Akira, 1982-93 yılları arasında Otomo Katsuhiro tarafından çizilip Young dergisinde yayımlanmış olan yaklaşık 2160 sayfalık bir mangadır. Hikâye Japonya üzerinde patlayan yeni bir tür bombayla başlayan 3. Dünya Savaşı'ndan yaklaşık 30-40 yıl sonra geçmektedir. Hikâyede, Kaneda'nın liderliğini yaptığı motorsiklet çetesinin bir üyesi olan Tetsuo, motosikletiyle son sürat gitmekteyken bir anda yolda beliren gizemli bir çocuğa çarpar ve büyük bir patlama olur. Çarpışmanın ardından Tetsuo yavaş yavaş insanüstü güçler kazanmaya başlar. Bunun farkına varan ordu, Tetsuo'nun peşine düşer ve büyük bir kovalamaca başlar. Bu kovalamacanın nedeni ise hayal bile edilemeyecek kadar büyük ve kudretli olan ve Akira adı verilen bir güce ulaşmak için ordu tarafından yürütülen gizli bir projedir.
1954 yılında doğmuş olan Otomo, lise yılları boyunca tam bir sinema hayranıydı. Liseden sonra bir mangaka (manga sanatçısı) olmayı kafasına koymuş olan Otomo'nun ilk profesyonel çalışması olan Jyu-sei (A Gun Report) adlı eseri Action dergisinde yayımlandı. 1979 yılında yayımlanmaya başlayan Fireball adlı eseriyle bilim-kurguya ilk adımını attı. 1980 yılında yayımlanmaya başlayan Domu adlı eseri ise en çok satanlar listesinde bir numaraya yerleşti ve Japonya'daki "Science Fiction Grand Prix" ödülünü kazanan ilk manga oldu. Domu'nun ardından çizmeye başladığı Akira adlı eseri ise dünya çapında çok büyük bir ün kazandı. Akira'nın mangasını bitirmesinin ardından anime sektörüne geçiş yaptı. Akira'nın anime versiyonunun yönetmenliğini yaptı. Ayrıca Robot Carnival, Roujin Z, Spriggan (bu filminin konusu Türkiye'de geçmektedir) ve Otomo'nun kısa hikâyelerinde oluşan Memories gibi birçok anime filminin üzerine çalıştı. Otomo'nun Akira'sı günümüzde eleştirmenlerce bir başyapıt olarak kabul edilmekte ve Blade Runner gibi klasiklerle bir tutulmaktadır.
Akira'nın batı macerası, mangasının 1988 yılında Marvel tarafından Amerika'da yayımlanmasıyla başladı. 1990-91 yıllarında popülaritesi Avrupa'ya sıçradı; Fransa, italya ve ispanya'da yayımlanmaya başladı. Kısa sürede dünya çapında inanılmaz bir ün ve başarıya ulaştı. Manganın başarısında 1988 yılında üretilmiş olan anime filminin sağladığı tanıtımın da önemli payı vardı. Film, 1990 yılında ingiltere'de gösterildikten sonra medyanın büyük ilgisini çekti, çünkü o güne kadar Disney'in çocuk zekâsındaki çizgi filmleriyle büyümüş olan insanlar, Akira'daki yoğun, realist ve kompleks felsefi içeriği gördüklerinde tam anlamıyla şaşırmışlardı. Akira'nın ünü kısa sürede geniş çevrelere yayıldı ve insanlar hayran kaldıkları bu filmin mangasını da alıp okumaya başladılar. Bu hayranlık sonucu Japon yapıtlarına karşı duyulan ilgi arttı ve o güne kadar keşfedilememiş olan anime manga dünyasındaki hazineler gün ışığına çıkmaya başladı. Akira artık ortak bir sembol, doğu ile batı arasında bir köprü olmuştu.
Akira, Batıda ün ve başarı kazanan ilk mangaydı ama batıda yayımlanan ilk manga değildi. Ondan önce yayımlanan mangaların çoğu temelde başarısız olmuştu. Akira'dan önce yayımlanıp başarısız olan mangalardan en önemlisi, bir çocuğun Hiroşima'ya atılan atom bombasından sonraki hayatta kalma mücadelesini anlatan Barefoot Gen (Hadashi no Gen)'di. Amerika'da "Gen Projesi" adı altında sivil bir barış grubu tarafından 1980 yılında "Gen of Hiroshıma" adıyla yayımlandı. Ardından 1983'de Fransa'da ve 1989'da İngiltere'de yayımlandı ama bütün bu denemeler başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun en büyük nedeni bence Gen'in fazlasıyla Japon olmasıydı. Yani, Gen'deki karakterler yeterince evrensel değildi.
