Çizgi romanlarda karmaşık bir bütünlük aramak, istisnalar dışında pek mantıklı bir çaba olmasa gerek. Ne de olsa aslolan maceradır, aksiyondur, muktedir kahramanlardır. Zaten işin içinde kahramanlar oldukça, ne kadar girift de gözükseler, sonuçta sorunların çözümü de hep kahramanca olur. Öte yandaN "kuralları kural yapan istisnalardır" diye de bir söz vardır...
Türkçe'de çok az sayısı çıkan Corto Maltese, hem "kahramanı", hem de konu örgüsü açısından bu söze kanıt olurcasına "müstesna" bir yeri hak ediyor Daha ilk karesinde Pasifik Okyanusu'nun dile geldiği, iyi ile kötünün arasındaki çizginin sürekli belirsizleştiği, denizaşırı bir coğrafyayı takip eden Corto Maltese maceraları, çizgi roman severlere pek de alışık olmadıkları bir atmosfer sunuyor.
Yaratıcısı Hugo Pratt'ın gizemli bir dille anlattıklarından yola çıkarsak; Corto Maltese, adı üstünde, Malta doğumludur. Babası bir İngiliz denizci, annesi ise "Cebelitarıklı Nina" lakaplı bir çingenedir. Hayatı gibi maceraları da çok ulusludur Corto'nun: Dünyanın hemen her yerinde; Marsilya'da, Tunus'ta, iran'da, Antiller'de, New Orleans'ta, Arjantin'de, İtalya'da, Çin'de, Sibirya'da, Hindistan'da, hattâ Misak-ı Millî sınırları dahilinde bile onun yüzüne rastlamak mümkündür. Bu dünya, R.L. Stevenson'dan, Herman Mellville'den, Jack London ve Joseph Conrad'dan tanıdığımız bir dünyadır ve 1910'lardan İkinci Dünya Savaşı'na kadarki yılların hemen bütün büyük tarihsel olaylarında hazır ve nazırdır Maltese: Çin'deki Boxer Ayaklanmasında, 1905'teki Rus-Japon Savaşında, Birinci Dünya Savaşı'nın değişik cephelerinde, Rus devriminde, İrlanda'nın bağımsızlık mücadelesinde, Afrika'daki sömürge savaşlarında, imparatorluk sonrası Çin'de ve hattâ İspanyol iç savaşında Uluslararası Tugay saflarında görünür.
Gezdiği dünyalar kadar renkli kimliklerle karşımıza çıkar Corto, kâh bir denizci, kâh bir define avcısı ya da bir korsan olarak rastlarız ona. Ama beyefendiliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. En güç anlarında dahi önemli mevkilerde tanıdıklarından faydalanmayı zorda kalmadıkça düşünmez (mesela Stalin, Onasis, John Reed, Jack London gibi karakterler Corto ile dostluklarıyla karşımıza çıkar). Bu hep kendi başının çaresine bakabildiği anlamına gelmez aslında. Evet, bütün çizgi kahramanlar gibi o da bir şekilde macerasını sağ salim tamamlamaktadır, ama her macera ondan bir şeyler götürür. Bu yüzden bazen idealist bir kahraman, bazense çıkarcı bir para avcısı kisvesinde buluruz onu. Kendisini kısıtlayan her türlü bağdan sıyrılmak islemekte ama sürekli kendi elleriyle yeni bağlar ve sorumluluklar yaratmaktadır sanki. Üstelik bir türlü taşımak istemediği sorumluluklardır bunlar. Bir Fiji yerlisi Cranio onun için şöyle der "(...) Corto en uygunu, vatanı yok ve çok şey bilen özgür bir insan... O da sorumluluk almak istemiyor..." Corto daha çok bir "kader adamı"dır. Belki de bu yüzden kaderini eline almak ister: Çocukken annesinin bir arkadaşı avucundan geleceğini okurken Corto'nun talih çizgisinin olmadığını fark eder. Genç Corto ise bunu hiç dert etmez; eline bir ustura alıp avucuna uzun ve derin bir çizgi çeker. Artık onun da bir "kaderi" vardır.
Corto Maltese'i tipik bir kahraman olarak tanımlamak zor. Bildik kahramanların aksine çoğu zaman bencil, çıkarcı birisi olarak gözükür o. Üstelik bu bir 'süper kahraman" tevazusu da değildir. Gerçekten çıkarını düşünmektedir. Arkadaşı Prof. Steiner, bir yerliye yardım ettiği için Corto'ya "bir liderin doğmasına katkıda bulundun" der; Corto da onu "ben sadece sterlinlerimi düşünüyorum" diye cevaplar. Bunun üzerine Steiner sinirlenir ve karşılığını verir: "Senden daha romantik birini görmedim... Eminim sonbahar oldu mu, gider bir parka falan oturursun." Gerçekten de hırslı ve duyarsız olduğu anlara sık sık rastladığımız Corto, bu "fani" duygularını hep bir hüzünle harmanlar. Zaten, bireysel ve toplumsal dramlar karşısında aldırmazlık pozları takınsa da, sonuçta bu tip meselelere dahil olmaktan kurtulamaz. Ama bunu yaparken, hep kahramanlık olsun diye yapmadığı izlenimini bırakır.
