İnanna Salome
Aktif Üye
- 4 Eki 2023
- 279
- 1,781
Ahmet Oktay'ın sunuculuğunu yaptığı Edebiyat Dünyası Programının 6. bölümüne; şair Edip Cansever konuk oluyor.
Kirli Ağustos şiir kitabını anlatırken;
"Denize açılıp Güney'e gidince, tarihin büyük boyutları ile doğanın genişliği karşısında şiiri bir dengeye getirmek istedim; yarı örtük bir efsane havası yaratmak istedim. " der.
Ve Halikarnas Balıkçısı'na yazdığı şiiri okur :
"Ey Güney'in büyük ozanı, taşları çizen ayaklarından öğrendim
O büyük dünya sıkıntısını
Bir deniz fenerinin dibinde
Sorma bana, nereden geldim, neyim diye
Anlaştık işte seninle, konuşmasak da
Sevgiler, tutkular devrimidir benim tarihim de.
Çünkü mızrak çürür er geç, kan rengini yitirir
Kaleler yıkılır bir bir, bayraklar solar
Vuruşmak eskir
Ama aşk
O durur, aşk her yüzen geminin su kesimidir.
Çok denedim, karanfilin sapı suya deyince
İçimde biri vurulur sanki
Yeşime oyulmuş bir diriliş olur bir de
Çalınır her sabah kapımın zili
Açarım: ben haziranım
Yaşamak, süresiz yaşamak eğilimi belki.
Ey bir kelebek, ey bir damla çiyin karışık rengi
Ey Güney’in büyük ozanı, sen
Ey bütün okyanusların ölümsüz dili."
Sonrası Kalır şiir kitabı için ise şöyle der:
"Dışadönük bir kitap. Şiirin uçsuz bucaksız derinliklerini yoklamak yerine, yüzeydeki parıltılarını yoğunlaştırmayı, çoğaltmayı seçtiğim bir kitap. Ve böylece daha çok insanlara, halka bakmak güdüsüyle hareket ettim. Öyle sanıyorum ki bundan sonra yazdıklarımda da bu dünyaya umudu, sevecenliği noktalaya noktalaya yol alacağım. Sonrası kalır demek gelecek kalır demek" der ve Gül Kokuyorsun şiirini okur:
"Gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
Bu koku dünyayı tutacak nerdeyse
Gül, gül! diye bağıracak çocuklar bütün
Herkes, hep bir ağızdan: gül!
Ve her şeyin üstüne bir gül işlenecek
Saçların, alınların, göğüslerin üstüne
Yüreklerin üstüne
Bembeyaz kemiklerin
Mezarsız ölülerin üstüne
Kurumuş gözyaşlarının
Titreyen kirpiklerin üstüne
Kenetlenmiş çenelerin
Ağarmış dudakların
Unutulmuş çığlıkların üstüne
Kederlerin, yasların, sevinçlerin
Ve her şeyin üstüne bir gül işlenecek.
Bir rüzgar, bir fırtına gibi esecek gül
Yıllarca esecek belki
Ve ansızın dünyamızı göreceğiz bir sabah
Göreceğiz ki
Biz dünyamızı gerçekten görmemişiz daha
Geceyi, gündüzü, yıldızları
Görmemişiz hiç
Tanışmaya komamışlar bizi güzelim dünyamızla.
Öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları
Bu umutsuzlukları bırakın kardeşler
Göreceksiniz nasıl
Güller güller güller dolusu
Nasıl gül kokacağız birlikte
Amansız, acımasız kokacağız
Dayanılmaz kokacağız nefes nefese. "
Fonda Ennio Morricone Man with a Harmonica; Edip Cansever finali Trajedyalar III'ten şu bölüm ile yapar :
"
KORO
Sizin hiç korkmadığınız şeyler ya da hep öyle sandığınız
Beslenir kimi zaman de sevgilerle
Çok içten bir selamla ve içten bir gülümsemeyle
İşte her sabah rastladığımız birinin
Durakta, yolda, işyerinde
Ya da bir meyhanenin kuytu bir köşesinde
Yıllarca süren o dostça ilişkinin
Ve hatta bir sevgilinin
Yerine
Kin dolu gözleriyle bir ölüm yargıcı gibi
Biri
Kapkara giysilerle, özenti bir zincirle
Öyle
Dikilmiş sorguya çekiyor sizi
Ve sakın sormayın işte: bir hesap yanlışlığı mı, değil mi
Vakit yok öğrenmeye.
