Ölümün Dehşetengiz Dokunuşu (Bir Korku Öyküsü)

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
775
5,746
Kdz. Ereğli
ÖLÜMÜN DEHŞETENGİZ DOKUNUŞU​
Robert E. HOWARD

Gece yarısı arzı örttüğü sürece,
Suratsız, haşin gölgelerle,
Tanrı esirgesin bizi hain busesinden
Karanlıktaki ölü bir adamın.

İhtiyar Adam Farrel, son yirmi yıl boyunca yalnız yaşadığı evde cansız yatıyordu. Sessiz, huysuz münzevi yaşamı boyunca bilinen bir dostu yoktu ve göçüp gidişini sadece iki adam seyretmişti.

Dr. Stein kalktı ve dışarıda çöken alacakaranlığa baktı pencereden.

“Demek bu gece burada kalabileceğini düşünüyorsun?” diye sordu dostuna.

Adı Falred olan bu adam onayladı.

“Evet, kesinlikle. Zannımca bana kalıyor bu.”

“Ölü nöbeti bence yararsız, ilkel bir gelenek,” diye yorumladı doktor ayrılmaya hazırlanırken. “Fakat sanırım görgü kuralları önünde eğilmeye mecburuz. Buraya gelip gece nöbetinde sana yardım edecek birilerini bulabilirim belki.”

Falred omuzlarını silkti. “Bundan şüpheliyim. Farrel sevilmezdi—çoğu kişi tarafından tanınmazdı. Bizzat ben bile çok az tanıyorum onu. Fakat cesetle oturmak umurumda olmaz.”

Dr. Stein lastik eldivenlerini çıkarıyor, Falred de neredeyse hayranlık seviyesinde bir ilgiyle seyrediyordu süreci. O eldivenlerin dokunuşunun anısı yüzünden hafif, gayrı ihtiyari bir ürpertiyle sarsıldı—ölümün teması gibi pürüzsüz, soğuk, yapışkan ve nemli nesneler.

“Eğer kimseyi bulmazsam, bu geceyi yalnız geçirebilirsin,” kapıyı açarken uyardı doktor. “Batıl inancın yok ha?”

Falred güldü. “Pek az. Gerçeği söylemek gerekirse Farrel’in meziyetlerini duyduğum kadarıyla, sağken konuğu olmaktansa, cesedini seyretmeyi tercih ederim.”

Kapı kapandı ve Falred ölü nöbetine başladı. Odanın tek, iftihar kaynağı sandalyesine yerleşti, karşısındaki yataktaki biçimsiz, çarşaflı bedene kaygısızca baktı ve kaba masanın üstündeki solgun lambanın ışığının yanında okumaya başladı.

Dışarıda karanlık hızla çöküyordu, en sonunda Falred gözlerini dinlendirmek için dergisini bıraktı. İnsan doğasındaki hangi acayipliğin bir cesedin görünüşünü böyle çirkin, âdemoğlu için sadece bir korku nesnesi haline getirdiğini merak ederek, yeniden baktı sağlığında Adam Farrel olan bedene. Üstünde düşünmenden ölü varlıkların ölümün bir hatırlatıcısı olduğuna karar verdi tembelce. Ve de aylak aylak, ne akrabası, ne dostu olmayan, nadiren öldüğü evden ayrılan bu zalim, huysuz ihtiyar adamın yaşamının nasıl geçtiğini düşünmeye başladı. Pintinin istiflediği zenginliklere dair yığınla olağan öykü vardı ama Falred gizli bir hazine için evde ava çıkmaya o kadar az ilgi hissediyordu ki için herhangi bir ayartmanın üstesinden gelmesi bile gerekmedi.

