Necdet Şen, 1984 yılında Cumhuriyet gazetesinde çizmeye başladığında genç, ümit veren bir çizer olarak görülüyordu. Gazetenin genel yayın yönetmeni olan Okay Gönensin'ın çizgi roman meraklısı olması, İsmail Gülgeç, Behiç Ak, Kemal Gökhan Gürses, Piyale Madra gibi çizerlerin bant çalışmalarından oluşan bir sayfa hazırlanmasını sağlamıştı. Şen, aynı ekip içerisinde Hızlı Gazeteci adlı mizah ağırlıklı bir bant çizmeye başladı. Dizinin kahramanı, başlangıçta Yeşilçam'dan devşirilen "Şaban" imgesini taşıyan, saf-temiz kalpli ve oldukça beceriksiz bir gazeteciydi. Hikâyeler, Gırgır-Fırt ekolünden, Suavi Sualp-Kandemir Konduk mizahından izler taşıyor, "hiciv" yapılmaya çalışılıyordu. Çizgiler, öykülerin genel biçimine uygun olarak karikatürizeydi. 1984-1988 arası öyküler sonraki döneme aktarılan kimi özellikler taşıyor olsa da "komik olma" derdindeydi. 3. Tekil Kişiler'deki (1987) karakter tahlilleri, Rakibim Çarli'deki (1987) Ayşin tiplemesinin Mimoza'nın öncüsü olması bu dönemden hatırlanabilecek hikâyeler. Hızlı Gazeteci'nin serüvenlerinden dönüm noktası ise Bacı ile aşıldı (1988-1989). Sevmek Birçok Şeyi Göze Almaktır (1989); Keloğlan (1989-1990); Deja Vu (1990-1991); Bozacılar ve Şıracılar (1991) ve Cumhuriyet gazetesinden ayrılmasıyla yarım kalan Mış Gibi (1991-1992) öyküleri bu dönemin peşi sıra anlatılan öyküleri oldular. Şen, gazeteden ayrıldıktan sonra Joker dergisi için Mehmet ile Memo (1992-1993) öyküsünü çizdi. Daha sonra Hürriyet gazetesine geçerek Değişim Rüzgarı adlı -tamamlamayarak basından uzunca bir süreliğine ayrılacağı- bir çalışmaya başladı (1994-1997). 2001 yılında kısa sürede kapanan Kazandibi adlı dergide yaptığı Atman'a Yolculuk çalışmasına kadar da çizgi roman yapmadı. 2002 yılında Parantez Yayınları, Hızlı Gazeteci'nin tüm serüvenlerini içeren bir diziyi başlattı.
Nasıl çizer olmaya karar verdiniz, çizgilerinizi yayımlatmak İçin verdiğiniz o süreci nasıl yaşadınız?
Çizgi romancı olmaya çok küçükken, Tommiks'in etkisiyle karar verdim. Bu kararımı anneme açıkladığımda "peki, ama önce ilkokulu bitir" dediğini hatırlıyorum. Liseden ayrılınca "cep harçlığımı çıkarmak için ne yapabilirim?" diye düşünürken, aklıma çocukluk aşkım çizgi roman geldi. Bir şeyler çizip Babıali'nin yolunu tuttum ama kimse ilgilenmedi. Bir süre sonra aklıma Gırgır dergisi geldi. Alelacele bir şeyler çiziktirip oraya yolladım ve ertesi hafta karikatürümü dergide gördüm. Altında da Oğuz Aral'ın notu: "Çizginiz çok kuvvetli, muhtemelen aynı kuşaktanız, ama seks dışında konularda da espri düşünün." Oysa ben çizgim yayımlansın diye o konuları çizmiştim, o sıralar sıkı solcuydum ve Ali Ulvi gibi çiziyordum aslında. Zaten Gırgır'ın her tarafı "Pakize'lerle doluydu. Kısa bir süre sonra Oğuz Aral'la tanıştık. Bana "harika çocuk" muamelesi yaptı. Ondan sonrası kendiliğinden geldi. Bir daha hiç iş aramadım, hep teklif üzerine gittim her yere.
Gırgır-Fırt ya da Oğuz Aral ekolüne neden dahil olmamayı seçtiniz?
