agartan
Onursal Üye
- 28 Haz 2019
- 1,220
- 11,308
Nosferatu, eine Symphonie des Grauens 1922
Yönetmen: F.W. Murnau
Senaryo: Henrik Galeen, Bram Stoker
Müzik: James Bernard, Hans Erdmann, Carlos U. Garza
Ülke: Almanya
Tür: Fantastik, Korku
Vizyon Tarihi: 01 Haziran 1929 (ABD)
Çekim Yeri: Orava Castle, Oravsky Podzámok, Slovakya
Süre: 90 dk.
Nam-ı Diğer: Nosferatu: Bir Dehşet Senfonisi
IMDb Rating: 7.9
***
***
Bugün bir popüler kültür ürünü olan vampirlerin kökeni çok eskilere dayanır ve çıkış noktasıyla ilgili farklı inanışlar ve efsaneler vardır.
Vampirleri popüler kültürün vazgeçilmez bir figürüne dönüştüren ise sinemadan önce edebiyattır.
İlk vampir hikayesi Johann Ludwig Tieck’in Wake not the Dead’i olsa da Bram Stoker’ın 1897’de yayımlanan Dracula adlı romanı öyle bir başarı yakaladı ki,
kısa süre içinde vampir mitosuna yepyeni bir alan açtı. Bu alan da sinemaydı…
İlk vampir filmi Nosferatu: Bir Dehşet Senfonisi (Nosferatu: eine Symphonie des Grauens), Dracula’nın ilk uyarlamasıydı ancak romanın hakları satın alınmadığı için
efsanevi vampir Kont Dracula’nın adı, Kont Orlok yani nam-ı diğer Nosferatu olarak değiştirildi.
Her ne kadar, karakterlerin adlarında ve hikaye örgüsünde bazı değişiklikler yapılmış olsa da Bram Stoker’ın eşi filmi dava etti.
Dava kazanılınca, filmin gösterimi durduruldu, kopyaları yakıldı.
Bu süreçte yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Nosferatu: Bir Dehşet Senfonisi, korku sinemasını derinden etkilemeyi başardı.
F. W. Murnau, Nosferatu’yu Dracula’dan uyarlasa da sinemanın ilk vampirini yaratırken Bram Stoker’ın eserinden belli ölçüde uzaklaşmış.
Stoker’ın pelerinli bir asilzade olarak tasarladığı Kont Dracula, Murnau’nun yaratmak istediği canavarın karşılığı değildi.
Murnau, yaratacağı vampir için belli başlı özellikleri Dracula’dan ödünç alıp, onu bir ürkünçlük abidesine dönüştürdü.
Kel kafası, uzun biçimsiz burnu, sivri uzun dişleri sebebiyle fareyi andıran yüzü, aksak yürüyüşü, kamburu, pençeye benzeyen elleri ve
kapkara kıyafetiyle seyirciyi sadece görünümüyle ürkütmeyi başaran bir karakterdir Nosferatu.
Murnau’nun ete kemiğe bürünen gerçek bir canavar yaratmak istediği çok bellidir.
Gölgesi ve aynada yansıması olmayan Dracula’nın aksine, daha somut bir canavar düşlemiştir yönetmen.
Murnau, ilk vampir filmini çektiğinin bilincinde olmasının da etkisiyle suretini göstermeden evvel seyircisini bilgilendirir.
Hutter, Kont Orlok’un şatosuna doğru yaptığı yolculuk esnasında tesadüfen eline aldığı bir kitaptan ilk vampir Nosferatu’yla ilgili bilgi edinir.
Yöre halkının Kont Orlok’un şatosunun bulunduğu yeri hayaletler diyarı olarak bellemesi ve o bölgeden itina ile uzak durması, seyirci üzerinde beklenen algıyı yaratır.
Murnau, bir canavarda olması gereken tüm özellikleri incelikle düşünür ve Nosferatu’ya bir mit bahşeder.
Murnau, sessiz sinema döneminin akla ilk gelen isimlerinden biri. Bunu da büyük oranda Nosferatu ve Faust uyarlamalarına borçludur.
Evet, Nosferatu’nun yaklaşık yüz yıldır sayısız vampir filmi çekilmesine karşın, aşılamamış olmasının ardında yatan gerçek, sessizliği ve lirik anlatımıdır.
