Akbaba Dergisi 1976 Sayı 04 ( 21 Ocak 1976 )

dedo11

Onursal Üye
8 Nis 2013
1,906
5,309
Sayın murtaza5 ;

AKBABA okuma günlüğü ( 28.05.2024 ) : AKBABA OKU(YORUM) :
[ Akbaba Dergisi (1976)(Sayi-04) (21 Ocak 1976) -20s (Siyasi cinayetler) ]


"1976 yılında eğitimimizin, ahlakımızın, dilimizin, kültürümüzün milliliğini korumak bakımından giriştiğimiz faaliyetleri başarı ile yürütebilmeliyiz." ----->> Süleyman Demirel

"Ülkücü ihtiyaç duyarsa milli silahını kullanır." ----->> Alpaslan Türkeş
"Mermi, dönerek hızla giden bir metal parçasıdır. Önce giysileri deler, sonra deriyi. Yada kafatasına geldiyse kemik kırıntılarını sıçratarak derinlere doğru işler. Yürekler delinir, barsaklar, karaciğerler parçalanır, gözler kör olur, yada beyinler çomak sokulmuş muhallebiye döner. Genellikle kan akar bir insan vurulunca. İnsan gövdesinde yaklaşık beş litre kan vardır. Kan; sıcak, koyu, kırmızı bir sıvıdır. Ürkütücü bir görünüşü vardır. Burnunuz kanadığında, parmağınızı kestiğinizde dikkat etmişsinizdir. kurşun yarasından akan kan, parmağınızdaki kesikten akan kandan çok fazladır. Mermilere insan sağlığı iyi bağdaşmaz. Mermileri püskürten tabancalar yerli de olsa, yabancı yapısı da olsa, bu gerçek değişmez.
..........

Mermiler isimleri değil, insanları öldürür."

Bu satırlar Akbaba imzalı "Ölümü Kanıksamak" adlı başmakaleden...
Dedo11 Yorumu :
Kanıksamak ( eski deyişle "alışmak" ) çok tehlikeli bir tavırdır. İnsana yakışmayan bir davranış şeklidir. Kanıksamak ; her türlü durumu kabullenmeyi, hatta görmezden gelmeye neden olur. Daha ötesi kanıksama beynin en azından kanıksanma konusunda devre dışı kalmaya git gide beynin tembelleşmesine neden olur. Kanıksama vicdanın da zamanla nasırlaşmasına neden olur...
"Milli" sözcüğü o kadar istismar ediliyor ki ( şimdilerde de ) yerli yersiz her şeyde kullanılıyor. Türkeş işi silahın milliliğine bile götürüyor. Buna iki açıdan değineceğim.
1 - Silahın milliliğinden eğer yerli yapım kastediliyor ise o dönem kendilerinin kullandığı silahların neredeyse tümü yabancı kaynaklıydı.
2 - Kaldı ki silah milli bile olsa cinayet cinayettir.
3 - Diyelim ki silah milli yapım peki size öldürüleceklerin listesini CİA verip emrediyorsa ki birçok kişinin öldürülme emrinin böyle verildiğini bilmeyen de yoktu.
4 - Silahın milli yapım olduğunu söylüyor ama böyle olmadığını kullanılan silahların seri numaralarının ( soldaki ve sağdaki silahların ) birbirini takip ettiğini saptayan Hacettepe öğretim görevlisi Bedrettin Cömert'i direksiyon başında başına kurşun sıkarak neden öldürdünüz. Bedrettin Cömert milli silahla öldürmeyi hak edecek ne yapmıştı.
5 - Öldürülen birçok hocamız neden öldürüldü... Hiçbir insan öldürülmeyi hak etmemesine rağmen o çevrelere onların zihniyetine göre soruyorum ; o dönemde öldürülen 7.000-10.000 kişinin ne gibi suçu vardı ki kurşunlayıp hatta Ankara Bahçelievler'deki TİP'li gençleri telle boğarak öldürdünüz?





"314 bin 400 lira yıllıkla hizmet kabul eden fedakar milletvekillerimiz.

Bir milletvekilimiz senede 314 bin 400 lira maaş alır. Milletvekillerimiz yıllık gelirimizden kendi hissesine düşenin 39 kat fazlasını alarak milli gelirin adilane taksimine örnek olurlar.
Milletvekillerinin 314 bin 400 lira aldıkları Türkiyemizde en kral Tür İşçisi senede 25 bin 200 lira alır. Bizden altı defa daha zengin olan İngilterede bir milletvekili milli gelirinin sadece 3 katı olan 148 bin 500 lira alır. Milletvekillerinin 148 bin lira aldığı İngiltere'de bir işçi 117 bin 504 lira yıllık ücret alır. Bizden 12 defa daha çok zengin olan İsveçte bir milletvekili milli gelirinin sadece üç katı olan 301 bin 500 lira yıllık maaş alır. İsveç'te bir işçi ise 307 bin 8 lira yıllık aları."

Bu satırlar Fikret Otyam'ın "Burası Ankara" adlı köşesinden...

Dedo11 Yorumu : "Aynı tas aynı hamam. Bir ülke hiç mi değişmez." söz kalıplarını tekrarlamaktan usandım ama durumumuzu başka türlü anlatmak da olanakalı değil ki.
Başkent Gazetecilik ve Halkla Yüksek Okulunda öğrenciyken okul müdürümüz ve öğretmenimiz olan İlhan Bardakçı'nın "mukayeseli devlet, fikir ve basın rejimleri" kitabından ders gördüğümüz "Basın Rejimleri ve Basın Özgürlüğü" dersimizde ( ki ben hocamızla siyasi düşünce bakımından hiçbir konuda anlaşamayan biriydim. ). İlhan Bardakçı hocamız bir gün gelip , asistanına kağıtları dağıttırıp ; "Yazılı yapacağım" deyince sınıftan bir uğultu koptu. Hocamız "Hemen paniklemeyin. Sadece bir soru soracağım ve kişisel görüşünüzü yazacaksınız." Kağıtlar dağıtılınca alıp baktım , kağıtta gerçekten tek soru vardı. "Türkiye'de demokrasinin Basın Özgürlükleri konusundaki durumunu yazınız" kalktım ve sordum : "Hocam Türkiye'de demokrasi mi var? Bana göre Türkiye'de demokrasi yok. Dolaysıyla da Basın Özgürlüğü de tam anlamıyla yok." Beni elbette ki tanıyordu. İlhan hocam Adımı söyleyerek ; ".... senden bunu bekliyordum doğrusu. O zaman sana göre ne olursa Türkiye'de demokrasi var olur?" sen de bunu yaz. Bir iki dakika sonra elimde yazılı kağıdı hocamın oturduğu masanın üstüne yazılı kağıdımı bıraktım ve çıktım. Hocam çok şaşkındı. Ben çıktım. Ama şunu biliyordum ki kağıdıma göz atmıştı. Kağıdımda sadece şunları yazmıştım. "
Türkiyede ne zaman halkın kendisi kendi vekillerinin haklarına sahip olursa o zaman hiç olmazsa Kapitalist anlamda olsun DEMOKRASİ gelmiş sayarım." başka yazı yoktu...





Emeğine ve paylaşım isteğine teşekkür ederim...
 
Üst