Bir omuz silkişiyle okumasına geri döndü. Görev zannettiğinden de daha sıkıcıydı. Bir süre sonra dergisinden gözlerini kaldırdığı ve korkunç sakiniyle yatağa baktığı her seferde sanki bir an ölü adamın varlığını unutmuş gibi elinde olmadan irkildiğini ve keyifsizce gerçeğin hatırlatıldığını fark etti. İrkiliş hafif ve içgüdüseldi ama neredeyse kızgınlık hissediyordu kendi kendisine. İlk kez için evi kuşatan mutlak, katı sessizliği fark etti—anlaşılan gece tarafından paylaşılan bir sessizlikti bu, zira pencereden hiç ses gelmiyordu. Adam Farrel, komşularından elden geldiğince uzakta yaşıyordu, işitme mesafesi içinde de başka ev yoktu.

Falred, tatsız kuramları aklından kovar gibi kendi kendine silkindi ve okumasına geri döndü. Ani, başıboş bir rüzgâr pencereleri kamçılayınca lambadaki ışık titreşti ve ansızın söndü. Falred usulca söverek, karanlıkta lambanın şişesinde parmaklarını yakma pahasına kibritleri arandı. Bir kibriti çaktı, lambayı yeniden yaktı ve yatağa göz gezdirince korkunç bir zihinsel sarsıntı yaşadı. Adam Farrel’in yüzü görmeden bakıyordu ona; budaklı, çirkin çehresiyle çevrelenen ölü gözler ardına dek açık ve boştu. Falred daha içgüdüsel olarak ürperirken, mantığı aşikar olguyu açıkladı: Cesedi örten çarşaf yüzün üstüne özensizce atılmıştı; rüzgarın ani üfleyişi de onu dağıtıp yana savurmuştu.

Yine de, o nesnede korkunç, ürkütücü şekilde akıl çelen bir şey vardı—sanki perdeleyen karanlığın içinde ölü bir el çarşafı bir tarafa atmıştı; ceset tıpkı kalkmak üzereymiş gibi…

Hayalperest bir adam olan Falred bu korkunç düşüncelere omuz silkti ve çarşafı yerine koymak için odayı geçti. Ölü adamın sağlığındaki huysuzluğu aşan bir habislikle, kötü niyetle bakar gibi görünüyordu o ölü gözler. Canlı bir muhayyilenin nasıl çalıştığını bilirdi Falred, eli tesadüfen soğuk ete değince—pürüzsüz, yapışkan; ölümün dokunuşu— ürpererek gri yüzü yeniden örttü. Canlıların ölülere yönelttiği olağan tiksintiyle ürperdi ve sandalyesi ve dergisine geri döndü.

Sonunda, uykusu gelerek, asıl sahibinin tuhaf bir kaprisi yüzünden odadaki kıt mobilyanın bir parçasını oluşturan, bizzat uyumak için yaptırdığı divana uzandı. Işığı yanık bırakmaya karar verdi kendi kendine; ölüler için ışıkları yanık bırakmayı olağan kabul eden göreneğe dayandırıyordu bunu. Zira karanlıkta cesetle yatmaktan hoşlanmadığının bilincinde olduğunu kendine dahi itiraf etmeye gönüllü değildi. Uyukladı, bir irkilişle uyandı ve yataktaki çarşaflı bedene baktı. Evin üstünde sessizlik hüküm sürüyordu, dışarısı ise zifiri karanlıktı.

Saat, gece yarısına yaklaşıyor, insan zihni üstündeki ürkütücü hâkimiyeti de eşlik ediyordu saate. Falred, cesedin uzandığı yatağa yeniden baktı ve bakışı nahoş çarşaflı nesnenin görüntüsüne takıldı. Aklında fantastik bir fikir doğmuş, büyüyordu; o çarşafın altında, sadece cansız bir beden olan nesnenin tuhaf, korkunç bir şeye; kumaşın dokuması arasından yanan gözlerle onu seyreden iğrenç, bilinçli bir varlığa dönüştüğü fikri. Bu düşünceyi—tabii ki sadece bir fantezi—vampir, ölümsüz hayaletler ve benzeri efsanelerle izah etti kendi kendine—ilkel insanın, ölümün yaşamdan ayrı, korkunç bir şey olduğunu fark edişinden bu yana sayısız çağlar boyu ölümden sonraki yaşama atfedilen korkunç nitelikler. İnsanoğlu ölümden korkar, diye düşündü Falred. Bu ölüm korkusunun bir bölümü ölülerle biçimlenir, bu yüzden onlardan da korkulurdu. Ölünün görünüşü korkunç düşünceleri doğurur, beynin karanlık kuytularındaki kalıtsal hafızada kol gezen bulanık korkuları uyandırırdı.

