Sezgin Burak'ın yarattığı Tarkan, kendinden önce gelen Karaoğlan, Malkoçoğlu ve kendinden sonra gelecek olan Kara Murat'la birlikte 'atlı-kılıçlı tarihsel kahraman' tarzı çizgi romanlar türüne dahil olsa da, bu türde adı geçen benzerlerinden önemli bir noktada ayrılır. Diğer tarihsel kahramanların öyküleri kabaca 500 yıl önce geçerken Tarkan'ın öyküleri 1500 yıl önce cereyan etmektedir. Bu durum Tarkan'ın Orta Çağ kökenli tarihsel kahramanlarımızdan ziyade neredeyse "Karanlık Çağların" Conan ve benzeri kahramanlarına daha yakın bir konuma getirmiştir. Kuşkusuz -aşağıda inceleneceği gibi- Tarkan'ın öyküleri de Malkoçoğlu, Kara Murat vb. gibi gerçek tarihsel bir arkaplana sahiptir ve bu açıdan Conan'la tam bir benzeşme söz konusu değildir. Ama yine de söz konusu çağın günümüze uzaklığının Malkoçoğlu ve benzerlerinden birkaç misli daha fazla olması Tarkan'ın diğerlerine oranla çok daha fazla mitik ve fantastik nitelik taşımasına ve neredeyse "Conanvarî" özelliklere sahip olmasına zemin oluşturmuştur. Batı Hun hakanı Atilla'nın gözde savaşçısı Tarkan'ın maceraları Kuzey-Orta Avrupa'da cereyan ediyor, dolayısıyla Romalılar, Vandallar, Vikingler ve benzeri kavimler bu maceraların eksenine oturuyordu. Atilla, Türk tarih bilincinde yer tutan bir figür olmasına karşın bütün bu diyarlar, bu kavimler -örneğin Osmanlı tarihin unsurlarının aksine- Türk okuyucuları için tarih kitaplarındaki hacimleri itibarıyla pek tanıdık olunan unsurlar değil, olsa olsa İtalyan filmleri dolayısıyla aşina olunan isimlerdir. Dolayısıyla bir yandan Atilla'nın ve Hunlar'ın varlığı Tarkan'a yerlilik unsuru katarken, öte yandan çok aşina olunmayan diyarlar, kavimler, çizgi romanlaşmış tarih kitabı havasını aşarak daha bir doğallıkla çok daha fazla fantastik-mitik bir niteliğin altyapısını oluşturmuştur. Dolayısıyla Tarkan'da 'yok' yoktur, her şey vardır: Uzun deniz yolculukları ile varılan uzak diyarlar, adam yiyen dev deniz ejderhaları, gizli bir mağarada taşa saplı kutsal kılıçlar, sisli ormanlar, harabe şatolar, uçurumlar, bataklıklar, gizli geçitler, öldürücü güzellikte kadınlar, garip ayinler, zindanlar, büyücüler, yılan dolu kuyular, tek gözlü iri kıyım adamlar, zenciler. Roma arenalarında gladyatör döğüşleri... Yani Tarkan'ı bir tarihsel çizgi roman olduğu kadar, fantastik bir çizgi roman saymak için çok sayıda motif mevcuttur.
Ancak yukarıda geçerken kaydettiğimiz gibi Tarkan'ın da aslında gerçek bir tarihsel arkaplanı var - her ne kadar bu arkaplan nispeten yakın değil de çok daha uzak bir geçmişe ait olması sayesinde fantastik unsurlara daha bir doğallık ve kolaylıkla zemin sunsa da. Sezgin Burak'ın, Tarkan'ı İtalya'da El Cougar ve Colosso adlı çizgi romanları hazırlarken İtalyan kütüphanelerinde Atilla ve Hunlar üzerine araştırma yaparak yarattığı söyleniyor. İlk bakışta bu önerme, bir çizgi roman kahramanının yaratılış öyküsünü cilalamak için ("Avrupa kütüphanelerinde derin bir araştırmaya başladı" [vurgu bizim]) abartı unsuru taşıma ihtimalini barındırıyor gibi görünse de ciddi bir gerçek payı içermesi muhtemel. Çünkü gerçekten de Avrupa ve özellikle İtalya'da Atilla ve Hunlar üzerine ülkemizdekinden çok daha geniş bir külliyat mevcut (Türkiye'deki sınırlı ve yetersiz ikincil kaynaklar da, zaten doğal olarak bu birincil yabancı kaynaklara dayanıyor); ne de olsa Atilla ve Hunlar aslında bizim tarihimizin değil de Avrupa'nın ve özellikle İtalyan tarihinin bir parçası!
Atilla ve Hunlar hakkındaki kaynaklara gidildiğinde Tarkan'ın İlk bakışta sanılabileceğinden çok daha şaşırtıcı derecede gerçek tarihsel malzemeye dayandığı görülüyor. Hattâ en uç örnek olarak Mars'ın Kılıcı (1967) macerasına adını veren efsane bile gerçekten de Atilla'yla ilgili antik birincil metinlerde kaydedilmiş bir efsane. Atilla'yla görüşmeye giden bir Doğu Roma heyetinde bizzat yer alan bir tarihçinin tuttuğu ve günümüze kadar gelmiş notlarda (Atilla ve Hunlar'la ilgili temel kaynak bu tarihçinin metinleridir) Atilla'nın dünya hakimiyeti misyonunu kendisinde görmesinin bir gün toprağa saplı bir kılıç bulunup kendisine teslim edilmesinde yattığı kaydediliyor ve hattâ söz konusu tarihçi de bu kılıcı "Mars'ın Kılıcı" olarak adlandırıyor. Tabii ki orjinal metinde bu kılıcın bulunuş öyküsü çizgi romandakinden farklı: Sözkonu kılıcı, Tarkan adlı cengaver bir yiğit, bin bir maceralar atlattıktan sonra değil, ineklerini otlatan bir çoban tesadüfen bulmuş. Maryo'nun Kuşları (1968) macerasının finalinde yeralan Atilla'nın taarruz kararını kentten havalanan kuş sürüsünü görmesi üzerine vermesi de yine o dönemden kalma tarihsel metinlerde geçen bir efsane -her ne kadar söz konusu kuşların güvercin değil de bir leylek sürüsü olduğu kaydediliyorsa da. Honoriya'nın Yüzüğü (1968-1969) macerası ise Atilla'yla ilgili orjinal tarihsel metinlerde kaydedilen efsanelerden öte gerçekliği biraz daha sağlam bir vakıaya dayanıyor: Sarayda gözden düşmüş olan Roma prensesi Honoriya'nın Atilla'ya nişan yüzüğü yollaması da kayıtlara geçmiş bir vakıa veya en azından orijinal metinlerde yer alan bir 'saray dedikodusu'. Ancak kayıtlara göre Honoriya ulak olarak Tarkan adlı cengaver bir yiğit değil de bir keşişi kullanmış ve olayın duyulmasının ardından bu zavallı keşiş ağır işkencelerden sonra idam edilmiş. Margus Kalesi (1967) macerasının konusunun eksenini oluşturan Hun mezarlarının yağmalanması da kayıtlara geçmiş gerçek bir başka vakıa.
