Akbaba Dergisi 1938 Sayı 254 (1938.11.17)

dedo11

Onursal Üye
8 Nis 2013
1,893
5,287


Sayın ritvan ;

AKBABA okuma günlüğü : AKBABA OKU(YORUM) :


"
Rengin çizemiyeceği, kalemin yazamıyacağı, notanın haykıramıyacağı bir matem içindeyiz: On sekiz milyon kalb, bir gögüste hıçkırıyor!
Bir milleti ölümden kurtaran adam öldü...
Hepimizin yüreğinde bir cenaze var. Baştan başa, yurdun her kapısından ayni tabut çıktı...


Macar matbuatı ağlıyor :
--
Atatürk'ün ölümile dünya fakir düşmüştür...
Fransız matbuatı hürmetle baş eğiyor:
--
Atatürk, yürüdüğü yolu bilen harb-sonu dünyasının yegane devlet adamıdır...
Rumen matbuatı hayranlığını söylüyor :
--
Atatürkün eseri bütün dünya için biri haz ve refah mevzuu olabilir..
İngiliz matbuatı bir hakikati tekrarlıyor :
--
Atatürk, düşmansız bir Türkiye bırakıp gitti..
Bulgar matbuatı kayıbımızın hududunu çiziyor :
--
Dünya, bu derece müstesna olan bu adamın ölümünden sonra, artık eskisi kadar enteresan değildir...
Ne mi kaybettik?..
Hayır, yalnız biz ne kaybettik diye düşünmiyelim. Dünya ne kaybetti?."

Bu satırlar Atamızın ölümü üzerine 1938 Kasım'ında Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon imzası ile "Dünyanın kayıbı!" adlı başmakalesinden...




4. Sayfada : "Atatürke Ait Hatıralar" dan Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon'un bir derlemesi var... Okursanız neden Atatürk'ün eşsiz olduğunu anlarsınız...


5. Sayfada : Cemal Nadir'in müthiş bir karikatürü var. Müthişliği şurada ... Olmayacak bir şey ve olmayacak bir şeyi söylüyorlar... İlk kez "Savaş" ile "Barış" bir konuda anlaşmışlar ve Olmayacak bir şeyi söylüyorlar... Ama söz konusu Atatürk olunca doğru... Sadece ve sadece bu ikisinin aynı kanıda olduğu kişi Atatürk'ten başka bir insan daha zor bulunur...
Karikatür alt yazısı : "

"Harp ve Sulh -- İkimiz de kahramanımızı kaybettik!..."


BU SAYIDA OLTAMA TAKILAN KELİMELER ( SÖZCÜKLER ) :

Onlar "matbuat" diyor , biz "basın" diyoruz...
Onlar "yegane" diyor , biz "tek , biricik" diyoruz...
Onlar "enteresan" diyor , biz "ilginç" diyoruz...
Onlar "müstesna" diyor , biz "kuraldışı" diyoruz...
Onlar "harb" diyor , biz "savaş" diyoruz...
Onlar "mevzu" diyor , biz "konu" diyoruz...
Onlar "hudud" diyor , biz "sınır" diyoruz...
Onlar "talebe" diyor , biz "öğrenci" diyoruz...
Onlar "müdiri umumisi" diyor , biz "Genel Müdürü" diyoruz...





Emeğine ve paylaşım isteğine teşekkür ederim...




 

Levent 16

Aktif Üye
22 Kas 2011
338
1,781
4 cü sayfada Atatürk'e Dair Hatıralarda bahsedilen ve Atatürk için "merhametsiz" dediği iddia edilen kişi Halide Edib Adıvar olmalı. Ancak İngilizce kitapta böyle bir kelimeye rastlamadım.

the-turkish-ordeal.jpg


theturkishordeal2.jpg
 

Levent 16

Aktif Üye
22 Kas 2011
338
1,781
Yine aynı sayfada bahsedilen Nebile hanım, 1929 yılında o sırada Viyana büyükelçiliğinde görevli bir diplomat olan Tahsin Bey'le (Tahsin Rüştü Baç) evlendirilen Nebile İrdelp'tir. Düğün 17 Ocak 1929'da Ankara Palas'ta Atatürk ve diğer davetlilerin katılmasıyla yapılmıştır. Nebile İrdelp Atatürk'ün manevi kızıdır.


images


Çoğu yerde rastlanan dans fotoğrafı o baloda çekilmiştir.


