Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Hayatımda kitaplar olmasaydı ne olurdu acaba ?
Okuduğum şiirler geliyor aklıma .
Kitapsız bir dünyanın cehennemden ne farkı var.
Birde çok gezen mi yoksa çok okuyan mı bilir diye garip sözler uydurulmuş.Bence çok yatan bilir.Hatta sosyal medya kullanıcıları daha çok şey bilir.Ülkemizde yıllarca okumak düşünmek aşağılanmakla kalmadı.Kafa yeme gerekçesi olarak geniş halk kitlelerine sunuldu.Hatta bu sunum o kadar derin oldu ki yasaklı kitaplar mönüsü bile oluşturuldu.Yasaklı kasetlerden geliyoruz haliyle olur mu olur yani.
Çizgi roman serüveni de çok farklı değildi hani.Yıllardır etrafımda kitap okuyup ta devrelerini yakan insanlara ne yazık ki tesadüf edemedim.Ancak boş kafalı çok insan gördüm.Yavaş yavaş bu garip söylemden toplum neredeyse sıyrıldı bu bile büyük gelişme.
Önemli mesafe alındı en azından bir çok konuda serbest tartışma platformları oluşturuldu.En aykırı fikirler bile ortaya konulabiliyor.
Benzer bir durum serbest kürsü gibi burada da hakim.İsteyen herkes düşüncelerini dile getirebiliyor.Buna katlanmak bile bir kültür meselesidir.Yerinde olsun yada olmasın hemen her konunun tartışılabilmesi çok değerli bir insan eylemidir.Toplumsal gelişiminin geldiği noktayı görebilmek açısından çok önemlidir.
Donald başlığı altında buda nereden çıktı derseniz.
İşte öyle.
Emekleriniz için çok teşekkür ederim.
Değerli murtaza5 üstada paylaşımı için, abolardis ve Beymelikli18 üstatlara da yorumları için forum adına teşekkürler
"Donald Amca"nın Doğan Egmont tarafından yayımlanan bu serisi; önceleri "Donald Amca ve Arkadaşları" ismini taşıyormuş demek. Sonraları sadece "Donald Amca" ismini almıştı; ama içerikte yine diğer karakterlere yer veriyordu. Doğan Egmont'un 96 dolaylarında bir de Mickey Mouse dergisi varmış; bu dergi Donald Amca ve Arkadaşları'ndan farklı olarak sadece çizgi roman içeriğine sahipmiş. Galiba Donald Amca kadar uzun soluklu olmamış.
1994'te yayın hayatına başlayan Donald Amca dergisi; önceleri aylıkken sonradan 15 günde bir çıkmaya başlamıştı; sonraları tekrardan aylık periyoda dönmüştü. Aralık 2010'da son sayısı çıkmış ve Ocak 2011'de kapağında "Yepyeni bir dergi" nitelemesiyle Mickey Mouse dergisi piyasaya sürülmüş. Aslında bir derginin kapanıp diğer bir derginin çıkmasından ziyade; bir çeşit isim değişikliği olduğu sonucuna da varabiliriz.
abolardis üstadın yorumuyla da ilgili bir şeyler söyleme ihtiyacı hissettim. "Okumak ve düşünme"nin kafa yeme gerekçesi olarak nitelendirilmesi aslında bir çeşit vicdan rahatlatma diyebiliriz. İnsanlar sonuç odaklı düşündükleri için; sonuçtan da somut şeyleri anladıkları için "okumak ve düşünmek" biraz boş uğraşlar olarak algılanıyor. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisini de hatırlarsak; insanın en temel (olmazsa olmaz) ihtiyaçlarının fizikî ihtiyaçlar olduğunu anımsarız. İnsanların önemli bir bölümü daha en alt basamaktaki bu ihtiyaçları yeterli düzeyde karşılanmadığı için gezmek, okumak gibi üst basamaklara geçemiyor (Bu durumda olmaları kendi suçları değil tabiî).
Kitaplar ve çizgi romanlar, insanları hayalî bir dünya içerisine alır; ancak çocuk olmayan bir birey gerçekle bağını koparmadığı için hayallere dalmaz ve kafayı yemez (Bu meyanda aslında televizyon dizilerinin insanlara daha çok kafa yedirebileceğini söyleyebiliriz. Örneğin, sokakta gördüğü oyunculara diziler gerçekmiş gibi yorumlar yapanlar oluyormuş. Aşk-ı Memnu dizisi gösterildiği dönemlerde Selçuk Yöntem'in eline "Eşin seni aldatıyor" yazılı kâğıtlar sıkıştırıldığıyla ilgili bir haber okumuştum.). İkinci türde kitaplar olarak denemeler, fikrî-felsefî ve siyasî kitapları ele alabiliriz. Bu tarz eserler insanı bir tür sorgulamaya itebilir; sorgulamanın ertesinde bir şeyleri değiştirme isteği de uyanabilir. Sorgulamanın kendisi doğrudan kafayı yedirmez, hatta zekâyı uyanık tutar; kafayı yedirtecek bir şey varsa belki değiştirilmesi istenilen şeylerin değiştirilmesinin zor ya da imkânsız oluşunun fark edilmesidir. Bu fark ediş sonrasında düşünce hâlinin devam etmesi insanı olumsuz etkileyebilir; belki de bu ruh hâline "kafayı yeme" olarak bakılmakta.
