Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Öncelikle bu nadide ve çok özgün hikaye için çok teşekkürler dostum Kudretsabancı.Hikayeyi ben çok beğendim ve okumayanlara öneriyorum, eğer yazımı okuyan varsa mutlaka hikayeyi de okumalı.Teşekkürümüzü peşin peşin ettikten sonra hikayeye gelirsek:
Önce biraz bilgi.BLUES...adını çivit rengi olan maviden almaktadır.Batı Afrika kültüründe, çivit rengi, yas törenlerinde "acının ifadesi" olarak kullanılır; matem içeren bir anlam taşır.Blues, 400 yıllık geçmişi olan ve temeli Afrika'ya dayanan bir müzik türüdür. 17. yüzyıldan itibaren Afrika'dan getirilen kölelerin tarlalarda çalışırken söyledikleri; hayata dair umutlarını, hüzünlerini, özgürlük düşüncelerini ve derin acılarını anlatan şarkılardan doğmuştur.Afro-Amerikalıların halk müziği adını verebileceğimiz ilk müzik türü, işte bu tarlada çalışırken söyledikleri "worksongs" yani iş şarkılarıdır. Blues, 20. yüzyılın başında 12 ölçülü geleneksel sistematiğini bulmuş, gevşek ve esnek bir müzik biçimiydi; diğer siyah müzik biçimlerinden daha fazla Afrika müziğinden ögeler taşıyordu.Blues'un formu "çağrı ve cevap" düzeniyle akor dizilerinin tekrarlayan döngüsüdür.
Eddie "Son" House (1902-1988). Tüm zamanların en etkili Blues sanatçılarından. Mississippi Delta Blues'unun neyle ilgili olduğunu özetledi.Ritmik gitarı ve ıstırap dolu vokalleri doğrudan, işkence görmüş ruhundan geliyordu. Blues türlerinden biri olan Delta Blues, bu ismi pamuk tarlalarında çalışan Afro-Amerikalıların ürettiği bir müzik türü olarak Mississippi deltasından almaktadır.
Hikayemiz buralarda geçiyor.Boş ve yarı harap bir kulübe vardır; duvarında da iki resim, tahta aralıklardan sızan güneş ışığında tozlar dans ediyor. Resimdeki siyah yaşlı çift, hetty ve Boetius. Bir zamanlar bu evde yaşamışlar. Diğer resimde ise siyahi saksafoncu Baldudak. Toppi, adeta sihirli sanatıyla, siyah beyaz tarama ve tonlamalarla saksafonun sarı pirinç rengini yansıtmayı bile başarmış.Dikey kompozisyonlar, değişik sayfa düzeni, yazı dili...hepsi de Toppi'nin özgür yaratım süreci sonunda ortaya çıkan benzersiz güzellikte.Toppi'nin çizgileri gibi hikaye de sihirli. Baldudak, sıkıldığı çerçeveden çıkıp yürümeye başlıyor dışarıdaki sessizlikte. Baldudak, Hetty ve Boetius'a geri döneceğine dair söz veriyor. Sincaplar, kuşlar, tarla fareleri bile dile geliyorlar:"Vaay! Baldudak değil mi o? uzun zamandır görünmüyordu." diyorlar şaşırarak. Paslı posta kutusu bile konuşuyor baldudakla; oysa bir zamanlar ne kartpostallar, ne mektuplarla doluydu içi; ameliyatın başarılı geçtiğini haber veren genç kız Jo Ann, Peroira adlı zengin teyzenin barışması ve mirası ile ilgili olanı, bir de asker kartpostalı...taa Japonya'dan, II.Dünya savaşı sürerken göndermiş Boby.
Baldudak'ın yolu bir hurdacı'ya düşer. Hurdacı, bir soygundan sonra buralara kaçmış ırkçı biri. Baldudak, saksafonunu acı acı çalmaya başlayınca, daha önce Baldudak'ı öldürmüş olan eski sevgilisi çıkagelir...sonra da bir yabancı; hurdacının yamuk yaptığı çete adına infaz için gelen eski polis bir tetikçi.
"Baldudak çalıyordu.Notaları, hatıralar sahiline vuran yaz gecesi dalgalarıydı. Ve katiller bile o sahile geri dönebilir, o dalgaların sesinde kendini kaybedebilirdi."Bundan sonra SPOILER vardır.
Herşey olup bittikten sonra Baldudak sözünü tutar; Hetty ve Boetius'un yanına...Kendi çerçevesine döner.Blues ile anılar ve acılar canlanır...hatta ölüler bile.
"Kulube kasabanın kırsalında bir yerlerdedir. Eski ve boştur. Uzun yaz öğleden sonralarında, güneş ışığında parlayan tozlar dans eder. Duvarda iki resim vardır. Birinde yaşlı bir çift, diğerinde saksafoncu bir genç adam. Eğer bir gün yolunuz buralara düşecek olursa, hiç kimsenin çalmadığı bir blues duyabilirsiniz."
Blues, benim de çevirdiklerimin arasında en sevdiğim Toppi hikayelerinden biri oldu. İnanılmaz güçlü bir duygusu var ve çok çok etkileyici bir hikaye. Toppi denen adamın, neden çizgiromanın efsanelerinden biri olduğunu bir kez daha anlıyoruz.