bakunin

Admin
12 Mar 2009
6,577
73,487
NeverLand
KULL


"Şunu bilin ki prensim... o, vatanı Atlantis'den kovulmuş bir barbardı. Doğudaki ana kıta Thuria'ya gelerek paralı askerlik yaptı. Sonra Kara Lejyon birliklerinin generali oldu ve Valusya Krallığı'nın görkemli topaz tahtına kılıcının gücüyle oturdu. Çevresindekiler içinde gerçek dostlarını ayırmakta zorluk çekiyordu. Valusya tahtında bir barbarın oturmasını utanç verici bulan soylular, güçleri yetmediğinden sinsi entriklarla Kral Kull'u devirmeye çalışıyorlardı ama efsanevi barbar Kral Kull, kılıç gücüyle elde ettiği Valusya tacını yine aynı güçle korumaya kararlıydı..."

Bir Nemedya Efsanesinden


Şeklindeki jenerik cümleleriyle başlayan hikayeleriyle efsanevi bir hava katılmış barbar Kral Kull, ünlü Amerikalı tarihi roman yazan Robert Erwin Howard tarafından 1929 yılında bir roman karakteri olarak yaratılmıştır. 'The Shadow Kingdom/Gölgeler Krallığı' adlı romanda ilk kez beliren bu karakter mağrur ve dikbaşlı Atlantis asıllı barbar Kull'u takdim etmiştir. 1971 yılına gelindiğinde Marvel Comics, Roy Thomas önderliğinde Kral Kull'u çizgiromana adapte etmeye karar vermişti. Böylece Temmuz 1971'de kendi başlığıyla yayınlanmaya başlayan Kull'u Marvel şu şekilde anons etmiştir: "Sıkı dur Conan! Bundan böyle güçlü bir rakibin var!"

img021a.jpg


Alfa Yayınları tarafından basılan Kral Kull sayılarından biri.

Kull, Valusya tahtına ve tacına sahip olduktan sonra çevresindeki kötü niyetli kişilerin kuşattığı yalnız bir adama dönüşmüş ve bunun ikilemlerini yaşamak zorunda kalmıştır. Bu arada ezeli düşmanı Thulsa Doom'un önderliğindeki yılan adamların istedikleri biçime girebilme özellikleri yüzünden dost ve düşmanlarını da zaten ayırt edememektedir. Kendisine maceraları boyunca elindeki tek silah olan mızrağını ustaca kullanan bir Pikt olan Brule ve çalgısı elinden düşmeyen ve hiciv yüklü nağmeler söyleyen ozan arkadaşı Ridondo eşlik etmektedir.

Kral Kull'un ilk çizeri aslında Barry Windsor Smith'dir. Ancak periyodik yayınının başlangıcından itibaren Gerry Comvay, Doug Moench, Don Glut gibi yazarlar ve Jess Jodloman, Ernie Chan, Rudy Nebres, Alfredo Alcala, John Buscema gibi usta çizerler seriye renk ve zenginlik katmışlardır.

izgiromanAnsiklopedisi365.jpg


Marvel Yayınlarından çıkan bir Kull sayısının kapağı.

Kral Kull, Türkiye'de ilk olarak yine bir R.E. Howard çizgiroman adaptasyonu olan ve Alfa Yayınevi tarafından yayınlanan Red Sonja dergisinin içinde dolgu çizgiromanı olarak 1980 yılında gözükmüştür. 1985 yılında bir ara kendi başlığına kavuşan kahramanın ömrü sadece 4 sayı olmuştur. 1988 yılındaysa Marvel Yayınları logosuyla okuruyla yeniden buluşan Kull bu kez de piyasada 6 sayı kalabilmiştir. Bu tarihten sonrada yine Alfa Yayınlarından çıkan Red Sonja, Süper Korku, Conan ve Barbarlar gibi yayınlarda arasıra görünmüştür. Kull, Ekim 1993'den itibaren Conan ve Barbarlar adlı Alfa yayınında gözükse de bu derginin de fazla uzun ömürlü olmamasından dolayı Türkiye seyrini tamamlamıştır.
 

yeryüzü

Yönetici
3 Eki 2011
17,132
77,345
hiçbiryerde :)
Türkiye'de çıkmış Kull sayıları,
(Altın madalyon sitesinden)


Haziran 2013 itibarıyla yukarıdaki listeye ek,
Çizgi Düşler tarafından iki cilt halinde
"Kull'un Vahşi Kılıcı" yayımlanmış durumda...
kull1.jpg
kull2.jpg
 
Son düzenleme:

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
775
5,745
Kdz. Ereğli
Kull konulu Önemli bir makale

ATLANTİSLİ’NİN KÖKENİ
Patrice Louniet

1926 ve 1930 arasında Robert E. Howard Atlantis Kralı Kull’u anlatan onu tamamlanmış on üç öyküye başladı. Hâlbuki bu öykülerin sadece üçünün Howard’ın sağlığında basıldığı görüldü: Gölge Krallık, (Weird Tales-Ağustos 1929) Tuzun Thune’nin Aynaları, (Weird Tales, Eylül 1929) ve Gecenin Kralları (Weird Tales, Kasım 1930). Bu sonuncu, Atlantisli kralın yardımcı rolde olduğu bir Bran Mak Morn öyküsüdür.

Derginin mektup bölümünde bulunan yorumlar herhangi bir gösterge kabul edilirse, (Bazıları öykülerin çıkışından yıllar sonra yayınlanmıştır) bu üç öykü, Weird Tales editörü Farnsworth Wright ve okurlar tarafından özellikle iyi karşılanmıştır. Howard Philips Lovecraft, bu öykülere büyük değer vermiş, hatta 1934’te Howard’a karakter hakkında daha fazla öykü yazmasını önermiştir. Howard, aldatıcı itiraz tonuyla karşılık verir:

“Kull öyküleri hakkında söylediğiniz nazik şeyler için teşekkür ederim, fakat bir başkasını yazmamın mümkün olacağından kuşkuluyum. O karakter hakkında yazdığım üç öykü, bilincimde herhangi bir plan olmaksızın, neredeyse kendi kendilerini yazmış gibi görünüyor; onlar üstünde çalışmak benim açımdan bilinçli bir çaba olmadı. Basitçe, çağrılmadan aklımda tamamen olgunlaştılar ve parmak uçlarımdan kâğıdın üstüne uçtular. Oturup, bilinçli bir şekilde bir başka öykü yazmayı yeltenmek, sırf görünüşü yapay olacak bir şey üretmek için olurdu.”

Howard’ın öyküleri, en azından önde gelenler, Teksaslının kabullenmeyi uygun bulduğundan daha fazla emek ve detaylandırma gerektirir; Kull öyküleri de istisna değildir. Örneğin Howard bir yılı aşkın süre ikinci Kull öyküsü üstünde çalışmıştı. Ancak Lovecraft’a artık Kull öyküsü yazmasının mümkün olmadığını söylediğinde, Howard muhtemelen gerçeği söylemekteydi. 1929 sıralarında karakter üstünde hâkimiyetini kaybetmeye başlamış ve bir dizi yanlış girişim ve satılmayan öykünün ardından onu tamamen bir kenara atmıştı. 1932’de Howard son yazdığı Kull öykülerinden birini —Ben Bu Baltayla Hükmederim!— usulüne uygun şekilde zalim bir Cimmerialı savaşçı ekseninde dönen yeni bir seriyi yaratmak için yeniden dönüştürmüştü. İki karakter, etkileyici fizikleri dışında pek az benzerler ama iki serinin de arkaplanı aynıdır: yeryüzünün mistik geçmişindeki krallıklar ve imparatorluklarda gelişen, şu veya bu şekilde çürüyen uygarlıklarla karşılaşan barbarlar— Kull ülkesi tarafından evlat edinilir, Conan Hyboria krallıkları tarafından. Conan Kull’un yerini almıştır; Howard artık fikirlerini izleyemediği bir araç sağlamayan bir karakter hakkında yazmayı olanaksız bulmaktadır.