Canım en basiti, arkanızdaki bir duvarın
Mineler, sarmaşıklar, o yaban gülleriyle
Örtülü bir duvarın ansızın
Kanlı, kireçli bir taş yağmuru halinde
Korkunç bir silah olduğunu yerine göre
Düşünün
Ve sakın sormayın işte: bir hesap yanlışlığı mı, değil mi
Vakit yok öğrenmeye.
Ya da bir düşte yürüyor gibi
Islak mavi bir sabahtı, açtınız pencerenizi
Şöyle bir gerindiniz, gökyüzüne baktınız
Tutarak sapından bembeyaz bir karanfili
Sevinçle okşadınız
Ve içerde kahvaltınız bekliyordu sizi
Öyle ki, kahvenizi içiyordunuz, birazdan çıkacaktınız
Tam o sıra kapının zili
Tuhaf şey.. bu saatte.. kim olabilir ki
Ve işte az önce aldınızdı gazeteleri
Öyleyse?
Yaktınız bir sigara daha, kapıya yöneldiniz
Bırakıp masaya kahvenizi
Kilidi çevirdiniz, açtınız kapıyı usulca
Bir kurşun!
Birden o zamansız, o yersiz baş dönmesi
Hani av araçları satılan bir dükkan vardı
İçi doldurulmuş çulluklar, kardelen çiçekleri
Bir kurşun!
Geçerken uğrardınız, iyiydi, cana yakındı
Yeleğinden çıkmazdı elleri
Bekardı, umutsuzdu, yalnızdı
Ve belki..
Bir kurşun!
Sormayın kendinize: bir vahşet mi bu, değil mi
Düştünüz sırtüstü yere ve işte avlandınız
Sadece avlandınız
Ağız dil bilmez söylemeyi.
Ötede
Islak mavi bir sabahtı. Gökyüzü
Bembeyaz karanfiller, pencere
Kahveniz, masanız, kahvaltınız
Bir yankı
Ve bütün çay fincanları: durmadan yalnızsınız
Durmadan yalnızsınız.
AĞIT
Gün bitti. Saat kaç. Bitecek mi bir gün savaşımız
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de
Dönüp dönüp arkamıza baktığımız
Bir dünya kalıntısı üstünde
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de.
KORO BAŞI
Daha bir sürü böyle
Silahlar eleştirecek sizi belki de
İşte siz
Toplayıp susacaksınız içinizdeki ölüleri
Bakmadan geçeceksiniz o duvar diplerine
Gözleriniz olacak, yüzünüz, elleriniz
Ne korku, ne kin, ne de yenilme
Ve asıl günleriniz olacak, günleriniz
Duyup da bilmediğiniz, bilip de tatmadığınız
Dünyanın tek düzenli renginde."
Programın kapanışında Ahmet Oktay, Edip Cansever'in Tragedyalar'daki gerçekçi umutsuzluğunu, yeni yolu, dışa dönük parıltılı umuda bağlar:
"Kuşkusuz gelişen koşullarla Edip Cansever'in de insanın da, yalnız hak edilmiş hüzünleri değil hak edilmiş sevinçleri de olacaktır. Sokakların, meyhanelerin, kahvelerin ortasındaki dalgın ve yalnız bakış, çocukların yüzünde, doğanın görüntülerinde mutlu bir dünyanın şiirini de bulacaktır. Çünkü şiir, hiçbir zaman umutsuzluğun, ölümün, yalnızlığın askeri olmadı. Şiir, en umutsuz göründüğü zamanda bile insanı dünyaya, çalışmanın ve yaratmanın gücüne, sevgiye ve dostluğa inandırır. Çünkü şiir, bir savunma biçimi olduğu kadar da bir saldırı biçimidir de."