Gırgır tarzıyla kanım hiç uyuşmadı. Çünkü derinlikten yoksun, aşırı fabrikasyon bir tarzı zorluyordu "ağabey" ve ben konfeksiyoncu çırakları gibi ağabeylerin emrettiği şeyleri değil, kendi inandığım şeyleri çizmek istiyordum. Çektim gittim. Sık sık düşünürüm, "Gırgır'ın yararları mı daha fazladır zararları mı?" diye ve içinden çıkamam. Bunlar çok uzun bir yazının konusu olabilir.
Cumhuriyet gazetesinde Hızlı Gazeteci'ye nasıl başladınız? Buna ek olarak "Cumhuriyete nasıl geldiniz" diyebilirim, gazetenin epey bir çizeri ve çizgi bantlara ayırdığı bir sayfa var, "nasıl bir ortamdı?"
Cumhuriyette başlamam Okay Gönensin'in teklifi üzerine oldu. Zaten Hızlı Gazeteci'nin ilk iki öyküsü Cumhuriyetin yan yayını olan Çizgili yayınlardan çıkmıştı: Görev Her Şeyden Kutsaldır ve Güzellik Yarışması. Ama ben tam Cumhuriyetle anlaşmışken Güneş'ten teklif aldım, şeytana uydum ve oraya gittim. İki buçuk sene sonra tekrar kürkçü dükkanına (gene Okay'ın çağrısına icabet ederek) döndüm. Cumhuriyetteki ortam fena değildi. Hayatımın en sosyal dönemi orada çalıştığım yıllar oldu. Zaman zaman diğer çizerlerle aramda asıl nedeni kıskançlık olan tatsızlıklar çıktıysa da genelde iyiydi. Bugün de oradaki yıllarımı hasretle anarım.
Hatırladığım kadarıyla Hızlı'nın ilk adı Şaban'dı ve mizahi unsurların-serüven öğesinin öne çıkartıldığı bir anlatıydı. Sonra anlamaktan yorulmuş bir adam oiup çıkıverdi; sürekli kaçma hayali kuran, öfkeli, huysuz ve aralıklarla yaptıklarından utanan bir gazeteci vardı karşımızda. Necdet Şen'in hayatında ne değişti de (ya da hayatın kendisi nasıl değişti de) Hızlı değişti?
"Anlamaktan yorulmuş bir adam", işte sorunun yanıtı bu. Çizgi romanı bir "meslek" olarak hiç görmedim. O benimle toplum arasında duran iğreti bir asma köprüydü. Orada sesli düşünüyordum. Farkında olmadan kafamdaki sürüsepet hurafenin üretildiği imalathanede çalışmaya başlamıştım. Aynanın arkasını görmek için daha iyi bir yer bulunamazdı.
Hızlı Gazetecinin okuyucusu kimler sizce?
Hızlı Gazeteci'nin okur profili, kabaca, yüksek tahsilli, sol eğilimli (zamanla solcu olmayanlar da katıldı), şu sıralar otuzlu ve kırklı (ve ellili) yaşlarında olan, genellikle mevkî-makam sahibi, kendi, küçük burjuva, entelektüel (bol bol yazar ve şair var aralarında), bir de anne-babasından bu geleneği devralmış yirmi yaş altı kuşağı.
Bacı'nın çalışmalarınız içinde yeri nedir? Eleştiriler en çok hangi kesimden geldi, böyle bir ayrım yapabilir misiniz?
Bacı için aldığım eleştiriler sadece Dev-Sol kökenliydi. Onun dışındaki tüm tepkiler olumluydu. Ama uzun zaman sonra sezinlediğim bir şey var: Sanırım bazı eski solcular, çark etmek için bu hikâyeyi kendilerine payanda yaptılar. Oysa ben o hikâyede olaylara sol cenahtan bakıyor ve devrimciliği değil, fanatizmi eleştiriyordum. Ama bu mesaj sanırım büyük ölçüde güme gitti. Kitap ortada olmasına rağmen.
Ben de tam bunu soracaktım... Bacı'nın İçerdiği eleştirinin maksadını aşan biçimde kullanıldığını, anti-marksist bir tavırla sahiplenildiğini düşündünüz mü diyecektim.
