agartan
Onursal Üye
- 28 Haz 2019
- 1,221
- 11,304
Heavy Metal
Uyarı: Yine oldukça uzun bir araştırmanın sonucu olarak, yazı da uzun oldu.
Müziğinizi açın, çayınızı - kahvenizi hazırlayın.
Müzikteki "tarz" tanımı / ayrımını müzisyenlere bırakarak, (müzisyen değilim)
hangi müziğe "Metal" diyeceğimizi anlamak için, bu müziğin en önemli unsurlarından olan bir şeye bakmak lazım: İmaj.
Sıradan bir vatandaşa "heavy metal nedir?" diye sorsanız, herhalde bir çok yanıt müzik ile ilgili olmaz ve
"siyah giyinen, şeytana tapan, vahşi gençler -veya benzeri..." şeklinde olur.
Peki bu imaj nereden geliyor? Blues.
Blues'un sözleri sert olmasına sertti ama genel olarak Blues sanatçılarının sert bir imajı yoktu.
İstisnalar kaideyi bozmazmış,
bunun en büyük istisnası tabii ki Robert Johnson. (ilginç bir kişi, ayrı bir paragraf açmadan yapamazdım)
Blues'un ilk isimlerinden olan Johnson ile ilgili çok bilinen bir söylenti vardır:
Bir gün bir dörtyol ağzında şeytan ile karşılaşan Johnson, çok iyi gitar çalabilmek için ruhunu şeytana teklif eder.
Şeytan bu, hangi teklifi geri çevirmiş ki? Neyse, işin bu yönünü okültizm ile ilgilenen bir diyardaşa bırakayım.
Cehennemin büyük efendisi, Johnson'ın ruhuna karşılık, gitarının akordunu değiştirip ona geri verir.
Johnson bir yıl ortadan kaybolur ve hiç görünmez.
Sonra, günlerden bir gün çıkıp gelir.
Gitarına yedinci teli taktırmış ve gitar çalışı, şarkı söyleyişi ve besteleri ile bambaşka biri olmuştur.
Ünü başka yerlere, başka cemaatlerin sınırlarına varır.
Kilise tarafından şeytanın müziği denilen Blues'u en iyi yapan Robert Johnson,
"şeytanın ta kendisi" olarak anılır kilise ve sofu Hristiyan cemaati tarafından.
Söylenti, dedikodu işte; bu hikaye dışında Johnson'ın çok karanlık bir yönü yoktu ki,
zaten çok genç yaşta öldü. (1911 - 1938) (bir de, gece yarıları mezarlıkta beste yaparmış)
1990'da yapılan bir araştırmada Robert Johnson'ın gitarının gerçekten de farklı bir şekilde akortlu olduğu tespit edilir.
O, bunu nasıl yaptığını asla kimseye öğretmemiştir. Onu kendi başına gitar akordunu yaparken gören olmadığı gibi,
gitar çalışını dikkatle izleyen biri olursa sırtını döndüğü ve tekniğinin kimse tarafından bilinmesini istemediği
halen daha özlem duyularak anlatılır.
Sadece bir kez görülebilecek bir müzik dehası olarak tanımlanan Robert Johnson için,
"Tıpkı dipsiz bir ruhsal çözülüş uçurumunun kenarındaymışçasına slide gitar çalışı;
kontrollü ifadelerden abartılmış efektlere kayarken, sesi aşırı çılgınlıktan küçük bir çocuğun incinebilirliğine geçiveriyordu."
"Robert'ın akorlarının içinde olmadığı tek bir blues melodisi duyamazsınız; 2-3 adamın birlikte çaldığını sanırsınız ama
o tek başına çalmaktadır" denilmiştir.//Giles Oakley, Blues Tarihi – Şeytan'ın Müziği (Ayrıntı Yayınları)
Dahası, Eric Clapton'un müziğe başlamasına ilham olduğu, bizzat kendisi tarafından söylenmiştir.
Şarkılarını cover yapan ünlülerden bazıları şunlar (alfabetik sırayla): B. B. King, Blues Brothers, Bob Dylan, Bonnie Raitt,
Canned Heat, Cassandra Wilson, Cream, Deep Purple, Elmore James, Eric Clapton, Fleetwood Mac, Grateful Dead,
Jeff Healey Band, John Hammond, Led Zeppelin, Red Hot Chili Peppers, Robert Lockwood, Rolling Stones, Taj Mahal, ZZ Top.
Biri gitarlı olmak üzere, sadece iki-üç fotoğrafı olan Johnson 27 yaşında ölünceye dek,
29 şarkısı kayda alınmış ancak son zamanlarda 42 yeni parçası bulunmuş. (Robert Johnson paragrafının sonu)
Bazı sanatçılar ise, Blues'un sert yüzünü sahneye taşıdılar.
Howlin' Wolf, adından da anlaşılacağı gibi,
şarkı söylerken neredeyse "scream vocal" diyebileceğimiz bir vokal tekniği ile kendine has bir yer edinmişti.
Wolf, kazandığı paradan annesine vermek istediğinde dini bütün annesinin
'bu şeytanın parası' diyerek parayı reddetmesi bu konudaki anekdotlardan biri.
Screaming Jay Hawkins, ortalama bir "rhythm and blues" sanatçısıydı.
Bol alkollü bir stüdyo gününde -sırf alkolün verdiği cüretle- geyik olsun diye,
"Put a spell on you" şarkısını içine cin kaçmışcasına söyledi.
Yapımcısı bunun çılgın bir fikir olduğunu düşünüp, kaydı yayınladı ve Hawkins bir anda meşhur oldu.
Şarkıdaki büyü temasına uygun olan,
Afrika büyücülerini andıran kıyafetleri sahnede giyerek korku temasını ilk kez sahneye taşıdı.
1968'de "Fire" şarkısını yayınlayan The Crazy World of Arthur Brown grubunun vokalisti Arthur Brown'ın
konserlerde kafasına alevli bir şapka yerleştirmesi dönemin en dikkat çeken hareketlerindendi.
Böylece "Shock Rock" denilen şey ortaya çıktı.
Genç grup Alice Cooper, 1969'da "saykodelik" tarzda olan ilk albümünü çıkardığında
sahneye canlı tavuk ile çıkma gibi garip bir şey denemişti.
Bu da Heavy Metal'in en bilinen efsanelerinden birini ortaya çıkardı:
Grubun aynı isimli vokalisti (asıl adı Vincent Damon Furnier), tavuğun uçamayan bir kuş olduğunu unutarak onu uçması için havaya fırlattı.
Ama tavuk, seyircilerin arasına düştü ve müziğin etkisi ile dans eden seyirciler arasında kalan tavuk öldü.
Bu olay bazı saygın(!) gazetelerde "sapkın metalciler tavuğun kafasını ısırarak koparttı ve sahnede kanını içti" diye bildirildi.
(Şaşırdım mı? Hayır. Çok daha fazlası günümüzde kendilerine 'gazete' diyenler tarafından yapılıyor)
O günden beri "metalciler sahnede botları ile civciv eziyor" muhabbeti devam etmekte.
