Gran Torino - 2008 (imdb 250)

tancel

Aktif Üye
21 May 2020
150
1,150
p4vn4e3.jpg




YÖNETMEN
Clint Eastwood
skyr677.jpg


OYUNCULAR
r8ew4ve.jpg


BRrip
917 Mb
1h 57min
1920x800
Tam uyumlu türkçe altyazılı
mkv
imdb 8.1
Dram
1 Golden Globe adaylığı. 20 farklı ödül ve 12 adaylık.

KONUSU
Clint Eastwood’un yönettiği ve başrolünü üstlendiği “Gran Torino” adlı dram, oyuncunun Oscar® ödüllü filmi “Million Dollar Baby”den beri perdede göründüğü ilk film. Eastwood değişen bir dünyada yaşayan ve göçmen komşuları tarafından uzun süredir güttüğü önyargılarıyla yüzleşmeye zorlanan, demir gibi bir iradeye sahip katı bir Kore Savaşı gazisi olan Walt Kowalski’yi canlandırıyor.
Emekli otomobil işçisi Walt Kowalski günlerini evde yaptığı tamirat, bira ve berberine yaptığı aylık ziyaretlerle geçirmektedir. Ölen karısının son arzusu kilisede günahlarını itiraf etmesi yönünde olsa da M-1 piyade tüfeğini temiz ve hazır bulunduran, hayata küsmüş bir Kore Savaşı gazisi olan Walt için itiraf edecek hiçbir şey yoktur ve köpeği Daisy’den başka kimseye içini dökecek kadar güvenmemektedir.
Bir zamanlar komşusu olarak adlandırdığı kişilerin hepsi taşınmış ya da vefat etmişler, yerlerini nefret ettiği, Güneydoğu Asya kökenli Hmong göçmenlerine bırakmışlardır. Gördüğü hemen her şeye kızmaktadır: sarkık yağmur olukları; fazla büyümüş çimler; etrafını saran yabancı yüzler; mahallenin kendilerine ait olduğunu sanan amaçsız Hmong, Latin ve Afrika-Amerika gençlerinden oluşan çeteler; büyüyüp birer yabancı olan çocukları… Walt artık vadesinin dolmasını beklemektedir.
Ta ki biri onun ’72 model Gran Torino’sunu çalmaya çalışana kadar.
Yıllar önce Walt’un montaj hattından çıkmasına yardım ettiği günkü kadar gıcır gıcır olan Gran Torino, Hmong çetecilerinin onu çalması için zorladıkları genç komşusu utangaç Thao’yu (Bee Vang) Walt’un hayatına sokar.