Howard, bu üç öykünün kabul gördüğü yıllarda aldığı sıra dışı eleştirel övgüye rağmen, “Kahramanlık Fantezisi”, “Destansı Fantezi”, veya “Kılıç ve Büyü” adı verilen yeni bir edebi alt türün doğumunu sağlamış olduğunu farkında değildir—yetersiz olduğu kadar ayartıcıdır bu adlandırmalar. Tarihi (veya uydurma tarihi) unsurların, fantezi unsurlarıyla karışımı yeni bir şey değildir; aksine tam da edebiyatın başlangıcına dek kulak verir. Howard, kibar görünüşleri, süslü dili ve yapmacık şahsiyetleri temizleyerek, Howard’ın ortamı ve okuduklarını yansıtan gerçekçi bir tarzda şiddet öyküleri yazarak, onu modernize etmiştir. Eleştirmen George Knight, bir defasında bunu gayet ikna edici şekilde tartışır; “Onun en popüler eserlerinin fantezi öyküleri olması hasebiyle Howard, Fantezi yazarı kategorisine de sokulur… Kurgusunun en ilginç görünüşü, realizm dışındaki fantezi değildir… Howard’ın klâsından, ortam, inanışlar ve yazdığı çağdan yay gibi fırlayan bir realizm.”

Kull öyküleri bu yüzden (Ki bu aynı zamanda Conan serileri için de doğrudur) “Realistik Fantezi Öyküleri”dir. Öncüllerinden farklı, sınırsız halefinden farklı olan Howard öykülerini unutulmuş, hayali evrenlere koymaz: dünyamız hakkında yazar ve temaları evrenseldir. Kull’un Valusia’yı istila eden yılan adamları, Shakespeare’nin hayaletlerin mesken tuttuğu Elsinore’sinden daha fantastik değildir ama kim Hamlet’i “Kılıç ve Büyü” olarak yaftalar ki?

1932’de Conan serilerine başladığı sıralarda Howard bir deneme yazar. Hyboria Çağı, artık unutulmuş insanlık geçmişinin özel bir aşamasıdır. Denemeyle gönderdiği bir mektupta, fantazi öyküleri yazarken realizme duyulan ihtiyacı izah eder:

“Bu denemedeki hiçbir şey, kabul edilmiş tarihe karşı herhangi bir teori geliştirme teşebbüsü olarak düşünülmemelidir. Bu sadece bir kurgu hikâyeleri dizisi için, basit bir kurgusal arkaplandır. Birkaç yıl önce Conan hikâyelerini yazmaya başladığımda, onun çağının ve o çağın halklarına dair hazırladığım bu ‘tarih’, o ve destanının daha fazla gerçeklik kazanmasına katkı sağlamaya hizmet etti.”

Yeterince ilginç şekilde, deneme Kull’un evreninin nasıl yıkıldığı ile başlar.

Bilinen tarih, Kamelia, Valusia, Verulia, Grondar, Thule ve Commoria krallıklarının hüküm sürdüğü tufan öncesi uygarlıklarının yıkılmasıyla başlar. Bu halklar, ortak bir kökenleri olduğunun göstergesi olarak, aynı dili konuşurdu. […]O çağın barbarları batı okyanusunun açıklarındaki adalarda yaşayan Pictler; Pict adaları ile anakara veya Thuria denilen kıta arasında küçük bir kıtada yaşayan Atlantean’lar ve doğu yarıküredeki geniş bir ada zincirinde yaşayan Lemurialılardı. […]Sonra Tufan dünyayı vurdu. Atlantis ve Lemuria battı ve Pict Adaları yükselerek yeni bir kıtadaki dağların zirvelerini oluşturdu. Thuria kıtasının büyük bölümü dalgaların altında kaybolup batınca, kocaman göller ve iç denizler şekillendi. Püsküren volkanlar ve müthiş depremler imparatorlukların görkemli şehirlerini yerle bir etti. Tüm uluslar silinip gitti.” (The Coming of Conan the Cimmerian, Del Rey, 2003, pp. 381–382) [Yeri gelmişken, Kull’un kıtasını anlatan “Thurian,” sözcüğü 1932’de uydurulmuştur; bu asla Kull öykülerinin herhangi birinde karşımıza çıkmaz.]

Kull’un dünyasının geriye dönük olarak Conan’ınkiyle (coğrafya ve tarihi için birkaç ayrıntı sağlayarak) birleştirilmesi, Kull’un dünyasının yıkılışını göstermesi ve neticede Conan’ınki tarafından yerinin alınması, Atlantislilerin en sonunda nasıl Cimmerialılara dönüştüğü (bundan dolayı Conan Kull’un bir torunu olabilirdi) sonuncusu ama en önemsizi olmayan da, ilk Conan öyküsünün satılmayan bir Kull öyküsünün küllerinden yazılması suretiyle, artık Kull öykülerini Conan öyküleri için taşları döşeyen tarihöncesi bir seri olarak gördüğünü anlatmaktadır Howard bize. Thuria kıtası Hyboria dünyasının —ve de Howard’ın kariyerinin— geçmişine aittir. Tıpkı Hyboria tarihinin bizim geçmişimize ait olduğu gibi. Kendisini Kull’dan ayıran Howard, karakteri ve aynı zamanda evrenini yok ederek, yeni Kull öyküleri yazmasını engelleyen bir pozisyona yerleştirmiştir kendisini.

Kull serilerini sadece Conan’ın arkaik versiyonu saymak, onlara epey bir hor davranmaktır. Howard’ın okurları ve eleştirileri kesinlikle bu meselede yazarla aynı fikirde olmamakta haklıdır. Zira Kull öyküleri Howard’ın yaratıları arasında yeni bir kurgu biçimidir. O bu öyküleri, Conan’ınki kadar sistematize olmayan bir açıklıkta olan bir evreni hareket ettirerek, bu yeni kurgu biçiminin sunabildiği çeşitli olanaklarla oynayarak yazmaktadır. Tüm Conan öyküleri aklında Weird Tales’le kaleme alınmışken, Kull öyküleri çeşitli farklı dergilere sunulmuştur; bazıları Conan öykülerinin prototipi gibi okuyabilir, bazıları şiirsel düzyazı, bazıları felsefi masallar olarak okuyabilir. Howard, muhayilesini serbestçe koşmaya bırakmıştır. Bir deney yapma vaktidir bu: Kull öyküleri, bir hikâye ve sonraki arasında fena halde farklı olabilen mesafelere ve genişliğe uzanır.

Atlantisli kralın öykülerinin doğuşu, aynı zamanda Howard üslubunun da keşfidir.

______



Robert E. Howard’ın orijinali 1935’te ortaya çıkan bir biyografi taslağında, Alvin Earl Perry, Howard’ın artık kaybolmuş bir mektubundan söz eder. Teksaslı,(REH çn.) o mektupta, karakterlerinin bazılarının kökeni üzerine birkaç yorum sunar. Kull hakkında şöyle yazıyor:

“Yaratıldığı an, kâğıdın üstüne konulduğu an oldu… Aslında o önce, hiç kabul edilmeyen bir öyküdeki sadece bir yardımcı karakter olarak göründü. En azından bir yardımcı karakter olarak tasarlanmıştı onca ben o öyküye egemen olmadan önce fazla ilerlememiştim.”

