gurselileri
Guest
:wbtr: :wbtr: :wbtr: :wbtr: Beni şimdiden Cumhuriyet Bayramımızın coşkusu sardı... Varolsun Büyük Türk Milleti! Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti! Yaşasın Atatürk Sevgisi :wbtr: :wbtr: :wbtr: :wbtr:
Kıskananlar çatlasın. çoşkuyla kutluycam. bagddat caddesindeyin pazartesi akşamı. Kurarken izinmi aldık ki kutlarken izin alıcaz. Biz gögükızıla boyar evreni kendimize bayrak yaparız. cadde ve sokakalar ne kelime.
,,
ATATÜRK 1923 YILINDA SÖYLEMİŞTİ !
"Bir gün cihan harbinden sonra Ortadoğu'da kurulan yapay devletlerin halkları ayaklanacaktır. O gün geldiğinde yeni kurduğumuz Cumhuriyetimizin yöneticileri bu halkların değil, Emperyalist güçlerin yanında yer alırsa aynı akıbete kendileri uğrayacaktır. Ve Kurtuluş Savaşı'nda yedi düvele haddini bildiren Türk Halkı onların da hakkından gelecektir. (Atatürk'ün 1923 yılında Amerikalı Gazeteci İsaac F. Marcosson'a verdiği röportajdan)
,
Uyuyan Kim?
Ataol Behramoğlu
Çocukluk yıllarımdan anımsadığım bir karikatür vardır. Büyük olasılıkla Akbaba dergisinde gördüğüm bu karikatür, bize göre geleneksel giysileri içinde, eli sopalı bir Yunanlıyı ve Yunanlının sopa attığı bir Türkü gösteriyordu. Şunca yıl geçtikten sonra da aklımda sözcüğü sözcüğüne kalan alt yazı aynen şöyleydi:
"Vur eski kölesi utandır onu
Bırakma uyusun uyandır onu"
Karikatürün çiziminden çok, sözler yer etmiş zihnimde. Bu sözlerde can acıtan, irkilten bir şey var. Ustaca söylenmişliği (tonlama, uyaklar) etkiyi artırıyor... 'Eski kölenin efendisini pataklaması, dayağı yiyen bakımından, aşağılanmanın varabileceği en son nokta olsa gerek...
İlkokul dönemlerimizde ve daha sonraki yıllarda, ders kitaplarından ya da başkaca kaynaklardan kendi tarihimiz konusunda edindiğimiz bilgiler, yüzeysel, duygusal, şovencedir. Cumhuriyet döneminin bütün kuşakları için sanıyorum ki bu böyledir. Kısa bir özet yapmak gerekirse, söylenebilecek olan şudur: Türkler Orta Asya'daki kuraklık nedeniyle Anadolu'ya göçmüş, Malazgirt'teki zaferden sonra önce Selçuklu sonra Osmanlı İmparatorluklarını kurmuş, iyi padişahlar ve devlet adamları döneminde yükselen Osmanlı İmparatorluğu, kötüleri döneminde çöküntüye uğramış, daha sonra da çöken bu imparatorluğun yıkıntılarında Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
İddia ediyorum ki, bu ülkede okumuş yazmışlar arasında bu konuda yapılacak bir soruşturmadan alınacak sonuçlar yukarıdakinden daha kapsamlı ve derinlikli olamayacaktır.
Orta Asya'dan gelen Türkler kim?
Orada ne yapıyorlardı?
Anadolu'ya gerçekten de niye geldiler?
Bu Türkler geldiğinde Anadolu'da kimler, hangi uygarlıklar vardı Türklerin gelişinden sonra Anadolu'da neler değişti?
Orta Asya'dan gelen Türkler Anadolu'da ne gibi değişimlere uğradılar?
Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları nasıl kuruldu, nasıl yükseldi nasıl yıkıldı?