Korku filmlerinden, vodvilden, Heavy Metal’den ve Garage Rock tarzından eş düzeyde esinlenen grup, ağır makyajlı Furnier‘in önderliğinde
elektrikli sandalyelerin, giyotinlerin, yapay kanların ve kocaman boa yılanlarının bulunduğu sahne şovları tasarladı.
Furnier sahnede canlandırdığı çift cinsiyetli karakteri sebebiyle bu ismi seçmişti.
Alice Cooper ile turlayan gruplardan biri Amerikan Coven'di.
Bir kadın vokaliste sahip olduğu için diğer Hard Rock gruplarından ayrılan Coven,
rock müziğe satanik bir imaj getirmesiyle de diğer gruplardan ayrıldı.
1969 tarihli ilk albümleri Witchcraft Destroys Minds & Reaps Souls'un (kısaca Witchcraft) ön kapağında kuru kafa kullandılar.
Arka kapağında Ronnie James Dio ile özdeşleşecek 'Devil's Horn' işaretini yaptılar,
albümün kapanışında 'Satanic Mass' adlı 13 dakikalık ayin kaydettiler.
Pekala, -esas konumuza giriyorum- albümün ilk şarkısının adı neydi? Black Sabbath.
Şimdi, akıllar karışmasın diye şu notu buraya bırakayım:
A- 'Black Sabbath', Coven grubunun ilk albümü Witchcraft'ın ilk şarkısıdır. (konumuz dışında)
B- 'Black Sabbath', ilk Heavy Metal grubunun ismidir.
C- 'Black Sabbath', Black Sabbath isimli Heavy Metal grubunun ilk LP'sidir.
D- 'Black Sabbath', Black Sabbath isimli Heavy Metal grubunun ilk LP'sinin ilk parçasıdır.
Black Sabbath
Black Sabbath'ın hikayesi Birmingham'da başladı.
Tony Iommi aileden müziğe yatkınlığı olan bir çocuk olarak Rock'n'roll ile karşılaşınca hayatında ne yapacağı belli olanlardan biriydi.
Kendi gruplarını kurmuş, bunlardan biri ile Almanya'ya konsere gitme planı bile yapmıştı.
Yani The Beatles'ın yolundan ilerleyecekti. Ama işin rengi 1965'te değişti.
Iommi, bir yandan da Birmingham'da bir fabrikada çalışıyordu. Burada Birmingham için de küçük bir paragraf açmam lazım.
Şehir, II. Dünya Savaşında Alman bombalarına maruz kalmış şehirlerden biriydi.
Hatta Londra ve Liverpool'dan sonra en çok bomba alan yerdi.
Bu nedenle "Sabbath" üyelerinin çocuklukları yıkık dökük binaların arasında, sığınaklara inme tatbikatları arasında geçti.
Savaş öncesi krallığın en büyük şehirlerinden biri olan Birmingham,
savaş bitince ayağa kalkması için en çok çaba gösterilen yerlerden biri oldu.
Bir çok fabrika kuruldu ve bölgenin gençleri bu fabrikalarda çalıştı. Iommi, bunlardan biriydi.
İşte, Birmingham'da o dönemlerde metal fabrikaları işçilerinin iş çıkışında gidip bir rock barda müzik yapmasıyla
başlayan akım ile birlikte "Heavy Metal" meydana çıkıyor.
"Black Sabbath" aslında kötü bir ortamda yetişen, gayet fakir bir topluluğun içinden çıkıyordu yani.
Metal presleme fabrikasında çalışan Iommi, 1965'te hastalanan arkadaşının yerine baktığı bir gece,
daha önce kullanmadığı bir makinayı kullanırken elini kaptırdı ve sol elindeki parmakların ikisinin ucu koptu.
Hemen hastaneye giden Iommi'ye gerekli müdahale yapıldı ama doktorlar kendisine gitar çalmayı unutmasını öğütledi.
Iommi ise teslim olmadı. Zaman içinde kendine has bir çalma stili geliştirdi. Akor basamadığı için power chord'lara ağırlık verdi.
Artık olmayan parmak uçlarının yerine kendi yaptığı plastikten yüzükleri geçirdi. Bu da gitarına farklı bir tını kazandırdı.
Bir de bendlerini daha kolay yapabilmek için gitarının tellerinin gerginliğini düşürmek istedi ve gitarını yarım ton pes'ten akortladı.
Tüm bunlar grubun otomatikman diğer gruplardan daha sert duyulmasına sebebiyet verdi. (2008'de ise dünyanın en iyi gitaristi seçildi)
Iommi, Almanya'ya gidemeyip Birmingham'da kaldı. Burada kurduğu gruplardan birinde davulcu Bill Ward ile tanıştı.
Bill Ward, herkes gibi Rock'n'roll'dan etkilense de diğerlerinden farklı olarak caz müzikten de etkilenmişti.
İkili "Mythology" adıyla bir grupta çaldı. Kısa bir süre sonra grup dağıldı.
Bir gün grup arayan bir vokalistin ilanına denk geldiler. Ozzy Osbourne, Iommi'nin bir alt döneminden, haşarı bir gençti.
Çok başarılı bir hayatı olmayan Ozzy, okulda arkadaşları tarafından zorbalık görüyordu.
Bu zorbalıkların bazıları zorla pantolonun indirilmesi ve vücudunun ellenmesi gibi cinsel tacize varan eylemlerdi.
İommi bile, zayıf gördüğü Osbourne'a yukarıda yazdığım kadar olmasa da kötü davrandığını kabul etmişti.
Osbourne, okuldan sonra o işten bu işe sürüklendi ve bir baltaya sap olamadı.
Ozzy Osbourne, "I'm Ozzy" adlı otobiyografik kitabında Sabbath'ın kuruluşu ile ilgili pek çok şey yazar.
Babasının "Ozzy, içimde bir his var; ya olağanüstü bir şey yapacaksın ya da hapse gireceksin." dediğini ve
Ozzy'nin 18'inden önce hapse girdiğini öğreniyoruz bu kitapta.
Bir mağazadan bir şeyler çalarken, üstelik ağırlığının çok daha üstünde bir şey çalarken yakalanmış.
Ozzy Osbourne, bazı nedenlerden dolayı bir şeye aşırı odaklanamayan birisi.
Bu yüzden de herhangi bir enstrümanı öğrenemediğini söyler, çünkü yeterince onun başında duramayacağını belirtir.
Grubun gitaristi Tony Iommi için ise
"Çok kısa bir sürede neredeyse tüm enstrümanlarda ustalaşacak kadar yetenekli bir gitarist." der.
Bu kadar sıkıntılı bir hayat yaşayan Osbourne'un hayatının The Beatles'ın çocuksu şarkısı "She Loves You" ile değişmesi ironikti.
O an Osbourne, şarkı söylemek istediğine karar verdi. Katıldığı gruplarda başarısız olunca kendi ilanını vermişti.
Ozzy, Tony ve Bill, bir araya gelmişti.
Peki Geezer Butler? O da Osbourne'ın eski grup arkadaşı ve Iommi'nin bir tanıdığı olarak gruba dahil edildi.
