scanfan

Yönetici
25 Eyl 2013
7,210
75,904

Yaz mevsiminin sonuna yaklaşırken sizleri, bir kısmına benim de yetiştiğim İstanbul'un eski plâjlarına götürmek istiyorum. Bu güzel nostalji yazısı Albüm dergisinde 1999'da çıkmış (o tarih bile şimdi çok gerilerde kalmış!). "Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir" lafını unutmuyoruz ama değişim demek yozlaşma, tahrip, imha, geçmişini, tarihini inkâr demek değildir ki. Keşke bir kısmı muhafaza edilebilseymiş. Aslında bu plâjların bir kısmı yakın tarihlere kadar korunabilmişti. Meselâ "Salacak plajı"nın 1937'deki fotoğrafına bakın. Plâj bizim eve yakındı ve sık giderdik. İnanın 1970'lerde de aynı o resimdeki gibiydi. Şimdi üzerinden otoyol geçiyormuş galiba, o noktayı görmek bile istemiyorum şimdi. Anlaşılan bozunum gittikçe ivme kazanıyor.




Şimdi "Deniz Bitti" Ama, Atlama Kuleli Plajları Vardı Bu Kentin...
İstanbul Plâjları
XX. yüzyıl başındaki kaynaklar, İstanbul'un en önemli deniz hamamlarının yer aldığı kıyıları sayıyor
uzun uzun. Biz kısaltıyoruz: Yeşilköy, Bakırköy, Samatya, Kumkapı, Ahırkapı, Salıpazarı, Fındıklı, Kuruçeşme. Ortaköy, Tarabya, Büyükdere, Beykoz, Paşabahçe, Kuleli, Beylerbeyi, Üsküdar, Moda, Fenerbahçe, Bostancı, Pendik. Yani İstanbul bir "plajkent" imiş, unutmuşuz.

Albüm Dergisi, Haziran 1999

Siz şimdi denize girecek yer bulamadığımıza aldanmayın. İstanbul bir zamanlar plajlar kentiydi. Nasıl olmasın ki? Dört yanı değil, her bir yönü denizle çevrili bir kentten söz ediyoruz. Karadeniz, Marmara, Boğaziçi ve Haliç sözkonusu elbette. Attığınız her üç adımdan biri deniz kenarına götürür sizi. Deniz kenarına gelince lebi derya bir sahil kahvesinde nargile içebilir, ya da beyaz boyalı bir yalı dairesinde udunuzu çalabilirsiniz... ister kayığa biner Boğaziçi'nin mehtaplı gecelerini keşfeder, ister oltanızı sarkıtıp hiç vakit geçirmeden avucunuza düşecek balıkları beklersiniz. Ya da hepsinden iyisi, denize girersiniz. Tabii artık olmayan bir İstanbul'dan söz ediyoruz. Ne yazıkki... istanbullu'nun deniz banyosuyla tanışmasının tarihi çok eski değil. Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi'nde, 1826-1850 tarihleri arasında kurulduğunu sandığı Çardak İskelesi Deniz Hamamı'nın, konusunda ilk olduğunu belirtir. Koçu'ya göre ikinci hamam Salıpazarı'nda, üçüncüsü ise Kumkapısı'nda kurulmuştur. Haluk Şehsuvaroğlu ise 1867 yılında İstanbul kıyılarında altmış iki deniz hamamı olduğunu belirtir. Sayının büyüklüğü bizi şaşırtmamalı. Halkın girdiği genel deniz hamamları dışında, tek tek yalı nüfuslarının yararlandığı “zata mahsus” özel deniz hamamları da bu sayıya dahildir. Yirminci yüzyıl başındaki kaynakları taradığımızda ise en önemli deniz hamamlannın yer aldığı kıyılar olarak Yeşilköy, Bakırköy, Samatya, Yenikapı, Kumkapı, Çatladıkapı, Ahırkapı, Salıpazarı, Fındıklı, Kuruçeşme, Ortaköy, İstinye, Tarabya, Büyükdere, Yenimahalle, Beykoz, Paşabahçe, Kuleli, Çengelköyü, Beylerbeyi, Üsküdar, Salacak, Moda, Fenerbahçe, Caddebostanı, Bostancı, Kartal, Maltepe, Pendik ve Tuzla'yı görürüz.

