Enki Bilal: Geçmişi Unutmadan, Geleceğin ve Bugünün Hikâyeleri

bakunin

Admin
12 Mar 2009
6,315
50,221
NeverLand


Ve elbette ki hayıflanarak, "nasıl çizilir böyle" diye...
KEMAL GÖKHAN GÜRSES,
Cumhuriyet, 15 Kasım 1992​

Bilal ile ilgili inceleme yazılarının bir kısmı çocuk yaşında Yugoslavya'dan kaçışıyla bir bağlantı kurarak başlamakta. Kendisi de, bütün çocukluğunu etkileyen bu dramatik eşik noktasından sıklıkla bahsediyor. Fransa'da doğmuş bir çizerle arasındaki farkı tanımlarken Fransa'ya nasıl 10 yaşında "bir bavul dolusu egzotik hatıra ve deneyimle" geldiğini anlatıyor. İlk 10 yılını geçirdiği Yugoslavya, onun için "Komünist dünyanın ortasında biraz farklı işleyen bir şey"di. Sıradışı bir ülkede yaşayıp sonra da yerinden olmak, kendi karşılaştırmasıyla Fransız usûlü rahat bir demokrasinin ortasında doğmuş bir çocuğa vereceğinden farklı bir malzeme veriyordu. Öte yandan kaçtığı ülkenin Fransa olması, hiç kuşkusuz, çizgi romana büyük bir yıldız kazandırıyordu.

Kaçışından çok değil, yedi-sekiz yıl kadar sonra "Yugoslav asıllı bir Fransız" olan "Paris'li" genç delikanlıda sinema ve çizgi romanın etkileri kendini göstermeye başlıyordu İlk çalışmalarını gören René Goscinny ve Jean-Michel Charlier tarafından çizgi roman yapmaya teşvik ediliyordu. '68 olaylarının "ortasındaki" Güzel Sanatlar öğrencisi Bilal'i, bu destek öylesine şevklendirecekti ki, çok geçmeden Fransa'nın önde gelen dergilerinden Pilote için çalışmaya başlayacaktı. Gündem sayfalarında ve kısa hikâyelerle çıraklığına başladığı Pilote dergisinde yayımlanan hikâyelerinin "kara" denilebilecek mizah duygusuyla yüklü olması, sonradan yapacaklarına işaret ediyordu. 1970'ler boyunca, Pilote dışında Metal Hurlant, (A Suivre), le Monde ve Liberation için, canavarlarla ve mutantlarla ilgili, teknolojinin insanları çiğ çiğ yuttuğu ve totalitarizmin anlatıldığı sinik hikâyeler çiziyordu. Bazıları belirgin ve aktüel politik göndermeler içerirken, kimi hikâyeleri varoluş ve insanlık sorgulamasına giriyordu. Yapıtlarında zamanla yer edecek olan ve biteviye karşımıza çıkan belirgin unsurları şöyle sıralayabiliriz:

• Bilal'in başlıca öğesi "Mémoire." "Bellek" diye çevirebileceğimiz bu kavram hem hafıza hem hatıra anlamına geliyor.
• Savaş, siyaset ve din, öykülerinde en başından beri önemli bir yer tutmakta.
• Bedensel özürler, sakatlıklar, yaralanmalar ve buna uygun teknolojik aygıtlar, bilimkurgusal nesneler yoğunlukla kullanılıyor.
• En görkemli mekânlarda bile bir "savaştan çıkmışlık" hali mevcut, onun geleceği bir kırık döküklük taşıyor.
• Büyük ve etkileyici, insanı küçük hissettirmeye yönelik, "iktidarın gücünü" temsil eden faşizan sayılabilecek mimari ve teknolojik yapılar
• Belirgin insan morfolojisi: Kel-kafalı/kalın-enseli "çirkin" diktatörlerin yanında, Doğu Bloku/Slav çehreli (çıkık elmacık kemikleri, kemerli burunlar, ince-uzun yüzleri ve gövdelerıyle) "güzel" insanlar. Bunun yanında hayal ve gerçek arası, iz bırakan kadınlar.
• Renk kullanımı: Kan lekeleri/kan kırmızısı, bir de buz mavisi/Bilal mavisi.
• Ve trenler; ray üzerinde iki asra yakın bir süredir yolculuğuna devam eden şimendifer...