Murnau hikayesini anlatırken dilin heyecana bağlı işlevinden faydalanır.
Nosferatu bir sessiz sinema örneği olduğundan karakterler duygularını sadece mimiklerle ifade etmek zorundadır.
Murnau da korku ve gerilim yaratabilmek için coşkun bir anlatıma ihtiyaç duyar. Filmin adında 'senfoni' kullanılması da boşuna değildir.
Çünkü senfoninin kelime anlamı ses ve renk uyumudur. Yönetmen benzer bir uyum yakalamak için çabalamıştır.
Film de gücünü sessizliği ve lirizminin uyumundan alır.
Diğer yandan özenle yaratılan Frankenstein’in canavarı gibi Nosferatu’nun konuşmaması da filmin lehinedir.
Sessizlikleri üzerlerindeki gizemi artırıcı bir işleve sahiptir.
Bram Stoker’ın karakterlerin günlükleri ve birbirlerine gönderdikleri mektuplar üzerinden kurguladığı Dracula, ince detaylarıyla dikkat çeken bir romandır.
Eserin ilk uyarlamasına baktığımızda Murnau’nun sadece belli bölümlerinde hikaye akışı bakımından esere sadık kaldığını görüyoruz.
Sadık kalınan kısımlar da bir özet niteliğindedir diyebiliriz. İlginçtir ki, bu durumu zekası ve yetenekleriyle lehine çevirebilmiştir.
Murnau, öncelikle Van Helsing gibi bazı kilit karakterleri hikayeden çıkarmış ve genel olarak da karakterleri basitleştirme yoluna gitmiştir.
Ardından da aralarındaki ilişkileri minimize ederek korku öğesine odaklanmıştır.
Eserin özündeki romantizmi tamamıyla yok etmemiş ama erotizmden eser bırakmamıştır.
Bunu da sinemanın çok yeni bir sanat oluşuna ve korku sinemasında böyle bir geleneğin henüz oluşmamış olmasına bağlayabiliriz.
Murnau, daha klasik bir canavar yaratma eğiliminde olduğundan Bram Stoker’ın bir aristokratı vampire dönüştürerek sınıfsal farklılıklar üzerinden
oluşturduğu alt metni çöpe atmıştır. Elbette asıl sebep Nosferatu’nun sonradan vampir olmaması, vampir olarak doğmasıdır.
Ucubeliğini de bu lanetli doğuma bağlayabiliriz. Murnau, uyarlama sırasında bilinçli ya da bilinçsiz yaptığı bazı tercihlerle vampirizmi esnekleştirmiş ve
hatta kendi kurallarını kabul ettirebilmiştir. Yönetmenin vampirlerin gün ışığında yanarak yok olması gerektiğine yönelik düşüncesi çok tutmuştur.
Dışavurumcu akımın sinemadaki öncüsü Das Cabinet des Dr. Caligari, Fritz Lang ve F. W. Murnau gibi Alman sinemasının o dönemki en önemli isimlerini etkiledi.
Murnau, Das Cabinet des Dr. Caligari’nin izinden gitse de dışavurumcu sinemada kendi tarzını ortaya koydu.
Robert Wiene’in filmi, ününü başta dekor olmak üzere sanat yönetimine borçluydu. Murnau ise aynı etkiyi gerçek mekan kullanarak elde etti ve
gerçeküstü bir hikaye anlatsa da, onu olabildiğince gerçekçi kılmaya özen gösterdi. Işık ve gölge kullanımıyla o güne kadar görülmemiş bir estetik doygunluk yakaladı.
Özellikle Nosferatu’nun duvara yansıyan gölgesiyle yaratılan gerilim veya pençeli elinin gölgesinin kurbanı üzerinde ilerleyişi gibi ürpertici sahneler,
filmin korku sinemasının köşe taşlarından biri olmasında kilit bir role sahipti.
Sessiz sinema – lirizm uyumunun yanı sıra, bir gotik edebiyat ürününün dışavurumcu bir anlayışla beyazperdeye uyarlanması neticesinde,
birbirini her anlamda tamamlayan bir sanat eseri ortaya çıktı diyebiliriz. Gotik korkunun doğaüstü karakterler, şato, kale vb. yapılarda yaratılan tekinsizlik ve
büyük oranda atmosfere dayalı bir yapı kurma gibi özellikleriyle, dışavurumcu sinemanın gölgeli ışıklandırmaları, karanlığın hakim olması,
gerçeküstücü anlayışı ve şiddeti estetize etmesi gibi temelde benzer olan özelliklerini bir araya getiren Murnau, Nosferatu’yu üslubuyla ölümsüz kılmıştır.
