II
Ben bir savaşçıyken vurdular koca davullara,
Cümle alem altın tozu saçtı atımın ayaklarına;
Oysa yüce bir kralım şimdi, herkes izliyor beni,
Şarap kadehimde zehir, sırtımda hançerlerle...
— Kralların Yolu
Cümle alem altın tozu saçtı atımın ayaklarına;
Oysa yüce bir kralım şimdi, herkes izliyor beni,
Şarap kadehimde zehir, sırtımda hançerlerle...
— Kralların Yolu
Lambri duvarlarda pahalı perdeleri, fildişi zeminde kalın halıları, girift kabartmalar ve gümüş tezyinatlı yüksek tavanıyla geniş ve süslüydü oda. Fildişinden, altın kakmalı bir yazı masası ardında, geniş omuzları ve güneşte esmerleşmiş teni bu lüks ortama uyumsuz görünen biri oturuyordu. Güneş, rüzgâr ve yâd ellerin yaylalarının bir parçası gibiydi daha ziyade. En hafif hareketi, çelik yaydan adalelerle keskin bir zekânın, savaşçı doğmuş birinin koordinasyon yeteneğiyle birleştirildiğini söylüyordu. Tasarlanmış ya da ölçülü bir şey yoktu hareketlerinde. Ya tam bir dinginlik—bronz bir heykel gibi kıpırtısız—halindeydi, ya da hareket halinde; aşırı gergin sinirlerin sarsak çabukluğuyla değil, sadece izlemeye çalışanın bakışını bulandıran kedi gibi bir çeviklikle hareket ediyordu.
Kıyafetleri pahalı kumaştan ama basit kesimliydi. Yüzük veya takı takmıyor, düz kesilmiş kara yelesi ise sadece gümüş renkli bir bez şeritle toplanıyordu.
Yağlı papirüse sebatla bir şeyler çiziktirdiği altın dividi bıraktı; çenesini yumruğuna yasladı ve gıptayla önünde duran adama dikti için için yanan mavi gözlerini. O anda kendi işine bakıyordu bu kişi; altın kabartmalı zırhının bağcıklarıyla uğraşıyor ve dalgın dalgın ıslık çalıyordu—bir kral huzurunda olduğu dikkate alınırsa hayli sıradışı bir performans.
“Prospero,” dedi masadaki adam, “Bu devlet meseleleri savaşırken hiç olmadığı kadar yoruyor beni.”
“Hepsi oyunun parçası Conan,” diye cevapladı kara gözlü Poitainli. “Sen kralsın—rolünü oynamalısın.”
“Keşke seninle Nemedia’ya gelebilsem,” dedi Conan gıptayla. “Dizlerimin arasında bir at olduğundan bu yana çağlar geçmiş gibime geliyor— ama Publius kentte varlığımı gerektiren işler olduğunu söylüyor. Lanet olası!
“Eski hanedanı devirdiğimde,” diye devam etti sadece Poitainli ve kendisi arasındaki teklifsizlikle konuşarak. “O zamanlar mihnetli gibi gelse de hayli kolay oldu bu. Şimdi geri dönüp izlediğim vahşi yola bakıyorum da, bütün o uğraş, entrika, katliam ve kargaşa günleri rüya gibi geliyor.
“Yeterince uzağı hayal etmemişim Prospero. Kral Numedides ayaklarımın dibinde can verdiği ve tacı kanlı kellesinden alıp kendiminkine koyduğum vakit düşlerimin son haddine ulaşmıştım. Kendimi tacı almaya hazırlamışım, onu tutmaya değil. Eski özgür günlerde tüm arzum keskin bir kılıç ve düşmana giden düz bir yoldu. Şimdi hiçbir yol düz değil, kılıcım da faydasız.
“Numedides’i devirdiğimde Kurtarıcı idim—şimdi gölgeme tükürüyorlar. Mitra mabedine o domuzun bir heykelini koydular; halk da onu eli kanlı bir barbar tarafından katledilen mübarek bir hükümdarın ulvi tasviri diye selamlayarak önünde ağlıyor. Bir paralı asker olarak ordularını zafere götürdüğümde, Aquilonia benim bir yabancı oluşuma göz yumuyordu ama şimdi beni affedemiyor.
“Artık Mitra mabedine Numedides anısına tütsü yakmaya geliyorlar; cellâdının sakatladığı, gözlerine mil çektiği insanlar, oğulları zindanlarında can veren, karılarıyla kızları onun haremine sürüklenen insanlar. Kaypak aptallar!”
“Baş sorumlu Rinaldo,” diye cevapladı Prospero kılıç kemerini bir delik daha sıkarak. “Söylediği şarkılar insanları delirtiyor. Soytarı kılığı içinde şehrin en yüksek kulesine as onu. Bırak akbabalara kafiye düzsün.”