Bu konularda özellikle yabancı dillerdeki sayısız araştırmadan değil bizdeki ders kitaplarından söz ediyorum. Türkiye'de ilk ve orta dereceli okullardaki tarih derslerinde okutulan kitapların doğru bir insanlık ve ulus bilinci oluşturmaya değil, kafa karışıklığı ve bilinçsizlik yaratmaya yaradığını düşünüyorum. Kabahat bu kitapları yazanlarda değil, bütün bir eğitim sistemindedir.
Türklüğümle ilgili bilincimi oluşturan bizdeki tarih kitapları değil yurtdışı yolculuklarımda edindiğim izlenimler olmuştur. Moskova'dak bir parkta gördüğüm bir anıt tuhafıma gitmişti. Yaşmaklı bir Türk (Müslüman) kadın diz çözmüş, kendisine süngü ya da tüfeğini doğrultan Rus askerine yalvarıyordu. Bizde o dönemde resim ve heykel yasaklı olduğu için 19. yüzyıla (ya da daha öncelere) ilişkin bu gibi anıt'lardan yoksunuz. Yine de, beni asıl yadırgatan, bir anıtta bir kadının bu durumda gösterilmesi olmuştu...
Bulgaristan yolculuklarımda, tarihsel yerleri gezerken, 'rehber’leri en sık kullandıkları sözlerin başında 'Türk boyunduruğu' anlamına gelir 'turetskaya iga' sözcükleri geliyordu. Osmanlı egemenliği dönemini adlandıran bu deyim sanıyorum ki bugün de geçerliliğini korumaktadır.
Bir Yunanistan yolculuğumuzda, Atina'nın girişindeki bir duvar yazısını, gruptaki Rumca bilen arkadaş dilimize çevirmişti: "Türk kanı için!"
Çekoslovak halk kültürü konulu bir derlemedeki bölümlerden birinin 'Türk Egemenliği Dönemi' başlığını taşıdığını gördüğümde şaşırmıştım.
Yugoslavya'nın (şimdiki Sırbistan'ın) Niş kentinde bir semtin adının 'Kele Kule' (kelle kule) olduğunu, buradaki bir müzede bir Osmanlı paşasının kestirdiği kafalardan artakalan kafataslarının sergilendiğini daha önce bir röportajımda yazmıştım...
Yakınlardaki bir Yunanistan yolculuğumda, o sırada bulunduğumuz küçük bir kentin İngilizce tanıtım broşüründe "altı yüzyıl süren Türk işgali" diye bir söz vardı. Yunanistanlı genç çevirmene, azıcık da alayla, bir işgalin altı yüzyıl süremeyeceğini, ya da altı yüzyıl süren şeyin işgal değil başka bir şey olması gerektiğini anlatmıştım...
Batıdan, doğudan, bunlara benzer çok sayıda örnek, izlenim sıralayabilirim...
Bir ara, başka dillerde Türklere ilişkin deyimleri, başka ülkelerden edebiyatçıların yapıtlarında Türklere ve Türkiye'ye ilişkin bölümleri derlemeye merak sarmış ve bu işte epeyce de yol almıştım...
Bunları söylemekle amacım, dünyada, özellikle de yakın coğrafyada, bize ilişkin olumsuz duyguların ne kadar çok olduğunu göstermek değil...
Çünkü örnekler sadece olumsuzlarla da sınırlı değil.
Yugoslavya'da, aynı Niş kentinin yakınlarında ünlü bir kiliseyi gezerken papaz, bu tarihsel anıtın bütün bir Osmanlı egemenliği döneminde varlığını koruduğunu, yardım ve destek gördüğünü, buna karşılık Nazi saldırıları sırasında hasara uğradığını söylemişti.
Yine bir Bulgaristan yolculuğumda, o sırada Cumhurbaşkanı Yardımcısı görevinde de bulunan ünlü Bulgar şairi Georgi Cagarov, bir sohbetimizde yarı şaka yarı ciddi, Balkanlar'da dirlik düzenlik için, Osmanlı egemenliği gibi bir egemenliğe gereksinim olduğunu söylemişti.