images
 

Calligrapher

Onursal Üye
5 Nis 2021
1,343
8,191
4 cü sayfada Atatürk'e Dair Hatıralarda bahsedilen ve Atatürk için "merhametsiz" dediği iddia edilen kişi Halide Edib Adıvar olmalı. Ancak İngilizce kitapta böyle bir kelimeye rastlamadım.
Haklısınız, sözkonusu kişi Halide Edip. "The Turkish Ordeal" kitabında bir çok yerde Atatürk'ten için merhametsiz (ruthless) sıfatını kullanıyor. Bu kitabın daha sonra Türkçe çevirisinde (Türk'ün Ateşle İmtihanı) ise söz konusu kısımlar sansürlenip yayımlanmış. İngilizce kitapta, örneğin şöyle bir paragraf var:
"I soon saw that Mustafa Kemal Pasha was obdurate. Occasionally his eyes flashed, then again went cold and pale; the lines of his face deepened, his eyebrows stood out, and altogether he looked extremely dangerous. He openly avowed that in our condition there was no place for mercy, pity, and sentimental morality; that scruples about breaking a promise were a sign of weakness; that any who indulged in such considerations were bound never to succeed. Once we got hold of our enemies, there was one thing to do, promise or no promise, and that was to kill them; dead men can’t cause trouble. It is only now that I realize how significant his words were, and how they symbolized the government he then meant to set up and which he has since succeeded in establishing. But even then I could not help seeing how much like Edhem he was, and how ruthless and primitively practical are these men of destiny who upset old dispensations and impose their own order on a nation." (Çok geçmeden Mustafa Kemal Paşa'nın bu konuda katı olduğunu gördüm. Ara sıra gözleri parlıyor, sonra tekrar soğuyup solgunlaşıyordu; yüzünün hatları derinleşmiş, kaşları çatılmış ve son derece tehlikeli görünüyordu. Bizim durumumuzda merhamete, acımaya, duygusal ahlaka yer olmadığını; bir sözü yerine getirmeme konusundaki tereddütlerin bir zayıflık işareti olduğunu; bu tür düşüncelere kapılanların asla başarılı olamayacaklarını açıkça ifade etti. Söz vermiş olalım veya olmayalım, düşmanlarımızı ele geçirdiğimizde yapılacak tek şey vardı, o da onları öldürmekti; çünkü ölü adamlar sorun çıkaramazdı. Sözlerinin ne kadar önemli olduğunu ve o zamanlar kurmayı düşündüğü ve sonrasında başardığı hükümeti nasıl simgelediğini ancak şimdi anlıyorum. Ama o zaman bile onun ne kadar Edhem'e benzediğini, eski düzeni alaşağı edip, bir millete kendi düzenini dayatan bu kader adamlarının ne kadar acımasız ve ilkel bir şekilde pratik olduklarını görmeden edemedim.)
Aynı kitapta İsmet İnönü'ye ise övgüler düzer. Nitekim bu övgülerinin karşılığını, Atatürk'ün ölümünden sonra yurda döndüklerinde İstanbul Üniversitesi'ne İngiliz Dili ve Edebiyatı profesörü olarak atanarak almıştır.

Ayrıca Atatürk Ansiklopedisi'nde de gerek Halide Edip'in gerekse kocası Adnan Adıvar'ın, yurtdışında yaşadıkları sırada Atatürk'ten "diktatör" diye söz ettikleri belirtilmektedir:

"Halide Edip, yurt dışında olduğu süre içerisinde memlekette zaman zaman aleyhinde yazılar yazılmıştır. Bu yazılardan biri de Nutuk’un yayınlanmasından sonra onun Times gazetesine gönderdiği bir mektup üzerinedir. Bu mektubunda, Nutuk’ta Wilson Prensipleri Cemiyeti’ne atıf yapıldığını fakat bu cemiyetin çok kısa ömürlü olduğunu, Erzurum Kongresi’ndeki maddelerden birine göre Mustafa Kemal’in de mandacı olmasa bile mandacılığın karşısında olmadığını belirtir. Ona göre Rauf Bey ve Refet Paşa’da mandacı olmadıkları halde Nutuk’ta mandacı gibi gösterilmişlerdir. Dr. Adnan Bey de, 1928 yılında The Daily Telegraph gazetesine gönderdiği bir yazıda, Mustafa Kemal’den “Türk diktatörü” olarak bahsetmiştir. Halide Edib’in kendisinin de bu dönemde yapılan inkılapları benimsemediği ve eleştiren yazılar yazdığı ve Mustafa Kemal Atatürk’ü diktatör olarak nitelendirdiği bilinmektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın yanındaki arkadaşları Paşa’nın bu yazılara ehemmiyet vermediğini ifade ederler."
 
Üst