Daha sonra, gruba ikinci bir gitarist ve de -bugün bakınca çok komik gözükse de- bir saksafoncu dahil oldu.
Grup "The Polka Tulk Blues Band" adı altında Blues şarkıları söylemeye başladı.
Önce "Polka Tulk", sonra "Earth" adlarını alan grup, önce dört kişiye düştü.
Sonra da "Earth" isminin kapıldığını öğrenince yeni bir isim bulmaya karar verdiler.
Soldan: Geezer Butler, Bill Ward, Ozzy Osbourne (altta), Tony Iommi
Şimdi Geezer Butler'a dönmek lazım.
Butler'ın da müzikal olarak ilham aldığı isimler arkadaşlarından farklı değildi ama o bir gitaristti.
Ancak İommi'nin olduğu yerde Butler'ın elektro gitar çalmasının manası yoktu.
Zaten Butler, Cream'den Jack Bruce'u izlediği anda bas gitar çalmak istediğini anlamıştı.
Ancak eski alışkanlıkları kolay bırakamayan Butler,
İommi'nin rifflerini aynen takip ederek gitar ve bas gitarın beraber çaldığı çok sert rifflerin ortaya çıkmasına sebep oldu.
Ama önemli bir başka katkısı da grubun imajının ortaya çıkmasındaki katkısıydı.
Butler, ciddi bir katolik ortamda yetişmişti.
Etrafında siyah kıyafetler giyen, büyük haçlar takan, sert bakışları ile birçok rahip vardı.
Bu imaj kafasının bir köşesine yazılmıştı.
Bir yandan dine daldıkça şeytan kavramını da anlamaya çalışıyordu.
"Karanlık sanatlar" hakkında okuyordu. O kadar ki artık halüsinasyonlar görmeye başladı.
Grup, yeni bir isim ararken de Butler, 6 sene önce izlediği korku filmi Black Sabbath'ı hatırladı.
Sabbath, Musevilikteki ibadet günü olan sebt günü demekti.
Yani bu isimde hem dine, hem karanlığa, hem de korkuya bir gönderme vardı.
Butler şöyle düşündü: "İnsanlar eğer korku filmine para veriyorsa, korku müziğine de para verir".
Bu nedenle müziklerini de daha karanlık, daha mistik, daha korkunç yapmaya karar verdiler.
Böylece Black Sabbath, rengarenk saykodelik gençliğin, çiçek çocukların antitezi olarak ortaya çıkacaktı.
Ortam da buna musaitti. 67'nin özgür aşk teması kısa süre içinde cinayetler, ırkçılık ve en önemlisi savaş konuları ile bastırılacaktı.
Sabbath'ta Butler'ın yazdığı sözlerin ciddi bir kısmı savaşı ve insanlığın gittiği yeri eleştirmekteydi.
Daha pozitif tınlayan "Earth" demoları kalkmış, grup sıfırdan şarkılar yazmaya başlamıştı.
16 ekim 1969...
Başlangıçta Blues-Rock çalmak için bir araya gelen grup,
vokalde Ozzy Osbourne, gitarda Tony Iommi, bassta Geezer Butler ve davulda Bill Ward'dan oluşuyor.
Grup bir günlüğüne stüdyoya giriyor ve geçen 12 saatin ardından stüdyodan
alttaki ilk albümleri Black Sabbath'ın kayıtlarıyla ayrılıyor.
Sunum: 800 MB. 2 620 - 2 780 kb/s, 88.2 kHz, 24 bits SACD PCM Stereo
Black Sabbath:
Buraya kadar yazılanları düşününce, Black Sabbath'ın kendi adını taşıyan ilk albümü "heavy metal" mi? Büyük ölçüde öyle.
Blues etkisi var mı? Var. İçinde direkt blues cover'ı olmasa da o dönem blues rock yapan gruplardan şarkılar alınıp, çalınmış.
Bunun yanında kendi şarkılarında da blues ritmleri var.
Peki bunlar nasıl çalınmış? Oldukça sert. İommi'den hem ağır rifler hem de hızlı gitar soloları dinliyoruz.
Sözler nasıl? Karanlık.
İmaj nasıl? Albüm kapağında renkleriyle oynanmış bir fotoğraf var.
Kuru otlar arasında siyahlar içinde bir kadın bize bakıyor. Gerginlik yaratıyor.
Albüm kapağının içi simsiyah. Ters dönmüş bir haçın içinde uzunca bir şiir var: "Still falls the rain".
Albümün kapağına uyan bir şiir bu.
Belki de bu uyum nedeniyle şiirin yazarının albüm kapağının fotoğraflarını çeken Keef olduğu söylenir.
Albüm kapağındaki hanımefendinin de kim olduğu bilinmiyordu.
Böyle şeyler grubun gizemine katkıda bulunduğu için önemli.
İşte heavy metal böyle başladı. Sabbath, 1970'ler boyunca heavy metal'in bayrağını neredeyse tek başına dalgalandırdı.
İkinci albüm "Paranoid", bu albümün de bir adım ilerisine geçerek bu müzik türünü artık tam olarak oturttu.
Ama İngiltere'de Progresif Rock'ın, Amerika'da Arena Rock'ın borusunun öttüğü,
1977'de ise bunların şatafatına tepki olarak doğan Punk'ın imzasını attığı bu dönemde metal, Sabbath'ın ötesine pek geçemedi.
1980'lere doğru ise Judas Priest, Motörhead ve İron Maiden gibi isimler ortaya çıkmaya başladı ve
İngiltere'den NWOBHM, Amerika'da ise Thrash Metal ile ivme kazanan metal camiası, Glam Metal ile 80'lerde ana akımı da tattı.
//NWOBHM, 'New Wave Of British Heavy Metal' sözcüklerinin baş harflerinden oluşan bir akronim olsa da,
bu kısaltma komplo teorisyenleri tarafından
('Neosatanic Wave Of Big Hell Ministry' tanımının baş harfleri) şeklinde komploya uğramıştır.//agartan/
Sabbath ise 1970'lerin sonunda Osbourne ile yollarını ayırdıktan sonra yaşadıkları birçok kadro değişikliklerine rağmen
şu ya da bu şekilde ayakta kalmayı başardı. (Ronnie James Dio ile devam ettiler.)
İommi'nin yönettiği bir müzik okulu olarak metal camiasına büyük katkıda bulundu.
Heavy Metal'in büyülü macerasının en başına, Black Sabbath'a gitmek isteyenler için bu ilk albüm çok değerlidir.
Bunlar da Sabbathseverlerin esprili yorumları (tek bir harfini bile editlemedim, aynısının tıpkısı):
Youtube'da Janis Joplin dinlerken tesadüfen denk gelip
daha ilk saniyelerde böylesine güzel bir müzik dinlemenin dehşetine kapıldım.
Korktum; tadı damağımda kalacak, diğer şarkıları bu kadar güzel olmayacak diye.
Bir iki üç derken... hayretle bütün şarkılarının enfes olduğunu gördüm.
Bu harika bir şey.