1957 yılında İtalya'da basılan, Istituto Geografico de Agostini Novara yayını İstanbul haritasında kentin plajları.
stanbul_Plajlar_001.jpg

Deniz hamamlarından plajlara geçişimizin başlangıcı ise İstanbul'un işgal günlerine denk düşer. Bu yıllarda devrimden kaçarak İstanbul'u geçici bir süre de olsa mesken tutan Beyaz Ruslar Florya kıyılarına yerleştirilir. Biraz sıcaktan, biraz da yolculuk arkadaşları bitlerden kurtulmak amacıyla denize giren Beyaz Ruslar'ı görmek için, İstanbullular akın akın bu kıyılara gelirler. Önce açıkhava meyhanesi olarak kurulan Solaryum, daha sonra aynı adla ilk plajımız olarak ün yapar. Ama plajların boy atıp yeşermesi için Cumhuriyetin kurulup devrimlerin yapılmasını beklememiz gerekecektir. Batıklaşan İstanbullu, entariyi, pantalonu çıkarıp mayo denilen nev icat elbiseyi sırtına geçirir. Deniz hamamlarında kadın erkek ayrımı yavaş yavaş tarihe karışır. Filmlerde plaj melekleri toplu halde boy gösterir. Deriler güneşle haşır neşir olur, delikanlılar üç kademeli atlama kuleleriyle tanışır, genç kızlar cankurtaran kayıklarının kürekçilerine âşık olurlar. İstanbul kıyıları insana doyar, plajları efsaneleşir. Bu İstanbul'a ait eski bir öyküdür. Deniz hamamlarından plajlara uzanan bir öykü... Ne yazık ki, hatırlamak için artık elimizde sadece eski anılar, fotoğraflar ve dergi kapakları var. Evet karşınızda 'İstanbul Plajları Albümü'!

stanbul_Plajlar_002.jpg

Deniz hamamları
“Deniz hamamları salaştan yapılmış kapalı yerlerdi, içlerinde, kenarlarında soyunma yerleri vardı. Sahile iskeleler ile bağlı olan bu dört köşe tahta havuzların altlarında birer ıskara bulunurdu. Suyun en derin yeri ekseriya adam boyunu geçmezdi. Boğulmak tehlikesi yoktu. Buna mukabil çivilerden, ıskara tahtalarının sökülmesinden yaralananlar olur, etraftan 'tuzlu suda bir şey olmaz tesellisinden gayri tedavi imkânı bulunmazdı. Hamamlarda dışarı çıkmak kadınlar için katiyyen yasaktı. Zaten yüzme bilen kadın yok gibi bir şeydi, bilenler kurbağalama veya yan yüzerler, havuz içinde dört dönerlerdi. Erkeklerden de dışarı açılanlar nadirdi. Havuzun kazıkları aralarından süzülerek veya denizin sathına kadar inen tahta perde altından dalarak geçerlerdi. Fakat tanınmış kimseler olmaları şarttı. Yoksa etraftan bağırışmalar olur, denizhamamcıya polis ceza yazardı. En makbul yüzme çift kulaç, en makbul atlama çömlek kırma idi. Kadınların saçları deniz kızları gibi uzun, erkeklerin kısa, 'a la brosse' idi. Denize peştemallerle girilir, vücut mümkün olduğu kadar örtülür, nazarlardan ve güneşten saklanırdı. Yüzme mevsimi, karpuz kabuğu suya düştüğü vakit açılırdı. Yâni karpuz çıkıp da harcıâlem olup çürükleri denize atıldığı zaman soğuk alıp üşümek, sam yelinden vücudun lekelenmek tehlikesi olmadan suya girilebilirdi. Deniz hamamlarının yanlarında birer gazino ve gazinonun gedikli müşterileri vardı.Bunlar katiyyen denize girmezler, sadece, kendilerine, hamama gelenleri görebilecek yer seçerler, nargilelerini tokurdatarak, teşbihlerini çekerek birer halete duçar olurlardı. Bu sebepten, deniz hamamcıları, yanlarında akrabalarından ve palabıyıklı kimseler olmadıkça gençleri içeri almaz, soyundurmazlardı, yahut gençler mahalle mahalle toplanıp gelebilirler, beraber denize girer, beraber çıkar giderlerdi. Vücudunu güneşe verip yakmak ayıptı. Böyle yanmış bir kimsenin çingene, Kürt veya dellâk telâkki edilmek ihtimali muhakkaktı.