Corto bu nitelikleriyle Türk okuyucusunun daha önce okuduğu, ama üretimi daha yakın tarihli olan bir başka "italyan" çizgi romanı Misler No'yu andırır. Çoğu zaman yaptığı iyiliğin nedenini kendisi de bilmez, ya da bilmemezlikten gelir. Bir keresinde Profesör Steiner kendisini niye kurtardığını sorduğunda "Doğrusu bilmiyorum... Kimbilir belki kahramanlığa, cömertliğe inanan, soyu tükenmek üzere olan bir hanedanın son temsilcisi, yani belki de salakların şahıyımdır!.." diye cevap verir. Zaten tam da bu bıçak sırtı dengenin kahramanıdır o.
Öte yandan Corto doğru bir şey yaptığına inandığında bile ironiyi elden bırakmaz. Müstehzi bir ironidir bu. Ancak onun dilinde ironi kinizme asla varmaz. Corto her şeyden önce bir eylem adamıdır ve eylemlerini açıklamak ve anlamak her zaman mümkün değildir. Yine bir kareden aktarırsak: "Seni anlayamıyorum. Bazen cömert adam edalısın... Dürüst... Sonra aniden soğuk ve hesaplı oluyorsun. Belki de yanılıyorum. Ama seni çıkar ilişkileri içinde görmek canımı sıkıyor... Sen daha çok hesaba kitaba bulaşmamış, başına buyruk, günlük dertlerin dışında birine benziyorsun."
Corto, büyücü "Altın Dudak"ın Brezilya'da zorba toprak ağalarına karşı mücadele eden Cangaçeiros'lara yardım önerisini "Her şeyden önce ben ilkelere inanmam bunu bil... Evet, sana doğru gibi gelen şey benim için bir hatadır... Ahlâka gelince, ortada o dediğinden eşşek yükü kadar var" sözleriyle yanıtlar. O bu işi "temiz ahlâki ilkeler" için değil, "bin sterlinlik bir ahlâk" adına kabul eder. Ancak serüven nihayete erdiğinde aynı Corto'yu bu bin sterlini Cangaçeiros'lara verirken görürüz. İşine geldiği için vurdumduymaz biri gibi davranır ama işin aslının başka olduğu da meydandadır. Profesör Steiner de bu yüzden ona çıkışır: "Öyle çeliktenmiş gibi yapma: Sen de aslında içlen içe masallara inanmak istiyorsun. Yoksa yalnızca kapıyı kapamakla kurtulacağın olaylara niye burnunu sokasın ki?" Evet, büyük bir ihtimalle Corto da masallara inanmaktadır. Ama hayatın ona masal dinleme şansı vermeyeceğini gayet iyi bilmektedir. Bu yüzden ahlâk, doğruluk, dürüstlük gibi temel insani erdemleri hiçbir zaman savunur gözükmez. Bu biraz da karamsarlığındandır. Ama yine de içinde bir umut taşır. Öyle olmasa 1936 İspanyası'nda Uluslararası Tugaya katılır mıydı?
Her ne kadar ilk bakışta kendisiyle barışık ve tutarlı gözükse de, Corto da yönünü aramakladır. 2002 itibariyle henüz Türkçeye çevrilmemiş olan "Semerkant'ın Altın Evi" isimli macerada Corto rüyasında kendisini görür. Rûyasındaki Corto, vicdanının derinliklerindeki suçluluk duygusuna hitap eder: "Seni egoizmle itham ettiklerini biliyor musun? Sorunları hiç takmıyor ve gerçeklerden kaçıyorsun. Seni; hem ailene yönelik Katolik sorumluluğunu hem de topluma yönelik komünist sorumluluğunu hiç üstlenmemekle ilham ediyorlar. Nasıl kurtulacaksın?" İşle bu ikilemi neredeyse bütün maceralarında yaşar Corto. Bir yanda inandığı ve varolması için içten içe çaba gösterdiği değerler vardır; diğer yanda ise her şeyin parayla ifade edildiği, gücün egemen olduğu acımasız bir dünya. O bu iki dünyanın arasındaki dar yolda yürümeyi tercih eder hep. Yaşadıklarını yazmayı öneren bir arkadaşına verdiği cevap da bu çelişkiyi şöyle yansıtır: "Eğer yazsaydım, diyelim ki becerdim, sonuçta olayları, tanıdıklarımın kişiliklerini mutlaka çarpıtırdım: Böylesi daha iyi; hikâyesiz yaşamak..."
Daha önce de belirtildiği gibi bildik kahramanlara pek benzemez Maltese. Dünyada adaletin tecelli etmesi için mücadele eden, daima doğrunun ve haklının yanında olan biri, ya da bencillikten, kusurlardan, çıkarlardan bağımsız bir kişilik değildir o. Belki de Umberto Eco'nun dediği gibi Corto'yu unutulmaz kılan tam bu "çekici kusurluluğu"dur. insanlara yardımı dokunduğunda "kahraman" pozları takınmaz. Ne kendisinin ne başkalarının aziz olmadığını bilir. İnsanlara yukarıdan bakmaz. Az önce kendisini öldürmeye çalışmış birinin sigarasını yakar görürüz. Doğru bildiği şeyler için mücadele eder ama kindar değildir. Kendisine yönelen kötülüklerin bile altında bir insani trajedinin yattığının bilincinde gibidir. Rasputin gibi bir "cani" ile dostluğunu da ancak böyle anlayabiliriz herhalde. Kimsenin sütten çıkmış ak kaşık olmadığını bilir Corto. Zaten onun maceralarında en acımasız katilin bile romantik bir anına rast gelmek pek mümkündür.