Rock grubudur, Metal grubudur diye tartışmak, bizim onları nasıl seslendirdiğimizle alakalıdır.
Asıl mesele onların müziği nasıl seslendirdiğidir.
Rock, Metal, Pop hatta Rap müzisyenlerine önemli etkileri olmuş bir gruptur Black Sabbath.
Hızlı veya yavaş ritim fark etmeksizin, gitar ve vokaldeki tonları büyülüdür.
Ne zaman bir parçalarını açsam, etkileri altına girerim ve diğer parçalarını da dinlemeye başlarım.
En sıradan günümde bile, büyük işler başarmışım da, kutluyormuşum gibi hissettirirler.
Her gün, ruh halim fark etmeden, herhangi bir albümünden herhangi bir şeyi hiç mırın kırın etmeden dinleyebildiğim tek grup.
Yıllardır bitmeyen obsesyonum, benim için en klasik olan.
Grupların, sanatçıların hayatı ve yaratım süreci ile ilgilenen, her şeylerini bilmeliyim diyen biri değilimdir ama
Black Sabbath'ın bana 'yok, bu olmamış' dedirten bir şarkısı yok.
'Hacı, Heavy Metal denen türün %90'nını biz yaptık, işte bu...' diye masaya vuran gruptur.
Ama bunu boş albümlerle yapmazlar, her bir şarkısını ayrı bir güzellikte ve farklı ritm yapısında yapar Sabbath.
Cem Karaca'nın da ne kadar çok sevdiğini, "Apaşlar" zamanında karaladığı şu dörtlükten anlıyoruz:
Dost dost bellediğimiz abad olsun,
bize hasım olanlar mabad olsun.
Eğer ki metal yapacaksak aydost,
Black Sabbath gibi ağır metal olsun.
Ne zaman dinlesem, durup düşünürüm, nasıl bu kadar iyi müzik yapmış olduklarını.
Hatta neredeyse her seferinde.
Yani... nasıl anlatsam bilemedim şimdi
ama beni anlayanlar olmuştur ve de olacaktır.
Müzik tarihinin en önemli albümlerinden olan ve grupla aynı adı taşıyan ilk albümün meşhur kapağındaki yer,
Thames nehri üzerindeki Mapledurham adlı bir çiftlikteki su değirmenidir.
Tony İommi ile aynı dönemde yaşadığım için kendimi gerçekten çok çok şanslı hissediyorum...
İommi'nin vefat ettiği gün heavy metal de kendisiyle birlikte gömülecek.
Belediye başkanı olduğumda şehir hoparlörlerinden bu albümü dinleticem tüm şehire.
Şehir dünyanın en güzel şehri olacak.
Bir ara, ekibin bir bas gitaristi yokmuş ve "The Shining" klibi için sokaktan rastgele birini seçip
bas gitarist gibi oynamasını istemişler.
Bu şanslı adam bir günlüğüne de olsa Black Sabbath'ın gitaristi olmuş.
15 yıldır gitar çalıyorum, "pena" rolü bile oynardım be...
'Aman yine yeşillendi finduk dalları' diye albüm yapsa yine dinlenecek grup. Sabbath ulan bu.
Black Sabbath'ın önemi yalnızca 'ilk' olmasından gelmez.
Zaten yalnızca öncü özelliğinden dolayı önem arz edecekse hiç etmesin daha iyi.
Sabbath, rock müziğin tıkanıklığa sürüklendiği bir dönemde çığır açan gruplardan birisidir. Geçiş dönemini üstlenir.
Yani, bu açıdan bir Beatles'tır, bir Led Zeppelin'dir, bir Nirvana'dır, efendime söyleyeyim bir The Smiths'tir.
Ayrıca, orta sınıfın sesi olma özelliğini taşıyan ve o dönemin siyasi koşulları göz önüne alındığında,
hippilerin egemenliğinde olan rock'a hem 'felsefe' hem de 'müzikal' açıdan anlam kazandırmıştır.
Bana göre 'Sabbath' proleteryanın müziği olarak doğmuştur ve çoğu zaman bu konumda kalmıştır.
Öyle olmasaydı, kiliseden tutun da pek çok muhafazakar kuruluşa kadar bu denli statükocu bir yelpazeyi karşısına almazdı.
dipçe1:
Bir Cem Karaca hayranı olarak, ilk okuduğumda çok şaşırdığım
yukarıdaki "Cem Karaca" dörtlüğü espriymiş.
Şarkılarının tamamını ezbere biliyorum, yok böyle bir şey.
Elimdeki kitapları, interneti falan günlerce taradım.
Trollendim yani. :9
Cem Karaca Sabbath'ı sevmiş, dahası etkilenmiş olabilir elbette; ama böyle bir dörtlük yok.
dipçe2:
SACD (Super Audio Compact Disc): Milenyumun başlarında Sony & Philips`in geliştirdiği, 24 bit'e kadar örnekleme uzunlukları ve
normal cd'lerdeki 44 100 hz'in iki katına kadar örnekleme frekanslarını destekleyen, dijital ses kayıt standardıdır.
Normal CD'ler 700 MB veri alırken, SACD'ler yaklaşık 4 GB veri alıyordu. (beş katı)
Sony & Philips, satılan her CD'den telif ücreti aldıkları için bir süre DVD Audio ile piyasa savaşı yapmıştır.
Bu medyada iki katman bulunuyordu. İlk katman PCM (Pulse Code Modulation) içeren CD teknolojisi ile sunulurken,
ikinci katmanda DSD (Dynamic Systems Design) tekniği bulunurdu.
Bu da, ayrı bir medya oynatıcı gerektiriyordu, çünkü DSD, normal CD/DVD çalarda dinlenemiyordu.
Ayrıca, Audio'nun en mükemmel şekli olan DSD, kopyalanamıyordu.
Ne zaman BluRay diskler icat oldu, DVD Audio vs SACD savaşı da sona erdi.
İşte o zaman, gerekli kodlar yazıldı ve Hibrit SACD medyası ortaya çıktı.
2012 yılında dünya çapında yaklaşık on bin kadar albüm SACD formatında yayınlanmıştı.
DSD (Dynamic Systems Design) tekniği ile olan medyanın henüz kopyalanamadığını sanıyorum.
Bu sunum, (yukarıda teknik özelliklerini yazdığım gibi) bir 'vinyl' kalitesine çok yakındır.
dipçe3: Black Sabbath diskografisinin tamamını FLAC olarak edindim. Ancak paylaşmayı / sunmayı düşünmüyorum. Çünkü:
Bana göre çok uç noktada müzik yapmışlar. Seven diyardaşların çok fazla olacağını sanmıyorum.
Yukarıda bir Sabbathseverin yazdığı gibi, akımlardan etkilenmişler.
Tamam, "değişmeyen tek şey değişimdir" ama, diğer bir çok albümleri bu albümün tarzında değil.
Black Sabbath diskografisi 20+ albümden oluşuyor, yaklaşık 18 GB.
En iyisi, kararı sizlere bırakayım.
Diskografiye karar verilirse, sunarım; işten kaçmam.