Conan aslan başını salladı. “Yo Prospero. O benim nüfuzumun ötesinde. Büyük bir şair bir kraldan yücedir. Şarkıları asamdan güçlü; zira o bana şarkı söylediğinde kalbim neredeyse göğsümden sökülüyor. Ben ölüp unutulurum ama Rinaldo’nun şarkıları hep yaşayacak.
“Yo, Prospero,” Gözleri kasvetli bir şüphe bakışıyla gölgelenen kral devam etti. “Gizli bir şey, farkına varamadığımız bir dip akıntısı var. Gençken uzun otlar arasında gizlenen bir kaplanı sezdiğim gibi seziyorum bunu. Krallığın her yanında meçhul bir huzursuzluk var. Ormanın ortasında küçük ateşinin yanına çömelmiş, karanlıkta sinsi ayakların adımladığını işiten, neredeyse yanan gözlerin ışıltısını gören bir avcı gibiyim. Keşke kılıcımla yarabileceğim somut bir şeyle karşılaşabilsem. Şuraya yazıyorum, geçenlerde Pictlerin sınırlarımıza böyle şiddetle saldırması, Bossonialıların da onları püskürtmek için yardım istemesi rastlantı değil. Ben de birliklerle at sürmeliydim.”
“Publius seni sınırların ötesinde pusuya düşürüp öldürmek için bir komplodan korktu,” diye karşılık verdi Prospero, ışıltılı zırhı üstündeki ipek cübbesini düzleştirip, gümüş bir aynada uzun, kıvrak bedenine hayranlıkla bakarak. “Şehirde kalman için ısrarının nedeni bu. Bu kuşkular barbar içgüdülerinin eseri. Bırak halk hırlasın! Paralı askerler bizim, Kara Ejderlerle Poitain’deki her külhan da yeminle bağlı sana. Senin için tek tehlike suikast; imparatorluk birliklerinden askerler seni gece gündüz korurken bu da imkânsız. Orada ne yapıyorsun sen öyle?”
“Bir harita,” Conan gururla cevapladı. “Saray haritaları güney, doğu ve batı ülkelerini iyi gösteriyor ama iş kuzeye gelince belirsiz ve hatalı. Ben de kuzey ülkelerini kendim ekliyorum. Burası doğduğum Cimmeria. Ve—”
“Asgard ve Vanaheim,” Prospero haritayı gözden geçirdi. “Mitra adına, bu ülkelerin masal olduğuna inanmıştım neredeyse.”
Conan, gayrı ihtiyari esmer yüzündeki yaralara dokunarak vahşice sırıttı. “Gençliğini kuzey Cimmeria hududunda geçireydin böyle demezdin! Asgard Cimmeria’nın kuzeyinde, Vanaheim ise kuzeybatısında kalıyor ve sınır boylarında mütemadiyen savaş vardır.”
“Bu kuzey halkları nasıl insanlardır?” diye sordu Prospero.
“Uzun boylu, sarışın ve mavi gözlüdürler. Tanrıları buz devi Ymir’dir, her kabilenin kendi kralı vardır. Dik başlı ve vahşiler. Tüm gün savaşıp bira içer, gece boyunca da vahşi şarkılar kükrerler.”
“Sen de onlar gibisin öyleyse,” diye güldü Prospero. “Koca kahkahalar atıyor, sıkı içiyor ve iyi şarkılar böğürüyorsun; Gerçi sudan başka şey içmeyen, hep gülen ya da kasvetli mersiyeler haricinde şarkı söyleyen başka bir Cimmerialı görmedim hiç.”
“Galiba yaşadıkları memleketten,” diye cevapladı Kral. “Daha kasvetli bir ülke zinhar yoktur—neredeyse hep gri gök altında, rüzgârların vadilerden aşağı kederle estiği kapkara ormanlarla kaplıdır tepelerin hepsi.”
“Küçük, harika insanlar karamsarlaşır orada,” dedi Prospero omuzlarının bir silkinişiyle. Aquilonia’nın en güney eyaleti Poitain’in güneşin yıkadığı ovalarını, mavi tembel nehirlerini getirdi gözünün önüne.
“Ne burada umutları vardır, ne ahrette,” diye cevapladı Conan “Tanrıları ölüler ülkesindeki sonsuz sis içindeki güneşsiz bir yerden hükmeden Crom ve onun kara kavmidir Mitra! Aesir adetleri daha yeğdir bana.”
“Neyse,” diye sırıttı Prospero “Kara Cimmeria tepeleri çok geride kaldı. Artık gideyim. Numa’nın sarayında senin için bir kadeh beyaz Nemedia şarabı içeceğim.”
“Alâ” diye homurdandı Kral, “Ama Numa’nın rakkaselerini sadece kendin için öp ki işler karışmasın.”
Şiddetli kahkahası odanın dışında da Prospero’yu izledi.
5 Fasıldan 3.'sü mümkün olan en kısa sürede (Thoth Yüzük'ü ile buluşuyor)
Son düzenleme: