Mehmet Serdar Ateş
Onursal Üye
Büyük Ninemin Oyuncakları
Kübra'nın Günlüğünden
Mehmet Serdar ATEŞ
Bugün annem ile beraber anneannemin annesini, yani büyük ninemi ziyarete gittik. Büyük ninem köyde yaşıyor. Çocukluğunu yaşadığı ve hatıralarının olduğu topraklardan ayrılmak istemiyor. Kendisi 90 yaşında, nur yüzlü, ağzı dualı, ibadet sevdalısı, vücudu yaşlı ama kalbi Allah sevgisi ile dopdolu, ibadet genci bir insan.
Kapıdan girer girmez elini öptüm. Tebessüm ederek:
“Kızım gelmiş,” dedi.
Tebessümle yüzüme baktı. Dua etti.
“Seni görünce aklıma çocukluk yıllarım geldi.” dedi. Ben de kendisine:
“Nine sizin zamanınızda çocukların nasıl oyuncakları vardı?” diye sordum.
Büyük ninemin çocukluğu 1918’li yıllarda geçmişti. Osmanlı’nın son yılları yani. Bu yıllara ait hatıralarını anlatmaya başladı.
“O zamanlar ülke büyük bir savaştan çıkmış ve Osmanlı Devleti yıkılmıştı. Yoksulluk hâkimdi. Kimsenin hazır oyuncak alacak imkânı yoktu. Oyuncaklarımızı kendimiz yapıyorduk.” dedi.
Şaşırmıştım.
“Kendi başına oyuncak nasıl yapılabilir ki?” diye sordum hayretle. Ninem gülümseyerek anlattı:
“Annem bez bebek yapmıştı, babam da ağaçtan beşik. Ağacın oymaları çok güzeldi. Ben ise çeşit çeşit, parça kumaşlardan elbiseler, yastıklar yapmıştım. Ne güzel günlerdi o günler.”
Özlemle iç geçirdi. Ben:
“Peki, erkek çocuklar ne ile oynuyordu?” dedim. Ninem,
“Onlar tahtadan kılıçlar, silahlar, atlar yapıyorlardı. Dedelerimizden duydukları gibi, Fatih Sultan Mehmet olup İstanbul’u fethediyorlar, sonra Çanakkale’den İngilizleri kovuyorlar ve en son da Yunanlılarla amansız bir harbe tutuşuyorlardı. Bu oyunlar gece yarılarına kadar devam edip gidiyordu.” dedi.
Çok duygulanmıştım. Ninemle vedalaştıktan sonra, büyük babamı aradım. Çünkü büyük ninemin çocukluğundaki oyuncak hikâyeleri beni etkilemişti. Ona da aynı soruyu sordum. Büyükbabam çocukluğunu 1930’lu yıllarda yaşamıştı. Onun da hayatında hiç hazır oyuncağı olmamıştı. Tellerden araba yaptığını, at yaptığını, killi toprağı çamur haline getirip, çamurdan kaleler, eşyalar yaptığını ve bunlarla oynadığını anlattı.
Babaanneme de aynı soruyu sordum. 1940’larda onun da kendi yaptığı bebekleri varmış, kirmen eğirme (elde yün eğirme) yarışı yaptıklarından bahsetti. Anlatırken o kadar mutluydu ki…
“Her zaman ben birinci olurdum. Köyde kimse beni kirmen eğirme yarışında geçemezdi.” dedi.
Aynı soruyu sorduğum anneannem, 1950’lerde kemiklerden oyuncak yaptıklarından bahsetti. Çok şaşırdım. İnce toprağı koni gibi yapıp, su döküp, kap kaçak yaptıklarını, köyde yaşıtlarıyla çok güzel oyunlar oynadıklarını anlattı.
Ve babama sordum.
“Baba, çocukluğunda sen hangi oyuncaklarla oynardın?” dedim. Babam:
“1970’lerde benim kullanılmış ilaç şişelerinden ordularım vardı. En küçük ilaç şişesi kahramanımdı. O başı dara düşenlere yardıma koşar, kötülerden onları kurtarırdı. Bir gün kahramanım olan şişe aldığı darbelerden dolayı kırıldı. Çok üzülmüştüm. Sonra o şişeye benzeyen yeni bir kahraman buldum ve oynamaya devam ettim. Ayrıca gazoz kapakları ile oynardım. Birkaç tane plastikten arabam oldu.” dedi.
1980’lerin başında çocukluk dönemini yaşamış anneme de aynı soruyu sordum. Annem:
“Biz yüzük saklama oyunu oynardık. Benim yeşil bir bez torbam vardı. İçi yarım ceviz kabuğu doluydu. Ceviz kabuklarından bir tanesinin içine yüzük saklardık. Çok güzeldi bu oyun.” dedi.
Annemin hazır oyuncakları da olmuş. Dedesi ona Hac dönüşü çok güzel kurmalı bir araba getirmiş, annem yıllarca onu sandığında saklamış ve ağabeyim doğunca ona vermiş. Abim de bir güzel kırmış. Annem ve arkadaşları mahallede geç saatlere kadar yakan top oynarlarmış.
Ve ağabeyimle ben, yani 2000’li yılların çocukları…
İkimizin de ayrı ayrı odası oldu. Odalarımız bizim zevklerimize göre döşendi. Her yer oyuncak dolu. Uzaktan kumandalı arabalar, helikopterler, ağlayan, gülen, şarkı söyleyen bebekler… Ne ararsan var. Biz hiç kendi oyuncağımızı yapmadık, her zaman hazır aldık.
Buraya kadar çocukluğunu konuştuğum herkesin ortak bir yönü vardı: Herkes çocukluğunu anlatırken çok mutlu oluyor ve o günlere büyük bir özlem duyuyordu. İmkânsızlıklar içinde mutlu bir çocukluk dönemi yaşamışlardı. Ağabeyim ve ben, onların yaşına gelince, çocukluk hatıralarımızı onlar gibi kâh gözlerimiz duygulu, kâh sevinçle parıltılı anlatabilecek miyiz acaba, doğrusu çok merak ediyorum.
Kaynak :
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.