Elbette, bu başlık altında devam eder.
Saygılarımla.
*
Uyarı: Yine oldukça uzun bir araştırmanın sonucu olarak, yazı da uzun oldu.
Müziğinizi açın, çayınızı - kahvenizi hazırlayın.
Müzikteki "tarz" tanımı / ayrımını müzisyenlere bırakarak, (müzisyen değilim)
hangi müziğe "Metal" diyeceğimizi anlamak için, bu müziğin en önemli unsurlarından olan bir şeye bakmak lazım: İmaj.
Sıradan bir vatandaşa "heavy metal nedir?" diye sorsanız, herhalde bir çok yanıt müzik ile ilgili olmaz ve
"siyah giyinen, şeytana tapan, vahşi gençler -veya benzeri..." şeklinde olur.
Peki bu imaj nereden geliyor? Blues.
Blues'un sözleri sert olmasına sertti ama genel olarak Blues sanatçılarının sert bir imajı yoktu.
İstisnalar kaideyi bozmazmış,
bunun en büyük istisnası tabii ki Robert Johnson. (ilginç bir kişi, ayrı bir paragraf açmadan yapamazdım)
Blues'un ilk isimlerinden olan Johnson ile ilgili çok bilinen bir söylenti vardır:
Bir gün bir dörtyol ağzında şeytan ile karşılaşan Johnson, çok iyi gitar çalabilmek için ruhunu şeytana teklif eder.
Şeytan bu, hangi teklifi geri çevirmiş ki? Neyse, işin bu yönünü okültizm ile ilgilenen bir diyardaşa bırakayım.
Cehennemin büyük efendisi, Johnson'ın ruhuna karşılık, gitarının akordunu değiştirip ona geri verir.
Johnson bir yıl ortadan kaybolur ve hiç görünmez.
Sonra, günlerden bir gün çıkıp gelir.
Gitarına yedinci teli taktırmış ve gitar çalışı, şarkı söyleyişi ve besteleri ile bambaşka biri olmuştur.
Ünü başka yerlere, başka cemaatlerin sınırlarına varır.
Kilise tarafından şeytanın müziği denilen Blues'u en iyi yapan Robert Johnson,
"şeytanın ta kendisi" olarak anılır kilise ve sofu Hristiyan cemaati tarafından.
Söylenti, dedikodu işte; bu hikaye dışında Johnson'ın çok karanlık bir yönü yoktu ki,
zaten çok genç yaşta öldü. (1911 - 1938) (bir de, gece yarıları mezarlıkta beste yaparmış)
1990'da yapılan bir araştırmada Robert Johnson'ın gitarının gerçekten de farklı bir şekilde akortlu olduğu tespit edilir.
O, bunu nasıl yaptığını asla kimseye öğretmemiştir. Onu kendi başına gitar akordunu yaparken gören olmadığı gibi,
gitar çalışını dikkatle izleyen biri olursa sırtını döndüğü ve tekniğinin kimse tarafından bilinmesini istemediği
halen daha özlem duyularak anlatılır.
Sadece bir kez görülebilecek bir müzik dehası olarak tanımlanan Robert Johnson için,
"Tıpkı dipsiz bir ruhsal çözülüş uçurumunun kenarındaymışçasına slide gitar çalışı;
kontrollü ifadelerden abartılmış efektlere kayarken, sesi aşırı çılgınlıktan küçük bir çocuğun incinebilirliğine geçiveriyordu."
"Robert'ın akorlarının içinde olmadığı tek bir blues melodisi duyamazsınız; 2-3 adamın birlikte çaldığını sanırsınız ama
o tek başına çalmaktadır" denilmiştir.//Giles Oakley, Blues Tarihi – Şeytan'ın Müziği (Ayrıntı Yayınları)
Dahası, Eric Clapton'un müziğe başlamasına ilham olduğu, bizzat kendisi tarafından söylenmiştir.
Şarkılarını cover yapan ünlülerden bazıları şunlar (alfabetik sırayla): B. B. King, Blues Brothers, Bob Dylan, Bonnie Raitt,
Canned Heat, Cassandra Wilson, Cream, Deep Purple, Elmore James, Eric Clapton, Fleetwood Mac, Grateful Dead,
Jeff Healey Band, John Hammond, Led Zeppelin, Red Hot Chili Peppers, Robert Lockwood, Rolling Stones, Taj Mahal, ZZ Top.
Biri gitarlı olmak üzere, sadece iki-üç fotoğrafı olan Johnson 27 yaşında ölünceye dek,
29 şarkısı kayda alınmış ancak son zamanlarda 42 yeni parçası bulunmuş. (Robert Johnson paragrafının sonu)
Bazı sanatçılar ise, Blues'un sert yüzünü sahneye taşıdılar.
Howlin' Wolf, adından da anlaşılacağı gibi,
şarkı söylerken neredeyse "scream vocal" diyebileceğimiz bir vokal tekniği ile kendine has bir yer edinmişti.
Wolf, kazandığı paradan annesine vermek istediğinde dini bütün annesinin
'bu şeytanın parası' diyerek parayı reddetmesi bu konudaki anekdotlardan biri.
Screaming Jay Hawkins, ortalama bir "rhythm and blues" sanatçısıydı.
Bol alkollü bir stüdyo gününde -sırf alkolün verdiği cüretle- geyik olsun diye,
"Put a spell on you" şarkısını içine cin kaçmışcasına söyledi.
Yapımcısı bunun çılgın bir fikir olduğunu düşünüp, kaydı yayınladı ve Hawkins bir anda meşhur oldu.
Şarkıdaki büyü temasına uygun olan,
Afrika büyücülerini andıran kıyafetleri sahnede giyerek korku temasını ilk kez sahneye taşıdı.
1968'de "Fire" şarkısını yayınlayan The Crazy World of Arthur Brown grubunun vokalisti Arthur Brown'ın
konserlerde kafasına alevli bir şapka yerleştirmesi dönemin en dikkat çeken hareketlerindendi.
Böylece "Shock Rock" denilen şey ortaya çıktı.
Genç grup Alice Cooper, 1969'da "saykodelik" tarzda olan ilk albümünü çıkardığında
sahneye canlı tavuk ile çıkma gibi garip bir şey denemişti.
Bu da Heavy Metal'in en bilinen efsanelerinden birini ortaya çıkardı:
Grubun aynı isimli vokalisti (asıl adı Vincent Damon Furnier), tavuğun uçamayan bir kuş olduğunu unutarak onu uçması için havaya fırlattı.
Ama tavuk, seyircilerin arasına düştü ve müziğin etkisi ile dans eden seyirciler arasında kalan tavuk öldü.
Bu olay bazı saygın(!) gazetelerde "sapkın metalciler tavuğun kafasını ısırarak koparttı ve sahnede kanını içti" diye bildirildi.
(Şaşırdım mı? Hayır. Çok daha fazlası günümüzde kendilerine 'gazete' diyenler tarafından yapılıyor)
O günden beri "metalciler sahnede botları ile civciv eziyor" muhabbeti devam etmekte.