Bu tarife uyan kaybolmamış tek öykü, daha önceden Exile of Atlantis (Atlantis Sürgünü) başlığı altında yayınlanan, bu kitabın ilk öyküsüdür. Kull’un içinde sadece üç baş karakterden biri olduğu bu kısa skeç, gerçekten de Shadow Kingdom (Gölge Krallık) yazılmadan önce, “öyküye hakim olduğu” tek Kull öyküsüdür. Nitekim bu, ilk Kull öyküsüdür ama aynı zamanda da Howard’ın erken dönem yaratılarından birinin rol aldığı sonuncusudur; Am-ra’nın kökleri, Kull öykülerinin kökenlerini anlamakta bize yardım edecektir: Am-ra anlaşılan Kull için, Atlantislinin daha sonra Conan için oynayacağıyla aynı rolü oynamaktadır.

Howard, onları okumaya başlaması muhtemelen biraz daha zaman almış olsa da, ilk pulp dergilerini on beş yaşındayken, 1921 yazında satın almaya başladığını söylerdi. Favori yayınları ise o dönemin önde gelen iki pulp fiction dergisi Adventure ve Argosy gibi görünüyor. Weird Tales 1923’te yayınlanmaya başlamadan önce, sırf gizemli kurguya tahsis edilmiş hiç dergi yoktu. Genç Howard, tüm yaşamının temel bir eğilimi kabul edilebilecek şekilde, iştahlı bir macera kurgusu okuruydu. Argosy ve Adventure tarihi ve macera öykülerinde uzmanlaşmıştı ve bu dergilerin önde gelen yazarlarının — Harold Lamb, Talbot Mundy, Edgar Rice Burroughs ve Arthur D. Howden-Smith’i sayabiliriz— hepsinin etkilerinin izleri, Howard’ın yazılarında tespit edilebilir. Bu yüzden doğaldır ki, Howard 1921’de, bu dergilerin keşfinden hemen sonra profesyonel temelde yazmaya başladığında, ilk ilhamını bu yazarlardan almıştır. Teksaslı, bu sayede açıkça Mundy’den türetilen ve Burroughs’tan veya daha sonraki tarihlerde Lamb ve Howden-Smith’ten ödünç alınan sürüyle öykü yazar.

Howard okuru ve Wandering Star editörü Rusty Burke, Paul L. Anderson’un genç Robert E. Howard üstündeki etkisini ortaya çıkarandır. Şimdilerde tamamen unutulan Anderson (1880-1956), Argosy’de 1920’lerin başlarında, 31 Ocak 1920 sayısındaki The Son of Red God (Kızıl Tanrı’nın Oğlu) ile başlayan birkaç kısa kısa romana sahiptir. Bu öykü, Fransa’da bir mağarada bulmuş olduğu bir Cro-Magnon parşömenini nasıl keşfettiğine dair bir not tarafından öncellenmiştir. Bu öykü de, orijinalinden bir çeviriden daha başka bir şey değildir. Öykünün konusu, çağın favorisidir: Cro-Magnonların Neanderthallarin yerini nasıl aldığı... Anderson’u beğenen Howard, birkaç ismi ödünç almak suretiyle muhtemelen 1922 veya 1923’e tarihlenen bir öyküler ve şiirler dizisi yarattığı kanıtlanmıştır. Anderson’un “Ta-an’lı En-ro” ve “Land of the Dying Sun”, birkaç başka alıntılama arasında Howard’ın “Amra of the Ta-an” ve “Land of the Morning Sun” öykülerinde taklit edilmiştir. Howard’ın profesyonel anlamda yayınlanan ilk hikâyesi, 1924’te yazılan Spear and Fang Anderson’un ilk öyküsüyle dikkate değer benzerlikler gösterir.

Howard, Amra of the Ta-an’la doğrudan veya dolaylı olarak ilgili birkaç hikaye ve şiir yazdı. Bunlardan biri ki, sadece iki sayfası bize gelmiştir, Amra Ah-lala adında bir kadınla tartışır. İki isim, gelecekteki Kull öykülerinde, ilk Kull öyküsünde görünen Am-ra ve bitmemiş öykülerin en uzununda görünen Lala-ah ile taklit edilmiştir. Cro-Magnon Am-ra’nın nasıl Atlantisli Am-ra’ya dönüştüğü, bizzat Howard tarafından 1928’de dostu Harold Preece’ye yazdığı mektupla izah edilmiştir:

Atlantis’e gelince —oradaki yüksek bir uygarlık tipi hakkında herhangi bir özel teorim olmasa da, yaşanmış birşeylerin var olduğuna inanıyorum— aslında bundan da kuşku duyuyorum. Oysa bir tür kıta veya bir tür büyük kara parçası suya gömülmüş olmalı, zira pratikte tüm halklar, bir tufan hakkında efsanelere sahip. Cro Magnon’lar da Avrupa’da yüksek bir ilkel kültür seviyesine ulaşmış halde birdenbire ortaya çıktı; Avrupa’da mutlak barbarlığın merdivenini nasıl çıktıklarını gösteren bir iz yok. Onların kalıntılarının yerini, aniden herhangi bir akrabalık bağı olmayan Neanderthal’lerin aldığı keşfedilmiş. Kökenleri neredeydi? Anlaşılan bilinen dünyanın hiçbir yerinde değil. Şu anda bilmediğimiz bir ülkedeki farklı evrimin temel basamaklarından kaynaklanmış ve dönüşmüş olmaları gerek.

Okültistler, der ki—ben de buna inanıyorum— biz beşinci ana kavmiz. İki bilinmeyen ve bir isimsiz kavim geldi, sonra Lemurialılar, sonra Atlantisliler, sonra da biz. Atlantislilerin epey gelişmiş olduğunu söylüyorlar. Bundan kuşkuluyum. Onların sadece şans eseri kabilelerinin kalanına çöken yazgıdan kaçan, Cro-Magnon’ların ataları olduklarını düşünüyorum ben.


Yayınlanacağını umduğum “The Shadow Kingdom” öyküsüne bir önsüz olur diye, onu sattığım editöre mesele üstündeki tüm görüşlerimi uzun bir mektup halinde yazdım. Eğer yayınlanırsa. Atlantis’le eşzamanlı bir tufanöncesi imparatorluk hakkında dokudum bu öyküyü.(Selected Letters, 1923–1930, Necronomicon Press, 1989, p. 20)

Maalesef editöre yazılan mektup bugüne gelmemiştir. Her nasılsa Howard’ın “Mesele üstündeki görüşleri” Weird Tales’in editörü Farnsworth Wright tarafından Mart 1926’da reddedilen bir öyküde çıkarılabiliyor. Men of Shadows’un uzunca bir bölümü, ilkçağ tarihi ve tarihöncesi ve de dikkate değer şekilde Atlantis, Lemuria ve Cro-Magnonlara ayrılmıştır:

O adalara gelen Meçhul Kabile [Pictler]… İlk insanlar oldu… Sonra Lemurians, the ikinci kavim geldi kuzey diyarına… Atlantisliler [Cro-Magnonlar] ise üçüncü Kavim ondu. Bunlar düzgün yapılı, mağaralarda yaşayan ve avcılıkla yaşayan fiziksel devlerdi… Sonra Kuzey’den kılıç ve bronzdan mızraklar taıyarak geldi… Bunlar da dördüncü kavimdi. (Bran Mak Morn: The Last King, Del Rey, 2005, pp. 23–26)