Bunu epey sonralan düşünmeye başladım. Ama bunu Bacı'yı destekleyen herkesi anti-Marksist kategorisine sokmadan irdelemek gerek. O dönem bu konuda Dev-Sol camiasına tepki gösterenler arasında solun her kesimi vardı. Bir de Marksizme olan düşmanlıklarına payanda arayan sonradan olma liberaller - ki en fazla tantana yapan da onlardı. Ama kendileriyle samimiyetim hiç olmadı. Ben 30 yıldır sosyalistim. Dahası, yoksulum. İkinci bir husus da, kamuoyuna açık bir platformda fikir beyan eden herkes, söylediklerinin, yazıp çizdiklerinin çarpıtılması riskine açıktır. Ama yazılıp çizilenler ortada duruyor. Bazıları onları değil de sadece iman ettiği örgütlerin propaganda yayınlarını okuyup, sonra da "nefret ediyorum o Necdet Şen'den" diyebiliyorsa, tercihlerini tarihe alık olarak geçme konusunda yapmıştırlar demektir. Bu onların sorunu. Herkes, ilelebet, o bağnazlık furyasının bir uzantısı olamayacağına göre, günü gelir, kim eyyamcı, kim linç edilmeyi göze alarak "kral çıplak" diyebilmiş, anlaşılır. Kimseyi hasım olarak görmüyorum. Sanırım yadırganan şey, "düşman" diye tanımlananların da çizgi romanlarımda sevilecek yan bulabilmiş olmasının yarattığı standart dışı tablo. Çünkü ben outsider'ım. Kanaatimce de entelektüel böyle bir şey.
Çalışmalarınızdan Övgüyle bahseden kimi yazarlara (Ertuğrul Özkök, Engin Ardıç) yönelik husumetin sizi tanımlarken kullanıldığını düşünüyorum, bundan rahatsızlık duyuyor musunuz?
Söz konusu yazarlarla (özkök, Ardıç) ortak bir yanım yok. Ama ben bir cemaat aydını da değilim; hempam ve hasmım yok. O kişilerin beni övmeleri ahbap olduğumuzu göstermez. Onlar beni övdü diye bana ve yazıp çizdiklerime düşman olacak sersemlerin ise, cehenneme kadar yolu var. Onlara söyleyecek sözüm, anlatacak hikâyem yok.
Değişim Rüzgarı öykünüzde neden Yeni Demokrasi Hareketi'ni (YDH) anlatma gereği duydunuz?
YDH, Türkiye için ilginç bir siyaset denemesiydi. İlk kez çeşitli toplum katmanlarına rüşvet teklif etmeden, sadece yapılması elzem olanları sıralayarak oy isteyen bir partiydi ve doğal olarak ilgi görmedi. Oysa şöyle demeliydiler: "Köylüye şu kadar taban fiyatı, tembele şu kadar resmi tatil, hırsıza şu kadar vergi affı, katile şu kadar madalya...'' Güzel fikirlerle yola çıktılar ve idealizm karaya oturdu. Siyasetin kaypak koridorlarında kaybolup havlu attılar kısa zamanda. Buna ben ilgi duymayayım da kim ilgi duysun?
Memet ile Memo'yu anlatırken ne amaçlamıştınız? Bir tartışma anlatısı olarak kimlerle "kavga" ediyordu? (mahkemeye verildiğinizi duymuştum, davanın sonucu ne oldu, nasıl gelişti?)
