Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
24 Ocak Ve Günler Yürümeye Başladı, Müzikli Resimli Edebiyat Takvimi
Dünyanın birçok yerinde "Altına Hücum" dönemleri oldu ama bunların sonuncularından ve en ünlüsü "Jack London"ın romanlarında ve "Charlie Chaplin"in "Gold Rush" ("Altına Hücum") filminde anlatılan, 1896-99 yıllarında Kanada'nın "Yukon" bölgesindeki "Klondike Altına Hücumu"dur. Aşağıda Chaplin"in 1925 yılında çektiği "Altına Hücum" filminin unutulmaz sahnesi. Bu klasik sahnede Şarlo ve arkadaşı altın ararlarken kar fırtınasında bir kulübede mahsur kalırlar. Yiyecekleri tükenir, arkadaşı "Koca Jim", Şarlo'yu açlıktan tavuk olarak görmeye başlar, ve onu yemeye kalkar!.
Chris Penn, hiç ağabeyi Sean'un gölgesinden çıkamamış, hep onun küçük, kilo sorunlu kardeşi kalmıştır. Öldüğübü bilmiyordum, burada öğrendim. Toprağı bol olsun.
Friedrich, Voltaire ve Leibnitz ile yazışıp görüşecek kadar bilgili ve aydın bir kişi idi. Fransız kralı Ondördüncü Louis'in "devlet benim" söylemine karşılık, "devlet'in ilk hizmetçisi benim" söylemini benimsemiştir. Diğer yandan, "her şey halk için, hiç bir şey halk eliyle" diyerek, monarşik sisteme hep baglı kalmıştır.
Bugüne de ışık tutabilecek nitelikte bir sözü de, şudur:"İnsanlara, fanatizm ve hoşgörüsüzlükten utanç duymalarını öğretmeliyiz."
Bu ara, resimde söz edilen madalyonda "Yüksek Tip Okulu" değil, "Yüksek Baytar Okulu" diyor.
Sanssouci Sarayında yuvarlak masa: Friedrich, ortada, solda profilinden görünen Voltaire ile sohbet ederken. Diğer oturanlar da, "Prusya Bilimler Akademisi" üyeleri:
Bu "altına hücum"un, Scrooge McDuck, yani Varyemez Amca'nın Yaşamında da önemli bir yeri vardır. Genç yaşta o da o hücuma katılmış, ve zenginliğinin temel taşlarını da orada bulduğu altınlar oluşturmuş.
Hatta (para dışında) ilk aşkı olan "Glittering Goldie" ile de o zamanlar orada tanışmış.
En başta Carl Barks kendisi, daha sonra Don Rosa, daha sonra İtalyanlar, ve en sonunda 90larda "Ducktales"televiziyon dizisi, bu konuyu bir çok macerada işlemistir, kimisi bizzat Varyamez'in gençliğinde geçiyor, kimisi ise şimdiki zamanda, gençliğini geçirdiği yerlere dönmesiyle.
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mum ışığında bitirirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi...
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...
Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşında kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce, kolumuzu omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da, otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük. Adana’da, paramparça elleriyle ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutama bizi...
Bağımsızlık Mustafa Kemal’den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular. Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi... Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, prangalar vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi...
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile, karşısındakilere bağırmamış insanların önünde, öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...
Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz hepimizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi...
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...
Uğur Mumcu