Bütün bu bahislere Sezgin Burak'ın bir çizgi roman hazırladığı için onlardan serbestçe ve yaratıcı biçimde yararlanmış olduğu şeklinde bakmak gerekli. Ama doğrusu tek bir noktada Sezgin Burak'ın "katkısının" biraz fazla tahrifat taşıdığını belirtmeden geçmek olmaz. "Türk" sözcüğü Atilla'dan birkaç yüzyıl sonra ilk kez Göktürkler'le birlikte kullanılmaya başlanacak olmasına karşın Tarkan kendini "Hun Türkü" olarak tanıtıyor! Tarkan'ın kaynakları konusunda yerli çizgi romanlardan da bahsedilebilir. Şahap Ayhan-Ayhan Erer ikilisinin 1947'de Çocuk Haftası dergisinde yayımlanan Attila Geliyor ve Attila'nın Ölümü çalışmalarındaki Tarkans; yine Şahap Ayhan'ın 1955 yılında Tercüman gazetesinde yayımlanan "Hun Akını" çalışmasındaki Tarkan, isim ve tipleme olarak Sezgin Burak'a esin kaynağı olacaktır.
Tarkan'a ilişkin genel değerlendirmede çizgi romanın hem son derece fantastik, hem de tarihsel kaynaklara sanılabileceğinden daha fazla dayanıyor olmasının yanı sıra, çizgi romanın bir başka dikkate değer özelliğini de belirtmek gerekli: Tarkan'da zaman zaman çok belirgin bir sado-erotizm söz konusudur, özellikle Kuzey Canavarları (1968) adlı maceradaki amazonvarî Viking kadınları, hele bunların eli kırbaçlı lideri sado-erotik imgelemin arketipine birebir denk düşmektedir ve bu macerada Tarkan'ın iki ayrı sahnede bağlıyken kırbaçlanması tam bir sado-erotizm mizansenidir. Güçlü-hükmedici kadın karakterler dizide sıklıkla görülmektedir. Mars'ın Kılıcı'ndaki Kraliçe, Kuzey Canavarları'ndaki Prenses Anita ve Gümüş Eyer'deki Büyücü Goşa benzer özellikler taşımaktadırlar. Her biri, meşum-kadın özellikleriyle lider konumundadırlar. Cazibeleriyle erkekleri büyülemekte, işleri bittiği an kolaylıkla onları saf dışı bırakmaktadırlar. Ölüm, kan ve cinsellik birbirine çok yakındır. Öte yandan Tarkan'ın cinselliği de farklıdır; tipik bir görev adamı olduğundan olacak bir kadını arzuladığını belli edecek tek bir sözcük kullanmamıştır, birlikte olduğu kadınlar tarafından buna zorlandığı söylenebilir; mağrur, mesafeli ve sanki bu türden işler için hiç vakti yok gibidir. Karaoğlan'ın kadınlara düşkünlüğü, Malkoçoğlu'nun alaycılığı ve hattâ Kara Murat'ın aşkı için çektiği acı onda yoktur. Kendini bir armağan gibi sunduğu kadınların hepsi serüven sonunda mutlaka ölür.
Tarkan'ın sadece kadınlarla değil bütün insanlarla ilişkisi oldukça sınırlıdır; ahaliyle karşılaştığı hanlar ve Türk kalelerinde -ki onlara İtalyan çizgi romanlarından aşinayızdır- olabildiğince az konuşur. Bir efsane kahramanından farksızdır, adı zikredildiği her ortamda büyük bir şaşkınlık ve korku oluşur. Sezgin Burak, Tarkan'ı konuşurken çizdiğinde ağzına ilginç bir biçim vermiştir, dişlerini sıkarak konuşuyor gibidir. Az konuşması, en az Abdülcanbaz kadar nadir gülmesi ya da konuştuğunda intikam ve Türklük adına sözler sarfetmesi nedenleriyle Tarkan'ı çizgi romanımızın en ciddi kahramanlarından biri sayabiliriz. Sırf bu yüzden belki de en güzel serüvenleri takip ve intikam üstüne olanlardır.
Tarkan ilk olarak 1967'de Hürriyet gazetesinde Mars'ın Kılıcı adlı serüvenle yayımlanmaya başladı, 1970'de kendi dergisine kavuştu. Kendinden kapaklı 16 sayfalık, büyük boy bu haftalık dergide, gazetede siyah-beyaz olarak yayımlanmış maceralar renkli olarak tekrarlanıyordu. Derginin orta sayfasında "tarihe malolmuş Türkler" ve benzeri yazılar yeralıyor, arka kapakta ise 'Hippi Kralı Pippi' adlı yabancı kaynaklı bir çizgi roman kullanıyordu. Derginin kapak resimleri Sezgin Burak imzalıydı, ancak ilk birkaç sayının kapaklarında nispeten kaba bir fırça ve kalem kullanımı, daha sonraları ise daha göz alıcı çalışmalar söz konusuydu. İlerleyen yıllarda, özellikle Sezgin Burak'ın ölümünden sonra, kapak resimlerini Cemal Dündar ve kardeşi Ersin Burak yaptı. Tarkan çizgi romanı derginin 11 sayfasını kaplıyordu, ilerleyen sayılarda eski maceralar tekrar yayımlanacaktı. Bu tekrarlar ve aynı sayıda iki serüvenin yayımlanması kaçınılmazdı. Çünkü Tarkan, benzerlerine göre az üretilmiş bir çizgi romandı, belki de kalitesini buna borçluydu. 1967-1978 yıllan arasında toplam on beş Tarkan serüveni yayımlanmıştı. Son serüven olan Milano'ya Giden Yol (1978), Sezgin Burak'ın ölümü nedeniyle yarım kaldığından dergide hiç kullanılmadı. Bu sebeple, dergide tekrarların başladığı 1974 yılında, Sezgin Burak'ın henüz çizmediği Kuzeyde Dehşet Var adlı tek bir serüven kalmıştı -ki bu serüven de aslında Mars'ın Kılıcı serüveninin ilk yansının başına ve sonuna özgün kısa bölümler eklenip yeni bir öykü çerçevesinde farklı bir kurguyla kâh kopyalanıp, kâh yeniden çizilmesiyle hazırlanan kolaj niteliğinde bir çalışmadır... Dergi kapanacağı doksanlı yılların ilk yarısına kadar kullandığı 14 serüveni defalarca tekrarlayarak yayınını sürdürdü. Sezgin Burak'ın ölümünden sonra ilginç bir gelişme oldu, Tercüman grubu tarafından çıkartılan Bulvar gazetesi, 1982 yılında Tarkan'ın yarım kalan serüveni Milano'ya Giden Yol'u yeniden yayımlamaya başladı. İlginç olan çizgi romanı kimin tamamlayacağıydı. İmza kullanılmamasına karşılık Özcan