Ve yukarıdaki unsurların kimilerinin sebebi ve sonucu olarak, uzun yıllar birlikte çalıştıkları senarist Christin'de sayılmalı. 1938 doğumlu Christin, Bilal'den bir nesil büyük. Pilote dergisinde Bilal'le tanıştıklarında halihazırda "camia"nın bir parçasıydı. Mahalle ve okul arkadaşları olan Moebius (Jean Giraud) ve Mézieres, Güzel Sanatlar'a gitmeye başladıklarında, Christin de Sorbonne'a, Siyasal Bilimler'e yöneliyordu. Çocukluğundan beri yazar olacağı belli olan Pierre, roman denemelerini arkadaşlarına okuyarak, kendi deyimiyle onları "bayarmış." Çok sıkılmamış olmalılar ki çizgi romanları için kendisinden metin yazmasını isteyeceklerdi. Christin, ilk çizgi roman senaryolarında bilimkurgu ve fantastik türüne yönelmiş. Bunun kendisi için çok net bir seçim olduğunu belirtiyor: "O sırada bilimkurgu yok, oysa Amerika ve İngiltere'de tür, edebî zirvesine ulaşmıştı. Bütün büyük isimler ortaya çıkmaya başlamıştı: Hem eski yazarları, hem yeni olanları keşfediyorduk. Mesela Brunner çok güncel bir bilimkurgu yapıyordu. Çok çağdaş, ilginç ve moderndi. Bu tür bilimkurguyla çalışmasını içgüdüsel olarak bildim." Fantastik'e gelince, Christin onu bir tür hilebazlık olarak görüyordu Ona göre yetmişlerin Fransız çizgi romanındaki grafik sınırlamaları kırıp yen formüller bulmaya ihtiyaç vardı: "Dolayısıyla Enki Bilal ile yaptığımız ilk hikâyelerin fantastik boyamaları sadece Pilot'a girmemizi sağlamak ve Bilal'ı rahatlatmak içindi." Christin, o zamanlar kimsenin, daha sonra yapacaklar, "soft" fantastiğe hazır olmadıkları düşüncesindeydi. O dönem, Bunuel ve Fellini ile ilgilenen Christin, Lovecraft'tan en az on yıl öncesinde uzaklaşmıştı Aslına bakılırsa, Christin, toplumsal konulara değinmek istiyordu: "İçinde bulunduğumuz zamanların bilincine varmak, Fransa'nın kenarlarından, siyasi ve toplumsal sorunlarından sözetmek" derdindeydi. Tardi ile başladığı bu deneme, Bilal ile devam ediyordu: Böylelikle çizgi roman, siyaset, gündem ve "edebiyatın" birbirleriyle bağdaşabileceği yeni bir tür doğuyordu.

La Croisière des Oubliés'de (1975), topraklarına yerleşmiş olan ordudan ve toprak düzenleme projelerinden kaçmak için, bütün bir köy havalanıyor, kendi deyişleriyle "biraz anarşist, biraz ekolojist bir masal anlatılıyordu." Le Vaisseau de Pierre'de (1976), köylüler, topraklarında yaşamış tüm ataların/ölülerinin bir gece vakti çıka gelip köyün alameti farikası olan şatoyu taş be taş söküp, başka bir yere taşıdıklarını görüyorlardı. Bu sayede turistik cazibesini yitiren köy, turizm rantçıları ve yirminci yüzyıl yapılarından kurtulmuş oluyordu İkilinin ilk çalışmalarında adı sanı belli olmayan, süpürge saçları "gerçekdışı" bir griden, göz yerine karanlık çukurlarıyla yine de insanın içine işleyen bir biçimde bakan, yaşı belirsiz olayların esas "provokatörü" bir tipleme yarattılar. Bu adam her hikâyeye ne yapıp edip giriyordu, gelişmeleri manipule edip destek oluyor, görevini tamamladıktan sonra da "gidiyordu." Tipleme, klasik anlamda bir çizgi roman kahramanı değildi. Bilal daha sonraları yaptığı söyleşilerde tek ve sürekli bir kahramanı özellikle yaratmadığını, onunla özdeşleştirilmek ve hatırlanmak islemediğini belirtecektir. Sürekliliğe en yakın kahramanı" ise Christin'le birlikte yaptıkları ilk beş hikâyedeki bu "adsız sansız adam" oldu. Gerçi hikâyeler sürdükçe rolü silikleşip, önemsizleşti. Örneğin Les Phalanges de l'Ordre Noir'da Frankocuların düzenlediği komployu suya düşürmek için kırk yıl sonra bir araya gelen eski birliğe bir süreliğine rehberlik yapmakla yetiniyordu. Av Partisi'nde (1983) ise Rusya'ya girişine izin verilmeyen Fransız rolünde yer alıyordu. Sadece birkaç kare görünüyor ve ilk kez olayların seyrine müdahale etmesi engellenebiliyordu (!).