“Büyük Ana Kavimler” ile Howard, ya kitapları okumak, ya da babası veya okültizmle ilgilenmiş bir arkadaşından bu teorileri işitmek suretiyle Helena Blavatsky ve teosofi fikriyle aşina olduğunu ima eder. Mektubun (ve Bran öyküsünün) en önemli noktası, her nasılsa Cro-Magnonlar ve Atlantis arasında bir bağlantı olduğuna ve bu ikincinin hayali değil, tarihi, yeryüzünün geçmişine ait olduğuna kanaat getirmiş olduğudur. 1923 gibi erken bir dönemde, Howard, dostu Tevis Clyde Smith’e bir mektupta, olağan bir şey gibi Atlantis’ten, Akad’la eşzamanlı bir tarihi imparatorluk olarak bahsetmekteydi. Howard’ın Atlantisli/Cro-Magnon bağlantısı fikri için en muhtemel kaynak, Britanyalı folklor araştırmacısı Lewis Spence’dir. Spence eskiden Atlantis kıtasının var olduğuna ikna olmuş, içinde teorisini “Kanıtladığı” birkaç kitap yazmıştı. Onun The Problem of Atlantis (1924) ve Atlantis in America (1925) Howard’ı pekâlâ etkilemiş olabilir. Cro Magnon insanı ve kültürünün kökeni olarak Atlantis tanımlaması Spence’ye özgü gibi görünmektedir.

Kull serileri, Howard’ın tarihsel olan ve hayali olanın bir karışımı uğruna,‘Tarihi’ alanı tümüyle terk etmesi sayesinde doğmuştur. Bu ilk Kull öyküsünün aynı zamanda son Atlantisli Am-ra öyküsü olmasının da nedenidir. Her iki karakter hayli benzer: “Kull hafifçe enli yapılı ve daha uzun boylu olması dışında konuşanın [Am-ra] kopyasıydı; daha derin göğüs kafesi, daha geniş omuzları vardı.” Kull aslında ilk öyküde bir rüya olarak sunulan şeyi takip etmek uğruna, gerçekliğe —kendi gerçekliği—kaçmak isteyen bir karakterdir; düşlenen, konuşulan ama başka türlü bilinmeyen bir ülke: Valusia. Howard, Valusia için Atlantis’i bıraktığında, Kull için Am-ra’yı da bırakır. Sözün özü, fantezi öyküler uğruna “Tarihi” öyküler yazmayı bırakır.

“Valusia” ismi bir Howard uydurması olarak görünüyor. Bu genç yazarın kariyerinin epey başlarında, 1922 veya 1923’e tarihlenen tamamlanmamış bir öykü olan Khoda Khan’s Tale içinde görünür. Bu öyküde, başkahraman Frank Gordon, bir zamanlar beyaz halkın tuhaf bir kavmi tarafından mesken tutulduğu varsayılan eski bir Afrika kentinin yerini tespit etmeye çalışmaktadır. Gordon önce “Fil için dikilen bir mabet” keşfeder, sonra bu derhal, daha yeni görünüşlü, az sonra diğerinden çok daha eski olduğunu keşfettiği bir başkası tarafından takip edilir:

“Bu sırf taştan bir duvardan oluşuyordu, bir yerdeki bir açıklıkla yuvarlak şekilliydi. Çatısı yoktu. Ortasında, başka, daha küçük yılan oymalarıyla süslü taş bir kaidenin üstüne çöreklenen muazzam, süslü bir taş yılan vardı. Daş duvar da aynı zamanda yılan süslemeleriyle süslenmişti. Gordon harabeleri dikkatle muayene etti. Hayli ilgilenmiş, hafiften de şaşırmış görünüyordu. “Kartacalılar başka bir kavimden söz etmiyordu,” dedi, “Yine de kavim bu yılan tapınağını diken kavim, bataklığın kenarında bulduğumuz fil tapınağını dikmedi. Bunlar iki ayrı mimari tarzını temsil ediyorlar, bu öyle belirgin ki, iki tapınağı aynı kavmin dikmiş olması zor ihtimal.” (The Coming of El Borak, Cryptic Publications, 1987, shf. 47–48)

The Shadow Kingdom’da olacağı gibi, karşılaşma beyaz tenli bir barbar kavmi ve daha eski, daha uygar olan arasındaki karşılaştırma, sıkıca Yılan’a bağlanmıştır. Öykünün başlarında Gordon buna dikkat çeker: “İmparotorlukta yaşayan halk beyaz tenli, sarı saçlıydı, imparatorluğun adı da Valooze’ydi.” (shf. 38) Anlaşılan bu “Valooze,” Howard’ın daha sonraki “Valusia”sının doğrudan atasıdır.

Kull’un adına gelince, Howard’ın epey bir yıl önce Cosmopolitan’da okumuş olduğu bir şiirden gelme ihtimali var. 4 Şubat 1925’te Howard, Adventure dergisinin halk şarkıları editörü R.W. Gordon’a şöyle yazar: “Yeniden keşfetmeye çalıştığım bir şiir var. Zannediyorum yayınlanışı sizin departman haricindedir ama okurlardan herhangi biri onu hatırlayıp, bir kopyasını elde etmeme yardımcı olabilirse, bunu çok takdir ederdim.” Bu şiir, Rusty Burke tarafından Mart 1917 sayısında yayınlanan Edgar Lee Masters’in Search’ı olarak tanımlandı; Şiirin Old King Cole’ye birkaç göndermesi vardır. Belki daha da ilginç olanı, Howard’ın sekiz yıl sonra hatırladığı kadarıyla birkaç dizedir:

Cennet rüzgârıyla fora edildi,
Aslan sancağıyla ejder sancağı,
Çırpınır dünyanın çevresinde
.

Aslıysa şöyledir:

Cennet rüzgârıyla fora edildi,
Kaplan sancağıyla ejder sancağı,
Çırpınır dünyanın çevresinde.


Howard’ın hafızası istisnai bir hafızadır ve sadece bir sözcük uymamaktadır. Okurlar Howard’ın yazılarında Conan sık sık aslan’a benzetilirken, kaplanı Kull’un totemi olarak tanımaya alışkındır: The Hour of Dragon romanında, Masters’a açık bir saygı tutumuyla, ejder sancağı düşmanı Nemedia’nınken, aslan sancağı Aquilonia’nın simgesidir.

Günün son ışıkları, doğudaki kayalıkların yanındaki bir tepedeki Tarascus’un çadırının üstünde esen yelle dalgalanan Nemedia’nın kızıl ejderli altın sancağını aydınlatıyordu. Fakat batı kayalıklarının gölgesi çadırların, Aquilonia ordusunun ve Kral Conan’ın çadırının tepesinde dalgalanan altın aslanlı siyah sancağın üstüne uçsuz ucaksız mor bir tabut örtüsü gibi düşüyordu. (The Bloody Crown of Conan, Del Rey, 2004, shf. 92–93)

Masters’in şiirinin Howard’ın karakterinin isimlendirilmesi üstüne etkisini kestirmek elbette olanaksızdır ama ayartıcı bir olasılıktır bu. Başka bir olasılık da aşağıda detaylandırılmaktadır.