Eralp tarafından 23 Haziran 1983'ten itibaren hikâye kaldığı yerden devam ederek bitirildi. Eralp, bununla da kalmadı, 1984 yılında senaryosu da kendisine ait olan Uğursuz Elmas adlı yeni bir öyküye başladı. "Hayalet çizer" olarak (ismini ve imzasını hiçbir zaman kullanmadan) 1984-1988 yılları arasında 12 Tarkan serüveni çizdi (onun bırakmasından sonra Tarkan'ı İsmet Kırdar da çizdi). Biraz da Bulvar gazetesinin satışının düşmesinden ve kapanma emareleri göstermesinden olacak Tarkan'ın bu pek de bilinmeyen serisine son verildi. Anlaşıldığı kadarıyla Burak ailesine bir biçimde maddi destek olmak için yapılmış bir çalışmaydı. Çoğunluğu Eralp tarafından üretilen bu Tarkan öyküleri gazetenin dışında hiçbir yerde kullanılmadı. Tarkan dergisi ise, seksenli yılların ikinci yarısında İşadamı Asil Nadir'in basına girmesiyle yaşanan süreçte el değiştirdi. Simavi ailesi gazete ve dergilerini satarak basın sektöründen çekilirken son derece düşük satışlarla sürdürülen Tarkan ve Kara Murat dergilerinin yayın hakkını B Yayınları-Samet Koçyığit alıyordu. Kötü baskılarla, renkliden siyah beyaza dönüştürülmüş sayfalarıyla her iki dergi de çok geçmeden kapandı. Yayının durdurulmasından sonra iade sayılarla cilt olarak tekrar piyasaya verildi. 1999-2000 yılları arasında ise Dünya yayınevi Tarkan'ın 8 macerasını büyük boy albüm formatında siyah beyaz olarak yayınladı. Burak ailesi tarafından hazırlanan bu seri, Tarkan'ın internet sayfalarından basın açıklamalarına kadar çeşitli biçimlerde tanıtılıyordu. Ancak seri Tarkan'ın kronolojik sırasına uymadan karışık bir sırayla sunuldu, birbirini takip etmesi gereken serüvenler atlanmıştı.
Tarkan'ın geçmişinin öyküsü, Gümüş Eyer (1969-1971) adlı macerada anlatılır: Küçük bir çocukken ailesi katledilen Tarkan, doğada kurtlar tarafından büyütülmüştür. Daha sonra Kurt Kanı (1973-1974) adlı macerada da Tarkan'ın geçmişine -ayrıntılı olarak- geri dönülür. Maceraları sırasında Tarkan'a bir kurt yoldaşlık eder. Tarkan'ın pek çok macerada gözüken dostları ise ilk olarak Margus Kalesi adlı macerada karşımıza çıkan yiğit Hun kızı Bige ve ona umutsuzca gönlünü kaptırmış olan tıfıl Külke'dir. Maceralara sınırlı ölçüde de olsa mizah unsuru katmak gibi çeşni işlevi gören Külke, İtalyan Herkül filmlerindeki benzer bir karakterden bir hayli esinlenmişe benzemektedir. Bige ise Tarkan'dan karşılık bulmasa da ona aşıktır. Külke'nin kendisine söylediği "komik" sevda sözlerinden bu nedenle rahatsız olmaktadır. Birkaç kez yıkanırken ya da başka erkekler tarafından arzulanırken gösterilse de Bige, dizideki erotik unsurlardan biri değildir. Karaoğlan'ın yoldaşı Bayırgülü'ne ya da Malkoçoğlu'nda aralıklarla görülen neşeli-civelek "hırsız-kızlara" benzemez. Giyiminden kuşamına, tavırlarına ve mücadeleci kişiliğine bakılırsa erkekten farksızdır. Hattâ Tarkan da onu ilk gördüğünde genç bir delikanlı sanacaktır. Tutsak edilmesi ve kadınlığına yönelik cinsel saldırganlık tehdidi Tarkan öykülerinin önemli gerilim vesilelerinden biridir.
Tarkan öykülerinde farklı isimlerle de olsa benzer tiplemelerle karşılaşırız. Sanki aynı oyuncu kadrosuyla devam ettirilen bir seriyal filmi gibidir. Margus Kalesi'ndeki Fedelio ile Honoriya'nın Yüzüğü'ndekı Kandilis; Mars'ın Kılıcı'ndakı Ursu ile Viking Kanı'ndaki Dilsiz Orso; Maryo'nun Kuşları'ndaki Dev Zenci Katara ile Honoriya'nın Yüzüğü'ndekı Kombo aynı tiplemelerdir. Altın Madalyon'da görülen Yüzbaşı Silas ve Kolosso tiplemeleri Milano'ya Giden Yol serüveninde de görülür. Bütün kötü sarışın kadınlar birbirini izlemektedir. Kuzey Canavarları'ndaki Prenses Anita, Büyücü Goşa'nın öncüsüdür.
Tarkan senaryoları kronolojik olarak izlendiğinde, öykülerin bir derinlik kazandığı görülebilir. Başlangıçta bir efsane mitine eklenmiş öykülerde; olağanüstü yaratıklar ve dünyayı fethetme arzusu taşıyan kötüler öne çıkarken, sonraları tiplemelerin giderek geliştirildiği, entrika öğesinin temel ekseni belirlediği oldukça uzun anlatılar oluşacaktır. Bu değişim sürecinde özellikle kötü adam tiplemeleri başarıyla resmedilecektir. Öyle ki Korkunç Takip'teki (1969) Örümcek ve Gümüş Eyer'deki Tek Gözlü Hortis gibi "başrolde" olmayan kötüler dahi hatırda kalacak raddede iyi anlatılacaktır. Tarkan, günlük bir gazete için çizildiğinden üretim temposu zamana yayılabiliyor, oldukça sabırlı ve sebatkârca uğraşıldığı anlaşılan detaylarla resmediliyordu. Dizinin başlangıcında ve aralıklarla Hürriyet gazetesinde çıkan röportaj ve haberlere bakılırsa, öyküleri önce fotoroman olarak üretiyor, en azından kimi önemli gördüğü mizansenleri mankenler kullanarak fotoğraflıyor, sonra çizgiye aktarıyordu. Burak, çalışma biçimini anlatırken, gösterdiği titizliği İtalyan stüdyolarında geçirdiği çizerlik tecrübesine bağlamayı da ihmal etmiyordu. Yazı ağırlığı nedeniyle yenilikçi olmasa da, kareiçi tasarımı ve devamlılığı, zor "sahneler" çizerek gösterdiği ustalık isteyen tekniği nedeniyle ülke genelinde bir dönemeçtir. Türkiye'de çizgi romanın sanat olarak kabulündeki katkısı, mesleğe getirdiği saygınlıktan çok daha önemlidir.