Birçok kişiye göre Bilal, Bilimkurgu yapıyor. Kendisiyse, böyle tanımlanmaktan hoşlanmıyor. "Bence bilimkurguda bilim bir engel olabiliyor. Bilimle uğraşmak istiyorsanız, hayal gücünüzü bloke edebilirsiniz, çünkü fazla ileri de gitmek istemezsiniz. Bana gelince, mantıken uçamayacak ya da işlemeyecek aletler, bir cerrahı dehşete düşürecek cerrahî müdahaleler çizerek bilimle ne kadar ilgilendiğimi çeşitli vesilelerle gösterdim (...) Bilim, normal ve gerekli bir şey ama benim hikâyelerimde önemi yok." Bilal, yarını kullanarak bugünü ve geçmişi anlattığını düşünüyor. Bu farklılık iddiasına rağmen bilimkurgunun amacı da bu değil midir zaten? Bugünü doğrudan çizmemesinin sebebiyse çok açık: Tuhaf ama, sert bir sahne çizdiğimde, günümüzde geçtiğini düşünürsem, bundan gerçek bir huzursuzluk duyuyorum. Halbuki bu sahneyi 20 ya da 30 yıl sonrasına taşıdığımda, bu zaman kayması bana yaratma keyfi veriyor. Bana öyle geliyor ki sanatçının kendi zamanından çıkmaya ihtiyacı var, belki, tam da kendi huzursuzluklarıyla uzlaşmak için. Medyayı istila eden korkunç Afrika ve Çeçenistan görüntüleri bize bilgiyi gerçek zamanlı olarak aktanyorlar, nitelik tartışmasına girmeyeceğim. Gerçeğin araçları olan fotoğraf ve habercilik sayesinde bize ulaşıyorlar. Bu görüntüler bir dilin parçası, bu dil de sanatçının dili değil. Sanatçının dili çok farklı bir yerde (...) Dolayısıyla bir yandan kişisel huzursuzluk söz konusu, ama aynı zamanda gerçek olandan kayma, kopma isteği de var. Fakat bu, gerçeğe geri dönülmesini de engellemiyor. Hem geçmişe hem bugüne geri dönmek için gelecekten geçiyorum."

Bilal'in amacı ne kadar bilimkurgu yapmak olmasa da, hattâ edebî türlerin sınıflandırılmasına karşı da olsa ("Jules Vernes'in, Onvell'in, Lovecraft'in evrenini, Baudelaire'in, Kafka'nın ya da Poe'un hayal dünyasından ayrı tutmuyorum") gençliğinden beri fazlasıyla ilgi duyduğu bir alan: "Türler arasındaki sınırların silinmeye başladığını düşünüyorum. Gelecek boyutunu, romansı olsun felsefî olsun, eserlerine dahil eden yazar sayısı giderek artıyor. Öte yandan, gençliğimden beri bilimkurguya karşı bir tutkum da var. Dünyayı kozmik boyutunda gözlemlememe, dünyayla ilgili global bir bakış açısı edinmeme yol açan bilimkurgudur. Buna hem başka hayat biçimleri, hem insanlığın durumu konusundaki sorgulamalarım dahil."

Bilal'ın gelecek tasavvuru bir "sakillik" taşıyor. Hiçbir şey saf teknoloji eseri değil. Biraz derme çatmalık ve eğretilik mevcut. Biraz "üçüncü dünya", beceriksizce uygulanmış bir teknoloji, sürekli bir deneysellik, atıl kalmaktan kurtulamazlık sirayet ediyor karelere.