Akira'da dikkatimi çeken nokta ise Gen'in tam tersine kahramanlarının evrenselliğiydi. Yani dünyanın her yerinde Kaneda, Tetsuo ya da Albay gibi insanlar bulunabilir. Ama Barefoot Gen'deki gibi atom bombası mağduru insanları kolay bulamazsınız. Bu nedenle Batılılar Gen'i okuduklarında kendilerini onunla özdeşleştiremediler, hayatta kalıp yemek bulabilme mücadelesi ve radyasyondan etkilenişi sırasında Gen'in çektiği acıları anlayamadılar. Halbuki Kaneda ve çetesi gündüzleri okulda gırgır geçiyor, akşamlarıysa motosikletlerine binip uyuşturucu içtikten sonra onlar için inanılmaz bir eğlence olan çete savaşlarına katılıyorlardı. Bu yönüyle de Batı okuyucusu İçin oldukça çekiciydi, çünkü bu özgür yaşam, dünyada birçok insan için "gerçekleşebilecek" bir hayaliydi.
Akira, çizilirken uygulanan sinema teknikleri nedeniyle oldukça görsel bir yapıt. Akira'yı konuşma balonlarında yazanları okumadan, sadece resimlere bakarak da anlayabilirsiniz. Dilden bağımsız bu güçlü ve evrensel anlatımı nedeniyle Batı çizgi romanlarından çok daha az yazı içermekte. Bu görsel anlatım manganın oldukça kısa sürede okunmasını, aynı zamanda da etkileyici ve çarpıcı olmasını sağlamakta.
Akira'nın batı okuyucusunu etkileyen çok çekici başka bir yanı ise çoğu mangada bulunan sosyal ve toplumsal değişim. Bugün Örümcek Adam, Kaptan Amerika, Superman gibi bir Amerikan yapıtları incelendiğinde bu yapıtların kahramanlarının her zaman için mevcut yapıyı korumaya çalıştıkları görülür. İyi karakterler sabahları evden çıkıp işe giderler, kötülerle savaşıp evlerine dönerler. İyiler hep iyidir, kötülerse hep kötü. Kötü karakterler birkaç istisna dışında savaşı hep kaybederler. Halbuki mangalarda devamlı değişim vardır ve bu değişim fikri artık Batı çizgi romanının bu monotonlaşmış yaşamından sıkılan (benim gibi) Batı okuyucularına fazlasıyla etkileyici görünmekte. Ayrıca, Akira'da bir istisna olan Nezu dışında kimse mutlak iyi veya mutlak kötü değildir, herkesin iyi ve kötü yanları vardır. Karakterlerin amaçları da zaman içinde değişebilir. En önemlisi de karakterler zaman zaman iyilik ve kötülük arasında gidip gelirler...
Sonuçta, uygulanan sinema teknikleri sayesinde oldukça görsel bir anlatım kazanan ama bu görselliğinin yanında oldukça da derin felsefi bir içeriğe sahip olan bir yapıt, Akira.
Batı çizgi romanının monotonlaşmış yaşamından sıkılan okuyuculara sunduğu "değişim felsefesiyle popülaritesini gün geçtikçe artırmakta. Ama popülaritesinin nedeni ne olursa olsun şu bir gerçek ki Akira, anime ve mangayı dünyaya tanıtan bir sembol ve yukarıda söylediğim gibi Doğu ile Batı arasında bir köprüdür. En önemlisi de gerçek bir evrensel yapıt olmasıdır.
ONUR 'ALPİN' ALPARSLAN
1954 yılında doğmuş olan Otomo, lise yılları boyunca tam bir sinema hayranıydı. Liseden sonra bir mangaka (manga sanatçısı) olmayı kafasına koymuş olan Otomo'nun ilk profesyonel çalışması olan Jyu-sei (A Gun Report) adlı eseri Action dergisinde yayımlandı. 1979 yılında yayımlanmaya başlayan Fireball adlı eseriyle bilim-kurguya ilk adımını attı. 1980 yılında yayımlanmaya başlayan Domu adlı eseri ise en çok satanlar listesinde bir numaraya yerleşti ve Japonya'daki "Science Fiction Grand Prix" ödülünü kazanan ilk manga oldu. Domu'nun ardından çizmeye başladığı Akira adlı eseri ise dünya çapında çok büyük bir ün kazandı. Akira'nın mangasını bitirmesinin ardından anime sektörüne geçiş yaptı. Akira'nın anime versiyonunun yönetmenliğini yaptı. Ayrıca Robot Carnival, Roujin Z, Spriggan (bu filminin konusu Türkiye'de geçmektedir) ve Otomo'nun kısa hikâyelerinde oluşan Memories gibi birçok anime filminin üzerine çalıştı. Otomo'nun Akira'sı günümüzde eleştirmenlerce bir başyapıt olarak kabul edilmekte ve Blade Runner gibi klasiklerle bir tutulmaktadır.