stanbul_Plajlar_003.jpg

stanbul_Plajlar_004.jpg

Gazinolarda 'işret' yasaktı. Polis asayişin muhafazası namına buna müsaade etmezdi. Deniz hamamlarının akıntılı sahillerde kurulmasına dikkat edilirdi. Bunun için her sene, hamamlar tamir edilirdi. Bazan da sular götürür, yeniden yapılırdı. Suda on beş, yirmi dakikadan fazla durulamazdı. Güneşsiz zamanlarda denize girilmediğinden ve havuzda hareket imkânı az olduğundan çeneler hemen birbirine vurur, dudaklar morarır, vücudun derisi kabarır ve ürpermeler başlardı. Sahil boyunca dolaşan polis bayraklı sandallar açıkta denize girmek yasağının fiilen tatbikatını yapardı. Yakalananlar koltuklarında elbiseleri ile posta edilirdi. Bazan da polis, karadan gizlice gelir, denizdekilerin kıyıda bıraktıkları çamaşırlarını toplar, karakola yürürdü. O zaman, denizden fırlayan peşine düşer, sahil mahallelerde, peştemalli ve polisin arkasından yalvararak koşuşan bir garip çıplaklar sürüsü peyda olur, kafeslerin arkasından çığlıklar kopardı. Bir hoş zamanmış.(...) [Bugün] plajların ekserisi, eski deniz hamamlarının bulundukları yerlerdedir. Deniz hamamlarının bir kısmı da, meselâ Kumkapı ve Moda gibi yine de mevcuttur. Bir kısmı da meselâ Haliç'te Balat ve Karaağaç hamamları, Karaköy Köprüsü'ndeki çift deniz hamamı, Boğaz'daki Bebek, Beylerbeyi hamamları gibi, kaybolmuştur.(...) Eskiden, denizde az kalındığından, deniz hamamlarının birbirlerinden semt ve müşterinin sınıf farkından gayri farkları olmuyordu. Bugün vaziyet öyle değildir. Plaj bir nevi su ikametgâhı halini almıştır. - Kimbilir belki de yalıların rağbetten düşmesinde bunun da dahli vardır-, ve her plaj bir hususiyet iktisap etmiştir”.
Fikret Adil, “Deniz Hamamından Plaja," Tan 9 Ağustos 1941

stanbul_Plajlar_005.jpg

Caddebostan Plajı
“Bostanın denize inen kısmı çoktan uydurma bir plaj haline getirilmiştir. Bir zamanlar sırık domatesi ve enginar yetiştirilen bu sahada artık sırım gibi delikanlılar dolaşmakta ve sakız kabaklarının çiçek açıp bezelyelerin çalılara sarılmalarına mukabil genç kızlar yerlere yatmakta ve birbirlerine dolanmaktadırlar. Cadıbostanı [Caddebostanı’nın eski adı] o derece değişmiştir ki, ismin başındaki 'Cadı' sabahlara kadar yollarda dolaşan yarı çıplak karaltı ve kafilelerden dolayı âdeta 'Çin'e tahavvül etmiştir; 'Cin bostanı' ele avuca sığmaz, denize dalar, ağaca fırlar, bisikletten kayığa, kayıktan kotraya atlar, pür hareket mâhluklar ülkesidir.”
R.H.Karay, Üç Nesil, Üç Hayat(t.y.), s.104