Bilal'in görüşleri solda. Eleştirdiğiyse otoriter ve totaliter rejimler. Ne var ki "artık görüşümün, solda olmakla birlikte, tam ne olduğunu kestiremiyorum" diyor 1984'te. Son Müzakere'de Kissinger'i, Plitch'te de Giscard d'Estaing'i tanıyanlar olmuştur, bunca zaman geçmiş olmasına rağmen. Christin'le yaptıkları ortak çalışmalarında, özellikle totalitarizm eleştirisi, iyice belirginleşiyor. Bugün ise korkusu başka bir yerde: Köktendincilik! 1998'de yaptığı bir konuşmada bu sorunu şöyle tanımlıyor: "Obskürantizm, belleğin çökmesinin bir sonucudur. Her zaman vardı, ama bugün, Afganlı Talibanlar olsun, aşırı Yahudiler olsun, köktendincilik batağında gelişip büyüyor, üstelik mafyadan ve para ağlarından yararlanıyorlar. Artık en büyük tehdit bu. Elli yıl boyunca, iki blok arasında yaşadık, sonuçta bu iki uçluluk daha rahattı: İki taraf vardı, ya bir taraftaydınız ya öteki. Bugün, artık bilemiyorsunuz, bir tarafta köktendinciler, diğer tarafta milliyetçiler, teknolojik kölelik. Berlin duvarının ardında yatan hareketler bugün gülünç geliyor." İki yıl kadar sonra bu endişesinin katlandığı görülüyor: "Köktendincilik en çok kaygı duyduğum şeylerden biri. 'Talibanizm'in dünya çapına yükseldiğini bir düşünsenize! Bu çok korkutucu. Din çok tehlikeli olabiliyor, özellikle mezhep mantığına bürünürse. Dönüşüm halinde olan ve nereye doğru gittiğini artık pek bilemeyen bu dünyada her türlü sapma mümkün. Geleceğin belirsizliği heyecan verici ama aynı zamanda da çok korkutucu. 20 yıl önce, iki uçluluğuyla dünya henüz basit bir yerdi. Ait olduğunuz taraf, iyi olan taraftı. Diğer taraf kötü olandı. Düşmanın nerede olduğu bilinirdi. Biz bu dünyada büyüdük ve onun kalıbında şekillendik. Sonra, birdenbire, her şey yıkıldı. Değişim o kadar hızlı ve o kadar hoyratça oldu ki, gafil avlandık. Zihinler hazırlıksız yakalandı. Yugoslavya'daki savaş bunun kanılı. Neredeyse geçen yüzyıla ait bir savaştı. Arkaikti. Başlatanlar da "arkaistler" oldu."

Eylül 1993'de çizgi roman tarihinde bir ilke imza atıp, Bernard Pivot'nun saygın dergisi Lire tarafından, tüm türler arasında, yılın kitabı seçilen Froid Equateur'de kompleks "mafyatik" bir iktidar söz konusuydu. Öyküde Afrika'dan Japonya'ya, Avrupa'dan Amerika'ya, Rusya'yı da unutmadan, bir araya gelmiş kozmopolit suç örgütü KKDZO, "iktidan" elinde tutmaktaydı. Karşı safta ise La Foire aux Immortels'de görülen Mısır Tanrıları vardı. Bilal'in "kompleks mafyatik iktidar" modeli dünya'nın yeni düzenini anlatıyor aslında. 1990'lardan itibaren "ideolojilerin yokolduğu", "kapitalizmin komünizm karşısındaki zaferi"ni temsil eden dönemin sonuçları üzerinde duruyordu. Bu, iki uçlu olmaktan çıkıp çok daha karmaşık ve "tehlikeli" bir yapıya dönüşen "yeni dünya düzeni"ydi. Bilal'de başından beri mevcut olan dine karşı ironik tutum, Le Sommeil du Monstre'da handiyse bir fobiye dönüştü. Öyküdeki tehlikeli gücün adı "Obscurantis Order", yani "Karanlık Tarikat"tır. Bu, askerî güce sahip terörist bir mezheptir. Amaçları "düşünceye ve bilime, kültüre ve belleğe" dair her şeyi yok etmektir.