İlk Kull öyküsünün ne zaman olduğu kesin olarak bilinmez; zaten profesyonel olarak hiç kabul edilmemiştir bu öykü. Orijinal daktilo metni, Temmuz 1925 ve Ocak 1926 arasında veya Ağustos ve Eylül 1926 (ki bu da Howard’ın Shadow Kingdom olacak şeyin üstünde çalışmaya başlamasından hemen önce demektir) arasında yazılmış acayip bir şeydir. Çeşitli tipografik hatalar ve amatörce bağlantılar eski olan tarihe ait gibi gösteriyor ama hikâyenin bir orijinal ve bir karbon kopya olarak varolduğu gerçeği de ikincisine işaret ediyor. Kariyerinin erken dönemlerinde Howard nadiren öyküleri için karbon kopyalar hazırlardı ama bu muhtemelen Ocak 1926’da Weird Tales, yayınlanmak üzere kabul edilmiş bir öyküsünün daktilo metnini kaybettiğini zannettiğinde değişti. Howard’ın hazırlamamış olduğundan editörlerin karbon kopya isteğini sağlaması mümkün olmamıştı. Diğer taraftan, ne orijinal, ne de karbon kopya başlıklı veya imzalı değildir ki genellikle kesin bir imza olmayan daktilo metni sunulmamış demektir. Demek ki, kendini sunan tek çözüm, Howard’ın öykünün sunum için uygun olmadığını düşündüğü ve onu The Shadow Kingdom’a bir giriş olarak kabul edip, profesyonel anlamda başlıklandırmaya ve sunmaya yeltenmemiş olduğudur. Ya da bu öykü orijinalde, tarih sarmalı aşağıda detaylandırılan The Shadow Kingdom’un başlangıcıdır.

The Shadow Kingdom, Howard’ın kurgusu içinde özel bir yer işgal eder; yazarın gönlünde olduğu gibi, genelde de gizemli kurgu içinde özel bir yerdir bu. Alvin Earl Perry’e mektupta, “The Shadow Kingdom’u diğer herhangi bir öyküden daha keyifle yazdığını” belirtir. Öykünün satışından hemen sonra, Howard, Tevis Clyde Smith’e sırrını açar:

Onu yazmaktan, daha önce yazdığım herhangi bir nesir parçasından daha fazla keyif aldım. Psikoloji konusu bugünlerde ilgilendiğim ana konulardan birisi. Sattığım öykü, saf haliyle düş ve böyle şeylerin psikolojisi ve büyük oranda ilkel psikolojiye dairdi. (REH to Tevis Clyde Smith, ca. October 1927, Selected Letters, 1923–1930, shf. 9)

Howard’ın yarı otobiyografik romanı Post Oaks and Sand Roughs’da bulunan bir emare 1926’da The Shadow Kingdom’a dönüşecek öyküyü ilk tamamlama girişiminin izini sürmemize olanak sağlar. O romanda Howard’ın ikinci kişiliği Steve Costigan, “The Phantom Empire’ başlıklı bir vahşi fanteziye başlar (yani The Shadow Kingdom)” ki kısmen tamamlanmış halde bir kenara koyar ve unutur.” (Post Oak and Sand Roughs, D. Grant, 1989, p. 109). Yaklaşık bir yıl sonra 1927 yazında “birkaç ay önce terk ettiği ‘The Phantom Empire’ye yeniden rastlar, tamamlar, bir tarafa koyar ve unutur.” Bir süre sonra “Steve yeniden ‘The Phantom Empire’yi keşfeder, yeniden yazar ve tekrar bir kenara bırakır.” Öykü kısa bir süre sonra Farnsworth Wright tarafından kabul edilmiş ve Weird Tales’in Ağustos 1929 sayısında yayınlanmıştır.

H.P. Lovecraft’a bir dizi mektup, öykünün betimlediği olayların çoğunun kaynağını aydınlatıyor. Haziran 1931’de Howard İncil’e ilgisini kısaca Lovecraft’a özetler:

İncil tarihine gelince, benim gerçek ilgim, Samson hakkında olanlar gibi şurada buradaki parçalar dışında Saul( Arapça: Talut, çn.) dönemiyle başlayıp biter. O çağda yakın doğuya göç etmiş olması gereken Aryanların sayıları teorinde haklı olduğuna eminim, bir dereceye kadar Saul ve David günlerinin, İsrail’in kavimsel yaşamlarında bir Aryan aşaması sunduğunu gözlemleyebiliyorum. (REH to H. P. Lovecraft, ca. June 1931, yayınlanmamış)

Daha erken bir mektubunda aynı duygu epey belirgindir:

Saul, David, Abner ve Joab’ı İbrani, hatta Arap olarak bile düşünemiyorum, benim için onlar bizzat benim gibi Aryanlara benziyor olsa gerek. Özellikle Saul’u Britanyalı istilacılar Hıristiyan dinini henüz benimseye başladıkları zamanlardan kalma, bilinçsizce bir Saxon kralı olarak canlandırırım hep. (REH to HPL, ca. February 1931, yayınlanmamış.)

Bu Howard için önemli bir meseleymiş gibi görünüyor. Tevis Clyde Smith, Howard Biyografisi taslağı için notlarında şöyle yazar:

Nefret edilen, sevilmeyen Samuel ve itibarlı Saul— (“So Far the Poet…” Report on a Writing Man & Other Reminiscences of Robert E. Howard, Necronomicon Press, 1991, shf. 36)


Howard, “Dreaming in Israel” konusu üzre bir şiir bile yazmıştır. Şubatta Lovecraft’a mektubunda Howard Kral Saul’a hayranlığını ayrıntılandırmaya devam eder:

Her zaman Saul’le bağlantısı yüzünden İsrail’e derin bir ilgi hissetmişimdir. Zavallı iblis! Ağırlığı, omuzlarının genişliği ve isminden çok bir kral olma arzusunu açıkça göstermesi yüzünden, mostralık olarak kurgulanan acınası ve kahramanca bir karakter… Hile ve kibarlıkta tecrübesiz, komplocu rahipler tarafından kuşatılıp canına okunan, vahşi, güçlü düşmanlar tarafından rahat bırakılmayan, çok temkinli ve savaş sevmeyen bir halk tarafından engellenen doğru düzgün bir adam— sonuna doğru delirmesine ne diye hayret etmeli? Krallık işinin gizemleriyle başa çıkmaya uygun değildi ve başrahibin ipinde bir kukla olarak dans etmek için fazlasıyla bağımsızdı—ki ecelini de bu mühürledi. Yılansı Samuel’i önlediği zaman, o hilekâr beyefendinin gırtlağını kesmek suretiyle devam etmesi gerekirdi— ama cesaret edemedi. Yaşamın iz sürücüleri hep Saul’un topuklarındaydı; bir yumuşaklık damarı onu insan ama bir kraldan daha azı yapıyordu… Samuel bir kapanın içinde yakalamıştı onu; başrahip sadece halkın arkasında olması sayesinde değil, Saul’un kendi korkuları ve batıl inançlarıyla da oynuyordu; nihayetinde de onu harap edip, delilik, yenilgi ve ölüme sevk etti. Kral kendisini koca kılıcıyla yere seremeyeceği bir muhalefetle karşı karşıya buldu—elle tutamadığı düşmanlar. Hayat gölgelerle bir kapışmayla, kör, görünmez engellere bir dalışa dönüşüyordu. Saraylı, rahip, cariye ve generallerin her birinin maskesi altında yılan kafalarının tısladığını görüyordu. Düşüşünü planlayarak ayağının dibinde zehir yükleriyle kıvrılıyorlar, o da onların üstünde yükseliyordu; yine de ister istemez onların fısıltısını tercüme etmeye çalışarak tozun yakınına bir kulağını eğiliyordu. Kinci, bencil ve çoğu rahipler gibi körlemesine kurnaz olan Samuel olmasa, Saul tüm gelişimini tamamlardı— olan zincirli bir dev oldu… Saul bir kişi için daima çark edebilirdi— Abner; sözünün eri bir beyefendi ve bir asker— kendi hayrına fazlasıyla onurlu, fazlasıyla idealistti. Saul ve Abner, talihin bir tür kaprisi vesilesiyle mensubu oldukları tüm yaltakçı, hain kavme bedeldi.