Dracula’nın resmi uyarlamaları sonrasında sinemada iki farklı vampir ekolü oluştuğunu;
Nosferatu: Bir Dehşet Senfonisi’nin, hemen hemen Bram Stoker’ın Dracula’sı kadar vampir alt türünü beslediğini ve ona yön verdiğini söyleyebiliriz.
Bu yüzden ki, yaklaşık yüz yıldır korku sinemasının vazgeçilmez figürlerinden biri olmayı başaran vampirlerin geçirdiği değişimi daha iyi anlayabilmek ve
bu alt türe hakim olabilmek için Murnau’nun başyapıtını tekrar tekrar izlemek gerekiyor. (Serdar Durdu - Sinema yazarı, 2015)
***
agartan: Bu filmin 57 yıl sonra stilistik bir yeniden çevrimi yapılır; Nosferatu: Phantom der Nacht (1979).
Filmin yönetmeni ve yapımcısı Werner Herzog'dur. Başlıca rollerinde Klaus Kinski, Isabelle Adjani ve Bruno Ganz oynamışlardır.
Yönetmenin aktör Klaus Kinski ile birlikte gerçekleştirdikleri 5 efsanevi filmin de ikincisidir.
Filmin hem Almanca hem de İngilizce versiyonları mevcuttur. Biraz daha uzun olan İngilizce versiyonu dublajlı değildir,
sahneler ikişer kere çekilmiş, ikinci çekimlerde oyuncular İngilizce konuşmuşlardır.
Filmin müziklerini ise daha önce de Herzog'un birçok filminin müziklerini yapan Alman deneysel müzik grubu Popol Vuh hazırlamıştır.
***
bağlantı adresinden indirebileceğiniz film 770 MB, 720p Türkçe ara-yazısı yanındadır.
"rar" dosya şifresi: agartan
keyifli izlemeler dilerim.
Yönetmen: F.W. Murnau
Senaryo: Henrik Galeen, Bram Stoker
Müzik: James Bernard, Hans Erdmann, Carlos U. Garza
Ülke: Almanya
Tür: Fantastik, Korku
Vizyon Tarihi: 01 Haziran 1929 (ABD)
Çekim Yeri: Orava Castle, Oravsky Podzámok, Slovakya
Süre: 90 dk.
Nam-ı Diğer: Nosferatu: Bir Dehşet Senfonisi
IMDb Rating: 7.9
***
***
Bugün bir popüler kültür ürünü olan vampirlerin kökeni çok eskilere dayanır ve çıkış noktasıyla ilgili farklı inanışlar ve efsaneler vardır.
Vampirleri popüler kültürün vazgeçilmez bir figürüne dönüştüren ise sinemadan önce edebiyattır.
İlk vampir hikayesi Johann Ludwig Tieck’in Wake not the Dead’i olsa da Bram Stoker’ın 1897’de yayımlanan Dracula adlı romanı öyle bir başarı yakaladı ki,
kısa süre içinde vampir mitosuna yepyeni bir alan açtı. Bu alan da sinemaydı…
İlk vampir filmi Nosferatu: Bir Dehşet Senfonisi (Nosferatu: eine Symphonie des Grauens), Dracula’nın ilk uyarlamasıydı ancak romanın hakları satın alınmadığı için
efsanevi vampir Kont Dracula’nın adı, Kont Orlok yani nam-ı diğer Nosferatu olarak değiştirildi.
Her ne kadar, karakterlerin adlarında ve hikaye örgüsünde bazı değişiklikler yapılmış olsa da Bram Stoker’ın eşi filmi dava etti.
Dava kazanılınca, filmin gösterimi durduruldu, kopyaları yakıldı.
Bu süreçte yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Nosferatu: Bir Dehşet Senfonisi, korku sinemasını derinden etkilemeyi başardı.
F. W. Murnau, Nosferatu’yu Dracula’dan uyarlasa da sinemanın ilk vampirini yaratırken Bram Stoker’ın eserinden belli ölçüde uzaklaşmış.