Adalet anlayışı da kendine özgüdür Corto'nun; yerleşik kaide ve ilkeleri pek takmaz: "Eğer cezasız bir cürüm ile sizinkisi gibi bir adalet anlayışı arasında seçim yapmam gerekseydi ilkini seçerdim." Sadece insanları anlamaya ve tanımaya gayret eder gibidir. Hem Rasputin'in bile bütün kötülüğünün altında küçük bir çocuğun cömertliğini taşıyan kinik bir ruh yatmaktadır ona göre. Enver Paşanın subaylarından olan ve Corto Maltese'ye tıpatıp benzeyen Timur Şevket'e göre Rasputin bir tür hümanist filozof, Kropotkin tarzı bir anarşisttir, Rasputin'in Şevkete cevabı ise nettir: "Anarşist mi? Sanmam... Onlar abartı derecesinde ciddi insanlar!.. Mülkiyet onlara göre hırsızlık. Hayır! Ben süsleri olmayan bir hırsızım. Bir hırsız, nokta."
Corlo Maltese'in bir çizgi roman olarak diğer unsurlarına da değinmek gerekirse: Rasputin gibi muamma dolu tiplemelerle dolu dizide düz, yalınkat karakterler çıkmaz karşımıza. Bir çocuğu öldürmek üzere tutulmuş bir katilin ölüm döşeğinde, daha dün hırpaladığı bir ihtiyara son parasını verirken görürüz: "Benim için birkaç kadeh içsin... Derdim onunla değildi... Onunla arkadaş olamamak beni çileden çıkardıydı..." Umberto Eco'nun deyimiyle, "her şey bize anlatılan deniz yollarının ritmiyle yürür, birbirlerine ateş ettikten sonra birbirlerini seven, dostluk adına birbirini öldüren, denetimden çıkan kişilerin psikolojisi bile her sayfada, klinik ayrıntılarla, dalbudak sararak yeniden icat edilir." Serüvenlerde hep arada derede kalmış insanlar çıkar karşımıza. Örneğin Yüzbaşı Slütter savaş sırasında Alman donanmasına yakıt temin etmek ve sabotaj eylemlerine girişmek için Pasifik'te korsanlık yapmakla görevlendirilir Bu emir onun ilkeleri ile çelişki halindedir. Ancak Slütter emirlere karşı çıkamaz, yapacak pek bir şey de yoktur. Neticede İngilizler tarafından yakalanır ve idama mahkum edilir. Onun dramında insan, onu çevreleyen ve aslında kendi yarattığı güçlere tutsak olmuş, adeta bir oyuncak haline gelmiştir: "Emirlere karşı gelebilirdim... Ama bu, düzene, geleneklere ve bu türden saçmalıklara! hepsine karşı çıkmak demek olurdu... İngilizler beni üstlerimin emirlerine uydum diye kurşuna diziyor, uymasaydım Almanlar kurşuna dizecekti."
Öte yandan, Yeni Gine'den İran'a, oradan Amazonlara kadar uzanan serüvenlerde sömürge insanı hep ön sıralardadır. Ancak bu insanlar sömürge anlatılarında yahut oryantalist söylemde olduğunun aksine tarihin etkin özneleri olarak karşımıza çıkarlar. Üstelik beyazların maceralarına dekor oluşturan egzotik, yabani, çocuksu ve komik yaratıklar olarak çizilmezler. Bilakis serüvenlerin asal unsurları olarak hepsinin kendine özgü bir hikâyeleri vardır ve hattâ serüvenler de çoğu kez doğrudan doğruya onların dünyalarına dairdir. Ayrıca bu insanlar sömürgeci beyazların yaratttıgı tahribatın da bilincindedirler. Örneğin Manay kabilesinden olan ve Corto Maltese'ye rehberlik yapan Aparia şöyle konuşur: "Beyazlar gelip taş ve düş arıyor... Ama onların yüzünden altın ve zümrüt avcıları da geliyor ve yerlileri öldürüyor... Bizi birbirimize düşürüyorlar, tutmayacakları binlerce söz veriyorlar ve ormanda saklanmak zorunda bırakıyorlar bizi." Söz konusu olan vahşilere özgü kör bir öfkeden ibaret de değildir. Ya devrimci yöntemlerle ya da mevcut güçler dengesinin çatlaklarına oynayarak çıkış ararlar. Mesela Nijeryalı Kemikkıran İngiliz ordusunda Almanlara karşı savaşmaktadır. Ona ait olmayan bu savaşta "Afrika'daki Alman sömürgelerinin sona ermesine yardım etmek için" yer almaktadır: "Savaş sona erdiğinde ingiliz sömürgelerini bitirmeye çalışırız. Bir yerlerden başlamak lazım değil mi?"
Corto'nun karakterine atfedilecek en önemli niteliklerden biri yalnız kahraman olmayı tercih etmesidir. Arkadaşları, dostları tabii ki vardır, hatta birkaç macera boyunca ona yarenlik eden tipler de görmek mümkündür ama hiçbiri ona yoldaş olamamıştır. Aynı zamanda köksüzdür de Corto. Zaten o da kendini "ben bir denizciyim; toprağa kök salan cinslerden olamam" diye tanımlar Belki de bu yüzden hüzün hiçbir zaman eksik olmaz maceralarda. Mutlu sonlar buruk, umutlar yarımdır hep.