+ + +
Cagarov'un büsbütün de şaka olsun diye konuşmadığını anlamak için, bu sohbetimizden yaklaşık yirmi yıl sonraki Balkan trajedisiyle İvo Andriç'in ölümsüz yapıtı Drina Köprüsünü birlikte okumak yeter...
Bütün bunlarla asıl söylemek istediğim, dünyada ve özellikle de ülkemizin ait olduğu (Küçük ve Büyük Asya, Kafkaslar, Ortadoğu, Balkanlar, Orta Avrupa, Akdeniz ülkeleri...) coğrafyada var olan (olumlu, olumsuz, karışık vb...) Türk ve Türkiye imgesinden, Başta 'aydın'ımız olmak üzere, kendi ülkemiz insanının habersizliği, derin bilgisizlik ve ilgisizliğidir...
Namık Kemal'ler kendilerine 'Osmanlı' deseler de Batı bu sözcüğü 'Türk'e çevirmiş, 'Genç Osmanlılar'ı 'Genç Türkler' yapmıştır.
Balkanlarda Yunan, Bulgar, Sırp, biraz daha geç olarak Anadolu'da Ermeni aydınları arasında ulusalcılık bilinci doğup gelişmekteyken, Osmanlı'da 'Türk' sözcüğü, geriliği, köylülüğü anlatmaktaydı...
19. yüzyılın son çeyreğinde Mehmet Emin Yurdakul'un Türkçe Şiirler'ine kadar.
Mustafa Kemal'in esin kaynaklarından biri, insancıl, özgürlükçü Tevfik Fikret'se, bir öteki "bırak beni haykırayım" diye haykıran şairdir.
Mehmet Emin Yurdakul'daki Türklük bilinci şoven bir ulusçuluk değil, "en hakir bir insanı kardeş duyan", "esir yaratmayan bir Tanrıya iman" eden, "paçavralar içindeki yoksul"un yaraladığı bir 'ruh'tur.
'Mustafa Kemal ulusçuluğu' bu bilincin ve duygululuğun sentezidir...
"Özgürlük ve bağımsızlık benim kişiliğimdir" özdeyişi, bu sentezin üzerinde yükseliyor.
Bugün gelinen bir noktada Türk aydını şizofrenik bir kişilik bozulması yaşıyor.
Bir yanda gerici, dinsel akım.
Bir yanda şoven ulusçuluk.
Bir yanda küreselci teslimiyetçilik.
Bir yanda yurtseverlikten yoksun solculuk.
Ve her yanda tutuculuk (sekterlik) ya da fırsatçılık (oportünizm)...
Dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir solcu, emek ideolojisini, ulusal aidiyetinin karşısına koymaz.
Bunun, bağımsızlığını antiemperyalist bir savaşla kazanmış bir ülkede özellikle böyle olması gerekir.
Üstelik bu ülkenin bulunduğu coğrafyada, yukarıda sıralanan örneklerde görülebileceği gibi, sağcısıyla solcusuyla birçok ulus, haklı ya da haksız, kendi ulusal kimliğini Türk ve Türkiye karşıtlığı temelinde oluşturmuşken...
Yazımın girişindeki karikatüre ve zihnimden çıkmadığım söylediğim alt yazıya dönüyorum...
Kimse bizim 'eski kölemiz değil ve biz kimsenin 'efendisi' değildik...
Fakat insanlık tarihinin en eski, en köklü uygarlıklarından birinin mirasçısı, sürdürümcüsü olduğumuzu bugün bizler yeterince kavrayamıyor olsak da başkaları biliyor ve bir biçimde bunu bize anımsatıyorlar...
Cumhuriyet devrimleri ise bu büyük mirasın yeni, çağdaş aşamasıdır.