Bu cümlelerin çoğu, yılan metaforunun yerini gerçek yılan karakterlere bıraktığı The Shadow Kingdom’un konusu ve genel rengini aksettirir. Onlar aynı zamanda Kull’un düşüncelerinin de yankısıdır:

“Sosyete Salonu’ndaki tahtında oturup, gözlerini saraylılar, leydiler, lordlar ve devlet adamlarının üstünde gezdirirken; yanılsama varlıkları, gerçekdışı nesneler, sadece gölgeler ve maddenin taklidi halinde var olan yüzlere bakıyor gibi gelirdi ona. Onların yüzlerini hep maskeler olarak görmüştü, oysa daha önce maskelerin altında sığ, zayıf karakterler, tamahkâr, hırs ve hile olduğunu sanarak hakir gören bir hoşgörüyle bakmıştı onlara; şimdiyse o düz maskelerin altında kol gezen zalim bir fısıltı, uğursuz bir anlam, bulanık bir dehşet vardı. Bazı soylular veya danışmanlarla nezaket alışverişi yaparken, gülümseyen yüzün duman gibi solduğunu ve yerini bir yılanın korkunç çenelerine bıraktığını görür gibi oluyordu.” (Shf. 58)

Saul’un “bir kişi” si tabii ki Mızrak katili Brule’ye dönüşüyor. İki öykü arasındaki en dikkate değer ayrılık, “Yılansı Samuel” in bir eşdeğerinin yokluğunda yatar; Howard’ın öyküsündeki yılan karakterler, birbirinden ayırt edilemezler.

Eylül 1927’de The Shadow Kingdom’un kabul edildiğini öğrenmesi üzerine Howard alametifarikasıyla tepki verir ve neredeyse acilen aynı karakterin başrolde olduğu başka bir öykü yazmaya girişir. (Howard temmuz1925’te Wolfshead’ı tamamlamıştır, aynı ay de Montour’un başrolde olduğu ilk öykü, In The Forest Of Villefere yayınlanmıştır. İlki olan Red Shadows’un satış haberi üzerine, birkaç ay sonra ikinci Solomon Kane öyküsünü, “Skulls in the Stars” ı tamamlayarak bunu tamamlayarak tekrarlar bunu) Bu kez yazması ilk öyküden daha az zaman alır: Howard sekiz sayfalık bir taslak yazdı, öykünün son iki sayfasını yeniden yazmak suretiyle cilaladı ve sonucu Weird Tales’e gönderdi. İkinci Kull öyküsü The Mirror of Tuzun Thune, Farnsworth Wright tarafından 20 dolar karşılığında derhal kabul edilir. O öykü genelde modern okurlar kadar, çağdaşları tarafından epey el üstünde tutulmuştur. Howard dostu Clyde Smith’e şu yorumu yapar: “The Shadow Kingdom’dan daha okült ve gizemli, belirsiz ve berbat yazılmış; bu yazmaya yeltendiğim ve bilinçaltımdan kovduğum en derin öyküdür.”

Howard, Kull öykülerini yazmaktan vazgeçmesinden birkaç hafta öncedir bu. 1928’in ilk aylarında, bir dizi uzunluğunda olabilecek bir Kull öyküsüne başladı ama (bkz. Shf. 83) on sekizinci sayfada vazgeçti. Howard muhtemelen bu öykünün başıboş ve ikna edicilikten uzak olduğunu fark edip, onu arşivine yolladı, acilen de Delcardes’ Cat adında başka bir Kull öyküsü üstünde çalışmaya başladı. Bu öykünün kompozisyonu detaylandırmaya değer: Howard iki oturumda yazdı onu. İlk taslağı Delcardes’ Cat olarak adlandırdı. 25 sayfa süren taslağın 22. Sayfasını yazmaktayken, Thulsa Doom’a dönüşecek karakter hakkında herhangi bir fikri yoktu. Yeni bir karakterin takdimi, (başlangıçta adı Thulses Doom idi) Thulsa—veya Thulses Doom’a herhangi bir gönderme bulunmadığından, tabii ki öykünün daha önceki bölümlerinde de birkaç modifikasyon gerektirdi. Howard, özellikle profesyonel olmayan bir hareketle, ilk taslaktaki tüm değişiklikleri yapınca bile öyküyü yeniden yazmadan, öyküye The Cat and The Skull başlığını verdi ki, “Skull” Thulsa Doom için açık bir göndermedir. Öykü, (modifikasyonlarla birlikte) bir orijinal ve (öykünün ilk aşamasını gösteren) bir karbon kopya olarak kaldı.

Öykü hayli zayıf ve tutarlılık yokluğundan muzdaripti ki Thulsa Doom sonradan eklendiğinden şaşırtıcı değildir bu. Kuthulos karakteri bir “köle” olarak giriş yapar, oysa daha sonra danışman Tu, aniden “hatırlar” ki Kuthulos “bir köle, evet, ama Yedi İmparatorluk’un en büyük âlimi ve en bilge adamıdır.” Aslında epey muhtemeldir ki, Howard en başta Kuthulos’un öykünün canisi olmasını istemiş, sırf Thulsa Doom çıkageldiğinde fikri bir kenara bırakmıştır. Son olarak, köleye bir isim vermesi birkaç sayfa sürmüştür ve daktilo metninin yakından incelenmesi üzerine orijinal ismin Kuthulos değil, Kathulos olduğu ortaya çıkar. Eğer bu gerekten de Post Oaks and Sand Roughs’da ima edilen (Shf 103) isimsiz öyküyse, şaşırtıcı olmayan şekilde ama anlaşılan Howard’ı şaşırtacak şekilde Weird Tales tarafından reddedilmiştir. Howard yine de Kull hakkında, Kuthulos’un ikinci ve son kez göründüğü başka bir öykü yazdı: The Screaming Skull of Silence. Bu öykü çabucak Weird Tales’e sunuldu ve aynı şekilde reddedildi.

Hatalı bir başlangıç ve iki satılmamış öykünün ardından, Howard’ın yeniden Kull öyküleri yazmaya başlaması, birkaç ay geçtikten sonra olacaktır. Bu esnada o tarihteki en uzun öyküsünün kabul edilişiyle ticari başarıyla tanışır. Skullface, (Howard’ın orijinal başlık şekli) 1928’in ikinci yarısı esnasında yazılmış ve daha sonra yıl içinde 300 dolar karşılığında kabul edilmişti. Bu öykünün içinde Stephen Costigan ve John Gordon’un fiziksel tarifi Thulsa Doom’a uyan ölümcül “Atlantisli Kathulos” a rakip olduklarını fark etmemek zor olur. Kathulos/ Kuthulos Howard’ın kurgusu yoluyla başka bir öyküye yeniden girmek suretiyle Kull öykülerinden kaybolmuştur.

1928 sona ererken, Howard bir kez daha Kull’a döner. The Striking of The Gong, Weird Tales’e sunulmayan, bunun yerine Argosy’e gönderilen ilk Kull öyküsüdür. İçinde Kull’un sadece bahsedildiği kısa bir hikaye olan Altar and the Scorpion, Weird Tales’e sunulmuştur. Her iki hikâyenin satışı da başarısız oldu. Aynı şekilde Kull’dan azıcık bahseden ve muhtemelen 1928’in sonlarında veya 1929’un başlarında yazılan The Curse of the Golden Skull aynı şekilde red cevabı aldı.