Öte yandan serüvenlerde düş ile gerçek arasında gidip gelinir. Birçok defa karakterlerden birinin gördüğü düş sayfalarca sürer ve çok sonra uyanır ve gerçekliğe döneriz. Örneğin Güzel Hayaller Gölü isimli kısa macera, neredeyse tamamen bir asker kaçağının gördüğü halüsinasyonlardan ibarettir. Bir İngiliz askeri olan Stuart savaşın acımasızlığına dayanamaz ve sevdiği kadın tarafından ihanete uğradığını öğrenince birliğinin kasasını da alarak firar eder. Gördüğü halüsinasyonlar onu bir iç hesaplaşmaya götürür ve neticede sükûna kavuşturur. Stuart ölür. Yanında bulunan yerlilere onu neden kurtarmadıklarını soran Corto'ya reisin cevabı çok nettir: "Adam mutluydu... Güzel Hayaller Gölü'ne bakıp, her şeyi görmek istediği gibi görüyordu... Niye onu rüyadan çekip almalı, alıp da güneşin ve neşenin olmadığı bir dünyaya atmalı? Orada sadece gece, keder ve hastalık yok mu?" Rüyalar dizide etkili bir anlatım unsuru olarak kullanılmaktadır. Bir yerden sonra neyin düş neyin gerçek olduğu da karışır zaten. Corto'nun kafası bile bu karışıklıktan nasibini alır: "Bütün bu hikâye benim ya da Rasputin'in veya aslında ben bilmeden yine ben olan bir başkasının gördüğü bir düş olup olmadığını anlayamıyorum." Hem antikacı Colombia'nın da dediği gibi "düşler altındandır, gerçekler ise paslı."
Corto Maltese'nin serüvenleri düşsel, büyülü bir atmosferle örülüdür. Corto'nun dünyasından sihir henüz kaybolmamıştır. "Benim annem Cebelitarıklı bir çingeneydi, ünlü bir büyücüydü, yani şeytanlarla arası iyiydi. Babam da Cornovailles'ten geliyordu, büyücü Merlin'in yaşadığı Tiltangel'da oturan bir şeytanın yeğeniydi." Büyü, mistisizm ve kehanetler -bazen iyi, çoğu zaman kötü etkiler bırakarak- maceralarda hiç eksik olmaz. Maltese kaderini almaya çalışsa da alınyazısı ya da kısmet hep baş roldedir. Ve bıçağıyla eline çizdiği kaderin ucu, avucundaki kadar net değildir.
Biraz da dizinin yaratıcısından bahsetmek gerekiyor. Corto Maltese'nin yaratıcısı Hugo Pratt 1927'de İtalya'nın Rimini kentinde doğar; ancak 1937'de babasının işi nedeniyle Etiyopya'ya gider. Babasının ölümünün ardından 1943'te İtalya'ya döner. Savaşın sona ermesiyle birlikte Albo Uragano (Beyaz Kasırga) ve Asso di Picche Comics (Maça Ası) dergilerini çıkartır. 1949'da Arjantin'e gider. Avrupa'ya döndüğü 1962'ye kadar geçirdiği dönem oldukça verimlidir "Uzun süren Arjantin deneyimim sonucunda artık coşkunluk ve içtenlik dolu bir üslubu geride bırakmıştım, olayları göreceli kılabiliyor, sergileyebiliyordum. Avrupa'ya dönüş gençlik heyecanlarının ve düşlerinin sona ermesine denk düşüyordu. Arjantin beni olgunlaştırmıştı." 1967'de Corto Maltese'nin ilk serüveni Bir Tuz Denizi Şarkısı'nı yayımlar. Bu dizi ona uluslararası bir şöhret kazandırır. Pratt, 1995 yılında Lozan'da bir klinikte hayata veda eder. Başka birçok çizgi diziyi yaratmış olmasına rağmen Pratt'ın adı Corto Maltese ile özdeşleşmiştir. Umberto Eco'ya göre bu özdeşlik sadece yaratıcı ile eseri arasındaki bağdan ibaret değildir: "Hangi kitabın tanıtımı, ya da hangi olay vesilesiyle olduğunu hatırlamıyorum, Milano'da Martini'nin masalarında karşılaştık ve onu, o zamanlar yaşı küçük ama hikâyelerinin hepsini okumuş olan kızımla tanıştırdım; kızım, kulağıma Pratt'ın Corto Maltese olduğunu fısıldadı. Krala çıplak olduğunu ancak bir çocuk söyleyebilirdi. Pratt'ta, Corto'nun fidan boyu posu yok, ama yandan iyice baktığımda kızımın dediğinin doğruluk payı taşıdığını gördüm: Burnun hatları, ağzın çizgileri ve ne bileyim... Elbette Pratt Şarkı'nın Cortosu değil, ama son maceraların o büyülü Corto'su, yani Pratt'ın o dönemlerde henüz tanımadığı Corto... Pratt hayallerinin ve kendi kendisinin ardından seğirterek kendi kendini arıyordu." Eco'ya göre Pratt Corto Maltese idi. "Tüm yaşamını anlatmıştı. Arzu ettiğince."
Corto'nun son maceraları İspanya iç savaşına rastlar. Bu onun son kez karşımıza çıkışıdır. Artık Corto'nun devri bitmektedir. Esasında bitmekle olan bütün çalkantıları ile "maceraperest beyefendilerin" dönemidir. Dizinin yaratıcısı Hugo Pratt'ın sözleriyle "her şeyin elektronik olduğu, yine her şeyin ince ince hesaplandığı ve sanayileştiği bir dünyada Corto Maltese gibi birinin yeri yoktur."
