeci esnafı tarafından keçe pişirmek amacı yla kullanılan Keçeci Hamamı ve depo olarak kullanılmakta olan Eski Arasa Hamamı hariç diğer hamamlar sabah saat 04.00-10.00 saatleri arasında erkeklere, öğleden sonra 12.00-18.00 saatleri arası nda bayanlara hizmet vermektedirler.

VELİ BEY HAMAMI

Dabakhane Mahallesi, Mithat pa şa Sokakta bulunur. Ayn ı mahalle sakinlerinden Mahmut oğlu Veli Bey, 1693 tarihli vakfiyesinde bu hamamı kendisinin yaptırdığını kaydederek mütevelliliğine de oğlu Malkoç Bey’i tayin ettiğini belirtmiştir. Giri ş kap ı sı üzerindeki kitabe silik olduğundan ne zaman yapıldığı bilinmemektedir.

VEZİR HAMAMI

Yusuf paşa Mahallesi, Sarayönü Semtindeki bu hamam 1703 tarihinde Urfa Mutasarrıfı Arapkirli Yusuf Paşa tarafından Yusuf paşa Camii’ne vakfiye olarak yaptırılmıştır. Vezir Hamamı , dikdörtgen bir plana sahiptir. Doğu kısmında kadınlar, kuzey kısmında erkekler kapısı olmak üzere iki girişi vardır.

CINCIKLI HAMAM

Şehrin Karaburç Mahallesi, Hızanoğlu Sokağındaki kitabesi bulunmayan bu hamamın ne zaman yapıldığı bilinmemekle beraber 1729 tarihinde tamir görmüş olan Hızanoğlu Camii ile aynı tarihlerde yapılmış olabileceği düşünülmektedir. Evliya Çelebinin Seyahatnamesinde bu hamamdan bahsetmesi, yapı nın XVII. yüzyılın ikinci yarısında mevcut olduğunu göstermektedir.

SULTAN HAMAMI

Kazancı Mahallesi, Şişli Sokaktaki bu hamamın kuzey cephesindeki giriş kapısı üzerinde yer alan kitabe silinmiş olduğundan ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmiyor. Halk arasındaki yaygın bir söylentiye göre Osmanlı Padişahı IV. Murat, Bağdat Seferi sırasında bu hamamda yıkandığından hamama Sultan Hamamı adı verilmiştir. Ancak, hamamın ilersinde bulunan Sultan Bey Camii, III. Murat zamanında 1586 yılında Sultan Ahmet Bey adındaki bir zat tarafından yaptırılmış olması, bu hamamın da o dönemde yapılmış olma ihtimalini arttırmaktadır.

SERÇE HAMAMI

Su meydanı mevkiindeki bu yeraltı hamamının kitabesi olmadığından kesin olarak inşa tarihini söylemek mümkün değildir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde geçen ” Samsat Kapı sı Hamamı ” nın bu hamam olduğu tahmin edilmektedir. Serçe Hamamı ‘nı Şanlıurfa’daki diğer hamamlardan ayıran en önemli özelliği 5 eyvanlı bir sıcaklık bölümünün olmasıdır.

ESKİ ARASA HAMAMI

İsotçu pazarı mevkindedir. Kitabesi bulunmayan ve inşa tarihi bilinmeyen bu hamamın adının Evliya Çelebi Seyahatnamesinde geçmesi, yapının 17. yüzyıl ortalarında mevcut olduğunu göstermektedir. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümünden oluşan klasik Osmanlı hamamları planındadır.

Çeşmeler

Şanlıurfa’da, Firuz Bey, Hafız Süleyman Bozan Efendi, Haydar Ağa, Hekim Dede, Hüseyin Ferideddin, Hüseyniye, Mencekzade, Sütçü Abdurrahman Efendi, Şehbenderiye, Şeyh Saffet, Yıkık Sokak ve Yıldız Meydanı adlarında Osmanlı dönemine ait 12 adet çeşme günümüze ulaşmıştır.

Şeyh Saffet Çeşmesi

cesme1.gif


Ellisekiz Meydanı ndaki Şeyh Saffet Tekkesi’nin batı cephesinde yer alan bu çeşmenin kitabesinde H. 1309 (M. 1891) tarihinde Şeyh Saffet tarafından yaptırıldığı yazılıdır.

Emencekzâde Çeşmesi

cesme2.gif


Kadıoğlu Camii avlu portalinin doğusuna bitişik bulunan bu çeşmenin kitabesinden h. 1138 (m. 1723) tarihinde Emencekzâde lakaplı bir hayırsever tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Bu çeşme aynı zamanda Karakoyun Deresi üzerindeki su kemeri vasıtasıyla şehre gelen Kehriz Suyu’nun çevredeki cami, hamam ve evlere dağıtımının ya*pıldığı “Taksimiye” görevini de görmekteydi.
 
12 Şub 2010
15,006
545,592
Türkiye'mizin her ilinin ayrı özellikleri var. Şanlıurfa gerçekten özelliği olan illerimizden. Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden, arkeolojik yönden dünyanın en ilginç yerlerinden birisi, mutlaka görülmesi gereken bir yer. Çok doyurucu bir tanıtım olmuş, teşekkürler Bakunin usta...
 
Üst