Kirli Ağustos şiir kitabını anlatırken;
"Denize açılıp Güney'e gidince, tarihin büyük boyutları ile doğanın genişliği karşısında şiiri bir dengeye getirmek istedim; yarı örtük bir efsane havası yaratmak istedim. " der.
Ve Halikarnas Balıkçısı'na yazdığı şiiri okur :
"Ey Güney'in büyük ozanı, taşları çizen ayaklarından öğrendim
O büyük dünya sıkıntısını
Bir deniz fenerinin dibinde
Sorma bana, nereden geldim, neyim diye
Anlaştık işte seninle, konuşmasak da
Sevgiler, tutkular devrimidir benim tarihim de.
Çünkü mızrak çürür er geç, kan rengini yitirir
Kaleler yıkılır bir bir, bayraklar solar
Vuruşmak eskir
Ama aşk
O durur, aşk her yüzen geminin su kesimidir.
Çok denedim, karanfilin sapı suya deyince
İçimde biri vurulur sanki
Yeşime oyulmuş bir diriliş olur bir de
Çalınır her sabah kapımın zili
Açarım: ben haziranım
Yaşamak, süresiz yaşamak eğilimi belki.
Ey bir kelebek, ey bir damla çiyin karışık rengi
Ey Güney’in büyük ozanı, sen
Ey bütün okyanusların ölümsüz dili."
Sonrası Kalır şiir kitabı için ise şöyle der:
"Dışadönük bir kitap. Şiirin uçsuz bucaksız derinliklerini yoklamak yerine, yüzeydeki parıltılarını yoğunlaştırmayı, çoğaltmayı seçtiğim bir kitap. Ve böylece daha çok insanlara, halka bakmak güdüsüyle hareket ettim. Öyle sanıyorum ki bundan sonra yazdıklarımda da bu dünyaya umudu, sevecenliği noktalaya noktalaya yol alacağım. Sonrası kalır demek gelecek kalır demek" der ve Gül Kokuyorsun şiirini okur:
"Gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
Bu koku dünyayı tutacak nerdeyse
Gül, gül! diye bağıracak çocuklar bütün
Herkes, hep bir ağızdan: gül!
Ve her şeyin üstüne bir gül işlenecek
Saçların, alınların, göğüslerin üstüne
Yüreklerin üstüne
Bembeyaz kemiklerin
Mezarsız ölülerin üstüne
Kurumuş gözyaşlarının
Titreyen kirpiklerin üstüne
Kenetlenmiş çenelerin
Ağarmış dudakların
Unutulmuş çığlıkların üstüne
Kederlerin, yasların, sevinçlerin
Ve her şeyin üstüne bir gül işlenecek.
Bir rüzgar, bir fırtına gibi esecek gül
Yıllarca esecek belki
Ve ansızın dünyamızı göreceğiz bir sabah
Göreceğiz ki
Biz dünyamızı gerçekten görmemişiz daha
Geceyi, gündüzü, yıldızları
Görmemişiz hiç
Tanışmaya komamışlar bizi güzelim dünyamızla.
Öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları
Bu umutsuzlukları bırakın kardeşler
Göreceksiniz nasıl
Güller güller güller dolusu
Nasıl gül kokacağız birlikte
Amansız, acımasız kokacağız
Dayanılmaz kokacağız nefes nefese. "
Fonda Ennio Morricone Man with a Harmonica; Edip Cansever finali Trajedyalar III'ten şu bölüm ile yapar :
"
KORO
Sizin hiç korkmadığınız şeyler ya da hep öyle sandığınız
Beslenir kimi zaman de sevgilerle
Çok içten bir selamla ve içten bir gülümsemeyle
İşte her sabah rastladığımız birinin
Durakta, yolda, işyerinde
Ya da bir meyhanenin kuytu bir köşesinde
Yıllarca süren o dostça ilişkinin
Ve hatta bir sevgilinin
Yerine
Kin dolu gözleriyle bir ölüm yargıcı gibi
Biri
Kapkara giysilerle, özenti bir zincirle
Öyle
Dikilmiş sorguya çekiyor sizi
Ve sakın sormayın işte: bir hesap yanlışlığı mı, değil mi
Vakit yok öğrenmeye.