Korku filmlerinden, vodvilden, Heavy Metal’den ve Garage Rock tarzından eş düzeyde esinlenen grup, ağır makyajlı Furnier‘in önderliğinde
elektrikli sandalyelerin, giyotinlerin, yapay kanların ve kocaman boa yılanlarının bulunduğu sahne şovları tasarladı.
Furnier sahnede canlandırdığı çift cinsiyetli karakteri sebebiyle bu ismi seçmişti.
Alice Cooper ile turlayan gruplardan biri Amerikan Coven'di.
Bir kadın vokaliste sahip olduğu için diğer Hard Rock gruplarından ayrılan Coven,
rock müziğe satanik bir imaj getirmesiyle de diğer gruplardan ayrıldı.
1969 tarihli ilk albümleri Witchcraft Destroys Minds & Reaps Souls'un (kısaca Witchcraft) ön kapağında kuru kafa kullandılar.
Arka kapağında Ronnie James Dio ile özdeşleşecek 'Devil's Horn' işaretini yaptılar,
albümün kapanışında 'Satanic Mass' adlı 13 dakikalık ayin kaydettiler.
Pekala, -esas konumuza giriyorum- albümün ilk şarkısının adı neydi? Black Sabbath.
Şimdi, akıllar karışmasın diye şu notu buraya bırakayım:
A- 'Black Sabbath', Coven grubunun ilk albümü Witchcraft'ın ilk şarkısıdır. (konumuz dışında)
B- 'Black Sabbath', ilk Heavy Metal grubunun ismidir.
C- 'Black Sabbath', Black Sabbath isimli Heavy Metal grubunun ilk LP'sidir.
D- 'Black Sabbath', Black Sabbath isimli Heavy Metal grubunun ilk LP'sinin ilk parçasıdır.
Black Sabbath
Black Sabbath'ın hikayesi Birmingham'da başladı.
Tony Iommi aileden müziğe yatkınlığı olan bir çocuk olarak Rock'n'roll ile karşılaşınca hayatında ne yapacağı belli olanlardan biriydi.
Kendi gruplarını kurmuş, bunlardan biri ile Almanya'ya konsere gitme planı bile yapmıştı.
Yani The Beatles'ın yolundan ilerleyecekti. Ama işin rengi 1965'te değişti.
Iommi, bir yandan da Birmingham'da bir fabrikada çalışıyordu. Burada Birmingham için de küçük bir paragraf açmam lazım.
Şehir, II. Dünya Savaşında Alman bombalarına maruz kalmış şehirlerden biriydi.
Hatta Londra ve Liverpool'dan sonra en çok bomba alan yerdi.
Bu nedenle "Sabbath" üyelerinin çocuklukları yıkık dökük binaların arasında, sığınaklara inme tatbikatları arasında geçti.
Savaş öncesi krallığın en büyük şehirlerinden biri olan Birmingham,
savaş bitince ayağa kalkması için en çok çaba gösterilen yerlerden biri oldu.
Bir çok fabrika kuruldu ve bölgenin gençleri bu fabrikalarda çalıştı. Iommi, bunlardan biriydi.
İşte, Birmingham'da o dönemlerde metal fabrikaları işçilerinin iş çıkışında gidip bir rock barda müzik yapmasıyla
başlayan akım ile birlikte "Heavy Metal" meydana çıkıyor.
"Black Sabbath" aslında kötü bir ortamda yetişen, gayet fakir bir topluluğun içinden çıkıyordu yani.
Metal presleme fabrikasında çalışan Iommi, 1965'te hastalanan arkadaşının yerine baktığı bir gece,
daha önce kullanmadığı bir makinayı kullanırken elini kaptırdı ve sol elindeki parmakların ikisinin ucu koptu.
Hemen hastaneye giden Iommi'ye gerekli müdahale yapıldı ama doktorlar kendisine gitar çalmayı unutmasını öğütledi.
Iommi ise teslim olmadı. Zaman içinde kendine has bir çalma stili geliştirdi. Akor basamadığı için power chord'lara ağırlık verdi.
Artık olmayan parmak uçlarının yerine kendi yaptığı plastikten yüzükleri geçirdi. Bu da gitarına farklı bir tını kazandırdı.
Bir de bendlerini daha kolay yapabilmek için gitarının tellerinin gerginliğini düşürmek istedi ve gitarını yarım ton pes'ten akortladı.
Tüm bunlar grubun otomatikman diğer gruplardan daha sert duyulmasına sebebiyet verdi. (2008'de ise dünyanın en iyi gitaristi seçildi)
Iommi, Almanya'ya gidemeyip Birmingham'da kaldı. Burada kurduğu gruplardan birinde davulcu Bill Ward ile tanıştı.
Bill Ward, herkes gibi Rock'n'roll'dan etkilense de diğerlerinden farklı olarak caz müzikten de etkilenmişti.
İkili "Mythology" adıyla bir grupta çaldı. Kısa bir süre sonra grup dağıldı.
Bir gün grup arayan bir vokalistin ilanına denk geldiler. Ozzy Osbourne, Iommi'nin bir alt döneminden, haşarı bir gençti.
Çok başarılı bir hayatı olmayan Ozzy, okulda arkadaşları tarafından zorbalık görüyordu.
Bu zorbalıkların bazıları zorla pantolonun indirilmesi ve vücudunun ellenmesi gibi cinsel tacize varan eylemlerdi.
İommi bile, zayıf gördüğü Osbourne'a yukarıda yazdığım kadar olmasa da kötü davrandığını kabul etmişti.
Osbourne, okuldan sonra o işten bu işe sürüklendi ve bir baltaya sap olamadı.
Ozzy Osbourne, "I'm Ozzy" adlı otobiyografik kitabında Sabbath'ın kuruluşu ile ilgili pek çok şey yazar.
Babasının "Ozzy, içimde bir his var; ya olağanüstü bir şey yapacaksın ya da hapse gireceksin." dediğini ve
Ozzy'nin 18'inden önce hapse girdiğini öğreniyoruz bu kitapta.
Bir mağazadan bir şeyler çalarken, üstelik ağırlığının çok daha üstünde bir şey çalarken yakalanmış.
Ozzy Osbourne, bazı nedenlerden dolayı bir şeye aşırı odaklanamayan birisi.
Bu yüzden de herhangi bir enstrümanı öğrenemediğini söyler, çünkü yeterince onun başında duramayacağını belirtir.
Grubun gitaristi Tony Iommi için ise
"Çok kısa bir sürede neredeyse tüm enstrümanlarda ustalaşacak kadar yetenekli bir gitarist." der.
Bu kadar sıkıntılı bir hayat yaşayan Osbourne'un hayatının The Beatles'ın çocuksu şarkısı "She Loves You" ile değişmesi ironikti.
O an Osbourne, şarkı söylemek istediğine karar verdi. Katıldığı gruplarda başarısız olunca kendi ilanını vermişti.
Ozzy, Tony ve Bill, bir araya gelmişti.
Peki Geezer Butler? O da Osbourne'ın eski grup arkadaşı ve Iommi'nin bir tanıdığı olarak gruba dahil edildi.