"Yasaklı yayın" konusuna gelirsek: Özellikle siyasî içerikli kitaplar ve siyaset felsefesi kitapları insanı "mevcut düzen"i sorgulamaya iter. Mevcut düzeni sorgulamak teoride anlamlıysa da -çoğunluğun fikri aksi yönde olunca- pratikte anlamsızdır ve bu sebeple -ne yazık ki- geçmişte bu tür kitaplara ve bunları okuyanlara hor gözle bakılmıştır. İçlerinde gerçekten muzır olabilecek kitaplar varsa da elbette kurunun yanında yanan yaşlar kurulardan fazla olmuştur.
abolardis üstadın yorumuna geri dönersek; üstat "boş kafalı insan"lardan bahsetmiş. "Boş kafalı insan"ın tabiî iki çeşidi var: kendisi bu durumdan hoşnut olan boş kafalılar ve boş kafalı olmaya yönlendirilmişler. Günümüzde yaşam şartlarının; televizyon yapımlarının ve basılı medyanın insanları yönlendirdiği bir gerçek. Televizyon dizileri birbirinin benzeri konulara sahip; sadece izleyende merak uyandırmayı amaçlayan kalıp senaryolara sahip yapımlar. Basılı medya da herkesin malumu. Eskiden gazeteler "tencere-tava" haricinde çocuk klasikleri, dünya klasikleri ve ansiklopediler verirdi. O zamanlar internet olmadığı için ansiklopediler revaçtaydı. 2000'li yıllardan sonra internetin yaygınlaşması ve maddî faktörler basılı medyada da evrime yol açtı. Şimdilerde gazeteler ilave olarak yemek tarifi ve astroloji kitapçıkları veriyor; kupon kampanyaları da benzer şekilde çoğunlukla çocuklara yönelik -daha çok masal anlatan- oyuncaklar falan veriyor. 90'larda gazete sattıran kampanyalar farklıyken şimdilerde farklı. Basının bu tercihinde de Maslow piramidinin en alt tabakası iş başında diyebiliriz belki: kâr etmeleri gerekiyor. İnsanlar elbette geçimlerini sağlamak zorundalar; ancak kişilerin sadece kendi geçimlerini sağlama kaygısı (mecbur kaldığı için bu şekilde davrananlar müstesna) sonuçta topluluk olarak hepimize kaybettiriyor diyebiliriz.
abolardis üstat bir de tartışma özgürlüğünden bahsetmiş. 80'li ve 90'lı yıllara göre tartışma özgürlüğünün ve insanlardaki müsamahanın belli ölçüde arttığı bir gerçek; ancak yine de olması gerektiği gibi bir tartışma kültürümüzün teşekkül edemediğini de itiraf etmek gerektiğini düşünüyorum. Sosyal medyadaki bazı platformlarda insanlar daha bilinçli hareket ediyor belki; ancak genel olarak sözlü tartışmalara baktığımızda aynı durumu göremiyoruz. Hepimiz tartışma ile münakaşanın aynı şey olmadığını söyleriz. Esasında tartışma, tartma fiilinin karşılıklı icra edilmesini ifade eden işteş bir fiildir; yani, karşımızdaki kişinin düşünüp söylediklerini tartarız / tartmalıyız. "Tartışma" diye adlandırdığımız pek çok karşılıklı konuşmada ise bu "tartma" mantığının olmadığı ve iki tarafın da kendini haklı çıkarma kaygısı güdüp, karşısındakine önyargıyla yaklaştığı su götürmez bir gerçek. Tartışma, ortak bir noktada birleşmekle sonuçlanması gereken bir uğraştır; öte yandan herkes bu "ortak nokta"nın kendi bulunduğu nokta olduğunu zannettiği için "tartışma" adı verilen bu zıtlaşmaların da sonu gelmiyor. Tartışmak elbette gerekli bir eylem; ancak bu eylemin amacına ulaşması için tartışma kültürümüzün de olgunlaşması gerekiyor. Bu hususta -okul dahilinde ve haricinde- eğitim sistemimize de önemli görevler düşmekte; ancak eğitim sistemimizin de sadece Maslow'un piramidindeki en alt basamağa hizmet eder şekilde dizayn edildiğini söyleyebiliriz. Bu konu böyle uzar gider vesselam.
Yorumu fazla uzattığım ve konu dışına çıktığım için kusura bakmayın; sabredip okuyanlara ve göz atanlara şimdiden teşekkür ederim.