Mandrake

bakunin

Admin
12 Mar 2009
6,577
73,523
NeverLand
Cervantes dünyaya Rönesans'ın yüksekliğinden bakıyor. Rönesans şeyleri biraz daha sıkıştırmıştır ve eski duyarlılığı tamamıyla aşmıştır. Galileo fiziğiyle, evreni yöneten karşı konulmaz yasaları ortaya koymaktadır. Yeni bir sistem başlamıştır; her şey daha katı biçimlerde içine kapanmaktadır. Yeni düzende macera olanağı yoktur. Çok geçmeden Leibniz, geçerliliği olmayan bu basit olasılığı ilan eder: Yalnızca "tutarlı" olan olasıdır; yani doğa yasalarıyla yakın bağı olan... Bu yolla olası olan, kaba bağımsızlığını mucize, mitosta gösteren, Cervantes'in doğruyu sergilemesinde gerçekliğe Macera olarak aktarılır. Ancak Modern Zamanlar'ın bir sanatçısı olarak Lee Falk'ın böyle bir metafora ihtiyacı yoktur. Onun, Mandrake için kurduğu evrende, Şeyler eski ve rahat konumlarındadırlar. Kendini mucize ve mitosta gösteren Doğru, gerçekliğe de Doğru olarak aktarılır. Falk'ın avantajı, basitleştirilmiş bir dünyada yaşıyor olmasıdır. Hayal ile Gerçek arasında kesin bir sınır çoktan çizilmiştir. Cervantes ise bizzat bu sınır savaşına tanık olmuş, "şafağı söken modern çağı" korkuyla karşılamıştır. Don Kişot, bu korkunun ete kemiğe bürünmüş halidir. Sınırı yıkmak ve Şeyleri serbest bırakmak ister. Ama artık bu (macera) imkânsızdır: "Macera, maddi düzenin bozulması, gerçek olmayan bir şeydir..."

İçsel hayal, dışsal gerçekliğin katılığı karşısında Roman sayfalarına çekilecek ve ancak buradan dünyayı yorumlayabilecektir. Bu kuralı bozmak isteyenlerse DELİ olarak damgalanacaktır. Tıpkı Don Kişot gibi... Lee Falk ise bir modern olarak haddini bilir; kahramanını bu trajedinin ortasına atmaz. Galileo ve Newton'un evreniyle, tüm Fizik yasalarıyla alay eder Mandrake. Tabii ki içsel hayalin sınırlarını geçmemek koşuluyla. Don Kişot gibi yürekli değildir, olamaz da. Çünkü etrafındaki her şey ona göre düzenlenmiştir: Güzel bir sevgili (Narda), harika bir şato (Xanadu) ve ona inanan, güvenilir dostlar (Abdullah ve aynı zamanda Inter Intel isimli gizli servisin de başı olan aşçısı Hojo)...Gerçekliğe müdahale etme cüretinde (isteğinde) bulunan Don Kişot'a ise en yakını bile inanmaz (*...'Lütfen' diye uyardı Şanso, 'bir daha bakın! Bunlar yel değirmeni. Silahları sandıkların da kolları'"). Oysa Mandrake, istediği an yeldeğirmenlerini, korkunç devlere dönüştürebilir ve Tanrısı Lee Falk'ın yarattığı evren içinde yer alan herkes de buna inanır. Çünkü Mandrake'nin de dahil oldu¬ğu çizgi roman geleneğinde belirlenimcilik hakimdir. Don Kişot ise sadece ister ve bu da onu trajik yapar. Çizgi roman sanatını yaratan böyle bir çağda ise trajediye ilgi olamaz.

İşte böylesine şekillenmek zorunda kalan bir yaratıcılığın ürünü olan Mandrake, her şeye rağmen, sınırı geçmemek kaydıyla, macera kavramını estetik bir güce kavuşturur. O, sihirbazlık yetenekleri sayesinde doğaya rahatça müdahale eder, tüm fizik yasalarıyla oynar. Bu yeteneklerinden en büyük payı, tabii ki, kötüler alır. Her çizgi romanda olduğu gibi, burada da iyi ile kötü arasındaki çizgi net bir biçimde çizilir, okuyucunun kafasında oluşabilecek en küçük bir şüpheye bile yer bırakılmaz. Baş kötü ise, ya da öteki, Mandrake'nin ikiz kardeşi olan Derek'tir. İkisi birlikte Tibet'teki Sihirbazlık Okulu'nda okumuş - Batı oryantalizminin Kabesi Tibet ve onun ayrılmaz parçası Yogi tiplemesi, klasik rollerini burada da tekrar eder- ancak Derek, sihir yeteneğini kötülüğün hizmetine koşmuştur. Zaten bu kurmaca evren içinde, Mandrake daima "kazanan"dır. Derek ise, kötü olmasının bedelini "kaybeden" olarak öder.

Mandrake'nin her macerası, onun farklı varoluşuna bir methiyedir adeta... Başarılı, zengin, yakışıklı ve ünlü bir sihirbazdır. Modern bir mitte bulunması gereken başlıca özellikleri üstünde taşıdığını gösterir bu. Çünkü "kahraman" olabilme yetisi sıradan insanın elinden alınmıştır bu çağda ve artık "sıradan olmak", "yaşam cahili" olmakla eş anlama gelmektedir. Sıradan insanın yapabileceği tek şey "farklı olanları" röntgenlemektir ve bunu da ancak çizgi roman ve sinemanın yardımıyla sağlar: Özne (seyreden) ve Nesne (seyredilen) ikiliği, Baudrillard'ı takip ederek söylersek, Kurban ile Katil arasındaki ikilik kurulmuştur artık. Çünkü ortada; ilk olarak Don Kişot'un gördüğü bir cinayet vardır. Öldürülen Gerçek'tir ve bu cinayetle başlayan Roman Çağı, ne yazık ki günümüze kadar uzanan Katiller Çağı'nı da başlatacaktır. Artık her kahraman birer Katil ve her seyreden de birer Kurban'dır. Yaratılan ve Kurban'a sunulan her görüntü, Gerçeği biraz daha derine gömer ("Daha şimdiden gerçeği tahayyül etmek, tarihi, zamanın derinliğini, üç boyutlu uzayı tahayyül etmek bizim için gittikçe daha zor hale geliyor - tıpkı vaktiyle Gerçek dünyadan hareketle, virtual evreni ya da dördüncü boyutu tahayyül etmek ne kadar zor geliyorduysa o kadar zor").

Mandrake, katil olduğunun farkında değildir - Ken Parker ile Torgal ise farkındadır ve her ikisi de bunun acısını çeker - ama yine de okuyucuya gerçek sandığı şeyin, sadece gerçeğin kalıntılarından ibaret olduğunu gizliden gizliye hissettirir. Yapabileceği ancak bu kadardır. Çünkü daha ileri giderse Katil ile Kurban'ın aynı kişi olduğu ortaya çıkacaktır. Yazının başında da belirttiğim gibi, buna ancak Don Kişot teşebbüs etmiş ve bedelini ödemiştir.

Ortega y Gasset'nin sorusu ve cevabı belki de tüm bu yazılanları karşılar: "...Mevcut olmayan bir şey, tasarlanan bir maceranın, katı gerçekliği yöneltip değiştirmesi nasıl olası olabilir? Belki de olası değildir ama gerçeklikle tatmin olmaya karar vermiş insanlann varlığı da bir gerçektir."

MEHMET MENGÜ
 
Üst