stanbul_Plajlar_006.jpg

Eski zamanların mayoları
“Kadınlar, başlarına iri bir bere şeklinde bir muşamba takke geçirirler. Sırtlarına yakası, kolları kırmalı ve her tarafı kapalı basmadan bir bluz, bacaklarına da yine paçaları fistolu ve kırmalı diz kapakları geçen bir don giyerler ve bu acayip kıyafetle denize girerlerdi. Mayolarda esaslı bir inkılap olması, için yirmi sene beklemek icabetti. Paçalar, diz kapaklarından yukarıya çıktı, göğüs ve kollar normal şekilde açıldılar. Kadın vücudunun hatlarını belirtecek şekilde mayolar yünden ve sıkı yapılmaya başlandı. Bu moda kadına giydiği mayoyu kendi zevkine uyduracak şekilde tertiplemek fırsatını verdi. Erkekler de normal bir don biçiminde kısa mayolar giymeye başladılar. Fakat üst kısmı kapalıydı. On sene sonra 1930'da deniz hususunda yeni yeni inkılaplar yapıldı. Mayo artık bir moda mevzuu olmuştur, istenildiği gibi kısaltılıyor, kesilip biçiliyordu. Erkek ve kadın beraberce denize girebiliyorlardı. Çadırlardan çıkıp muntazam kabinelerde soyunmaya başladılar. Buna imkân bulamadıkları yerlerde karşı karşıya konuşarak bornozlarının içinde mayo değiştirdiler. Kadınlar mayolarını kısaltmaya devam ediyorlardı. Paça kısımları tamamen kaldırıldı. Mayonun aşağı kısmı bir külot şeklinde, küçüldü. Artık nefis kalçalar da güneşten istifade edebilirlerdi. Yün mayolarının içine sütyen dikerek sevimli yuvarlaklarını dikleştirip onlara hayat verdiler. Sırt da kabil olduğu kadar açıldı. Erkekler de kıllı göğüslerini göstermekten çekinmeyerek kısa don mayolar giymeye başladılar.”
"incir yaprağından bikini mayosuna," Her Hafta,13 Ağustos 1949

stanbul_Plajlar_007.jpg

stanbul_Plajlar_008.jpg

Salıpazarı Deniz Hamamı
'‘Diyelim Tophane'de yahut Karaköy'de bir handa çalışıyorsunuz. Yahut Sanayi-i Nefise [Güzel Sanatlar] mektebinde öğrencisiniz. Sıcak bir yaz günü, deniz burnunuzda tütüyor. Ne duruyorsunuz? Meşhur Salıpazarı deniz hamamı birkaç adım ötede sizi bekliyor. Türkiye'nin en tipik, kapalı deniz hamamlarından biri de Salıpazarı idi... Bugün artık ahşap mimarisi ile her şeyi ile tamamen tarihe karışan, eski İstanbul deniz hamamlarından hepsine olduğu gibi, bu en ünlüsüne de, sahilden epeyce uzun, tahta köprü gibi, bir yoldan geçilerek gidilirdi... Hamamın önündeki gişeden biletinizi alırken size acayip bir şey sorarlardı: ‘Kabak ister misiniz’?”
H.Feridun Es, “Eski deniz hamamları," Hürriyet2 Ağustos 1987

Güneşte yanmak üstüne
“Bir zamandır bilhassa kadınlarda güneşte yanmak moda oldu. Esmerleşmek, kararmak, adeta tehlikeli bir şekil aldı. Binlerce hanımlar vücutlarının muayyen yerlerini yakmak için plajlarda kumsala boylu boyuna yatıyor ve derilerini yüzüiünceye kadar yakıyorlar. Bunu güneş banyosu zannediyorlar. Pek tehlikeli bir oyun oynadıklarının farkında değildirler. Çünkü güneşin şakası yoktur, insanı çarpar ve öldürür. Her sene dedikodu çıkar: ‘Bu sene kadınlar güneşte yanmayacaklar. Çünkü güneşte yanmak sıhhi değilmiş.’Dünyada bundan daha büyük bir saçma olmaz, denize giden her kadın, bu mevsimi plajlarda geçirebildiğini herkese ispat etmek için muhakkak güneşte yanmaktadır. Ve bunu pek iyi bilen modacılar da bütün bu nevi dedikodulara rağmen mayoları, shortları, plaj bluzlarının arkasını ta bele kadar açmaktadırlar. Sırtı yalnız iki atkı ile örten mayo modası bu sene bana öyle geliyor ki yalnız kadınları değil, erkeklerimizi de hayran edecektir.”
Selim Sırrı Tarcan “Güneş banyosu nasıl yapılır?" Muhit Temmuz 1932