FİLM İNCELEMESİ
Ölüm nedir? Son mudur? Yoksa başlangıç mı? Ve yaşam nedir? Yaşam dediğimiz şey nedir? Gran Torino’yu izlediğinizde bu soruların yanıtını bulabilecek misiniz bilemem ama, yılların eskitemediği, 80 yaşını devirmiş bir adamın hala dimdik ayakta durarak nasıl da rol kestiğini ve nasıl da karşısına çıkacak olana gözdağı verdiğini göreceksiniz…
İnsanlar yaşlandıkça huysuzlaşır derler. Kimileri içinde, zaten hayatları boyunca huysuzdular, yaşlanmaları sadece huysuzluklarına biraz daha huysuzluk katmış, daha da çekilmez olmuşlar denir. İşte Clint Eastwood, Gran Torino’da böyle bir huysuz ihtiyar olarak karşımıza çıkıyor. Filmin başlarında biz de çoğu insanın bu düşüncesine katılarak, ne kadar da huysuz bir adam şu Walt karakteri diyoruz içimizden. Ama film ilerledikçe bu Kore gazisinin hiç de o kadar huysuz bir ihtiyar olmadığını anlıyoruz…
Sürekli kızgın bakan ve kendi kendine söylenen bir adam… Eşinin cenazesinde, kendi torunlarına bile nefretle bakıyor. Çünkü o, oğullarının tanımıyla “Hala 50’lerde yaşayan” bir adam. Modern çağa ayak uyduramamış, hala eskilerde yaşamaya çalışan huysuz bir ihtiyar. Oğulları ile arasında baba-oğul ilişkisi kuramamış, aksine artık kapanmayacak bir boşluk yaratmış, Ford fabrikasından emekli olmuş bir Kore gazisi… Kilise ile işi olmayan, en son ne zaman günah çıkardığını unutmuş, yeri geldiğinde pederle karşı karşıya kaldığında bile lafını esirgemeyen, “gördüğünü” söyleyen bir adam. Öyle ki, pedere “Bence sen, batıl inançları olan yaşlı kadınların ellerini tutmak isteyip onlara sonsuzluğu vaat eden, fazla eğitim görmüş 27 yaşındaki bir bakiresin.” bile diyebiliyor. Bu kadar sert görünen bu adam aslında içten içe öldürmenin tanımını yapmaya, savaş zamanında hissettiklerini içinden atmaya çalışan birisi. Pederin tüm bu sözlere rağmen pes etmemesinin tek nedeni bu ihtiyarın günah çıkarabilmesi.. Ölen karısına verdiği sözü yerine getirmek istiyor peder. Anlatırsa güçleneceğini, Aldığı emirleri yerine getirmenin acısını atacağını,rahatlayacağını söylüyor adama. Bu söze karşılık yılların onda bıraktığı acıyı tek bir cümleyle özetliyor Walt Kowalski… “Bir adamı en çok kovalayan şeyler emredilmeden yaptıklarıdır.“
O nefret dolu bakışlarının, kiliseden uzak durmasının yanında, 50 yıldır yaşadığı mahallesini, artık bir sürü milletten azınlığın doldurmasına rağmen terketmeyen, verandasında bayrağını dalgalandırmaya devam eden, yıllardır biriktirdiği alet takımına ve herkesin hayran olduğu “Gran Torino”suna geçmişiymiş gibi bakan bir adam Walt Kowalski…
Olaylar, yan komşusunun oğlu olan Thao (Bee Vang) isimli gencin, kendi ırkına ait bir çeteye katılabilmek için Kowalski’nin 72 model Gran Torino’sunu çalmaya yeltenmesiyle başlıyor. Farklı ırklara nefret duyan Walt için Gran Torino’su bir nevi saf, özlediği eski Amerika gibi… O arabaya binmese de, garajında durduğu sürece mutlu ve huzurlu oluyor. Çevresinde olan değişimleri biran olsun arabasına baktığında unutuyor belki de.
Thao’nun Gran Torino’yu çalmadaki başarısızlığına öfkelenen çete üyeleri, evine gelerek ona sıkı bir ders vermek istiyor. Ancak kendi arazisine de ayak atan çete üyelerini gören Walt, çiftesini kaptığı gibi çete üyelerinin başına dikiliyor ve istediklerini alamadan gerisini geriye gitmelerini sağlıyor. İşte bu olay sayesinde Walt artık Hmong aileleri için bir “kahraman” oluyor. Ona şükranlarını sunmak için, Walt’un verandasına çeşitli hediyeler bırakıyorlar ve teşekkürlerini sunuyorlar.
Walt için bir zamanlar tahammül edemediği bu çekik gözlü insanlar, artık kendisine ailesinden bile daha yakın gelmeye başlıyor. Kendi oğullarının yanında olamayan, onları bir nevi “tanıyamamış” olan bu adam için Thao’yu belki de bu eksikliğinin giderilmesi için karşısına çıkmış birisi olarak görüyor. O yüzden kendi tabiriyle onu “adam etmeye” çalışmaya başlıyor. Onu, hayat hakkındaki tecrübeleriyle eğitmeye devam ederken, kendi ayaklarının üzerinde durabilmesi, cesaretinin artması için bir işe bile sokuyor. Gün geçtikçe ona daha da bağlanmaya başlıyor, öyle ki gözü gibi baktığı Gran Torino’sunu ona emanet edebiliyor…
Elbette ki her şey bu kadar sakin gitmiyor.Thao’yu aralarına almak isteyen, çete, Thao’nun ailesine rahat vermiyor. Bir gün çete üyeleri Thao’yu sokakta sıkıştırıp hırpaladıklarında ise Walt işin kendisine düştüğünü hissedip, bu serserilere gözdağı vermek istiyor. Evlerine gidip onları Thao ve ailesinden uzak durmaları için uyarıyor. Ancak bu uyarı beraberinde daha kötü olayların olmasına neden oluyor.Daha da sinirlenen çete üyeleri, Thao’nun evini silahlarıyla tarıyor ve ablası Sue’ya da (Ahney Her) zarar veriyor. Herkese karşı duvarlar örmüş Walt için bu aileyi artık kendi aiesi gibi gördüğü için olaylara bir dur demek boynunun borcuymuş gibi hissediyor ve kendi planını hazırlamaya başlıyor….
Gran Torino, artık günümüzde aile bağlarının kopmuş olduğu, herkesin birbirine yabancılaşmış, uzaklaşmış olduğu bir toplumda, komşuluk değerlerine vurgu yaparak, ırkçı görünen, oğlunun Japon marka bir araba kullanmasına bile tahammül edemeyen bir adamın, kendi kanından bile olmayan, üstelik de görmeye bile katlanamadığı “çekik gözlülerden” olan bir çocuk ve ailesi için hayatı pahasına verdiği çabayı bize gösteriyor. Ölüm ile yaşam arasındaki farktan, ırklar ve kimlikler arasındaki çatışmalara, onların getirdiği sınırlara ve dokunulmazlıklara ait bir film… Birçok Clint Eastwood hayranını tatmin edebilecek düzeydeki senaryosuyla, detaylandırılmış karakterleriyle ve unutulmaz finaliyle, şimdiye kadar Eastwood hayranı olmayan kaldıysa şayet, bu sayının biraz daha azalmasına neden olacak kadar başarılı bir yapım…
Alıntı: Begüm ÖZDEMİR

 
Üst