Ben Memetle Memo'yu kavga etmek için çizmedim. Bir davam yoktu, davam hiç olmadı. Joker'den teklif geldi, epeyce bir tereddütten sonra kabul ettim. Aslında aşk-meşk falan çizecektim herhalde, ama Hasan Kaçan "PKK ve Kürt sorununu çizsen ne hoş olur" diye gaz verdi, itiraz ettim, ısrar etti, "peki ama sonradan ürkerseniz, dinlemem, müdahale kabul etmem" dedim, o da karışmama sözü verdi ve bir ucundan başladım, gittiği yere doğru gitti. Sadece sevgiyi anlatmaya çabalamıştım sanırım, dava falan yoktu kafamda. Joker'in kapatılma nedenlerinin en önemlisinin, derginin patronu Münci İnci'ye bu konuda çektiğim rest olduğunu sanıyorum. Dava açtılınca beni azarlamaya kalkıştı ve aldı cevabını. Bunun üzerine dergiyi yönetenlere "bu çizgi romanı kaldırın, yoksa size kağıt vermem" diye tehdit etmiş. Onlar utana sıkıla konuyu öyküyü yumuşatmamı ya da bitirmemi rica ettiler, ben de onlara "bu konuyu çizmemi isteyen sizdiniz, şimdi sıkıyı görünce çark edemezsiniz, bu hikayeyi bitireceğim zamana ben karar veririm" dedim, ısrar edemediler. Birkaç hafta sonra dergi küt diye kapandı. Oysa ben öyküyü bitirmiştim zaten. Birkaç haftalık telif ücretim de o arada boğuntuya getirildi. 2. Ağır Ceza'da yargılandım. Oy birliğiyle beraat kararı verildi ve mahkeme heyeti (çok asık suratlıydılar, başlangıçta kesin mahkum olurum sanıyordum) o güne kadar görmediğim bir övgüyle açıkladı beraat kararını. O karar gerekçesini bulsam her yerde yayınlarım, ama berbat bir arşivciyim. Hikayemi neredeyse tüm topluma tavsiye ediyorlar ve çok değerli bir sanat eseri olduğunu falan söylüyorlardı. Ben de şaşırmıştım o işe.
LEVENT CANTEK
Nasıl çizer olmaya karar verdiniz, çizgilerinizi yayımlatmak İçin verdiğiniz o süreci nasıl yaşadınız?
Çizgi romancı olmaya çok küçükken, Tommiks'in etkisiyle karar verdim. Bu kararımı anneme açıkladığımda "peki, ama önce ilkokulu bitir" dediğini hatırlıyorum. Liseden ayrılınca "cep harçlığımı çıkarmak için ne yapabilirim?" diye düşünürken, aklıma çocukluk aşkım çizgi roman geldi. Bir şeyler çizip Babıali'nin yolunu tuttum ama kimse ilgilenmedi. Bir süre sonra aklıma Gırgır dergisi geldi. Alelacele bir şeyler çiziktirip oraya yolladım ve ertesi hafta karikatürümü dergide gördüm. Altında da Oğuz Aral'ın notu: "Çizginiz çok kuvvetli, muhtemelen aynı kuşaktanız, ama seks dışında konularda da espri düşünün." Oysa ben çizgim yayımlansın diye o konuları çizmiştim, o sıralar sıkı solcuydum ve Ali Ulvi gibi çiziyordum aslında. Zaten Gırgır'ın her tarafı "Pakize'lerle doluydu. Kısa bir süre sonra Oğuz Aral'la tanıştık. Bana "harika çocuk" muamelesi yaptı. Ondan sonrası kendiliğinden geldi. Bir daha hiç iş aramadım, hep teklif üzerine gittim her yere.
Gırgır-Fırt ya da Oğuz Aral ekolüne neden dahil olmamayı seçtiniz?
Gırgır tarzıyla kanım hiç uyuşmadı. Çünkü derinlikten yoksun, aşırı fabrikasyon bir tarzı zorluyordu "ağabey" ve ben konfeksiyoncu çırakları gibi ağabeylerin emrettiği şeyleri değil, kendi inandığım şeyleri çizmek istiyordum. Çektim gittim. Sık sık düşünürüm, "Gırgır'ın yararları mı daha fazladır zararları mı?" diye ve içinden çıkamam. Bunlar çok uzun bir yazının konusu olabilir.
Cumhuriyet gazetesinde Hızlı Gazeteci'ye nasıl başladınız? Buna ek olarak "Cumhuriyete nasıl geldiniz" diyebilirim, gazetenin epey bir çizeri ve çizgi bantlara ayırdığı bir sayfa var, "nasıl bir ortamdı?"
Cumhuriyette başlamam Okay Gönensin'in teklifi üzerine oldu. Zaten Hızlı Gazeteci'nin ilk iki öyküsü Cumhuriyetin yan yayını olan Çizgili yayınlardan çıkmıştı: Görev Her Şeyden Kutsaldır ve Güzellik Yarışması. Ama ben tam Cumhuriyetle anlaşmışken Güneş'ten teklif aldım, şeytana uydum ve oraya gittim. İki buçuk sene sonra tekrar kürkçü dükkanına (gene Okay'ın çağrısına icabet ederek) döndüm. Cumhuriyetteki ortam fena değildi. Hayatımın en sosyal dönemi orada çalıştığım yıllar oldu. Zaman zaman diğer çizerlerle aramda asıl nedeni kıskançlık olan tatsızlıklar çıktıysa da genelde iyiydi. Bugün de oradaki yıllarımı hasretle anarım.