stanbul_Plajlar_009.jpg

1940’larda mayolar
“Aman çok rica ederim, bayanlar, denizden çıkar çıkmaz ıslak mayolarile hemen.şezlonga uzanmasınlar. Zira süzülen su, bezin ortasında birikip kendine bir mecra bularak, şırıl şırıl, uzun uzun, hattâ bazan hafifçe boyalı, bakmamak isterseniz de, yine gözleri kendine çevirten bir inatçılıkla durmadan akıyor, vekara dokunacak şeyler hatırlatıyor. Dikkat edilecek ikinci nokta da şudur: Yaş mayo ile kumda oturduktan sonra, kum kurumadan ve kumaştan dökülecek hale gelmeden otalıkta fazla dolaşmamak!Kabahat yapmış ilkokul talebesine dönmeğe ve sıcak hamama sokulmak lâzımgeldiği zehabını vermeğe ne lüzum var? Kumdan kalkınca, iyice silkinmek, bu yetişmezse suya tekrar bir dalıp çıkmak, öyle, tertemiz gezinmek ihmali caiz olmıyor plâj adap ve erkânındandır.”
R.H.Karay, “Yine Plaj”, İlk Adım,, İst. (t.y.), s.156-57

stanbul_Plajlar_010.jpg

Moda Plajı
Küçük Moda denilen arazi, Sultan Aziz dönemi sarraflarından İtalyan asıllı bir levanten olan Lorando'ya hibe edilmişti. Çok temiz denizi ve kumu olan bu sahil, Moda'da yaşayan İngilizlerle Levantenlerin yaz boyu denize girdikleri, sandallarını bağladıkları küçük bir koydu. Bu sahil, zaman içinde yapılan evliliklerle Franckenstein ailesinin malvarlığına katıldı. 1923 yılında kaptan İhsan Akdağ ve ortağı Moda Koyu'nda “deniz hamamı” kurma teşebbüsünde bulunduklarında da koy bu aileye aitti. Su sporları öğreten hocaların gençlere ders verdiği Moda Plajı'nın erkek tarafına atlama kulesi yapılmış, kadınlar için de etrafı kapalı bir deniz hamamı kurulmuştu. 1937 yılında ilk defa gerçekleştirilen ve Macarlarla Türkler arasında yapılan yüzme müsabakaları da burada yapılmıştı.Kabotaj bayramının düzenlendiği, çeşit çeşit kayıkların yarıştığı, deniz motorlarının dolaştığı, 1950'de Almanya'dan gelen “Su Perileri” grubunun seyrine doyulmaz gösteriler yaptığı plaj, renkli bir sosyal hayat yaratmıştı Moda'da.Kabinlerini Marika'nın temizlediği, bekçiliğini Arap Burhan'ın yaptığı, kayıkhaneyi Kadir Efendi'nin, koya bakan Bomonti Gazinosu'nu Pandeli'nin yönettiği plajın yüzme hocası Hakkı isimli bir gençti... Onun gençleri uyuşturucuya alıştırdığı anlaşılınca gençler birer ikişer plajdan ayrıldı. 1 Kasım 1975'te ölen İhsan Akdağ'ın ardından oğlu Fahiman plajı işletmeyi sürdürdüyse de Kadıköy Belediyesinin sahili doldurup yol geçirme projesi uygulanınca Moda Plajı da Moda Koyu da yokoldu.
Kaynak: Dr.Müfid Ekdal, Kadıköy, İstanbul 1996

stanbul_Plajlar_011.jpg

Beyaz Park Gazinosu ve Deniz Banyosu
“İlk yapının plânı, denize nâzır on metrelik bir cephesi bulunan gazinonun iki yanında biri kadınlara, diğeri erkeklere mahsus iki deniz hamamından ibâretti. Büyükderelilerden bâzıları, yekdiğerine bu kadar yakın ve ortalarında içkili bir yer bulunan bu iki deniz hamamını âdâb ve ahlâka mugayir görerek gazino ile hamamların kapatılması için bir mazbata yapdılar. Tesadüf eseri bir akşam, o tarihlerde ‘Atatürk’ soyadını henüz almamış olan Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa bu yeni gazinoya uğradı, yerini ve hamamların billur suyunu pek beğendi. Bunu fırsat bilen Rasim Kayra Gazinin yanında bulunan Tahsin Üzer vâsıtası ile [bazı semt sakinlerinin kadın ve erkek hamamlarının birbirlerine çok yakın oldukları konusunda verdikleri] mazbata meselesini büyük adama aksettirdi. Gazi: ‘Kadın erkek ne oluyor?.. Burada doğru olmayan şey aradaki mesafenin azlığı değil, deniz hamamında hâlâ harem ve selâmlık aranmasıdır!..’ dedi. Gazinin bu iltifat ve alâkası Beyaz Park Gazinosu ile deniz banyosunun süratle gelişmesini sağladı. Plânı esaslı şekilde değişti. Deniz hamamları kalktı, kadınlar ve erkekler için iki ayrı ve küçük yüzme havuzu yapıldı. 1936'da deniz tarafında kadın erkek karışık girilen 11x3 metro eb'adında büyük bir yüzme havuzu ilâve edildi ve bu havuzun önüne 10 metro irtifaında bir atlama kulesi inşâ edildi ki, aşağıdan yukarıya 3+2+5 metroluk üç kademeli olan bu kuleden 11 metro derinliğinde bir suya atlanır. Büyük-yüzme havuzunun etrafı iki katlı olup alt kısmın soyunma locaları vardır, üst kısmı güzel bir balkon ile sportmen gençler için koşu yeridir."
İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1947 (1.B.)

