Lami Tiryaki
Onursal Üye
- 21 Nis 2009
- 514
- 3,774
Uyarı! Aşağıdaki yazı, Nathan Never aylık serinin, orijinal 23, 37, 44, 60, 61 ve 62. sayılarında anlatılanlarla ilgili ipuçları (spoilerlar) içermektedir.
Nathan Never’ın orijinal 23. sayısı Il Perduto Mondo (Kayıp Dünya) isimli öyküsü, dönemi itibariyle hayli popüler Jurassic Park filmine göndermeleriyle sevimli bir hikayeydi. Ancak bu sayıyla başlayan olaylar, gittikçe destansı bir anlatıma dönüştü ve üstad Alfredo Castelli’ye taş çıkaracak bir başarıyla muhteşem bir Atlantis örgüsü haline geldi. Çizgili Düşler tarafından yayınlanan 5 numaralı Nathan Never cildinin ilk iki öyküsü Makinadaki Hayalet-ve devamı Cehennemin Dibine, aslında okunması bir hayli kapasite isteyen, zaten karmaşık bir evreni olan Nathan hikayelerine mutlak bir hakimiyet gerektiriyor. Aylık sayılardaki iki büyük ana öyküden biri olan(diğeri büyük albümlerde bir şekilde toparlanan muhteşem “Göç” dizisi) Kayıp Dünya, basit gibi görünen, ancak okudukça aslında çok uzun vadeli planlanmış bir ana öykünün başlangıcı olduğunu kanıtlayan akıcı bir hikaye. Aslında bu hikaye dizisi yeni dönem Bonelli yazarlarının Japon kültürü ve mangalara olan hayranlıklarının da bir yansıması. Yazar Antonio Serra ve arkadaşları, Martin Mystere’nin Atlantis efsanesini muhteşem bir başarıyla başka bir platforma çekerek alternatif bir gelecek oluşturmayı başarmışlar. Bununla ilgili bazı detaylar, Nathan&martin 2. Ortak Albüm, Başka Yer’in Sırrı’nda da anlatılmaktadır.
Ne anlatıyordu Kayıp Dünya? Gizemli bir şirketin çocuklar için eğlencelik olarak ürettiği minik ejderlerden biri Nathan’ın David isimli bir arkadaşının oğlunun eline geçer. David’in sevimli ejderin dışkısında keşfettiği bir bulgunun büyük bir ekolojik felaketin habercisi olduğu yönünde Nathan’dan yardım istemesiyle olaylar başlar. Balşangıçta olaya şüpheyle yaklaşan Nathan bir süre sonra işin ucunun Pasifik’teki bir adada yerleşik bir felaket ağının merkezini işaret ettiğini anlar. Pasifik’teki bir adada, Odaka isimli bir bilim adamının korkutucu genetik deneyleriyle ortaya çıkan olaylar 62. sayıya kadar süren bir dizi ilginç ve heyecanlı olayların da başlangıcı olur. Yazar Antonio Serra 37. sayıda Dehşet Tepemizde (L'orrore Sopra di Noi) ile müthiş bir Godzilla göndermesiyle olayı tekrar gündeme getirir. Odaka’nın başlattığı felaket zinciri aslında hala faal durumdadır . Olaylar geliştikçe hikayeye dahil olan Yüzbaşı Hashimoto, Reiko, Tochiro gibi ileride de bizimle sık sık beraber olacak yeni karakterlerle tanışırız. Genetik deneylerin en korkutucu sonucu olan “canavarların piri” ise hikayenin asıl kahramanıdır aslında! Medeniyet ve teknolojinin insanlığın gelişmesine mi yoksa felaketine mi yaradığı hakkında düşündürücü bir dizi detay hikayenin en çok akılda kalan detayları. Dehşet Tepemizde ile ilerleyen bu hikayeden sonra, 44. sayıda Katil Uydu ile neredeyse insanlığımızın sorgulandığı müthiş akıcı bir aksiyonu okurken Robot Link ile Robot Olga arasında çok ilginç bir aşk öyküsü başlar. Link ve Olga arasındaki ilişki gerçekten kolay unutulur mesele değildir. İki “makina ağırlıklı organizmanın” birbirlerinin beyinlerine ve düşüncelerinin derinliklerine girerek yaşadıkları “cinsel birleşme” karbon kökenli yaratıklara bahşedilen bu ayıcalığın ne kadar özel olduğunu bana uzun uzun düşündürttü. Ayrıca Robot Olga ile Gordon’un Venüs Harekatı isimli öyküsündeki(Tay Fasikül 26-29, Cilt 7-8) uzaylı kadın arasında da bir tür benzerlik kurdum.