Daha sonra, gruba ikinci bir gitarist ve de -bugün bakınca çok komik gözükse de- bir saksafoncu dahil oldu.
Grup "The Polka Tulk Blues Band" adı altında Blues şarkıları söylemeye başladı.
Önce "Polka Tulk", sonra "Earth" adlarını alan grup, önce dört kişiye düştü.
Sonra da "Earth" isminin kapıldığını öğrenince yeni bir isim bulmaya karar verdiler.
Soldan: Geezer Butler, Bill Ward, Ozzy Osbourne (altta), Tony Iommi
Şimdi Geezer Butler'a dönmek lazım.
Butler'ın da müzikal olarak ilham aldığı isimler arkadaşlarından farklı değildi ama o bir gitaristti.
Ancak İommi'nin olduğu yerde Butler'ın elektro gitar çalmasının manası yoktu.
Zaten Butler, Cream'den Jack Bruce'u izlediği anda bas gitar çalmak istediğini anlamıştı.
Ancak eski alışkanlıkları kolay bırakamayan Butler,
İommi'nin rifflerini aynen takip ederek gitar ve bas gitarın beraber çaldığı çok sert rifflerin ortaya çıkmasına sebep oldu.
Ama önemli bir başka katkısı da grubun imajının ortaya çıkmasındaki katkısıydı.
Butler, ciddi bir katolik ortamda yetişmişti.
Etrafında siyah kıyafetler giyen, büyük haçlar takan, sert bakışları ile birçok rahip vardı.
Bu imaj kafasının bir köşesine yazılmıştı.
Bir yandan dine daldıkça şeytan kavramını da anlamaya çalışıyordu.
"Karanlık sanatlar" hakkında okuyordu. O kadar ki artık halüsinasyonlar görmeye başladı.
Grup, yeni bir isim ararken de Butler, 6 sene önce izlediği korku filmi Black Sabbath'ı hatırladı.
Sabbath, Musevilikteki ibadet günü olan sebt günü demekti.
Yani bu isimde hem dine, hem karanlığa, hem de korkuya bir gönderme vardı.
Butler şöyle düşündü: "İnsanlar eğer korku filmine para veriyorsa, korku müziğine de para verir".
Bu nedenle müziklerini de daha karanlık, daha mistik, daha korkunç yapmaya karar verdiler.
Böylece Black Sabbath, rengarenk saykodelik gençliğin, çiçek çocukların antitezi olarak ortaya çıkacaktı.
Ortam da buna musaitti. 67'nin özgür aşk teması kısa süre içinde cinayetler, ırkçılık ve en önemlisi savaş konuları ile bastırılacaktı.
Sabbath'ta Butler'ın yazdığı sözlerin ciddi bir kısmı savaşı ve insanlığın gittiği yeri eleştirmekteydi.
Daha pozitif tınlayan "Earth" demoları kalkmış, grup sıfırdan şarkılar yazmaya başlamıştı.
16 ekim 1969...
Başlangıçta Blues-Rock çalmak için bir araya gelen grup,
vokalde Ozzy Osbourne, gitarda Tony Iommi, bassta Geezer Butler ve davulda Bill Ward'dan oluşuyor.
Grup bir günlüğüne stüdyoya giriyor ve geçen 12 saatin ardından stüdyodan
alttaki ilk albümleri Black Sabbath'ın kayıtlarıyla ayrılıyor.
Sunum: 800 MB. 2 620 - 2 780 kb/s, 88.2 kHz, 24 bits SACD PCM Stereo
Black Sabbath:
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Buraya kadar yazılanları düşününce, Black Sabbath'ın kendi adını taşıyan ilk albümü "heavy metal" mi? Büyük ölçüde öyle.
Blues etkisi var mı? Var. İçinde direkt blues cover'ı olmasa da o dönem blues rock yapan gruplardan şarkılar alınıp, çalınmış.
Bunun yanında kendi şarkılarında da blues ritmleri var.
Peki bunlar nasıl çalınmış? Oldukça sert. İommi'den hem ağır rifler hem de hızlı gitar soloları dinliyoruz.
Sözler nasıl? Karanlık.
İmaj nasıl? Albüm kapağında renkleriyle oynanmış bir fotoğraf var.
Kuru otlar arasında siyahlar içinde bir kadın bize bakıyor. Gerginlik yaratıyor.
Albüm kapağının içi simsiyah. Ters dönmüş bir haçın içinde uzunca bir şiir var: "Still falls the rain".
Albümün kapağına uyan bir şiir bu.
Belki de bu uyum nedeniyle şiirin yazarının albüm kapağının fotoğraflarını çeken Keef olduğu söylenir.
Albüm kapağındaki hanımefendinin de kim olduğu bilinmiyordu.
Böyle şeyler grubun gizemine katkıda bulunduğu için önemli.
İşte heavy metal böyle başladı. Sabbath, 1970'ler boyunca heavy metal'in bayrağını neredeyse tek başına dalgalandırdı.
İkinci albüm "Paranoid", bu albümün de bir adım ilerisine geçerek bu müzik türünü artık tam olarak oturttu.
Ama İngiltere'de Progresif Rock'ın, Amerika'da Arena Rock'ın borusunun öttüğü,
1977'de ise bunların şatafatına tepki olarak doğan Punk'ın imzasını attığı bu dönemde metal, Sabbath'ın ötesine pek geçemedi.
1980'lere doğru ise Judas Priest, Motörhead ve İron Maiden gibi isimler ortaya çıkmaya başladı ve
İngiltere'den NWOBHM, Amerika'da ise Thrash Metal ile ivme kazanan metal camiası, Glam Metal ile 80'lerde ana akımı da tattı.
//NWOBHM, 'New Wave Of British Heavy Metal' sözcüklerinin baş harflerinden oluşan bir akronim olsa da,
bu kısaltma komplo teorisyenleri tarafından
('Neosatanic Wave Of Big Hell Ministry' tanımının baş harfleri) şeklinde komploya uğramıştır.//agartan/
Sabbath ise 1970'lerin sonunda Osbourne ile yollarını ayırdıktan sonra yaşadıkları birçok kadro değişikliklerine rağmen
şu ya da bu şekilde ayakta kalmayı başardı. (Ronnie James Dio ile devam ettiler.)
İommi'nin yönettiği bir müzik okulu olarak metal camiasına büyük katkıda bulundu.
Heavy Metal'in büyülü macerasının en başına, Black Sabbath'a gitmek isteyenler için bu ilk albüm çok değerlidir.
Bunlar da Sabbathseverlerin esprili yorumları (tek bir harfini bile editlemedim, aynısının tıpkısı):
Youtube'da Janis Joplin dinlerken tesadüfen denk gelip
daha ilk saniyelerde böylesine güzel bir müzik dinlemenin dehşetine kapıldım.
Korktum; tadı damağımda kalacak, diğer şarkıları bu kadar güzel olmayacak diye.
Bir iki üç derken... hayretle bütün şarkılarının enfes olduğunu gördüm.
Bu harika bir şey.
Rock grubudur, Metal grubudur diye tartışmak, bizim onları nasıl seslendirdiğimizle alakalıdır.