Her halükarda o sessiz, gizli şey sinirlerini ayağa kaldırıyordu. Tanıdık soyların aşağıladığı esaslar temelinde düşündü yüzün açılışını. Ölümde sakin ve durgun yüzlerin görünüşü, direnmesine rağmen üstüne çökene benzeyen tüm vahşi kehanetleri kovar diye düşünürdü. Fakat lamba ışığında bakan ölü gözleri düşünmek tahammül edilmezdi. Bu yüzden en sonunda lambayı üfleyerek söndürdü ve uzandı. Bu korku üzerine öyle sinsice, öyle azar azar çökmüştü ki oluşumunun farkına bile varmamıştı.

Işığın sönmesiyle cesedin görüntüsü kaybolunca her nasılsa nesneler gerçek nitelik ve ölçülerine büründü, Falred de neredeyse anında, dudaklarında önceki aptallığına hafif bir gülümsemeyle uykuya daldı.

Aniden uyandı. Ne kadar uyuklamış olduğunu bilmiyordu. Doğrularak oturdu; nabzı çılgınca atıyor, alnından soğuk terler boşanıyordu. Anında nerede olduğunu anladı ve odanın diğer kullanıcısını hatırladı. Fakat ne uyandırmıştı onu? Bir rüya—evet şimdi hatırlıyordu—ölünün yataktan doğrulduğu, ateşten gözler ve gri dudaklarında donmuş korkunç bir alayla odanın karşısına ağır adımlarla ilerlediği iğrenç bir düş. Falred hareketsiz, biçare yatıyor gibiydi; sonra ceset tam budaklı, korkunç bir eli uzatırken de uyanmıştı.

Karanlığı delmeye çalıştı ama oda zifiri karanlıktı. Dışarısı da öylesine karanlıktı ki, pencereden en ufak bir ışık pırıltısı bile gelmiyordu. Titrek elini lambaya uzattı, sonra gizli bir yılana değmiş gibi geriledi. Karanlıkta şeytani bir cesetle burada oturmak yeterince kötüydü ama lambayı yakmaya cesaret edemedi, mantığını bir mum gibi söndüren, görebileceğinden duyduğu korkuydu bunun nedeni. Keskin, mantıksız bir dehşet tamamen ele geçirmişti ruhunu; artık içinde yükselen içgüdüsel korkuları sorgulamıyordu. Duyduğu tüm o efsaneler aklına geldi ve beraberlerinde bir inanışı da getirdi. Ölüm, iğrenç bir şey; cansız insanlardan çirkin bir kötülük yayan, beyinleri tahrip eden bir dehşetti. Adam Farrel sağlığında sadece huysuz ama zararsız bir adamdı; şimdiyse bir dehşetti; ölüm ve cinnetin derinlere dalmış pençelerle insanoğlunun üstüne atılmaya hazır, korkunç gölgelerde pusuya yatan bir iblis, bir canavar.

Falred, orada kanı donmuş halde oturuyor, sessiz savaşını veriyordu. Yumuşak, hafif bir ses onu yeniden dondurduğunda mantığın hafif ışıltıları korkusunu yenmeye başlamıştı. Bunun pencere eşiğindeki gece rüzgârının fısıltısı olduğunu fark etmedi. Çılgın hayal gücü, sadece ölüm ve dehşet adımı olarak algıladı bunu. Divandan sıçradı, sonra bocalayarak durdu. Aklına kaçmak geldi ama bir kaçış planını formüle etmeyi denemek için fazlasıyla şaşkındı. Yön duygusu bile kaybolmuştu. Korku onu öyle aptallaştırmıştı ki, bilinçli düşünemiyordu. Siyahlık uzun dalgalar halinde etrafına yayılıyor, karanlık ve boşluk beynine sızıyordu. Hareketleri varsa da içgüdüseldi. Güçlü zincirlerle zincirlenmiş, uzuvları bir geri zekâlınınki gibi uyuşuk uyuşuk karşılık verir gibiydi.