Hatırladığım kadarıyla Hızlı'nın ilk adı Şaban'dı ve mizahi unsurların-serüven öğesinin öne çıkartıldığı bir anlatıydı. Sonra anlamaktan yorulmuş bir adam oiup çıkıverdi; sürekli kaçma hayali kuran, öfkeli, huysuz ve aralıklarla yaptıklarından utanan bir gazeteci vardı karşımızda. Necdet Şen'in hayatında ne değişti de (ya da hayatın kendisi nasıl değişti de) Hızlı değişti?
"Anlamaktan yorulmuş bir adam", işte sorunun yanıtı bu. Çizgi romanı bir "meslek" olarak hiç görmedim. O benimle toplum arasında duran iğreti bir asma köprüydü. Orada sesli düşünüyordum. Farkında olmadan kafamdaki sürüsepet hurafenin üretildiği imalathanede çalışmaya başlamıştım. Aynanın arkasını görmek için daha iyi bir yer bulunamazdı.
Hızlı Gazetecinin okuyucusu kimler sizce?
Hızlı Gazeteci'nin okur profili, kabaca, yüksek tahsilli, sol eğilimli (zamanla solcu olmayanlar da katıldı), şu sıralar otuzlu ve kırklı (ve ellili) yaşlarında olan, genellikle mevkî-makam sahibi, kendi, küçük burjuva, entelektüel (bol bol yazar ve şair var aralarında), bir de anne-babasından bu geleneği devralmış yirmi yaş altı kuşağı.
Bacı'nın çalışmalarınız içinde yeri nedir? Eleştiriler en çok hangi kesimden geldi, böyle bir ayrım yapabilir misiniz?
Bacı için aldığım eleştiriler sadece Dev-Sol kökenliydi. Onun dışındaki tüm tepkiler olumluydu. Ama uzun zaman sonra sezinlediğim bir şey var: Sanırım bazı eski solcular, çark etmek için bu hikâyeyi kendilerine payanda yaptılar. Oysa ben o hikâyede olaylara sol cenahtan bakıyor ve devrimciliği değil, fanatizmi eleştiriyordum. Ama bu mesaj sanırım büyük ölçüde güme gitti. Kitap ortada olmasına rağmen.
Ben de tam bunu soracaktım... Bacı'nın İçerdiği eleştirinin maksadını aşan biçimde kullanıldığını, anti-marksist bir tavırla sahiplenildiğini düşündünüz mü diyecektim.
Bunu epey sonralan düşünmeye başladım. Ama bunu Bacı'yı destekleyen herkesi anti-Marksist kategorisine sokmadan irdelemek gerek. O dönem bu konuda Dev-Sol camiasına tepki gösterenler arasında solun her kesimi vardı. Bir de Marksizme olan düşmanlıklarına payanda arayan sonradan olma liberaller - ki en fazla tantana yapan da onlardı. Ama kendileriyle samimiyetim hiç olmadı. Ben 30 yıldır sosyalistim. Dahası, yoksulum. İkinci bir husus da, kamuoyuna açık bir platformda fikir beyan eden herkes, söylediklerinin, yazıp çizdiklerinin çarpıtılması riskine açıktır. Ama yazılıp çizilenler ortada duruyor. Bazıları onları değil de sadece iman ettiği örgütlerin propaganda yayınlarını okuyup, sonra da "nefret ediyorum o Necdet Şen'den" diyebiliyorsa, tercihlerini tarihe alık olarak geçme konusunda yapmıştırlar demektir. Bu onların sorunu. Herkes, ilelebet, o bağnazlık furyasının bir uzantısı olamayacağına göre, günü gelir, kim eyyamcı, kim linç edilmeyi göze alarak "kral çıplak" diyebilmiş, anlaşılır. Kimseyi hasım olarak görmüyorum. Sanırım yadırganan şey, "düşman" diye tanımlananların da çizgi romanlarımda sevilecek yan bulabilmiş olmasının yarattığı standart dışı tablo. Çünkü ben outsider'ım. Kanaatimce de entelektüel böyle bir şey.