Asıl mesele onların müziği nasıl seslendirdiğidir.
Rock, Metal, Pop hatta Rap müzisyenlerine önemli etkileri olmuş bir gruptur Black Sabbath.
Hızlı veya yavaş ritim fark etmeksizin, gitar ve vokaldeki tonları büyülüdür.
Ne zaman bir parçalarını açsam, etkileri altına girerim ve diğer parçalarını da dinlemeye başlarım.
En sıradan günümde bile, büyük işler başarmışım da, kutluyormuşum gibi hissettirirler.
Her gün, ruh halim fark etmeden, herhangi bir albümünden herhangi bir şeyi hiç mırın kırın etmeden dinleyebildiğim tek grup.
Yıllardır bitmeyen obsesyonum, benim için en klasik olan.
Grupların, sanatçıların hayatı ve yaratım süreci ile ilgilenen, her şeylerini bilmeliyim diyen biri değilimdir ama
Black Sabbath'ın bana 'yok, bu olmamış' dedirten bir şarkısı yok.
'Hacı, Heavy Metal denen türün %90'nını biz yaptık, işte bu...' diye masaya vuran gruptur.
Ama bunu boş albümlerle yapmazlar, her bir şarkısını ayrı bir güzellikte ve farklı ritm yapısında yapar Sabbath.
Cem Karaca'nın da ne kadar çok sevdiğini, "Apaşlar" zamanında karaladığı şu dörtlükten anlıyoruz:
Dost dost bellediğimiz abad olsun,
bize hasım olanlar mabad olsun.
Eğer ki metal yapacaksak aydost,
Black Sabbath gibi ağır metal olsun.
Ne zaman dinlesem, durup düşünürüm, nasıl bu kadar iyi müzik yapmış olduklarını.
Hatta neredeyse her seferinde.
Yani... nasıl anlatsam bilemedim şimdi
ama beni anlayanlar olmuştur ve de olacaktır.
Müzik tarihinin en önemli albümlerinden olan ve grupla aynı adı taşıyan ilk albümün meşhur kapağındaki yer,
Thames nehri üzerindeki Mapledurham adlı bir çiftlikteki su değirmenidir.
Tony İommi ile aynı dönemde yaşadığım için kendimi gerçekten çok çok şanslı hissediyorum...
İommi'nin vefat ettiği gün heavy metal de kendisiyle birlikte gömülecek.
Belediye başkanı olduğumda şehir hoparlörlerinden bu albümü dinleticem tüm şehire.
Şehir dünyanın en güzel şehri olacak.
Bir ara, ekibin bir bas gitaristi yokmuş ve "The Shining" klibi için sokaktan rastgele birini seçip
bas gitarist gibi oynamasını istemişler.
Bu şanslı adam bir günlüğüne de olsa Black Sabbath'ın gitaristi olmuş.
15 yıldır gitar çalıyorum, "pena" rolü bile oynardım be...
'Aman yine yeşillendi finduk dalları' diye albüm yapsa yine dinlenecek grup. Sabbath ulan bu.
Black Sabbath'ın önemi yalnızca 'ilk' olmasından gelmez.
Zaten yalnızca öncü özelliğinden dolayı önem arz edecekse hiç etmesin daha iyi.
Sabbath, rock müziğin tıkanıklığa sürüklendiği bir dönemde çığır açan gruplardan birisidir. Geçiş dönemini üstlenir.
Yani, bu açıdan bir Beatles'tır, bir Led Zeppelin'dir, bir Nirvana'dır, efendime söyleyeyim bir The Smiths'tir.
Ayrıca, orta sınıfın sesi olma özelliğini taşıyan ve o dönemin siyasi koşulları göz önüne alındığında,
hippilerin egemenliğinde olan rock'a hem 'felsefe' hem de 'müzikal' açıdan anlam kazandırmıştır.
Bana göre 'Sabbath' proleteryanın müziği olarak doğmuştur ve çoğu zaman bu konumda kalmıştır.
Öyle olmasaydı, kiliseden tutun da pek çok muhafazakar kuruluşa kadar bu denli statükocu bir yelpazeyi karşısına almazdı.
dipçe1:
Bir Cem Karaca hayranı olarak, ilk okuduğumda çok şaşırdığım
yukarıdaki "Cem Karaca" dörtlüğü espriymiş.
Şarkılarının tamamını ezbere biliyorum, yok böyle bir şey.
Elimdeki kitapları, interneti falan günlerce taradım.
Trollendim yani. :9
Cem Karaca Sabbath'ı sevmiş, dahası etkilenmiş olabilir elbette; ama böyle bir dörtlük yok.
dipçe2:
SACD (Super Audio Compact Disc): Milenyumun başlarında Sony & Philips`in geliştirdiği, 24 bit'e kadar örnekleme uzunlukları ve
normal cd'lerdeki 44 100 hz'in iki katına kadar örnekleme frekanslarını destekleyen, dijital ses kayıt standardıdır.
Normal CD'ler 700 MB veri alırken, SACD'ler yaklaşık 4 GB veri alıyordu. (beş katı)
Sony & Philips, satılan her CD'den telif ücreti aldıkları için bir süre DVD Audio ile piyasa savaşı yapmıştır.
Bu medyada iki katman bulunuyordu. İlk katman PCM (Pulse Code Modulation) içeren CD teknolojisi ile sunulurken,
ikinci katmanda DSD (Dynamic Systems Design) tekniği bulunurdu.
Bu da, ayrı bir medya oynatıcı gerektiriyordu, çünkü DSD, normal CD/DVD çalarda dinlenemiyordu.
Ayrıca, Audio'nun en mükemmel şekli olan DSD, kopyalanamıyordu.
Ne zaman BluRay diskler icat oldu, DVD Audio vs SACD savaşı da sona erdi.
İşte o zaman, gerekli kodlar yazıldı ve Hibrit SACD medyası ortaya çıktı.
2012 yılında dünya çapında yaklaşık on bin kadar albüm SACD formatında yayınlanmıştı.
DSD (Dynamic Systems Design) tekniği ile olan medyanın henüz kopyalanamadığını sanıyorum.
Bu sunum, (yukarıda teknik özelliklerini yazdığım gibi) bir 'vinyl' kalitesine çok yakındır.
dipçe3: Black Sabbath diskografisinin tamamını FLAC olarak edindim. Ancak paylaşmayı / sunmayı düşünmüyorum. Çünkü:
Bana göre çok uç noktada müzik yapmışlar. Seven diyardaşların çok fazla olacağını sanmıyorum.
Yukarıda bir Sabbathseverin yazdığı gibi, akımlardan etkilenmişler.
Tamam, "değişmeyen tek şey değişimdir" ama, diğer bir çok albümleri bu albümün tarzında değil.
Black Sabbath diskografisi 20+ albümden oluşuyor, yaklaşık 18 GB.
En iyisi, kararı sizlere bırakayım.
Diskografiye karar verilirse, sunarım; işten kaçmam.
Elbette, bu başlık altında devam eder.
Saygılarımla.
*