Akira'nın batı macerası, mangasının 1988 yılında Marvel tarafından Amerika'da yayımlanmasıyla başladı. 1990-91 yıllarında popülaritesi Avrupa'ya sıçradı; Fransa, italya ve ispanya'da yayımlanmaya başladı. Kısa sürede dünya çapında inanılmaz bir ün ve başarıya ulaştı. Manganın başarısında 1988 yılında üretilmiş olan anime filminin sağladığı tanıtımın da önemli payı vardı. Film, 1990 yılında ingiltere'de gösterildikten sonra medyanın büyük ilgisini çekti, çünkü o güne kadar Disney'in çocuk zekâsındaki çizgi filmleriyle büyümüş olan insanlar, Akira'daki yoğun, realist ve kompleks felsefi içeriği gördüklerinde tam anlamıyla şaşırmışlardı. Akira'nın ünü kısa sürede geniş çevrelere yayıldı ve insanlar hayran kaldıkları bu filmin mangasını da alıp okumaya başladılar. Bu hayranlık sonucu Japon yapıtlarına karşı duyulan ilgi arttı ve o güne kadar keşfedilememiş olan anime manga dünyasındaki hazineler gün ışığına çıkmaya başladı. Akira artık ortak bir sembol, doğu ile batı arasında bir köprü olmuştu.
Akira, Batıda ün ve başarı kazanan ilk mangaydı ama batıda yayımlanan ilk manga değildi. Ondan önce yayımlanan mangaların çoğu temelde başarısız olmuştu. Akira'dan önce yayımlanıp başarısız olan mangalardan en önemlisi, bir çocuğun Hiroşima'ya atılan atom bombasından sonraki hayatta kalma mücadelesini anlatan Barefoot Gen (Hadashi no Gen)'di. Amerika'da "Gen Projesi" adı altında sivil bir barış grubu tarafından 1980 yılında "Gen of Hiroshıma" adıyla yayımlandı. Ardından 1983'de Fransa'da ve 1989'da İngiltere'de yayımlandı ama bütün bu denemeler başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun en büyük nedeni bence Gen'in fazlasıyla Japon olmasıydı. Yani, Gen'deki karakterler yeterince evrensel değildi.
Akira'da dikkatimi çeken nokta ise Gen'in tam tersine kahramanlarının evrenselliğiydi. Yani dünyanın her yerinde Kaneda, Tetsuo ya da Albay gibi insanlar bulunabilir. Ama Barefoot Gen'deki gibi atom bombası mağduru insanları kolay bulamazsınız. Bu nedenle Batılılar Gen'i okuduklarında kendilerini onunla özdeşleştiremediler, hayatta kalıp yemek bulabilme mücadelesi ve radyasyondan etkilenişi sırasında Gen'in çektiği acıları anlayamadılar. Halbuki Kaneda ve çetesi gündüzleri okulda gırgır geçiyor, akşamlarıysa motosikletlerine binip uyuşturucu içtikten sonra onlar için inanılmaz bir eğlence olan çete savaşlarına katılıyorlardı. Bu yönüyle de Batı okuyucusu İçin oldukça çekiciydi, çünkü bu özgür yaşam, dünyada birçok insan için "gerçekleşebilecek" bir hayaliydi.
Akira, çizilirken uygulanan sinema teknikleri nedeniyle oldukça görsel bir yapıt. Akira'yı konuşma balonlarında yazanları okumadan, sadece resimlere bakarak da anlayabilirsiniz. Dilden bağımsız bu güçlü ve evrensel anlatımı nedeniyle Batı çizgi romanlarından çok daha az yazı içermekte. Bu görsel anlatım manganın oldukça kısa sürede okunmasını, aynı zamanda da etkileyici ve çarpıcı olmasını sağlamakta.
Akira'nın batı okuyucusunu etkileyen çok çekici başka bir yanı ise çoğu mangada bulunan sosyal ve toplumsal değişim. Bugün Örümcek Adam, Kaptan Amerika, Superman gibi bir Amerikan yapıtları incelendiğinde bu yapıtların kahramanlarının her zaman için mevcut yapıyı korumaya çalıştıkları görülür. İyi karakterler sabahları evden çıkıp işe giderler, kötülerle savaşıp evlerine dönerler. İyiler hep iyidir, kötülerse hep kötü. Kötü karakterler birkaç istisna dışında savaşı hep kaybederler. Halbuki mangalarda devamlı değişim vardır ve bu değişim fikri artık Batı çizgi romanının bu monotonlaşmış yaşamından sıkılan (benim gibi) Batı okuyucularına fazlasıyla etkileyici görünmekte. Ayrıca, Akira'da bir istisna olan Nezu dışında kimse mutlak iyi veya mutlak kötü değildir, herkesin iyi ve kötü yanları vardır. Karakterlerin amaçları da zaman içinde değişebilir. En önemlisi de karakterler zaman zaman iyilik ve kötülük arasında gidip gelirler...
Sonuçta, uygulanan sinema teknikleri sayesinde oldukça görsel bir anlatım kazanan ama bu görselliğinin yanında oldukça da derin felsefi bir içeriğe sahip olan bir yapıt, Akira.
Batı çizgi romanının monotonlaşmış yaşamından sıkılan okuyuculara sunduğu "değişim felsefesiyle popülaritesini gün geçtikçe artırmakta. Ama popülaritesinin nedeni ne olursa olsun şu bir gerçek ki Akira, anime ve mangayı dünyaya tanıtan bir sembol ve yukarıda söylediğim gibi Doğu ile Batı arasında bir köprüdür. En önemlisi de gerçek bir evrensel yapıt olmasıdır.
ONUR 'ALPİN' ALPARSLAN