Stoker’ın pelerinli bir asilzade olarak tasarladığı Kont Dracula, Murnau’nun yaratmak istediği canavarın karşılığı değildi.
Murnau, yaratacağı vampir için belli başlı özellikleri Dracula’dan ödünç alıp, onu bir ürkünçlük abidesine dönüştürdü.
Kel kafası, uzun biçimsiz burnu, sivri uzun dişleri sebebiyle fareyi andıran yüzü, aksak yürüyüşü, kamburu, pençeye benzeyen elleri ve
kapkara kıyafetiyle seyirciyi sadece görünümüyle ürkütmeyi başaran bir karakterdir Nosferatu.
Murnau’nun ete kemiğe bürünen gerçek bir canavar yaratmak istediği çok bellidir.
Gölgesi ve aynada yansıması olmayan Dracula’nın aksine, daha somut bir canavar düşlemiştir yönetmen.
Murnau, ilk vampir filmini çektiğinin bilincinde olmasının da etkisiyle suretini göstermeden evvel seyircisini bilgilendirir.
Hutter, Kont Orlok’un şatosuna doğru yaptığı yolculuk esnasında tesadüfen eline aldığı bir kitaptan ilk vampir Nosferatu’yla ilgili bilgi edinir.
Yöre halkının Kont Orlok’un şatosunun bulunduğu yeri hayaletler diyarı olarak bellemesi ve o bölgeden itina ile uzak durması, seyirci üzerinde beklenen algıyı yaratır.
Murnau, bir canavarda olması gereken tüm özellikleri incelikle düşünür ve Nosferatu’ya bir mit bahşeder.
Murnau, sessiz sinema döneminin akla ilk gelen isimlerinden biri. Bunu da büyük oranda Nosferatu ve Faust uyarlamalarına borçludur.
Evet, Nosferatu’nun yaklaşık yüz yıldır sayısız vampir filmi çekilmesine karşın, aşılamamış olmasının ardında yatan gerçek, sessizliği ve lirik anlatımıdır.
Murnau hikayesini anlatırken dilin heyecana bağlı işlevinden faydalanır.
Nosferatu bir sessiz sinema örneği olduğundan karakterler duygularını sadece mimiklerle ifade etmek zorundadır.
Murnau da korku ve gerilim yaratabilmek için coşkun bir anlatıma ihtiyaç duyar. Filmin adında 'senfoni' kullanılması da boşuna değildir.
Çünkü senfoninin kelime anlamı ses ve renk uyumudur. Yönetmen benzer bir uyum yakalamak için çabalamıştır.
Film de gücünü sessizliği ve lirizminin uyumundan alır.
Diğer yandan özenle yaratılan Frankenstein’in canavarı gibi Nosferatu’nun konuşmaması da filmin lehinedir.
Sessizlikleri üzerlerindeki gizemi artırıcı bir işleve sahiptir.
Bram Stoker’ın karakterlerin günlükleri ve birbirlerine gönderdikleri mektuplar üzerinden kurguladığı Dracula, ince detaylarıyla dikkat çeken bir romandır.
Eserin ilk uyarlamasına baktığımızda Murnau’nun sadece belli bölümlerinde hikaye akışı bakımından esere sadık kaldığını görüyoruz.
Sadık kalınan kısımlar da bir özet niteliğindedir diyebiliriz. İlginçtir ki, bu durumu zekası ve yetenekleriyle lehine çevirebilmiştir.
Murnau, öncelikle Van Helsing gibi bazı kilit karakterleri hikayeden çıkarmış ve genel olarak da karakterleri basitleştirme yoluna gitmiştir.
Ardından da aralarındaki ilişkileri minimize ederek korku öğesine odaklanmıştır.
Eserin özündeki romantizmi tamamıyla yok etmemiş ama erotizmden eser bırakmamıştır.
Bunu da sinemanın çok yeni bir sanat oluşuna ve korku sinemasında böyle bir geleneğin henüz oluşmamış olmasına bağlayabiliriz.
Murnau, daha klasik bir canavar yaratma eğiliminde olduğundan Bram Stoker’ın bir aristokratı vampire dönüştürerek sınıfsal farklılıklar üzerinden
oluşturduğu alt metni çöpe atmıştır. Elbette asıl sebep Nosferatu’nun sonradan vampir olmaması, vampir olarak doğmasıdır.