FOTİ BENLİSOY - BAĞIŞ ERTEN
Türkçe'de çok az sayısı çıkan Corto Maltese, hem "kahramanı", hem de konu örgüsü açısından bu söze kanıt olurcasına "müstesna" bir yeri hak ediyor Daha ilk karesinde Pasifik Okyanusu'nun dile geldiği, iyi ile kötünün arasındaki çizginin sürekli belirsizleştiği, denizaşırı bir coğrafyayı takip eden Corto Maltese maceraları, çizgi roman severlere pek de alışık olmadıkları bir atmosfer sunuyor.
Yaratıcısı Hugo Pratt'ın gizemli bir dille anlattıklarından yola çıkarsak; Corto Maltese, adı üstünde, Malta doğumludur. Babası bir İngiliz denizci, annesi ise "Cebelitarıklı Nina" lakaplı bir çingenedir. Hayatı gibi maceraları da çok ulusludur Corto'nun: Dünyanın hemen her yerinde; Marsilya'da, Tunus'ta, iran'da, Antiller'de, New Orleans'ta, Arjantin'de, İtalya'da, Çin'de, Sibirya'da, Hindistan'da, hattâ Misak-ı Millî sınırları dahilinde bile onun yüzüne rastlamak mümkündür. Bu dünya, R.L. Stevenson'dan, Herman Mellville'den, Jack London ve Joseph Conrad'dan tanıdığımız bir dünyadır ve 1910'lardan İkinci Dünya Savaşı'na kadarki yılların hemen bütün büyük tarihsel olaylarında hazır ve nazırdır Maltese: Çin'deki Boxer Ayaklanmasında, 1905'teki Rus-Japon Savaşında, Birinci Dünya Savaşı'nın değişik cephelerinde, Rus devriminde, İrlanda'nın bağımsızlık mücadelesinde, Afrika'daki sömürge savaşlarında, imparatorluk sonrası Çin'de ve hattâ İspanyol iç savaşında Uluslararası Tugay saflarında görünür.
Gezdiği dünyalar kadar renkli kimliklerle karşımıza çıkar Corto, kâh bir denizci, kâh bir define avcısı ya da bir korsan olarak rastlarız ona. Ama beyefendiliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. En güç anlarında dahi önemli mevkilerde tanıdıklarından faydalanmayı zorda kalmadıkça düşünmez (mesela Stalin, Onasis, John Reed, Jack London gibi karakterler Corto ile dostluklarıyla karşımıza çıkar). Bu hep kendi başının çaresine bakabildiği anlamına gelmez aslında. Evet, bütün çizgi kahramanlar gibi o da bir şekilde macerasını sağ salim tamamlamaktadır, ama her macera ondan bir şeyler götürür. Bu yüzden bazen idealist bir kahraman, bazense çıkarcı bir para avcısı kisvesinde buluruz onu. Kendisini kısıtlayan her türlü bağdan sıyrılmak islemekte ama sürekli kendi elleriyle yeni bağlar ve sorumluluklar yaratmaktadır sanki. Üstelik bir türlü taşımak istemediği sorumluluklardır bunlar. Bir Fiji yerlisi Cranio onun için şöyle der "(...) Corto en uygunu, vatanı yok ve çok şey bilen özgür bir insan... O da sorumluluk almak istemiyor..." Corto daha çok bir "kader adamı"dır. Belki de bu yüzden kaderini eline almak ister: Çocukken annesinin bir arkadaşı avucundan geleceğini okurken Corto'nun talih çizgisinin olmadığını fark eder. Genç Corto ise bunu hiç dert etmez; eline bir ustura alıp avucuna uzun ve derin bir çizgi çeker. Artık onun da bir "kaderi" vardır.
Corto Maltese'i tipik bir kahraman olarak tanımlamak zor. Bildik kahramanların aksine çoğu zaman bencil, çıkarcı birisi olarak gözükür o. Üstelik bu bir 'süper kahraman" tevazusu da değildir. Gerçekten çıkarını düşünmektedir. Arkadaşı Prof. Steiner, bir yerliye yardım ettiği için Corto'ya "bir liderin doğmasına katkıda bulundun" der; Corto da onu "ben sadece sterlinlerimi düşünüyorum" diye cevaplar. Bunun üzerine Steiner sinirlenir ve karşılığını verir: "Senden daha romantik birini görmedim... Eminim sonbahar oldu mu, gider bir parka falan oturursun." Gerçekten de hırslı ve duyarsız olduğu anlara sık sık rastladığımız Corto, bu "fani" duygularını hep bir hüzünle harmanlar. Zaten, bireysel ve toplumsal dramlar karşısında aldırmazlık pozları takınsa da, sonuçta bu tip meselelere dahil olmaktan kurtulamaz. Ama bunu yaparken, hep kahramanlık olsun diye yapmadığı izlenimini bırakır.
Corto bu nitelikleriyle Türk okuyucusunun daha önce okuduğu, ama üretimi daha yakın tarihli olan bir başka "italyan" çizgi romanı Misler No'yu andırır. Çoğu zaman yaptığı iyiliğin nedenini kendisi de bilmez, ya da bilmemezlikten gelir. Bir keresinde Profesör Steiner kendisini niye kurtardığını sorduğunda "Doğrusu bilmiyorum... Kimbilir belki kahramanlığa, cömertliğe inanan, soyu tükenmek üzere olan bir hanedanın son temsilcisi, yani belki de salakların şahıyımdır!.." diye cevap verir. Zaten tam da bu bıçak sırtı dengenin kahramanıdır o.