Tarkan Filmleri
Diğer tarihsel çizgi romanlarımız gibi Tarkan da beyazperdeye uyarlanarak popüler bir dizi filme kaynak oluşturmuştur. Tarkan filmlerinin çizgi romandaki fantastik-mitik havayı başarıyla yansıttığı söylenebilir. Hattâ İngiliz sinema yazarı Pete Tombs, Mondo Macabro adlı eserinde "Tarkan filmlerinin dünya fantastik sinemasının en iyi özelliklerini barındırdığını" yazmıştır. Nitekim İngiliz Channel 4 televizyonu, Tarkan filmlerinden bazılarının gösterim haklarını kiralamak için girişimde bulunmuş ama (filmlerin tüm haklarını Arzu Film'den satın almış olan Interstar televizyonu ile) anlaşamamıştı.
Tarkan filmlerinin her zaman değil ama genellikle çizgi romana bir hayli sadık kaldığı gözlemlenebilir. Hattâ bazen doğrudan çizgi roman kareleri, film için story-board işlevi görmüş gibi gözükmektedir. İlk Tarkan filmi (1969, yön. Tunç Başaran) esas itibariyle Mars'ın Kılıcı'nın uyarlamasıdır; yalnız çizgi romanın finalindeki dinozorlar filmde yer almaz; Gümüş Eğer (1970, yön. Mehmet Aslan) ve Viking Kanı (1971, yön. Mehmet Aslan) filmleri de bu filmlerle aynı adlı maceraların uyarlamasıdır, yalnız çizgi roman Viking Kanı'ndaki deniz ejderi aynı adlı filmde dev bir ahtopot olarak beyazperdeye gelmiştir. Diğer bazı çizgi roman maceralarındaki kimi yanöyküler İse çeşitli filmlerin içine serpiştirilmiştir, örneğin Dehşet Kulesi adlı çizgi roman macerasına adını veren mizansen ilk Tarkan filminde, Honoriya'nın Yüzüğü'nün finalinde yer alan zindandaki göğsü kesici çıkıntılarla dolu kör adam ise Altın Madalyon'da (1972, yön. Mehmet Aslan) yeralır. Son Tarkan filmi Kolsuz Kahramana Karşı (1973, yön. Mehmet Aslan) ise çizgi romanıyla en az ilgili olanıdır diyebiliriz. Yönetmen Mehmet Aslan'ın sinema anlayışına yakın olan film, Kung-Fu serilerinin ünlü Wang-Yu'su ile Tarkan'ı biraraya getirecektir.
Aslında tam bir "geceyarısı sineması' ürünü olan Tarkan filmleri ne yazık ki son yıllarda televizyonlarda sanki çocuklara seslenen filmlermiş gibi öğlen saatlerinde gösteriliyorlar ve böyle olunca beklenildiği gibi yoğun biçimde sansürleniyorlar (Bu filmler, geçmişte göçmen Türk toplumu için Almanya'da sansürsüz olarak video piyasasına sürülmüştü; ülkemizde de RTÜK öncesi dönemde televizyonda sansürsüz olarak gösterilmiş oldukları söyleniyor). Serinin en hayranlık uyandırıcısı olan Tarkan Altın Madalyon'a bir bakalım. Bu film, Tarkan Gümüş Eğer'in devamı niteliğinde. O filmde Tarkan'ın yokettıği büyücü Goşa (Halit Refığ'in eski karısı, İsveçli "Eva Bender", gerçek adı: Eva Abramson), bu filmde diriltilecektir. Filmin başlarında bir rahibe ve üstsüz bir dansöz kaçırılıyor. Daha sonra bu kurbanlar, her ikisi de üstsüz olarak, kötü bir büyücü tarafından gizli bir mabette haça geriliyorlar. Büyücü her iki kadını da bıçaklıyor ve oluk oluk akan kan haçların dibindeki kanallar aracılığıyla bir iskelete ulaşıyor. İskelet yavaş yavaş kanla birlikte dirilip çırılçıplak durumdaki genç ve güzel Goşa'ya dönüşüyor ve (göğüs uçları saçları tarafından örtülen) Goşa diriliyor. Filmi televizyonda izlediğinizde ise rahibenin kaçırılmasının hemen ardından Goşa'nın dirildiği ana geçiliyor. Filmin diğer bir kayda değer sahnesinde ise çırılçıplak olarak ata binmiş Goşa, Tarkan'ın arkadaşlarından birinin yavuklusunun karşısına çıkıyor ve genç kadını hipnotize ediyor. Genç kadın, bilinçsizce Goşa'ya doğru ilerlerken dev bir örümcek ağına yakalanıyor ve Goşa, onun kanını içiyor. Bu sahne televizyonda gösterildiğinde yakın plan çıplaklık içeren kareler ve bu arada kan içme anları, kesilmiş durumda: Yalnızca zavallı kadının dev örümcek ağına yakalanışını görüyoruz. Tarkan sislerle kaplı bir ormanın içinden, bir uçurum arasındaki asma köprüden geçerek Goşa'nın şatosuna ulaşıyor. Burada yerden kazıkların yükseldiği bir odada metalik bir adamla mücadele ediyor. Onu tek zayıf noktası olan gözlerinden kazıklayarak öldürdükten sonra çılgın kahkahaların geldiği başka bir odaya geçiyor. Duvarları kıpkırmızı renkteki bu odada yüzü kukuletalı bir savaşçıyla kılıç dövüşü yapıyor. Tarkan, bir kılıç darbesiyle rakibinin üstündeki elbiseyi yırtıyor ve elbisenin ardından savaşçının dolgun göğüsleri görülüyor. İkinci bir kılıç hamlesiyle kukuletayı çıkarınca (evet, bildiniz) Goşa'nın yüzü meydana çıkıyor ve Tarkan'ı ipnotize ediyor. Aniden odanın zemininde dev bir örümcek ağı deseni beliriyor ve Goşa, bu desenin üzerinde yere yıkılan Tarkan'ın üstüne binip onun kanını içiyor. Daha sonra Goşa bir mahzende dev bir örümcek ağının içindeki Tarkan'ın önünde çırılçıplak dans ederken görülüyor. Ama tabii ki televizyonda bunları görmüyoruz, Tarkan'ın kukuletalı savaşçıyla kılıç dövüşüne girişmesinden itibaren her şey, Goşa'nın Tarkan'ın kanını içmesi, sonra önünde dansetmesi tamamen kesilmiş.