Plaj muaşereti
“Yanında ailesi olmayan kadın ve kızın tek başına plaja gitmesi ayıptır. Soyunurken kapalı yerler yoksa epice tedbir alınmalıdır. Sudan çıkınca hafif bir havlu ile örtünmelidir. Beyaz ve ince mayo giymemelidir. Erkekler için de tam mayo daha fazla muaşeret icabıdır.Mayo ile kızların veya kadınların plajdan uzaklaşmaları asla caiz değildir. Birdir bir, kör ebe gibi oyunlar oynamak kızlara ve kadınlara asla yakışmaz. Mayolarla bilhassa tango, şimi, fretti-fratta, çarliston gibi danslara kalkışmak çok çirkin olur. Mayo giyilirken, çıkarılırken, dikkatli olmalıdır, incecik kombinezonlarla hiç başka bir şey olmaksızın güneşte dolaşmakla, çırıl çıplak dolaşmak arasında fark yoktur. Artık gerek bir kızın gerek bir kadının plajda başka neye dikkat etmesi lazım geldiği tafsile ihtiyaç yoktur.”
Feliha Sedat, Genç Kızlara Muaşeret Usulleri,İstanbul 1932

stanbul_Plajlar_012.jpg

Salacak plajının eski günleri
Evliya Çelebi'nin de söz ettiği gibi, Boğaziçi'nin en eski denize girilen bölgelerinden biri de Salacak'tır. 19. yüzyılda çekilen fotoğraflarda Salacak Deniz Hamamı ayan beyan görülür. Halit Ziya Uşaklıgil (1866-1945) çocukluk yıllarında önce Üsküdar İhsaniye mahallesindeki yazlıklarında denizle tanışır. Küçük Halit Ziya evin zenci kölesi Habeş Ziver'le birlikte Harem dolaylarındaki Aptipaşa iskelesinin yanındaki temiz bir kumsalda denize girmeye başlar."Bu Aptipaşa iskelesine gidişin bir faydası oldu: Bir gün babam beni alarak Salacak deniz hamamlarına götürdü. Ve bana yüzme öğretmek üzere hamamın en alçak merdiveninde bekleyerek durdu. Bir de benim aksine öte taraftan, suyun en derin bir noktasından atlayarak balık gibi yüzmeye başladığımı görünce oğlunun başı boşluğundan haberi olmayan babamın yüzünü kaplayan şaşkınlığı
anlatamam.”
Kırk Yıl,İstanbul 1969, s.23-24

Bâkireler Mabedi
Süreyya Paşa Plajının simgesi, şimdi sahile yol yapıldığı için içerde kalan ve heykeli kayıp olan ‘Bakireler Mabedi’ydi. Bu güzel anıtın öyküsünü plajın sahibi olan Süreyya İlmen'in anılarından okuyalım: “Eski Yunan tarihinde, bir Bâkireler Mabedi (Temple des Vierges) ve bu mabedi ziyaret ve tavaf eden genç ve gelinlik kızların çabuk koca buldukları efsanesi mevcut olduğu cümlece malumdur. Elyevm Avrupa parklarında ve sular kenarlarında ve sinema filmlerinde tesadüf edilmekte olan mabedin şekli hoşumuza gittiği cihetle, biz de, sahilden elli-altmış metre uzakta ve deniz altında mevcut üç, dört büyük kaya parçası üzerinde plajımızın sembolü olmak üzere bu mabed şeklinde altı direk ve bir kubbeden bir deniz mabedi inşa ettik, plajımızı süsledik.”
Teşebbüslüklerim ve Reisliklerim, İstanbul 1949, s. 206