Öte yandan Corto doğru bir şey yaptığına inandığında bile ironiyi elden bırakmaz. Müstehzi bir ironidir bu. Ancak onun dilinde ironi kinizme asla varmaz. Corto her şeyden önce bir eylem adamıdır ve eylemlerini açıklamak ve anlamak her zaman mümkün değildir. Yine bir kareden aktarırsak: "Seni anlayamıyorum. Bazen cömert adam edalısın... Dürüst... Sonra aniden soğuk ve hesaplı oluyorsun. Belki de yanılıyorum. Ama seni çıkar ilişkileri içinde görmek canımı sıkıyor... Sen daha çok hesaba kitaba bulaşmamış, başına buyruk, günlük dertlerin dışında birine benziyorsun."
Corto, büyücü "Altın Dudak"ın Brezilya'da zorba toprak ağalarına karşı mücadele eden Cangaçeiros'lara yardım önerisini "Her şeyden önce ben ilkelere inanmam bunu bil... Evet, sana doğru gibi gelen şey benim için bir hatadır... Ahlâka gelince, ortada o dediğinden eşşek yükü kadar var" sözleriyle yanıtlar. O bu işi "temiz ahlâki ilkeler" için değil, "bin sterlinlik bir ahlâk" adına kabul eder. Ancak serüven nihayete erdiğinde aynı Corto'yu bu bin sterlini Cangaçeiros'lara verirken görürüz. İşine geldiği için vurdumduymaz biri gibi davranır ama işin aslının başka olduğu da meydandadır. Profesör Steiner de bu yüzden ona çıkışır: "Öyle çeliktenmiş gibi yapma: Sen de aslında içlen içe masallara inanmak istiyorsun. Yoksa yalnızca kapıyı kapamakla kurtulacağın olaylara niye burnunu sokasın ki?" Evet, büyük bir ihtimalle Corto da masallara inanmaktadır. Ama hayatın ona masal dinleme şansı vermeyeceğini gayet iyi bilmektedir. Bu yüzden ahlâk, doğruluk, dürüstlük gibi temel insani erdemleri hiçbir zaman savunur gözükmez. Bu biraz da karamsarlığındandır. Ama yine de içinde bir umut taşır. Öyle olmasa 1936 İspanyası'nda Uluslararası Tugaya katılır mıydı?
Her ne kadar ilk bakışta kendisiyle barışık ve tutarlı gözükse de, Corto da yönünü aramakladır. 2002 itibariyle henüz Türkçeye çevrilmemiş olan "Semerkant'ın Altın Evi" isimli macerada Corto rüyasında kendisini görür. Rûyasındaki Corto, vicdanının derinliklerindeki suçluluk duygusuna hitap eder: "Seni egoizmle itham ettiklerini biliyor musun? Sorunları hiç takmıyor ve gerçeklerden kaçıyorsun. Seni; hem ailene yönelik Katolik sorumluluğunu hem de topluma yönelik komünist sorumluluğunu hiç üstlenmemekle ilham ediyorlar. Nasıl kurtulacaksın?" İşle bu ikilemi neredeyse bütün maceralarında yaşar Corto. Bir yanda inandığı ve varolması için içten içe çaba gösterdiği değerler vardır; diğer yanda ise her şeyin parayla ifade edildiği, gücün egemen olduğu acımasız bir dünya. O bu iki dünyanın arasındaki dar yolda yürümeyi tercih eder hep. Yaşadıklarını yazmayı öneren bir arkadaşına verdiği cevap da bu çelişkiyi şöyle yansıtır: "Eğer yazsaydım, diyelim ki becerdim, sonuçta olayları, tanıdıklarımın kişiliklerini mutlaka çarpıtırdım: Böylesi daha iyi; hikâyesiz yaşamak..."
Daha önce de belirtildiği gibi bildik kahramanlara pek benzemez Maltese. Dünyada adaletin tecelli etmesi için mücadele eden, daima doğrunun ve haklının yanında olan biri, ya da bencillikten, kusurlardan, çıkarlardan bağımsız bir kişilik değildir o. Belki de Umberto Eco'nun dediği gibi Corto'yu unutulmaz kılan tam bu "çekici kusurluluğu"dur. insanlara yardımı dokunduğunda "kahraman" pozları takınmaz. Ne kendisinin ne başkalarının aziz olmadığını bilir. İnsanlara yukarıdan bakmaz. Az önce kendisini öldürmeye çalışmış birinin sigarasını yakar görürüz. Doğru bildiği şeyler için mücadele eder ama kindar değildir. Kendisine yönelen kötülüklerin bile altında bir insani trajedinin yattığının bilincinde gibidir. Rasputin gibi bir "cani" ile dostluğunu da ancak böyle anlayabiliriz herhalde. Kimsenin sütten çıkmış ak kaşık olmadığını bilir Corto. Zaten onun maceralarında en acımasız katilin bile romantik bir anına rast gelmek pek mümkündür.