Erken dönem Kull öykülerinin metafiziksel tınısı, Howard’ın zamanı felsefi tarayışlarını aksettirir. Ocak 1928’de Howard Clyde Smith’e yazmaktadır: “Psikoloji konusu bu günlerde esas ilgilendiklerimden birisidir.” Gerçeklik ve kimlik sorunları bu öykülerin merkezindedir. Kısa uzunlukları, yazım tarzı ve atmosferi, Farnsworth Wright’in satın alacağı fantezi öyküleri türünden, felsefi kıssalara doğru meyleder.

Clyde Smith’e bir mektuptan şu pasaj örneğin; The Mirrors of Tuzun Thune ve Striking of the Gong’daki pasajlarla çınlar:

Hayat güçtür, hayat elektrik akımıdır. Sen ve ben güç atomları, Evrensel sistemin çarklarındaki dişleriz. Hayat öngörülemezdir, yaşamlarımızın ufak tefek işleri öyle değildir. Oysa izleyecek belli yollarımız var ve onlardan kaçamayız… Biz yıldız tozu kıvılcımları, meçhul güç zerreleriyiz, kendi başımıza güçsüzüz ama benzin kullanılan ateş gibi pervasız bir şekilde, bizi kullanan bir tür yüce gücün bütününü oluştururuz. Biz varlığın bir bölümüyüz, kendi başlarımıza beyhudeyiz. Biz sadece elektrik akımının fazları, yaşam ve ölümün manyetik kutupları arasında ebediyen titreşen elektronlarız. Önümüzde uzanan yollardan kaçamayız. Özgün varlıklar olarak gerçekten var olamaz, yaşayamayız. Hiç yaşam yoktur, hiç varoluş yoktur; basitçe titreşim vardır. Hayat unutuluşta başlayıp, unutuluşta son bulan tamamlanmamış bir hareket dışında nedir ki? … Başlangıç yoktur ne de mahlûk için bir son olacaktır. (REH to Tevis Clyde Smith, ca. February 1928)

Şurası bir gerçektir ki, Howard’ın 1928 başlarında Tevis Clyde Smith’e mektuplarının hepsi, felsefe, din, psikoloji ve benzeri ilgileri üzerine uzun pasajlarla doludur. Howard çok doğal olarak kurgusunda yolunu bulan derin bir içgözlem dönemine gelmiştir. Mektuplarda değindiği tüm temaların ortak noktası kimlik ve evrenle kendi bağlantısı eksenindedir.

Her halükarda The Shadow Kingdom’un ve The Mirrors of Tuzun Thune satışını takip eden ondört ayda, hiç birini satmakta başarılı olamamış, hiçbiri basılmamış olsa da, Howard altı Kull öyküsüne başlamış veya bitirmiştir.

1928 sonları ve 1929 ortaları arasında Howard başka bir Kull öyküsünü tamamlayamaz. İki başarısız öykü tarafından kanıtlanan bu başarısızlıklarına rağmen çabalarına son vermeye karar vermemiş, yılın ilk aylarında tamamlamayı denemiştir.

Brule ve Kull’u Valusia’dan alıp Kamula kentine götüren üç sayfalık taslak The Black City hakkında söylenecek pek az şey var. Diğer başlıksız fragman her nasılsa özellikle ilginçtir. Nisan 1929’da etekleri zil çalan Howard, Tevis Clyde Smith’e şöyle yazar:

Buraya dönüşümde, yardımcı editörden biraz daha çalışmam ve yeniden sunmamı söyleyen bir iki satırla Adventure’den gelen bir cevap buldum, dönüşümden bir süre sonra da Argosy’dan bahsettiğim öykünün kabul edildiğine dair bir mektup aldım… O mektubun gelişinden iki gün sonra, onlardan 100 dolarlık bir çek aldım. Aynı zamanda sonraki sayıda görünen bir öykünün ileriki sayfalarıyla birlikte Weird Tales’ten bir mektup aldım. Farnsworth, gelecek sayıda 100 dolarlık “The Shadow Kingdom” ve daha kısa bir öyküyle [The Mirrors of Tuzun Thune]den sonra bir sone yayınlamakla ilgilendiğini söylüyor. İnanıyorum ki, sattığım seriyi yayınlamanın yolunu hazırlıyor ama tabii ki yanılıyor olabilirim.

The Shadow Kingdom’un, The Mirrors of Tuzun Thune’nin yazılmasına ortam yarattığı gibi; Howard’ın, daha metafizik konuları, doğrudan bir fantezi arkaplanında geçen düz macera öyküleri uğruna terk ederek bir kez daha karaktere dönmeye sevkeden, muhtemelen iki Kull öyküsünün gelecekte yayınlanacağı haberleridir.

İlk denemesi üçüncü sayfadan öteye gitmedi. Bu başlıksız taslak (bkz shf.165) Kelt konusuna artan ilgisini sergileyen ilk Kull öyküsüdür ki, bilincinde 1928 Aralığında oluşmuştur. Howard’ın bu öyküyü niye tamamlamadığı kolayca anlaşılabiliyor; öykü sadece tarihi Keltlerden bahsetmekle kalmıyor (Milattan binlerce yıl önce geçtiği farz edilen bir öyküde); aynı zamanda taslağın kahramanı Brule’ye mavi gözler de veriyor. Brule önceki öykülerde hep koyu renk gözlü olarak bahsedilmiştir ve bir Pict savaşçı olduğundan da bu mantıklıdır. Mavi gözler asılnda Howard’ın Kelt veya uydurma Kelt kahramanlarını tanımlamaya başlayan bir olgudur. En ünlüleri de elbette ki Conan’dır. Bu sıradan bir hatadan ziyade, serilere ne olmakta olduğunun bir kanıtıdır: Howard Atlantisli karakterinden uzaklaşmakta, gitgide Brule ile ilgilenmektedir. O taslakta Brule kabilesi Borni’nin yönetim biçimini açıklar:

Hepimiz Tathelili Nial’ı kralın üstünde sayarız ama onun yönetimi gevşektir. Kendi aramızdaki işlerimize karışmaz, kendi kabilesiyle birlikte Tathel adasında yaşayan Nargi, Dano ve Balina katilleri dışında kimseden, Valusialıların deyimiyle ne haraç, ne vergi toplar. Bunları diğer kabilelere karşı o koruduğundan hak payı alıyor. İki kabile savaşa tutuştuğunda bile işlerine karışmaz; bir kabile haraç ödeyen bir üçüncüye zarar vermedikçe. Savaş yapılıp kazanıldığında meselede hakemlik yapar ve kararı kesindir… Lemurialılar, Celtler veya herhangi bir yabancı ulus veya yağmacı çetesi bize karşı gelirse de, tüm kabilelere çekişmelerini bir yana bırakarak yan yana savaşmaları için haber gönderir. Ki bu çok iyi bir şeydir. İstese üstün bir tiran olabilirdi, zira kendi kabilesi çok güçlü ve Valusia’nın yardımıyla istediğini yapabilirdi —fakat o biliyor ki, kendi kabilesiyle ve müttefikleriyle birlikte tüm diğer kabileleri ezbilecek olsa da, asla bir daha barış olmaz ama Borni, Sungara, Kurt katili ve herhangi bir kabileden sağ biri kaldığı sürece isyan olurdu.