Pete Tombs'un hem ABD'de, hem de Britanya'da yayımlanan ve fantastik sinema meraklılarının incili haline gelen kitabındaki Tarkan filmleriyle övgü dolu pasajlardan da önce bu filmler, Almanya'daki videoları sayesinde Video Watchdog adlı saygın Amerikan dergisinde Batılı sinemaseverlerin dikkatine sunulmuştu. Jesus Franco üzerine yazdığı çığır açıcı kitabıyla tanınan Peter Bluemenstock, derginin 1993 tarihli 20. sayısında Tarkan filmleri için şöyle diyordu: "Fantazi, dövüş sanatları ve korku unsurlarının çılgın bir karışımını içermeleri sayesinde Tarkan filmleri hiçbir zaman eğlendirici olma konusunda başarısızlığa düşmüyorlar." Dış pazarlara layıkıyla sunulabılmeleri durumumunda popüler sinemamızın bu dikkate değer ürünlerinin örneğin peplum olarak adlandırılan İtalyan benzerlerinden aşağı kalır yanlarının olmadığının çok daha geniş kesimlerce tescil edileceğine kuşku yok.
KAYA ÖZKARACALAR - LEVENT CANTEK
Ancak yukarıda geçerken kaydettiğimiz gibi Tarkan'ın da aslında gerçek bir tarihsel arkaplanı var - her ne kadar bu arkaplan nispeten yakın değil de çok daha uzak bir geçmişe ait olması sayesinde fantastik unsurlara daha bir doğallık ve kolaylıkla zemin sunsa da. Sezgin Burak'ın, Tarkan'ı İtalya'da El Cougar ve Colosso adlı çizgi romanları hazırlarken İtalyan kütüphanelerinde Atilla ve Hunlar üzerine araştırma yaparak yarattığı söyleniyor. İlk bakışta bu önerme, bir çizgi roman kahramanının yaratılış öyküsünü cilalamak için ("Avrupa kütüphanelerinde derin bir araştırmaya başladı" [vurgu bizim]) abartı unsuru taşıma ihtimalini barındırıyor gibi görünse de ciddi bir gerçek payı içermesi muhtemel. Çünkü gerçekten de Avrupa ve özellikle İtalya'da Atilla ve Hunlar üzerine ülkemizdekinden çok daha geniş bir külliyat mevcut (Türkiye'deki sınırlı ve yetersiz ikincil kaynaklar da, zaten doğal olarak bu birincil yabancı kaynaklara dayanıyor); ne de olsa Atilla ve Hunlar aslında bizim tarihimizin değil de Avrupa'nın ve özellikle İtalyan tarihinin bir parçası!
Atilla ve Hunlar hakkındaki kaynaklara gidildiğinde Tarkan'ın İlk bakışta sanılabileceğinden çok daha şaşırtıcı derecede gerçek tarihsel malzemeye dayandığı görülüyor. Hattâ en uç örnek olarak Mars'ın Kılıcı (1967) macerasına adını veren efsane bile gerçekten de Atilla'yla ilgili antik birincil metinlerde kaydedilmiş bir efsane. Atilla'yla görüşmeye giden bir Doğu Roma heyetinde bizzat yer alan bir tarihçinin tuttuğu ve günümüze kadar gelmiş notlarda (Atilla ve Hunlar'la ilgili temel kaynak bu tarihçinin metinleridir) Atilla'nın dünya hakimiyeti misyonunu kendisinde görmesinin bir gün toprağa saplı bir kılıç bulunup kendisine teslim edilmesinde yattığı kaydediliyor ve hattâ söz konusu tarihçi de bu kılıcı "Mars'ın Kılıcı" olarak adlandırıyor. Tabii ki orjinal metinde bu kılıcın bulunuş öyküsü çizgi romandakinden farklı: Sözkonu kılıcı, Tarkan adlı cengaver bir yiğit, bin bir maceralar atlattıktan sonra değil, ineklerini otlatan bir çoban tesadüfen bulmuş. Maryo'nun Kuşları (1968) macerasının finalinde yeralan Atilla'nın taarruz kararını kentten havalanan kuş sürüsünü görmesi üzerine vermesi de yine o dönemden kalma tarihsel metinlerde geçen bir efsane -her ne kadar söz konusu kuşların güvercin değil de bir leylek sürüsü olduğu kaydediliyorsa da. Honoriya'nın Yüzüğü (1968-1969) macerası ise Atilla'yla ilgili orjinal tarihsel metinlerde kaydedilen efsanelerden öte gerçekliği biraz daha sağlam bir vakıaya dayanıyor: Sarayda gözden düşmüş olan Roma prensesi Honoriya'nın Atilla'ya nişan yüzüğü yollaması da kayıtlara geçmiş bir vakıa veya en azından orijinal metinlerde yer alan bir 'saray dedikodusu'. Ancak kayıtlara göre Honoriya ulak olarak Tarkan adlı cengaver bir yiğit değil de bir keşişi kullanmış ve olayın duyulmasının ardından bu zavallı keşiş ağır işkencelerden sonra idam edilmiş. Margus Kalesi (1967) macerasının konusunun eksenini oluşturan Hun mezarlarının yağmalanması da kayıtlara geçmiş gerçek bir başka vakıa.
Bütün bu bahislere Sezgin Burak'ın bir çizgi roman hazırladığı için onlardan serbestçe ve yaratıcı biçimde yararlanmış olduğu şeklinde bakmak gerekli. Ama doğrusu tek bir noktada Sezgin Burak'ın "katkısının" biraz fazla tahrifat taşıdığını belirtmeden geçmek olmaz. "Türk" sözcüğü Atilla'dan birkaç yüzyıl sonra ilk kez Göktürkler'le birlikte kullanılmaya başlanacak olmasına karşın Tarkan kendini "Hun Türkü" olarak tanıtıyor! Tarkan'ın kaynakları konusunda yerli çizgi romanlardan da bahsedilebilir. Şahap Ayhan-Ayhan Erer ikilisinin 1947'de Çocuk Haftası dergisinde yayımlanan Attila Geliyor ve Attila'nın Ölümü çalışmalarındaki Tarkans; yine Şahap Ayhan'ın 1955 yılında Tercüman gazetesinde yayımlanan "Hun Akını" çalışmasındaki Tarkan, isim ve tipleme olarak Sezgin Burak'a esin kaynağı olacaktır.