Adalet anlayışı da kendine özgüdür Corto'nun; yerleşik kaide ve ilkeleri pek takmaz: "Eğer cezasız bir cürüm ile sizinkisi gibi bir adalet anlayışı arasında seçim yapmam gerekseydi ilkini seçerdim." Sadece insanları anlamaya ve tanımaya gayret eder gibidir. Hem Rasputin'in bile bütün kötülüğünün altında küçük bir çocuğun cömertliğini taşıyan kinik bir ruh yatmaktadır ona göre. Enver Paşanın subaylarından olan ve Corto Maltese'ye tıpatıp benzeyen Timur Şevket'e göre Rasputin bir tür hümanist filozof, Kropotkin tarzı bir anarşisttir, Rasputin'in Şevkete cevabı ise nettir: "Anarşist mi? Sanmam... Onlar abartı derecesinde ciddi insanlar!.. Mülkiyet onlara göre hırsızlık. Hayır! Ben süsleri olmayan bir hırsızım. Bir hırsız, nokta."
Corlo Maltese'in bir çizgi roman olarak diğer unsurlarına da değinmek gerekirse: Rasputin gibi muamma dolu tiplemelerle dolu dizide düz, yalınkat karakterler çıkmaz karşımıza. Bir çocuğu öldürmek üzere tutulmuş bir katilin ölüm döşeğinde, daha dün hırpaladığı bir ihtiyara son parasını verirken görürüz: "Benim için birkaç kadeh içsin... Derdim onunla değildi... Onunla arkadaş olamamak beni çileden çıkardıydı..." Umberto Eco'nun deyimiyle, "her şey bize anlatılan deniz yollarının ritmiyle yürür, birbirlerine ateş ettikten sonra birbirlerini seven, dostluk adına birbirini öldüren, denetimden çıkan kişilerin psikolojisi bile her sayfada, klinik ayrıntılarla, dalbudak sararak yeniden icat edilir." Serüvenlerde hep arada derede kalmış insanlar çıkar karşımıza. Örneğin Yüzbaşı Slütter savaş sırasında Alman donanmasına yakıt temin etmek ve sabotaj eylemlerine girişmek için Pasifik'te korsanlık yapmakla görevlendirilir Bu emir onun ilkeleri ile çelişki halindedir. Ancak Slütter emirlere karşı çıkamaz, yapacak pek bir şey de yoktur. Neticede İngilizler tarafından yakalanır ve idama mahkum edilir. Onun dramında insan, onu çevreleyen ve aslında kendi yarattığı güçlere tutsak olmuş, adeta bir oyuncak haline gelmiştir: "Emirlere karşı gelebilirdim... Ama bu, düzene, geleneklere ve bu türden saçmalıklara! hepsine karşı çıkmak demek olurdu... İngilizler beni üstlerimin emirlerine uydum diye kurşuna diziyor, uymasaydım Almanlar kurşuna dizecekti."
Öte yandan, Yeni Gine'den İran'a, oradan Amazonlara kadar uzanan serüvenlerde sömürge insanı hep ön sıralardadır. Ancak bu insanlar sömürge anlatılarında yahut oryantalist söylemde olduğunun aksine tarihin etkin özneleri olarak karşımıza çıkarlar. Üstelik beyazların maceralarına dekor oluşturan egzotik, yabani, çocuksu ve komik yaratıklar olarak çizilmezler. Bilakis serüvenlerin asal unsurları olarak hepsinin kendine özgü bir hikâyeleri vardır ve hattâ serüvenler de çoğu kez doğrudan doğruya onların dünyalarına dairdir. Ayrıca bu insanlar sömürgeci beyazların yaratttıgı tahribatın da bilincindedirler. Örneğin Manay kabilesinden olan ve Corto Maltese'ye rehberlik yapan Aparia şöyle konuşur: "Beyazlar gelip taş ve düş arıyor... Ama onların yüzünden altın ve zümrüt avcıları da geliyor ve yerlileri öldürüyor... Bizi birbirimize düşürüyorlar, tutmayacakları binlerce söz veriyorlar ve ormanda saklanmak zorunda bırakıyorlar bizi." Söz konusu olan vahşilere özgü kör bir öfkeden ibaret de değildir. Ya devrimci yöntemlerle ya da mevcut güçler dengesinin çatlaklarına oynayarak çıkış ararlar. Mesela Nijeryalı Kemikkıran İngiliz ordusunda Almanlara karşı savaşmaktadır. Ona ait olmayan bu savaşta "Afrika'daki Alman sömürgelerinin sona ermesine yardım etmek için" yer almaktadır: "Savaş sona erdiğinde ingiliz sömürgelerini bitirmeye çalışırız. Bir yerlerden başlamak lazım değil mi?"
Corto'nun karakterine atfedilecek en önemli niteliklerden biri yalnız kahraman olmayı tercih etmesidir. Arkadaşları, dostları tabii ki vardır, hatta birkaç macera boyunca ona yarenlik eden tipler de görmek mümkündür ama hiçbiri ona yoldaş olamamıştır. Aynı zamanda köksüzdür de Corto. Zaten o da kendini "ben bir denizciyim; toprağa kök salan cinslerden olamam" diye tanımlar Belki de bu yüzden hüzün hiçbir zaman eksik olmaz maceralarda. Mutlu sonlar buruk, umutlar yarımdır hep.