Fragman burada son buluyor, bu da sonraki —ve son— Kull öykülerine ne olduğunu karşılaştırmak için hayli ilginçtir.

By This Axe I Rule! ve Swords of the Purple Kingdom, muhtemelen Mayıs ve Haziran 1929’da birbiri ardınca hızla tamamlanmıştır. Birçok açıdan her iki hikâye Kull serilerinin köklerine bir dönüşe işaret eder. Exile of Atlantis’te Ascalante ve Ala karakterlerinden bahsedilmişti; her ne kadar farklı olsalar da, 1929 öyküsünde karakter isimleri arasında bunlar da vardı. Daha önemlisi, 1929 öykülerinin olaylar dizisi The Shadow Kingdom’da olduğu gibi bir coup d’etat (hükümet darbesi çn.) girişimi etrafında döner. Oysa The Shadow Kingdom Howard’ın İncil’deki Saul öyküsünü okumasında köklere sahipse, By This Axe I Rule! klâsik bir oyun okuması tarafından ilham edilmiştir.

1929’un ilk aylarında Howard muhtemelen Shakespeare’yi yeniden okumaktaydı. Mart ayında Smith’e bir mektubun içinde iki erotik kısa oyun ekliyordu. Birincisinde Howard, “doğru dürüst, şen şakrak bir müstehcenlik yazmak ve kuyruk’un doğasındaki haydutluğu göstereceğini addettiği abartı ve vurgularla basitçe Shakespeare parodisi yazmak arzusu arasında gidip geldiğini” yazar. Şaşırtıcı olmayan şekilde Tevis Clyde Smith, daha sonraları Shakespeare’nin Howard’ın en sevdiği oyun yazarı olduğuna dikkat çekmiştir.

By This Axe I Rule! komplocuların aynı gün krala yapacaklarını kararlaştırdıkları bir sahneyle açılır. İttifaklarını mühürlemek için adamların hepsi bir yemin eder.

William Shakespeare’nin Julius Caesar’ın perde II, sahne 1 Brutus’un meyve bahçesinde gerçekleşir. Gece vakti, şafak sökmek üzeredir. Komplocular Caesar’ı aynı gün öldürmeyi kabul ederken, Brutus onlardan ellerini birleştirmelerini ister ve Cassius daha sonra Brutus’un reddettiği bir yemin edilmesini önerir. Ufak farka rağmen bu sahne By This Axe I Rule!’deki eşdeğerini epey hatırlatır.

Yemin edildikten sonra, Kull öyküsünün komplocuları ayrılır; Ascalante onlara şöyle der: “Yerlerinize dönün ve sözlerle, yaptıklarınız veya bakışlarınızla aklınızda ne olduğunu ele vermeyin.” Julius Caesar’da Brutus ilan eder: “Sayın baylar, rahat ve neşeli görünün;/ görünüşünüzün niyetimizi ortaya çıkarmasına izin vermeyin”…

Howard, adeta öyküsünün temel akışını da Shakespeare’de bulmuş gibidir; ola ki, bizzat Howard da aslında kralını “öldürmeye” çabalamaktadır… Yani karakter ve seriyi nihayete erdirmeye… Karakter artık, otokratik bir hükümdara dönüşmüş, öykülerdekilere pek az benzemektedir. Eğer The Shadow Kingdom’da yılan adamların tehditi tiksinç bir şeyse de sonraki öyküde Kull ve komplocuların lideri Ascalante arasında pek az fark vardır. Sürgün Ascalante, Kull’un tahta çıktığında yaptığı şeyin tam olarak aynısını yapmak istemektedir: bugünkü meşru kralı öldürmek. The Shadow Kingdom’da, Kull’un tahta çıkışını tarif eden şu pasajda görüldüğü üzere metodları tam olarak aynıdır; sadece uygulamalar Ascalante ve By This Axe I Rule! de yaptığıyla mükemmelen uyum içindedir: “şansın cesur bir kavranışı, kılıçların fırıl fırıl dönüşü; sarayın gözünden düşen hırslı devlet adamlarının ölümcül, kısa, hünerli komplosuyla insanları canından bezdiren bir tiranın katledilişi —ve gezgin maceracı, Atlantis Sürgünü Kull, düşlerinin baş döndürücü zirvelerine savrulmuştu; o Valusia’nın efendisi, krallar kralıydı.” (Shf. 34) Ascalante ve Kull birisinin ilk bakışta fark edebileceğinden de fazla benzerliğe sahiptir. Dahası tehlike anında Kull’un yaşamını kurtarmak için her zaman yanında olan Brule, öykü açılırken Valusia’dan ayrılarak dikkate değer şekilde öyküden kaybolur. Onun ayrılış sözcükleri epey huzursuz edicidir. “Biz, yaşamlarımızın çoğunda bu ülkede kalmış olsak da, ikimiz de barbarlarız. Şimdi gidiyorum. Bir suikast girişimi dışında korkacağın bir şey yok ki bir Kızıl Katil mangası tarafından gece gündüz korunduğundan sonuçta hiç korkacak bir şey yok.” Kull’un yaşamını, özellikle Kızıl Katiller tarafından korunduğunu zannederken, kendi odasında komplocular tarafından katledildiği The Shadow Kingdom’da sayısız defalar kurtaran bir adam için tuhaf sözcükler bunlar. By This Axe I Rule!’de aynı zamanda nihayet tahtı kazanırken Kull’un öldürdüğü despotun ismini de öğreniyoruz: Borna. İsmin Brule’nin kabilesi Borni ile benzerliği çarpıcıdır.

Bu yüzden ve Clark Ashton Smith’e yazdığı bir mektubunun pasajında ortaya konulduğu üzere, Howard’ın yaratısıyla teması kaybetmekte olduğu görülüyor

“Aniden kendimi fikirden kopmuş buldum, tıpkı çabalarımı yöneterek omzumda durmakta olan bir adam gibi. Aniden dönünce bir de ne göreyim beni bir başka karakter ararken bırakıp gitmiş. (REH to Clark Ashton Smith, 14 December 1933, Selected Letters, 1931–1936, p. 59)

By This Axe I Rule! Argosy ve Adventure tarafından reddedilmiştir; aynı zamanda Swords of the Purple Kingdom sunuldu ya da nereye sunuldu bilinmiyor. The Shadow Kingdom, Weird Tales’in Ağustos 1929 sayısında kabul edildi, bir sonraki ay da The Mirrors of Tuzun Thune tarafından takip edildi. Bu sefer, yeni öyküler yazmaya yeltenmeye yetecek kadar karaktere ilgi duymuyordu artık.

Şubat 1930’da Kull Kings of The Night ile kısa bir geri dönüş yaptı. Bu öykünün kahramanının artık The Shadow Kingdom’un basit, savaşçısı olmayan, “Tüm Pict savaş şeflerinin en yücesi” olarak tarif edilen Brule’nin doğrudan bir torunu olduğunu öğrendiğimiz Pict Kralı Bran Mak Morn olduğunu fark etmek ilginç değildir: Kull sadece tali bir karaktere dönüşmüştür; o öyküde, krallığı olmayan bir kraldır artık.

Kull ve Valusia, karakterin adının bir Cimmerialıya dönüştüğü ve Atlantisli Am-ra’nın ve Kelt taslağındaki Brule’nin gri gözlerinin yerine mavi gözler aldığı Mart 1932’ye kadar Howard’ın aklına gelmeyecektir. Valusia’ya gelince, onun yıkımı o yılın Nisanında Hyborian Age denemesinde gerçekleşmiştir.

Conan ve Hyborian Age gelmektedir.
 
Son düzenleme:
Üst