Bilal'ın ilk öykülerinde fantastik öğeler, yani gerçeküstü olay ve yaratıkların gerçekten oluyormuş gibi çizilmesi söz konusuydu. Daha sonra, Av Partisi'nde belirginleşen ve Christin'in "fantasmatik" diye adlandırdığı üslupta ise gerçekdışı olan değil, varolan gerçeklik ve hayal, çizginin ve hikâyenin kendisinde de ayırdedilmiş durumdaydı. Bilal'in en büyük takıntısı olan "bellek" de, başından beri bir unsur olarak belirse de, Le Sommeil du Monstre'dan itibaren öykülerin temelini oluşturmaya başladı. Bilal, geleneksel anlamda belleğin, yani yavaş olan, biriktirilebilen belleğin "çöktüğünü", bugün, özellikle de internet gibi aracıların da etkisiyle fazlasıyla hızlandığını ve insanların yönetilmeye daha meyilli olduğu düşüncesinde: "Yaratmak belleğe dayanır. Sanatçı, bellek ve duyarlılıktan oluşmuş bir varlıktır. Hem tarihe hem de belleğe başvurmadan insanlardan ve dünyadan nasıl bahsedilebilir ki? Hangi belleğe başvurulacak? Kendisininkine, toplumunkine, doğanınkine (...) Yapıtta bire bir kendini belli etmese bile sanatın birincil maddesi bellektir." La Femme Piége'deki mavi kadın Jill Bioskope hatırlamamak için hafızasını silen haplar kullanır. Le Sommeil du Monstre'daki Nike Hatzfeld ise öyle bir hafızaya sahiptir ki kitabın başında, henüz 18 günlükken yaşadıklarını hatırlar. Yavaş yavaş, kitap boyunca, doğduğu güne dönecektir. "Hatıralarını süsleyen" ana tema ise savaştır.

Bilal'in öykülerinde, özellikle Christin sonrası döneminde önem kazanan bir diğer unsur kadınlar ve aşktır. Ona göre dünyayı kurtaracak olan "sevgi" ve "kadınlar"dır. Nikopol Üçlemesi'nin ikinci kitabı La Femme Piége'deki Jill'e açıkça tutulduğunu itiraf ediyor. Çizdiği kadınlara karşı duyduğu tutku olmazsa onları çizemeyeceğini de. Giderek "soyduğu" vücutlar hâkim bir eğilimin yanı sıra, aşırı dinciliğe karşı da bir nevi isyan olarak okunabilir. "Bir tek pornografik kare çizmemiştir" diyor Christin, Bilal'in "nü"leriyle ilgili. Erken döneminde çizdiği mavi uzaylı kadından başlayarak biçimli vücutlar çiziyor. La Foire aux Immortels'de çıplak erkeğin başı eski Mısır tanrılarından Horus'a ait. Şahin başlı tanrı gövdeli bir erkek bedeni çizmek "beni eğlendirdi" demiş Bilal. Anlattıkları erotizmden uzak: Le Sommeil du Monstre'da insanları ele geçiren tarikat, onların bedenlerinde bir tek tüy bırakmıyordu. Dizilmiş "zombiler" en mahrem yerlerine kadar traşlanmış, "arınmış", "temizlenmiş", itaat etmeye hazırlardı. Cinsel ilişkinin kesinlikle yasak olduğu bu yeni düzende çıplaklık son mertebesindeydi.

Bilal'in günümüzü de çizdiği oluyor elbette. Los Angeles: Létoile Oubliée de Laurie Bloom bir Amerika panoraması. Savaş yok ama yoksulluk, yeraltı dünyası, çıkarcı insan ilişkileri... hepsi mevcut. Yine Christin ile birlikte yaptığı bir çalışma, fakat öncekilere nazaran tekniği farklı. Los Angeles gezileri sırasında Christin'in çektiği siyah-beyaz fotoğrafları fonda dekor olarak kullanarak renklendiriyor ve karakterleri üzerine ekliyor. Daha belgeselvari, bir gazetecilik kitabı. Öyküde çok kısa bir süre "star" olmuş, sonra da yıldızı sönmüş bir aktrisin peşine düşüyorlar, "Amerikan hayalinin" acımasızlığı yansıtılıyor.