Öte yandan serüvenlerde düş ile gerçek arasında gidip gelinir. Birçok defa karakterlerden birinin gördüğü düş sayfalarca sürer ve çok sonra uyanır ve gerçekliğe döneriz. Örneğin Güzel Hayaller Gölü isimli kısa macera, neredeyse tamamen bir asker kaçağının gördüğü halüsinasyonlardan ibarettir. Bir İngiliz askeri olan Stuart savaşın acımasızlığına dayanamaz ve sevdiği kadın tarafından ihanete uğradığını öğrenince birliğinin kasasını da alarak firar eder. Gördüğü halüsinasyonlar onu bir iç hesaplaşmaya götürür ve neticede sükûna kavuşturur. Stuart ölür. Yanında bulunan yerlilere onu neden kurtarmadıklarını soran Corto'ya reisin cevabı çok nettir: "Adam mutluydu... Güzel Hayaller Gölü'ne bakıp, her şeyi görmek istediği gibi görüyordu... Niye onu rüyadan çekip almalı, alıp da güneşin ve neşenin olmadığı bir dünyaya atmalı? Orada sadece gece, keder ve hastalık yok mu?" Rüyalar dizide etkili bir anlatım unsuru olarak kullanılmaktadır. Bir yerden sonra neyin düş neyin gerçek olduğu da karışır zaten. Corto'nun kafası bile bu karışıklıktan nasibini alır: "Bütün bu hikâye benim ya da Rasputin'in veya aslında ben bilmeden yine ben olan bir başkasının gördüğü bir düş olup olmadığını anlayamıyorum." Hem antikacı Colombia'nın da dediği gibi "düşler altındandır, gerçekler ise paslı."
Corto Maltese'nin serüvenleri düşsel, büyülü bir atmosferle örülüdür. Corto'nun dünyasından sihir henüz kaybolmamıştır. "Benim annem Cebelitarıklı bir çingeneydi, ünlü bir büyücüydü, yani şeytanlarla arası iyiydi. Babam da Cornovailles'ten geliyordu, büyücü Merlin'in yaşadığı Tiltangel'da oturan bir şeytanın yeğeniydi." Büyü, mistisizm ve kehanetler -bazen iyi, çoğu zaman kötü etkiler bırakarak- maceralarda hiç eksik olmaz. Maltese kaderini almaya çalışsa da alınyazısı ya da kısmet hep baş roldedir. Ve bıçağıyla eline çizdiği kaderin ucu, avucundaki kadar net değildir.
Biraz da dizinin yaratıcısından bahsetmek gerekiyor. Corto Maltese'nin yaratıcısı Hugo Pratt 1927'de İtalya'nın Rimini kentinde doğar; ancak 1937'de babasının işi nedeniyle Etiyopya'ya gider. Babasının ölümünün ardından 1943'te İtalya'ya döner. Savaşın sona ermesiyle birlikte Albo Uragano (Beyaz Kasırga) ve Asso di Picche Comics (Maça Ası) dergilerini çıkartır. 1949'da Arjantin'e gider. Avrupa'ya döndüğü 1962'ye kadar geçirdiği dönem oldukça verimlidir "Uzun süren Arjantin deneyimim sonucunda artık coşkunluk ve içtenlik dolu bir üslubu geride bırakmıştım, olayları göreceli kılabiliyor, sergileyebiliyordum. Avrupa'ya dönüş gençlik heyecanlarının ve düşlerinin sona ermesine denk düşüyordu. Arjantin beni olgunlaştırmıştı." 1967'de Corto Maltese'nin ilk serüveni Bir Tuz Denizi Şarkısı'nı yayımlar. Bu dizi ona uluslararası bir şöhret kazandırır. Pratt, 1995 yılında Lozan'da bir klinikte hayata veda eder. Başka birçok çizgi diziyi yaratmış olmasına rağmen Pratt'ın adı Corto Maltese ile özdeşleşmiştir. Umberto Eco'ya göre bu özdeşlik sadece yaratıcı ile eseri arasındaki bağdan ibaret değildir: "Hangi kitabın tanıtımı, ya da hangi olay vesilesiyle olduğunu hatırlamıyorum, Milano'da Martini'nin masalarında karşılaştık ve onu, o zamanlar yaşı küçük ama hikâyelerinin hepsini okumuş olan kızımla tanıştırdım; kızım, kulağıma Pratt'ın Corto Maltese olduğunu fısıldadı. Krala çıplak olduğunu ancak bir çocuk söyleyebilirdi. Pratt'ta, Corto'nun fidan boyu posu yok, ama yandan iyice baktığımda kızımın dediğinin doğruluk payı taşıdığını gördüm: Burnun hatları, ağzın çizgileri ve ne bileyim... Elbette Pratt Şarkı'nın Cortosu değil, ama son maceraların o büyülü Corto'su, yani Pratt'ın o dönemlerde henüz tanımadığı Corto... Pratt hayallerinin ve kendi kendisinin ardından seğirterek kendi kendini arıyordu." Eco'ya göre Pratt Corto Maltese idi. "Tüm yaşamını anlatmıştı. Arzu ettiğince."
Corto'nun son maceraları İspanya iç savaşına rastlar. Bu onun son kez karşımıza çıkışıdır. Artık Corto'nun devri bitmektedir. Esasında bitmekle olan bütün çalkantıları ile "maceraperest beyefendilerin" dönemidir. Dizinin yaratıcısı Hugo Pratt'ın sözleriyle "her şeyin elektronik olduğu, yine her şeyin ince ince hesaplandığı ve sanayileştiği bir dünyada Corto Maltese gibi birinin yeri yoktur."
FOTİ BENLİSOY - BAĞIŞ ERTEN