Serra ve arkadaşları bu öyküye öylesine konsantre olmuşlarki, 60. sayıdaki Derinliklerde Mücadele’yi usta bir manevrayla ana hikayeye dahil edip hiç durmadan ardından gelen 61 ve 62. sayılardaki Makinadaki Hayalet ve Cehennemin Dibine öyküleriyle devam ettirmişler. Makinadaki Hayalet ve Cehennemin Dibine, sanki iki çok farklı öyküyü anlatır gibidir. Yüzbaşı Hashimoto’nun, Dehşet Tepemizde öyküsünde hayatını kaybeden sevgilisi Reiko için çektiği duygusal acı, onu bir tür matrix ile bağlandığı sanal dünyada çok farklı bir maceraya sürükler. Makinadaki Hayalet’te anlatılan nispeten aksiyon yüklü hikaye, Cehennemin Dibine’de fantastik bir boyutta bambaşka bir öyküye dönüşür. Hani başta biraz şok oluyorsunuz, “böyle bir devam ne alaka” filan diyorsunuz ama hikaye ilerledikçe işin aslının hiçte öyle basit olmadığını anlıyorsunuz. Sevgi, aşk ve fedakarlık nasıl biraraya gelir ve insanlığın içinde bulunduğu tehlikeyi önlemede nasıl hayati bir rol oynar müthiş bir anlatımla verilmiş. Bu iki sayıyı okurken aklıma The X-Files dizisinin 6. sezonunun son iki bölümü ve 7. sezonun ilk bölümü geldi. 6. sezonun sonunda Ajan Scully Afrika sahillerinde bir bilim insanı arkadaşıyla birlikte sahile vurmuş bir uzay gemisi bulur. Uzay gemisinin gövdesinde bir takım yazılar vardır. Uğraşa didine bu yazıların bir bölümünü çözmeyi başarırlar. Yazılar, Kur’an ve İncil’den ayetler içermektedir! Hikayenin devamında üst düzey bir gizem, araştırma ve hatta aksiyon beklerken, The X-Files karakterlerinin yaşadığ bir tür cennetten kesitler izlemeye başlarız. En azılı kötü adamlar babacan iyilere dönüşmüştür mesela. Sonra finalde anlarızki aslında biz izleyiciler de bir tür sanal kıyametin içindeyiz... Nathan’ın 61. ve 62. sayıları insana böyle bir his veriyor. Neyse, eğer Çizgili Düşler 6. albümü geciktirmezse hikayenin sonunu hemen okumamız mümkün olacak. Çünkü Serra ve arkadaşları bu öyküyü uzun zamana yaymayı hiç düşünmemişler. 64. sayı L’isola Nel Cielo(Gökteki Ada) ve 65. sayı La Guerra Senza Tempo(Zamanı Olmayan Savaş) isimli hikayelerle sanırım final yapacağız. Hemde bu sayılarda tanıdık bir konuk var:Martin Mystere!
Serra ve arkadaşları bu hikayeyi yazarken geniş bir öngörü çalışması da yapmış görünüyorlar. Öyleki hikayelerde anlatılan hiç bir detay tesadüf ya da doğaçlama değil. 7. ve 8. sayı Yasak Bölge ve Gölge Adamlar hikayelerinde Nathan’ın kanalizasyonlarda saldırıya uğradığı ejderhanın anlamsızlığını burada gideriyorsunuz. Aslında o yaratık Odaka’nın adasından kaçmış bir deney ürünüymüş. Tabii bu detayı öğrenmemiz için bizimde 23. sayıya kadar beklememiz gerekti. Sözkonusu hikayeyle, Gabriel Muamması’yla iyice belirginleşen ilk ana öyküyle rahat yarışacak cinsten bir saga yaratılmış. Öyküler içine yerleştirilen, teknoloji, manevi değerler, din, insanlığın diğer türler arasındaki yerine ilişkin felsefi öğeleri düşünürken bazan ana öyküyü kaçırdığınız oluyor.
Nathan&Martin ikinci ortak albümü Başka Yer’in Sırrı’nın çeviri düzeltmelerini 1001 Roman için ben yapmıştım. Ham çeviriyi çok tatminkar bulmadığım için neredeyse tüm diyalogları oturup baştan yazmıştım. Müthiş zor bir iş olduğunu söylemeliyim. Hikayede Kayıp Dünya ve Atlantis sagasıyla ilgili önemli özetler yeralıyor ve ben o çalışmayı yaparken Katil Uydu’yu bile henüz okumamıştım. Şimdi görüyorumki koyduğum cümleler hedefini bulmuş, hata yapmamışım. Bu da beni Cehennrmin Dibine’yi okurken müthiş rahatlattı.
Nathan Never’ın 6. cildi çıktıktan sonra tüm hikayeyi arka arkaya okuyup kendinize enfes bir Nathan Never ziyafeti çekmenizi şiddetle öneririm. Hikaye hakikaten su gibi akıyor. Okuduğunuz her bir hikaye sonrası uzun uzun düşünüyorsunuz. İnsanlığın tanrıcılık oynaması ne kadar tehlikeli olabilir? Genetik olarak yaratılmış bir takım insanımsılar gerektiğinde “insanlardan daha insan” olabilirler mi? Teknoloji her şeyi çözmeye kadir mi? İnsanlık birazda kendi özüne mi dönmeli acaba? Ve daha neler neler... Cehennemin Dibine’nin bir bölümünde Dev Albüm 3’te bir şekilde görünen dünyanın değişik boyutlarına açılan kapıları bir kez daha görüyosunuz. Ve yine Zagor’un o insanı perişan eden görüntüsünü.
Aldığım bir duyuma göre Çizgili Düşler Nathan Never Dev Albümlerin telifini alacakmış-ya da almış. Dedikodusu bile insanı heyecanlandırıyor. Maceraperest’ten umudu kestiğim için artık bence bir bilim kurgu klasiği Nathan Never dev albümlerin ilk 9 sayısının tamamını okuyamayacağım diye üzülüp duruyordum. Eğer haber doğruysa ve 8. cildi makul bir süre içinde okumaya başlarsak 3. ana gövde Nemo hikayeleriyle zihinlerimize ziyafet çekmeye devam edeceğiz demektir...
Selamlar
Lami Tiryaki
Moderatör tarafında düzenlendi: