Akbaba Dergisi 1961 Sayı 485 ( 29 Haziran 1961 )

dedo11

Onursal Üye
8 Nis 2013
1,893
5,287


Sayın murtaza5 ;

AKBABA okuma günlüğü : AKBABA OKU(YORUM) :



"Birinci Dünya Savaşının sonunda, biz, neredeyse tüm bir vatan kaybediyorduk...

........
Bir adam çıktı. İki değil, bir adam. Bir tek adam...
...............
Kılıcını çıkardı, nişanını çıkardı, üniformasını çıkardı. Çırılçıplak bir vatandaş oldu : Vatandaş
Mustafa Kemal!
Nesi mi vardı bu vatandaş Mustafa Kemal'in?.. Sade kafası ve kalbi : Birinde akıl doluydu, birinde güven!
..............
Eğer onun kurtardığı bu bağımsız, bu hür, bu nüfusu otuz milyona, bütçesi on milyara varan vatanda başarısızlıklara uğruyorsak... Yalnız, yalnız, yalnız
inanmadığımız içindir : Kendimize ve hayatta en hakiki mürşit'in ilim olduğuna!"

Bu satırlar Yusuf Ziya Ortaç'ın "İnanmak, İnanmamak!" adlı başmakalesinden...

Dedo11 Yorumu : Yorum yazının seçtiğim satırlarda ve yaptığım vurgularda...



"Cemal efendi çay ocağının başında, semaverin altındaki mıcırları maşa ile karıştırıyordu. Çırağı Hüseyin, peştemalını beline dolamış, sulana sulana, basıla basıla kara renkli betona dönmüş olan kahvenin toprak döşemesini süpürdü ilkin."

Bu satırlar "Falan-Filan" imzalı "Nisbi Temsil" başlıklı yazıdan.

Dedo11 Yorumu : Bu yazıyı okuyunca
cahil insanın KÖR olduğunu bir kez daha iyice anladım. Hem de biyolojik değil her açıdan kör olduğunu... Nereden anladım ? Şimdi bir söylence vardır... Hani insanların gözünü bağlamışlar ve filin önüne götürmüşler , onlar da yokladıkları yere göre ; gövdesini elleyen "duvar" demiş, ayağını elleyen "Ağaç" demiş, kuyruğunu tutan "yılan" demiş , demiş te demiş... Yani burada :
1 - Bütünden yalıtılmış parçalar var...
2 - Parça da bilinmiyor...
Sonuç : GERÇEK PIR UÇUYOR ( Zaten bizim gibi toplumların derdi gerçek değil ki , gerçek neye yarıyor ki başa bela açmaktan başka.. )
Bu yazıda da cahil insanlar "Nisbi Temsil" i kendi tuttukları filin organını ( gözleri cehalet denen bağla bağlı iken ) elleriyle kavrama gibi anlatıyorlar. Herkes kendine göre...
Ek : Beni asıl vuran "sulana sulana, basıla basıla kara renkli betona dönmüş olan kahvenin toprak döşemesini süpürdü ilkin." tümcesi. Çocukluğuma ve
Ceylanpınar'a götürdü beni. Evimizin tavanı ( çatı diyemiyeceğim ) direklerin tuttuğu ve hasırların üstüne konulmuş topraktan oluşan, duvarları topraktan
yapılmış kerpiçten oluşan , tabanı diyemiyeceğim "YERİ" gerçekten yerdi. Yani topraktı. Zavallı annem ha bire bu evin ve avlunun temizliğiyle bütün gün
uğraşıp dururdu. ( Kışın da yağmurda başımıza damlayan , akan suyla mücadele ayrı bir dramdı. )



""Kiminin saadete, kiminin felaketidir." derler. Uzak-doğuda harp çıksa, buradaki müvezzi bütün gazeteleri satar. Dişçi, dişinizin çürümesini; muslukçu, evinizi sellerin götürmesini bekler. Lokantada elbisenize yemek döken garson, lekeciye bir imkan yaratmıştır...."

Bu satırlar İlhan Selçuk'un "homo homini lupus!" başlıklı anlatısından.

Dedo11 Yorumu : İlk bitirdiğim Gazi Üniversitesi Gazetecilik ve Halklar İlişkiler Yüksek Okulu TV Bölümünde öğrenci iken "Fıkra" ( makale anlamında ) ( Köşe yazısı anlamında ) konusunda dört dörtlük örnek göstermek için kullandığımız kişiydi İlhan Selçuk. Fazla uzun yazmaz ancak bize öğretilen tüm
özellikleri içerisinde taşıyan köşe yazıları yazardı. Onun gülmece yazdığını sonradan öğrendim. Bu da o yazılardan biri.
Yazıda "Cenaze Hizmetleri Müdürlüğü"ne atanan birini anlatıyor İlhan Selçuk... Güzel bir yazı...





"Yüzükoyun uzanmış ders çalışıyorlardı. Recep ıslık çalmağa başlayınca Bülent elinin tersiyle çarptı :

-- Kes lan şu vızvizini be! Din kitabı okunurken ıslık çalınır mı inek?
Recep sırtüstü dönüp tekmeyi kondurdu beline berikinin :
-- İnek sensin öküz! Bu din kitabı mı?
-- Ya ne ya?
--
Din kitabı olsa biz anlıyabilir miyiz enayi? Senin baban bile anlıyamaz.
Babasına pek güvenirdi Bülent. Toparlanıp kalktı :
--
Anlıyamaz mı? Anlayamaz da, peki niçin Arap radyosunu dinlerken hemen toparlanıp dua okurmaya başlar? Sonra da elini yüzüne sürer?
-- Lan onlar Kur'an okumuyorlar ki enayi. Onlar acans veriyorlar. Tabii ya... Onlar acansı Kur'an gibi okurlar. Dayıma sor istersen."

Bu satırlar Hüseyin Korkmazgil'in "Kuyruklu Yıldız!" başlıklı anlatısından..

Dedo11 Yorumu : İnanın yukarıdaki satırlardan yola çıkarak değil birkaç yazı kitap yazasım var. Ancak sizin okumanıza ve yorumunuza bırakıyorum..




BU SAYIDA OLTAMA TAKILAN SÖZCÜKLER :


onlar "Müvezzi" diyor, biz "dağıtıcı" diyoruz...
onlar "teşkilat" diyor, biz "örgüt" diyoruz...
onlar "mektep" diyor, biz "okul" diyoruz...
onlar "taalukat" diyor, biz "hısımlar, yakınlar" diyoruz...
onlar "ezeli" diyor, biz "öncesiz" diyoruz...
onlar "ebedi" diyor, biz "sonsuz" diyoruz...



Emeğine ve paylaşım isteğine teşekkür ederim...



 
Üst