Hiçbir ulus, hiçbir halk, ötekinden daha 'hakir', daha aşağı görülemez...
Fakat, en azından Küçük Asya'daki tarihimizin başlıca bir özelliği, bu tarihin hiçbir döneminde bir başka ulusun boyunduruğu altında yaşanmamış oluşudur...
Sıradan halk, sokaktaki insan, bunun bilgisine olmasa bile sezgisine, içgüdüsüne sahiptir.
Bütün davranışlarında, tepkilerinde bu özelliğinin belirtileri görülebilir.
Aşağılık duygusu halka değil bir kısım aydınımıza özgüdür.
Milletimiz uyumuyor ama uyuşturulmuş.
Bilgisi kıt, fakat sezgileri, içgüdüsü henüz sağlam...
Uyuyanlar ise, aydınlarımız ya da aydın saydıklarımızın birçoğu...
Öncelikle onların şizofrenik kişilik bozulmasından kurtulmaları gerekiyor.
Burada öncülük, emeğin ideolojisi olan solculukla kimliğimizin temellerinden birini oluşturan yurtseverlik duygusunun ayrılmaz bir bütün oluşturduğunu kavraması gereken solculara düşüyor...
Solcular bu sentezi yapabildikleri ve onu halka ulaştırmanın doğru dilini ve yollarını bulabildiklerinde, milletin hiç de uykuda olmadığı açık seçik görülebilecek...
Ataol Behramoğlu’nun Son Şiiri
NE ÇOK HAİN
“Ne Çok Enkaz”ın yazarı Ahmet Necdet’in anısına saygıyla.
Sizinle galiba arkadaş filandık
Işıklı günlerinde gençliğimizin.
Hayalleriyle kanatlanırdık
Gelecek, güzel Türkiye’nin.
Fakat nasıl da değiştiniz birden
Arınıp bütün o düşlerden
Buzlu sularında bencilliğin.
Ne çok hain.
Hayır, belki de değişmediniz,
Aslınız belki de buydu sizin.
Sadece zamana ayak uydurdunuz
Ortak ateşinde ısınıp gençliğin.
Sonra neyseniz o oldunuz
Asıl kimliğinizi buldunuz
Uşağı oldunuz zalimin.
Ne çok hain.
Şimdi giydiğiniz her şey markalı
Tadını aldınız zenginliğin.
O fotoğraflar parkalı markalı
Uzak bir anısı oldu geçmişin.
Fakat yine de yeri geldikçe
El atıp eski albüme
Kullanıyorsunuz reklam için.
Ne çok hain.
Aynı arsız kibir suratlarınızda
Erkeğinizin dişinizin.
İçim bulanıyor karşıma çıktıkça
Ekranlarında TV’lerin.
Kiminiz yeni yetme faşist çığırtkan
Kiminiz kaşarlanmış sırtlan,
Sanırsın kardeşi vampirin.
Ne çok hain.
Yoksul aile çocuklarıydınız
Orta halli, belki zengin.
Soyluydu sizden anneniz babanız,
Sade yurttaşları Cumhuriyet’in.
Siz hangi piç köklerden türediniz,
Kimsiniz, neden böylesiniz
Nasıl boğuldunuz içinde ihanetin.
Ne çok hain.
Zaman geçer, devran döner
Yıkılır sarayı, zindanı zalimin
Efendi uşağını terk eder
Gereği kalmayınca hizmetin
Hele azıcık da diklendiniz mi
Yersiniz kaçınılmaz tekmeyi
Hadi, sıkıysa diklenin
Ne çok hain.
Kimliksizler, omurgasızlar
Hedefisiniz şimdi lanetin.
Ne hizmetinde olduğunuz iktidar
Ne sahte parıltısı şöhretin
Kurtaramayacak sizi bu lanetten,
Halkın içinde yükselen nefretten,
Artık hiç değilse susmayı deneyin.
Ne çok hain.
,