stanbul_Plajlar_013.jpg

Suadiye Plajı
“Yıl 1929. Suadiye'nin sevilen kişilerinden Dr. Berrak Işık'a bir arkadaşı daha sonra Suadiye Plajı'nın yapılacağı ve o vakitler kayalıklardan ibaret sahil şeridinin 4 bin liraya satıldığını söyler. Dr. Berrak Işık, 4 bin lirayı tamamlayamaz. Suadiye'nin bu en güzel kıyısına Tiflisli olan eşi Lütfiye Güler'in teşvikiyle Mustafa Güler sahip olur. Mustafa Güler, buraya önce çay bahçesi daha sonra Atatürk'ün para yardımında bulunması sonucu, şimdiki Suadiye Gazinosu'nu yapmıştır. Gazinodan sonra plaj da yapılmış ve Atatürk, birçok kere gazinoyu ve plajı ziyaret etmiştir. 30 Haziran 1934 tarihli Cumhuriyetgazetesinde, Atatürk'ün Suadiye Plajı'nı ziyareti şöyle anlatılıyor: ‘Sakarya motoru Moda’da, beş on dakika durduktan sonra, tekrar hareket etmiş ve Suadiye Plajı'na gelerek rıhtıma yanaşmıştır. Muhterem misafirimizle Reisi Cumhur Hazretleri, plajın gazino kısmına çıkmışlar ve terasta oturmuşlar ve denizi temaşa etmişlerdir."
Cezmi Ersöz, “Kıyıya vuran plajlar” Cumhuriyet26 Temmuz 1987

* * *​
 
Son düzenleme:

yeryüzü

Yönetici
3 Eki 2011
17,133
77,385
hiçbiryerde :)
Okudukça, resimlere baktıkça insan usul usul o yıllara
gitmeye, zihinde bir yolculuğa başlıyor.
Geçen pazar sabahı Sarayburnu'ndan Bakırköy yönüne
sahil yolundan giderken Salacak plajının kumsuz haline
benzer bir manzara vardı: Denizde yüzenler, güneşlenenler,
sohbet edenler. Boğaz'da, Yeşilköy'de o manzaralarla karşılaşmak
şimdi de mümkün... "Salacak" deyince benim aklıma hep Tekin
Aral'ın Fırt'taki daha çok Salacak'ta geçen öyküleri yazdığı
köşesi geliyor. Teşekkür ederim üstadım.
 

hadon

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
10 Mar 2010
3,056
9,129
Kastamonu
Teşekkürler Scanfan. Bu "Deniz Hamamı" araştırması bizlere:

Ucuzluğundan kesemizi,
yakınlığından zamanımızı,
temizliğinden sıhhatimizi kazandırdı. :) :) :)
 

kadirnip

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
21 Kas 2014
4,653
22,385
Adana
Sevgili scanfan, çok değerli paylaşiminiz için, çok teşekkürler... Bu plajlar, 50-100 sene önce, şehrin nüfusunun yüzbinlerle ifade edildiği dönemdeydi... Aradan geçen uzun yillar sonrasinda, şehrin nüfusu şu anda kaç oldu bilmiyorum ama, 20 milyona yaklaşmiştir... Ancak yukarida bahsettiğiniz eski plajlarin hemen hepsi yok olmuştur... şu anda, istanbul'da yaşayan kişilerin denize girme şansi hiç yoktur diye düşünüyorum...
 
12 Şub 2010
15,006
545,597
Yüzmeyi orta okul öğrencisiyken Çağçağ deresinde öğrenmiştim.
İstanbul'da denize ilk girişim üniversite öğrenciliğimde 1970 li yılların başlarında oldu.
Dayımdan aldığım tavsiye ile Caddebostan'daki plaja gitmiştim. Gerçekten de bostan gibiydi deniz. Patlıcan, biber benimle beraber yüzüyordu. Sanırım ucuzlamasın diye fazla üretim kabzımal tarafından denize dökülüyordu o zamanların modası olan ekonomi üçkağıtçılığı çerçevesinde.

Denizden çıkıp kuma uzandığımda tüm vücudum kızarıp kabardı. Kaşıntı dayanılmazdı.