Çocukluğunu "eski bir Türk mahallesinin yakınında, sokaklarda top oynayarak" geçiren Bilal'in spora karşı ayrı bir yakınlığı var. "İyi bir futbol maçını severek izlerim. Buz hokeyini daha da çok." Siyasetle spor, özellikle de futbol, fazlasıyla içice geçtiğinden bunu hikâyelerinde de kullanmayı ihmal etmemiş. La Foire aux Immortels'de jet sosyete ve siyasilerin rağbet ettiği spor, buz hokeyi. Bilal, hokeyle Yugoslavya'da tanıştığını, Doğu Bloğu'nda ve Sovyetler Birliği'nde çok popüler bir spor olduğunu anlatıyor: "Buralarda Kanadalı ve Sovyet takımları arasında destansı maçlar oynanır. Görkemli bir spor olsun istedim. Ayrıca Fransa'da pek bilinmediğini de biliyordum. Futbol maçı ilginç gelmedi, oysa hokeyin epey bir törenselliği var. Hem sporun bir parçası olan şiddeti daha ileri götürmek için bazı unsurları çarpıtabildim: Sopa, kaleci, maskeler, bunların hepsi birer silah oluşturuyorlar. Albümde varolan fiziksel şiddete ulaşmak için biraz daha ileri gitmeniz yeterli. Aynı zamanda, totaliter yönetimlerin sporu nasıl kullandıklarıyla, sporun bütün o sembolizmi arasında bağlantı kurdum." Bunun yanında, sadece futbola adanmış iki kitabı var. Biri Patrick Cauvin'in metnini yazdığı Hors-Jeu diğeri, Fransa'nın başlıca bazı çizgi romancılarının biraraya gelip oluşturduğu ve oynadığı Mickson BD Football Club'ı aynı isimle resimleyen kitap.

Öyle görünüyor ki, Bilal ancak başkası yazarsa "günümüzü" çiziyor. Kadınlara adanmış ve onları anlatan bir kitapta, yirminci yüzyılı, portrelerle incelikli bir biçimde işlemiş. Metnin yanında, her öyküye, her kadına bir resim denk düşüyor. Zaten sadece çizgi roman yapmıyor, iki ayrı uzun metrajlı filmin yönetmeni, sinema ve sahne için çeşitli dekor çalışmaları yapıyor, bir saat tasarımı bile var. Tabii afişleri, sergileri, litografileri, serigrafiler saymazsak. Hem ressam ruhuyla, hem geçmişinin çeşitliliğiyle, esas derdi "hikâye anlatmak" olan Bilal için çizgi roman biçilmiş kaftan. Gençlik yıllarına denk düşen bir sevda bu, sinemayla paralel. Çizgi romanda sayfa sayfa çalışmıyor artık. Kareleri tek tek ele alıyor. Her bir karenin önce basit bir kurşun kalemini çiziyor, sonra bunu fotokopiyle büyütüyor, karakalem zeminini oluşturan bu sayfaya akrilik ve pastellerle "girişiyor." Ve ayakta çalışıyor. Eskiden daha ziyade parmaklarını kullanırken şimdi bilek ve kol hareket halinde. Böyle daha serbest hissediyor. Metin de resim ile bir arada ilerliyor. Hikâyesine başladığında, nasıl biteceğini bilmiyor. Neredeyse yaptığının artık tam olarak çizgi roman olduğundan emin değil. Le Sommeil du Monstre için "aslında çizgi romana benzemeyen bir albüm, benim için aslında bir çizgi roman değil. Biraz birkaç alana yayılmış bir kitap ve artık böyle çalışmak istiyorum" diyor.

Hikâyelerini çizerken sinema deneyimlerinin etkisini yadsımayan Bilal, yine üçlemelerle devam ediyor çizgi romancılığına. 2001 yılında Bilal, enkibilalandeuxmilleun adlı kapsamlı bir gezici sergi düzenlerken, 1998'de yazdığı Le Sommeil du Monstre'u trentedeuxdécembre takip etti. Üçüncü kitap bekleniyor. Destansı hikâyelerini oluşturan tablo niteliğindeki resimleriyle Bilal giderek karamsarlığa mı itilecek, yoksa "sevgi" ve "kadınlar" onun "geçmişi gelecekle anlatan" öykülerinde kurtarıcı rolünü üstlenebilecekler mi?.. Bunu bize zaman gösterecek.

LlNDA STARK
 
Üst