Tarkan'a ilişkin genel değerlendirmede çizgi romanın hem son derece fantastik, hem de tarihsel kaynaklara sanılabileceğinden daha fazla dayanıyor olmasının yanı sıra, çizgi romanın bir başka dikkate değer özelliğini de belirtmek gerekli: Tarkan'da zaman zaman çok belirgin bir sado-erotizm söz konusudur, özellikle Kuzey Canavarları (1968) adlı maceradaki amazonvarî Viking kadınları, hele bunların eli kırbaçlı lideri sado-erotik imgelemin arketipine birebir denk düşmektedir ve bu macerada Tarkan'ın iki ayrı sahnede bağlıyken kırbaçlanması tam bir sado-erotizm mizansenidir. Güçlü-hükmedici kadın karakterler dizide sıklıkla görülmektedir. Mars'ın Kılıcı'ndaki Kraliçe, Kuzey Canavarları'ndaki Prenses Anita ve Gümüş Eyer'deki Büyücü Goşa benzer özellikler taşımaktadırlar. Her biri, meşum-kadın özellikleriyle lider konumundadırlar. Cazibeleriyle erkekleri büyülemekte, işleri bittiği an kolaylıkla onları saf dışı bırakmaktadırlar. Ölüm, kan ve cinsellik birbirine çok yakındır. Öte yandan Tarkan'ın cinselliği de farklıdır; tipik bir görev adamı olduğundan olacak bir kadını arzuladığını belli edecek tek bir sözcük kullanmamıştır, birlikte olduğu kadınlar tarafından buna zorlandığı söylenebilir; mağrur, mesafeli ve sanki bu türden işler için hiç vakti yok gibidir. Karaoğlan'ın kadınlara düşkünlüğü, Malkoçoğlu'nun alaycılığı ve hattâ Kara Murat'ın aşkı için çektiği acı onda yoktur. Kendini bir armağan gibi sunduğu kadınların hepsi serüven sonunda mutlaka ölür.
Tarkan'ın sadece kadınlarla değil bütün insanlarla ilişkisi oldukça sınırlıdır; ahaliyle karşılaştığı hanlar ve Türk kalelerinde -ki onlara İtalyan çizgi romanlarından aşinayızdır- olabildiğince az konuşur. Bir efsane kahramanından farksızdır, adı zikredildiği her ortamda büyük bir şaşkınlık ve korku oluşur. Sezgin Burak, Tarkan'ı konuşurken çizdiğinde ağzına ilginç bir biçim vermiştir, dişlerini sıkarak konuşuyor gibidir. Az konuşması, en az Abdülcanbaz kadar nadir gülmesi ya da konuştuğunda intikam ve Türklük adına sözler sarfetmesi nedenleriyle Tarkan'ı çizgi romanımızın en ciddi kahramanlarından biri sayabiliriz. Sırf bu yüzden belki de en güzel serüvenleri takip ve intikam üstüne olanlardır.
Tarkan ilk olarak 1967'de Hürriyet gazetesinde Mars'ın Kılıcı adlı serüvenle yayımlanmaya başladı, 1970'de kendi dergisine kavuştu. Kendinden kapaklı 16 sayfalık, büyük boy bu haftalık dergide, gazetede siyah-beyaz olarak yayımlanmış maceralar renkli olarak tekrarlanıyordu. Derginin orta sayfasında "tarihe malolmuş Türkler" ve benzeri yazılar yeralıyor, arka kapakta ise 'Hippi Kralı Pippi' adlı yabancı kaynaklı bir çizgi roman kullanıyordu. Derginin kapak resimleri Sezgin Burak imzalıydı, ancak ilk birkaç sayının kapaklarında nispeten kaba bir fırça ve kalem kullanımı, daha sonraları ise daha göz alıcı çalışmalar söz konusuydu. İlerleyen yıllarda, özellikle Sezgin Burak'ın ölümünden sonra, kapak resimlerini Cemal Dündar ve kardeşi Ersin Burak yaptı. Tarkan çizgi romanı derginin 11 sayfasını kaplıyordu, ilerleyen sayılarda eski maceralar tekrar yayımlanacaktı. Bu tekrarlar ve aynı sayıda iki serüvenin yayımlanması kaçınılmazdı. Çünkü Tarkan, benzerlerine göre az üretilmiş bir çizgi romandı, belki de kalitesini buna borçluydu. 1967-1978 yıllan arasında toplam on beş Tarkan serüveni yayımlanmıştı. Son serüven olan Milano'ya Giden Yol (1978), Sezgin Burak'ın ölümü nedeniyle yarım kaldığından dergide hiç kullanılmadı. Bu sebeple, dergide tekrarların başladığı 1974 yılında, Sezgin Burak'ın henüz çizmediği Kuzeyde Dehşet Var adlı tek bir serüven kalmıştı -ki bu serüven de aslında Mars'ın Kılıcı serüveninin ilk yansının başına ve sonuna özgün kısa bölümler eklenip yeni bir öykü çerçevesinde farklı bir kurguyla kâh kopyalanıp, kâh yeniden çizilmesiyle hazırlanan kolaj niteliğinde bir çalışmadır... Dergi kapanacağı doksanlı yılların ilk yarısına kadar kullandığı 14 serüveni defalarca tekrarlayarak yayınını sürdürdü. Sezgin Burak'ın ölümünden sonra ilginç bir gelişme oldu, Tercüman grubu tarafından çıkartılan Bulvar gazetesi, 1982 yılında Tarkan'ın yarım kalan serüveni Milano'ya Giden Yol'u yeniden yayımlamaya başladı. İlginç olan çizgi romanı kimin tamamlayacağıydı. İmza kullanılmamasına karşılık Özcan Eralp tarafından 23 Haziran 1983'ten itibaren hikâye kaldığı yerden devam ederek bitirildi. Eralp, bununla da kalmadı, 1984 yılında senaryosu da kendisine ait olan Uğursuz Elmas adlı yeni bir öyküye başladı. "Hayalet çizer" olarak (ismini ve imzasını hiçbir zaman kullanmadan) 1984-1988 yılları arasında 12 Tarkan serüveni çizdi (onun bırakmasından sonra Tarkan'ı İsmet Kırdar da çizdi). Biraz da Bulvar gazetesinin satışının düşmesinden ve kapanma emareleri göstermesinden olacak Tarkan'ın bu pek de bilinmeyen serisine son verildi. Anlaşıldığı kadarıyla Burak ailesine bir biçimde maddi destek olmak için yapılmış bir çalışmaydı. Çoğunluğu Eralp tarafından üretilen bu Tarkan öyküleri gazetenin dışında hiçbir yerde kullanılmadı. Tarkan dergisi ise, seksenli yılların ikinci yarısında İşadamı Asil Nadir'in basına girmesiyle yaşanan süreçte el değiştirdi. Simavi ailesi gazete ve dergilerini satarak basın sektöründen çekilirken son derece düşük satışlarla sürdürülen Tarkan ve Kara Murat dergilerinin yayın hakkını B Yayınları-Samet Koçyığit alıyordu. Kötü baskılarla, renkliden siyah beyaza dönüştürülmüş sayfalarıyla her iki dergi de çok geçmeden kapandı. Yayının durdurulmasından sonra iade sayılarla cilt olarak tekrar piyasaya verildi. 1999-2000 yılları arasında ise Dünya yayınevi Tarkan'ın 8 macerasını büyük boy albüm formatında siyah beyaz olarak yayınladı. Burak ailesi tarafından hazırlanan bu seri, Tarkan'ın internet sayfalarından basın açıklamalarına kadar çeşitli biçimlerde tanıtılıyordu. Ancak seri Tarkan'ın kronolojik sırasına uymadan karışık bir sırayla sunuldu, birbirini takip etmesi gereken serüvenler atlanmıştı.