İstiklal Caddesinde konfeksiyon atölyesi olan dayıma gelip göründüm. Başka yer tavsiye etmesini söyledim. Hemen tavsiyesine uyup Eminönü'den Avşa Adası Vapuruna atladım. Avşa Adasını böyle keşfettim.

90 lı yılların sonlarında hem müvekkil, hem de arkadaşım olan bir dostum beni İstanbul'un Karadeniz kıyılarında şimdi beach denen icadın ilk örneği olan yerde denize götürdü. Hiç bu kadar lüks arabayı bir arada görmemiştim. İçeride hep tv ve magazin sayflarında boy gösteren jet sosyete gençleri ve manken mi artist mi ne derseniz acayip bir dünya güya denize gelmişlerdi.
Yiyecek ve içecek fiyatları, yata lahmacun siparişi verenlere bile dudak uçuklatıyordu. Karnımızı hafifçe doyuracak kadarki tüketimimize ödediği parayla en az 2 aile bir ay geçinirdi. Gerçi arkadaşıma dokunmazdı o para ama ben kendimi çok kötü hissettim. Orada fazla kalamadım, denize girdim mi girmedim mi hatırlamıyorum. Ama oradan çıktığımızda uzun zaman kendime gelememiştim.

İstanbul plajları ile ilgili anılarım bunlar.

Bereket versin sevgili scanfan'ın bu olağanüstü paylaşımına rastladım da İstanbul plajlarına bakışım değişti.
 

serdary67

Onursal Üye
18 Eki 2009
8,726
26,127
ordu-turkey
Plaj ve denize girmenin gerçekten de eskiden bir adabı vardı.Bugün bodrum vb. yerlere gidenler tatile değil et görmeye giden tipler deniz bir şifa gibi ama doğru ve güzel kullanılırsa scanfanbu harika çalışman için çok sağol.
 

büyük beyaz

Yönetici
Çeviri & Balonlama
E-Dergi Takımı
17 Ağu 2009
17,748
44,826
denize sıfır
Bu yıl henüz deniz görmedim. Yani hergün önünden geçtim hiç içinde olamadım.
Ama bu bilgilere bayıldım yahu.:)
Teşekkürler üstadım lütfen bunlardan mahrum bırakma bizi.:)
 

Baltimora

Yönetici
16 Nis 2009
9,716
36,283
İstanbul
Gene keyif dolu bir paylaşım olmuş. Teşekkürler sevgili Scanfan..

Bu arada başlığı görünce benim de aklıma ilk olarak; merhum Tekin Aral'ın Fırt'taki "Salacak Hikayeleri" köşesi geldi... :)
 

scanfan

Yönetici
25 Eyl 2013
7,210
75,904

"Semt Çocuğu"nda Süreyya Plajı
İlker Gümüşoluk - Youtube


Stand-up'çı İlker Gümüşoluk, kendi hazırladığı Youtube seriali "Semt Çocuğu"nun 4 Şub 2016'da yayınladığı bu ikinci bölümünde bize kendi esprili tarzıyla Maltepe'yi anlatırken çocukluk anılarını (bizimkileri de) tazeliyor. Bu arada bir zamanlar Süreyya Plajı'nın açıklarında bulunan küçük bir kayalık üzeride yer alan "Bakireler Tapınağı" (Mabedi) denen küçük anıtın, şimdi deniz doldurulmuş olduğu için karanın içlerinde kaldığını da hatırlatıyor.


ll_G_ms_Semt_Coc_Sureyya_Plj.jpg


Semt Çocuğu 2. Bölüm Maltepe -Süreyya Plajı
 
Son düzenleme:

z91yilmaz

Yeni Üye
14 Tem 2018
1
1
Gerçektende ne kadar muhteşem ve usta işi bir çalışma olmuş bu böyle ? :)
Özellikle nostalji ve ilgi alanım olan İstanbul plajları bir araya gelince gerçekten çok ilgimi çekti ve memnuniyetle okuyup bir çırpıda bitirdim yazınızı. Eskiden tabii plajlarda çok daha farklı bir aile tadı varmış. Şu an çoğunda o şekilde bir samimiyet ve temizlik dahi yok. 1-2 tanesi dışında başka kalmamış plaj İstanbul'da birisi sitesi olan sarıyer diğeri de kilyos.
 
Üst