Çalışmalarınızdan Övgüyle bahseden kimi yazarlara (Ertuğrul Özkök, Engin Ardıç) yönelik husumetin sizi tanımlarken kullanıldığını düşünüyorum, bundan rahatsızlık duyuyor musunuz?
Söz konusu yazarlarla (özkök, Ardıç) ortak bir yanım yok. Ama ben bir cemaat aydını da değilim; hempam ve hasmım yok. O kişilerin beni övmeleri ahbap olduğumuzu göstermez. Onlar beni övdü diye bana ve yazıp çizdiklerime düşman olacak sersemlerin ise, cehenneme kadar yolu var. Onlara söyleyecek sözüm, anlatacak hikâyem yok.
Değişim Rüzgarı öykünüzde neden Yeni Demokrasi Hareketi'ni (YDH) anlatma gereği duydunuz?
YDH, Türkiye için ilginç bir siyaset denemesiydi. İlk kez çeşitli toplum katmanlarına rüşvet teklif etmeden, sadece yapılması elzem olanları sıralayarak oy isteyen bir partiydi ve doğal olarak ilgi görmedi. Oysa şöyle demeliydiler: "Köylüye şu kadar taban fiyatı, tembele şu kadar resmi tatil, hırsıza şu kadar vergi affı, katile şu kadar madalya...'' Güzel fikirlerle yola çıktılar ve idealizm karaya oturdu. Siyasetin kaypak koridorlarında kaybolup havlu attılar kısa zamanda. Buna ben ilgi duymayayım da kim ilgi duysun?
Memet ile Memo'yu anlatırken ne amaçlamıştınız? Bir tartışma anlatısı olarak kimlerle "kavga" ediyordu? (mahkemeye verildiğinizi duymuştum, davanın sonucu ne oldu, nasıl gelişti?)
Ben Memetle Memo'yu kavga etmek için çizmedim. Bir davam yoktu, davam hiç olmadı. Joker'den teklif geldi, epeyce bir tereddütten sonra kabul ettim. Aslında aşk-meşk falan çizecektim herhalde, ama Hasan Kaçan "PKK ve Kürt sorununu çizsen ne hoş olur" diye gaz verdi, itiraz ettim, ısrar etti, "peki ama sonradan ürkerseniz, dinlemem, müdahale kabul etmem" dedim, o da karışmama sözü verdi ve bir ucundan başladım, gittiği yere doğru gitti. Sadece sevgiyi anlatmaya çabalamıştım sanırım, dava falan yoktu kafamda. Joker'in kapatılma nedenlerinin en önemlisinin, derginin patronu Münci İnci'ye bu konuda çektiğim rest olduğunu sanıyorum. Dava açtılınca beni azarlamaya kalkıştı ve aldı cevabını. Bunun üzerine dergiyi yönetenlere "bu çizgi romanı kaldırın, yoksa size kağıt vermem" diye tehdit etmiş. Onlar utana sıkıla konuyu öyküyü yumuşatmamı ya da bitirmemi rica ettiler, ben de onlara "bu konuyu çizmemi isteyen sizdiniz, şimdi sıkıyı görünce çark edemezsiniz, bu hikayeyi bitireceğim zamana ben karar veririm" dedim, ısrar edemediler. Birkaç hafta sonra dergi küt diye kapandı. Oysa ben öyküyü bitirmiştim zaten. Birkaç haftalık telif ücretim de o arada boğuntuya getirildi. 2. Ağır Ceza'da yargılandım. Oy birliğiyle beraat kararı verildi ve mahkeme heyeti (çok asık suratlıydılar, başlangıçta kesin mahkum olurum sanıyordum) o güne kadar görmediğim bir övgüyle açıkladı beraat kararını. O karar gerekçesini bulsam her yerde yayınlarım, ama berbat bir arşivciyim. Hikayemi neredeyse tüm topluma tavsiye ediyorlar ve çok değerli bir sanat eseri olduğunu falan söylüyorlardı. Ben de şaşırmıştım o işe.
LEVENT CANTEK