Tarkan'ın geçmişinin öyküsü, Gümüş Eyer (1969-1971) adlı macerada anlatılır: Küçük bir çocukken ailesi katledilen Tarkan, doğada kurtlar tarafından büyütülmüştür. Daha sonra Kurt Kanı (1973-1974) adlı macerada da Tarkan'ın geçmişine -ayrıntılı olarak- geri dönülür. Maceraları sırasında Tarkan'a bir kurt yoldaşlık eder. Tarkan'ın pek çok macerada gözüken dostları ise ilk olarak Margus Kalesi adlı macerada karşımıza çıkan yiğit Hun kızı Bige ve ona umutsuzca gönlünü kaptırmış olan tıfıl Külke'dir. Maceralara sınırlı ölçüde de olsa mizah unsuru katmak gibi çeşni işlevi gören Külke, İtalyan Herkül filmlerindeki benzer bir karakterden bir hayli esinlenmişe benzemektedir. Bige ise Tarkan'dan karşılık bulmasa da ona aşıktır. Külke'nin kendisine söylediği "komik" sevda sözlerinden bu nedenle rahatsız olmaktadır. Birkaç kez yıkanırken ya da başka erkekler tarafından arzulanırken gösterilse de Bige, dizideki erotik unsurlardan biri değildir. Karaoğlan'ın yoldaşı Bayırgülü'ne ya da Malkoçoğlu'nda aralıklarla görülen neşeli-civelek "hırsız-kızlara" benzemez. Giyiminden kuşamına, tavırlarına ve mücadeleci kişiliğine bakılırsa erkekten farksızdır. Hattâ Tarkan da onu ilk gördüğünde genç bir delikanlı sanacaktır. Tutsak edilmesi ve kadınlığına yönelik cinsel saldırganlık tehdidi Tarkan öykülerinin önemli gerilim vesilelerinden biridir.
Tarkan öykülerinde farklı isimlerle de olsa benzer tiplemelerle karşılaşırız. Sanki aynı oyuncu kadrosuyla devam ettirilen bir seriyal filmi gibidir. Margus Kalesi'ndeki Fedelio ile Honoriya'nın Yüzüğü'ndekı Kandilis; Mars'ın Kılıcı'ndakı Ursu ile Viking Kanı'ndaki Dilsiz Orso; Maryo'nun Kuşları'ndaki Dev Zenci Katara ile Honoriya'nın Yüzüğü'ndekı Kombo aynı tiplemelerdir. Altın Madalyon'da görülen Yüzbaşı Silas ve Kolosso tiplemeleri Milano'ya Giden Yol serüveninde de görülür. Bütün kötü sarışın kadınlar birbirini izlemektedir. Kuzey Canavarları'ndaki Prenses Anita, Büyücü Goşa'nın öncüsüdür.
Tarkan senaryoları kronolojik olarak izlendiğinde, öykülerin bir derinlik kazandığı görülebilir. Başlangıçta bir efsane mitine eklenmiş öykülerde; olağanüstü yaratıklar ve dünyayı fethetme arzusu taşıyan kötüler öne çıkarken, sonraları tiplemelerin giderek geliştirildiği, entrika öğesinin temel ekseni belirlediği oldukça uzun anlatılar oluşacaktır. Bu değişim sürecinde özellikle kötü adam tiplemeleri başarıyla resmedilecektir. Öyle ki Korkunç Takip'teki (1969) Örümcek ve Gümüş Eyer'deki Tek Gözlü Hortis gibi "başrolde" olmayan kötüler dahi hatırda kalacak raddede iyi anlatılacaktır. Tarkan, günlük bir gazete için çizildiğinden üretim temposu zamana yayılabiliyor, oldukça sabırlı ve sebatkârca uğraşıldığı anlaşılan detaylarla resmediliyordu. Dizinin başlangıcında ve aralıklarla Hürriyet gazetesinde çıkan röportaj ve haberlere bakılırsa, öyküleri önce fotoroman olarak üretiyor, en azından kimi önemli gördüğü mizansenleri mankenler kullanarak fotoğraflıyor, sonra çizgiye aktarıyordu. Burak, çalışma biçimini anlatırken, gösterdiği titizliği İtalyan stüdyolarında geçirdiği çizerlik tecrübesine bağlamayı da ihmal etmiyordu. Yazı ağırlığı nedeniyle yenilikçi olmasa da, kareiçi tasarımı ve devamlılığı, zor "sahneler" çizerek gösterdiği ustalık isteyen tekniği nedeniyle ülke genelinde bir dönemeçtir. Türkiye'de çizgi romanın sanat olarak kabulündeki katkısı, mesleğe getirdiği saygınlıktan çok daha önemlidir.
Tarkan Filmleri
Diğer tarihsel çizgi romanlarımız gibi Tarkan da beyazperdeye uyarlanarak popüler bir dizi filme kaynak oluşturmuştur. Tarkan filmlerinin çizgi romandaki fantastik-mitik havayı başarıyla yansıttığı söylenebilir. Hattâ İngiliz sinema yazarı Pete Tombs, Mondo Macabro adlı eserinde "Tarkan filmlerinin dünya fantastik sinemasının en iyi özelliklerini barındırdığını" yazmıştır. Nitekim İngiliz Channel 4 televizyonu, Tarkan filmlerinden bazılarının gösterim haklarını kiralamak için girişimde bulunmuş ama (filmlerin tüm haklarını Arzu Film'den satın almış olan Interstar televizyonu ile) anlaşamamıştı.