Canım en basiti, arkanızdaki bir duvarın
Mineler, sarmaşıklar, o yaban gülleriyle
Örtülü bir duvarın ansızın
Kanlı, kireçli bir taş yağmuru halinde
Korkunç bir silah olduğunu yerine göre
Düşünün
Ve sakın sormayın işte: bir hesap yanlışlığı mı, değil mi
Vakit yok öğrenmeye.
Ya da bir düşte yürüyor gibi
Islak mavi bir sabahtı, açtınız pencerenizi
Şöyle bir gerindiniz, gökyüzüne baktınız
Tutarak sapından bembeyaz bir karanfili
Sevinçle okşadınız
Ve içerde kahvaltınız bekliyordu sizi
Öyle ki, kahvenizi içiyordunuz, birazdan çıkacaktınız
Tam o sıra kapının zili
Tuhaf şey.. bu saatte.. kim olabilir ki
Ve işte az önce aldınızdı gazeteleri
Öyleyse?
Yaktınız bir sigara daha, kapıya yöneldiniz
Bırakıp masaya kahvenizi
Kilidi çevirdiniz, açtınız kapıyı usulca
Bir kurşun!
Birden o zamansız, o yersiz baş dönmesi
Hani av araçları satılan bir dükkan vardı
İçi doldurulmuş çulluklar, kardelen çiçekleri
Bir kurşun!
Geçerken uğrardınız, iyiydi, cana yakındı
Yeleğinden çıkmazdı elleri
Bekardı, umutsuzdu, yalnızdı
Ve belki..
Bir kurşun!
Sormayın kendinize: bir vahşet mi bu, değil mi
Düştünüz sırtüstü yere ve işte avlandınız
Sadece avlandınız
Ağız dil bilmez söylemeyi.
Ötede
Islak mavi bir sabahtı. Gökyüzü
Bembeyaz karanfiller, pencere
Kahveniz, masanız, kahvaltınız
Bir yankı
Ve bütün çay fincanları: durmadan yalnızsınız
Durmadan yalnızsınız.
AĞIT
Gün bitti. Saat kaç. Bitecek mi bir gün savaşımız
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de
Dönüp dönüp arkamıza baktığımız
Bir dünya kalıntısı üstünde
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de.
KORO BAŞI
Daha bir sürü böyle
Silahlar eleştirecek sizi belki de
İşte siz
Toplayıp susacaksınız içinizdeki ölüleri
Bakmadan geçeceksiniz o duvar diplerine
Gözleriniz olacak, yüzünüz, elleriniz
Ne korku, ne kin, ne de yenilme
Ve asıl günleriniz olacak, günleriniz
Duyup da bilmediğiniz, bilip de tatmadığınız
Dünyanın tek düzenli renginde."
Programın kapanışında Ahmet Oktay, Edip Cansever'in Tragedyalar'daki gerçekçi umutsuzluğunu, yeni yolu, dışa dönük parıltılı umuda bağlar:
"Kuşkusuz gelişen koşullarla Edip Cansever'in de insanın da, yalnız hak edilmiş hüzünleri değil hak edilmiş sevinçleri de olacaktır. Sokakların, meyhanelerin, kahvelerin ortasındaki dalgın ve yalnız bakış, çocukların yüzünde, doğanın görüntülerinde mutlu bir dünyanın şiirini de bulacaktır. Çünkü şiir, hiçbir zaman umutsuzluğun, ölümün, yalnızlığın askeri olmadı. Şiir, en umutsuz göründüğü zamanda bile insanı dünyaya, çalışmanın ve yaratmanın gücüne, sevgiye ve dostluğa inandırır. Çünkü şiir, bir savunma biçimi olduğu kadar da bir saldırı biçimidir de."