Ucubeliğini de bu lanetli doğuma bağlayabiliriz. Murnau, uyarlama sırasında bilinçli ya da bilinçsiz yaptığı bazı tercihlerle vampirizmi esnekleştirmiş ve
hatta kendi kurallarını kabul ettirebilmiştir. Yönetmenin vampirlerin gün ışığında yanarak yok olması gerektiğine yönelik düşüncesi çok tutmuştur.
Dışavurumcu akımın sinemadaki öncüsü Das Cabinet des Dr. Caligari, Fritz Lang ve F. W. Murnau gibi Alman sinemasının o dönemki en önemli isimlerini etkiledi.
Murnau, Das Cabinet des Dr. Caligari’nin izinden gitse de dışavurumcu sinemada kendi tarzını ortaya koydu.
Robert Wiene’in filmi, ününü başta dekor olmak üzere sanat yönetimine borçluydu. Murnau ise aynı etkiyi gerçek mekan kullanarak elde etti ve
gerçeküstü bir hikaye anlatsa da, onu olabildiğince gerçekçi kılmaya özen gösterdi. Işık ve gölge kullanımıyla o güne kadar görülmemiş bir estetik doygunluk yakaladı.
Özellikle Nosferatu’nun duvara yansıyan gölgesiyle yaratılan gerilim veya pençeli elinin gölgesinin kurbanı üzerinde ilerleyişi gibi ürpertici sahneler,
filmin korku sinemasının köşe taşlarından biri olmasında kilit bir role sahipti.
Sessiz sinema – lirizm uyumunun yanı sıra, bir gotik edebiyat ürününün dışavurumcu bir anlayışla beyazperdeye uyarlanması neticesinde,
birbirini her anlamda tamamlayan bir sanat eseri ortaya çıktı diyebiliriz. Gotik korkunun doğaüstü karakterler, şato, kale vb. yapılarda yaratılan tekinsizlik ve
büyük oranda atmosfere dayalı bir yapı kurma gibi özellikleriyle, dışavurumcu sinemanın gölgeli ışıklandırmaları, karanlığın hakim olması,
gerçeküstücü anlayışı ve şiddeti estetize etmesi gibi temelde benzer olan özelliklerini bir araya getiren Murnau, Nosferatu’yu üslubuyla ölümsüz kılmıştır.
Dracula’nın resmi uyarlamaları sonrasında sinemada iki farklı vampir ekolü oluştuğunu;
Nosferatu: Bir Dehşet Senfonisi’nin, hemen hemen Bram Stoker’ın Dracula’sı kadar vampir alt türünü beslediğini ve ona yön verdiğini söyleyebiliriz.
Bu yüzden ki, yaklaşık yüz yıldır korku sinemasının vazgeçilmez figürlerinden biri olmayı başaran vampirlerin geçirdiği değişimi daha iyi anlayabilmek ve
bu alt türe hakim olabilmek için Murnau’nun başyapıtını tekrar tekrar izlemek gerekiyor. (Serdar Durdu - Sinema yazarı, 2015)
***
agartan: Bu filmin 57 yıl sonra stilistik bir yeniden çevrimi yapılır; Nosferatu: Phantom der Nacht (1979).
Filmin yönetmeni ve yapımcısı Werner Herzog'dur. Başlıca rollerinde Klaus Kinski, Isabelle Adjani ve Bruno Ganz oynamışlardır.
Yönetmenin aktör Klaus Kinski ile birlikte gerçekleştirdikleri 5 efsanevi filmin de ikincisidir.
Filmin hem Almanca hem de İngilizce versiyonları mevcuttur. Biraz daha uzun olan İngilizce versiyonu dublajlı değildir,
sahneler ikişer kere çekilmiş, ikinci çekimlerde oyuncular İngilizce konuşmuşlardır.
Filmin müziklerini ise daha önce de Herzog'un birçok filminin müziklerini yapan Alman deneysel müzik grubu Popol Vuh hazırlamıştır.
***
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
bağlantı adresinden indirebileceğiniz film 770 MB, 720p Türkçe ara-yazısı yanındadır.
"rar" dosya şifresi: agartan
keyifli izlemeler dilerim.