Tarkan filmlerinin her zaman değil ama genellikle çizgi romana bir hayli sadık kaldığı gözlemlenebilir. Hattâ bazen doğrudan çizgi roman kareleri, film için story-board işlevi görmüş gibi gözükmektedir. İlk Tarkan filmi (1969, yön. Tunç Başaran) esas itibariyle Mars'ın Kılıcı'nın uyarlamasıdır; yalnız çizgi romanın finalindeki dinozorlar filmde yer almaz; Gümüş Eğer (1970, yön. Mehmet Aslan) ve Viking Kanı (1971, yön. Mehmet Aslan) filmleri de bu filmlerle aynı adlı maceraların uyarlamasıdır, yalnız çizgi roman Viking Kanı'ndaki deniz ejderi aynı adlı filmde dev bir ahtopot olarak beyazperdeye gelmiştir. Diğer bazı çizgi roman maceralarındaki kimi yanöyküler İse çeşitli filmlerin içine serpiştirilmiştir, örneğin Dehşet Kulesi adlı çizgi roman macerasına adını veren mizansen ilk Tarkan filminde, Honoriya'nın Yüzüğü'nün finalinde yer alan zindandaki göğsü kesici çıkıntılarla dolu kör adam ise Altın Madalyon'da (1972, yön. Mehmet Aslan) yeralır. Son Tarkan filmi Kolsuz Kahramana Karşı (1973, yön. Mehmet Aslan) ise çizgi romanıyla en az ilgili olanıdır diyebiliriz. Yönetmen Mehmet Aslan'ın sinema anlayışına yakın olan film, Kung-Fu serilerinin ünlü Wang-Yu'su ile Tarkan'ı biraraya getirecektir.
Aslında tam bir "geceyarısı sineması' ürünü olan Tarkan filmleri ne yazık ki son yıllarda televizyonlarda sanki çocuklara seslenen filmlermiş gibi öğlen saatlerinde gösteriliyorlar ve böyle olunca beklenildiği gibi yoğun biçimde sansürleniyorlar (Bu filmler, geçmişte göçmen Türk toplumu için Almanya'da sansürsüz olarak video piyasasına sürülmüştü; ülkemizde de RTÜK öncesi dönemde televizyonda sansürsüz olarak gösterilmiş oldukları söyleniyor). Serinin en hayranlık uyandırıcısı olan Tarkan Altın Madalyon'a bir bakalım. Bu film, Tarkan Gümüş Eğer'in devamı niteliğinde. O filmde Tarkan'ın yokettıği büyücü Goşa (Halit Refığ'in eski karısı, İsveçli "Eva Bender", gerçek adı: Eva Abramson), bu filmde diriltilecektir. Filmin başlarında bir rahibe ve üstsüz bir dansöz kaçırılıyor. Daha sonra bu kurbanlar, her ikisi de üstsüz olarak, kötü bir büyücü tarafından gizli bir mabette haça geriliyorlar. Büyücü her iki kadını da bıçaklıyor ve oluk oluk akan kan haçların dibindeki kanallar aracılığıyla bir iskelete ulaşıyor. İskelet yavaş yavaş kanla birlikte dirilip çırılçıplak durumdaki genç ve güzel Goşa'ya dönüşüyor ve (göğüs uçları saçları tarafından örtülen) Goşa diriliyor. Filmi televizyonda izlediğinizde ise rahibenin kaçırılmasının hemen ardından Goşa'nın dirildiği ana geçiliyor. Filmin diğer bir kayda değer sahnesinde ise çırılçıplak olarak ata binmiş Goşa, Tarkan'ın arkadaşlarından birinin yavuklusunun karşısına çıkıyor ve genç kadını hipnotize ediyor. Genç kadın, bilinçsizce Goşa'ya doğru ilerlerken dev bir örümcek ağına yakalanıyor ve Goşa, onun kanını içiyor. Bu sahne televizyonda gösterildiğinde yakın plan çıplaklık içeren kareler ve bu arada kan içme anları, kesilmiş durumda: Yalnızca zavallı kadının dev örümcek ağına yakalanışını görüyoruz. Tarkan sislerle kaplı bir ormanın içinden, bir uçurum arasındaki asma köprüden geçerek Goşa'nın şatosuna ulaşıyor. Burada yerden kazıkların yükseldiği bir odada metalik bir adamla mücadele ediyor. Onu tek zayıf noktası olan gözlerinden kazıklayarak öldürdükten sonra çılgın kahkahaların geldiği başka bir odaya geçiyor. Duvarları kıpkırmızı renkteki bu odada yüzü kukuletalı bir savaşçıyla kılıç dövüşü yapıyor. Tarkan, bir kılıç darbesiyle rakibinin üstündeki elbiseyi yırtıyor ve elbisenin ardından savaşçının dolgun göğüsleri görülüyor. İkinci bir kılıç hamlesiyle kukuletayı çıkarınca (evet, bildiniz) Goşa'nın yüzü meydana çıkıyor ve Tarkan'ı ipnotize ediyor. Aniden odanın zemininde dev bir örümcek ağı deseni beliriyor ve Goşa, bu desenin üzerinde yere yıkılan Tarkan'ın üstüne binip onun kanını içiyor. Daha sonra Goşa bir mahzende dev bir örümcek ağının içindeki Tarkan'ın önünde çırılçıplak dans ederken görülüyor. Ama tabii ki televizyonda bunları görmüyoruz, Tarkan'ın kukuletalı savaşçıyla kılıç dövüşüne girişmesinden itibaren her şey, Goşa'nın Tarkan'ın kanını içmesi, sonra önünde dansetmesi tamamen kesilmiş.
Pete Tombs'un hem ABD'de, hem de Britanya'da yayımlanan ve fantastik sinema meraklılarının incili haline gelen kitabındaki Tarkan filmleriyle övgü dolu pasajlardan da önce bu filmler, Almanya'daki videoları sayesinde Video Watchdog adlı saygın Amerikan dergisinde Batılı sinemaseverlerin dikkatine sunulmuştu. Jesus Franco üzerine yazdığı çığır açıcı kitabıyla tanınan Peter Bluemenstock, derginin 1993 tarihli 20. sayısında Tarkan filmleri için şöyle diyordu: "Fantazi, dövüş sanatları ve korku unsurlarının çılgın bir karışımını içermeleri sayesinde Tarkan filmleri hiçbir zaman eğlendirici olma konusunda başarısızlığa düşmüyorlar." Dış pazarlara layıkıyla sunulabılmeleri durumumunda popüler sinemamızın bu dikkate değer ürünlerinin örneğin peplum olarak adlandırılan İtalyan benzerlerinden aşağı kalır yanlarının olmadığının çok daha geniş kesimlerce tescil edileceğine kuşku yok.
KAYA ÖZKARACALAR - LEVENT CANTEK