Arkasındaki ölünün üzerine doğru sessizce sokulduğuna dair müthiş bir dehşet içinde gelişiyor, tüyler ürpertici şekilde şahlanıyordu. Artık ışığı yakmayı düşünmüyordu; hiçbir şey düşünmüyordu artık. Korku tüm varlığını dolduruyor, başka şeye yer bırakmıyordu.

İçgüdüsel olarak yoklayarak, elleri arkasında, yavaşça geri gitti karanlığın içinde. Olağanüstü bir gayretle içinden dehşetin yapışkan sisleri ve bedeninde yapışan soğuk teri kısmen silkeledi, kendini toparlamaya çalıştı. Hiçbir şey göremiyordu ama yatak odanın karşısında, önündeydi. Geri geri giderek ondan uzaklaştı. Ölü adamın yattığı yerde her şey doğanın kurallarına uygundu; eğer arkasında hissettiği şey varsa, demek ki eski masallar doğruydu; ölüm cansız bedenlere dünya dışı bir yaşam aktarıyor, ölü adamlar insanoğluna berbat, kötü ameller etmek için gölgelerde geziniyordu. O zaman—Yüce Tanrım!— kara çukurlar ve zaman ve uzayın korkunç, meçhul boşluklarından dehşetengiz varlıklarca kuşatılmış, gecede kaybolmuş zavallı bir bebekten başka neydi ki âdemoğlu? Bu sonuçlar, herhangi bir mantık süreci tarafından üretilmemiş; dehşetten afallamış beyninin içinde birdenbire peyda olmuştu. Ölü adamın önünde olması gerektiği düşüncesine tutunarak, el yordamıyla usul usul gerilemeyi sürdürdü

Sonra geriye attığı elleri bir şeyle karşılaştı—kaygan, soğuk ve yapışkan bir şey—Ölümün dokunuşu gibi. Yankılanan bir çığlık, düşen bir bedenin gürültüsü tarafından takip edildi...

Ertesi sabah, ölü evine gelenler odada iki ceset buldu. Adam Farrel’in çarşaflı bedeni yatakta kıpırdamadan yatıyor; odanın karşısında, Dr. Stein’in dalgınlıkla eldivenini bıraktığı rafın altında da Falred’in bedeni yatıyordu; karanlıkta birinin eline—kendi korkusundan kaçan birinin eli—değince pürüzsüz, yapışkan bir his bırakan lastik eldivenler—ölüm dokunuşu gibi pürüzsüz, yapışkan, soğuk lastik eldivenler.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
775
5,746
Kdz. Ereğli
Dostlar, Robert E. Howard'ın bu öyküsü, korku kategorisinde yazılan birçok öyküden sadece biri... Öyküde, Edgar Allan Poe, Howard Philips Lovecraft ve Ambrose Bierce'nin etkileri açıkça görülebiliyor. Gerçekten de Howard, en çok sevdiği yazarlar arasında, gizem ve korku öykülerinin üstadları arasında kabul edilen bu üç yazarı saymaktadır. Beğeneceğinizi umarım.
 

ekenciz

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
13 Eyl 2009
3,028
13,882
Çok teşekkür ederim Hüseyin Bey. Elleriniz dert görmesin.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
775
5,746
Kdz. Ereğli
Çok teşekkür ederim Hüseyin Bey. Elleriniz dert görmesin.

Howard'ın öykülerinin yüzde sekseni aynı zamanda korku öyküleri olarak da okunabilir. Conan öykülerinin büyük bölümü, Solomon Kane öyküleri, Kull öyküleri aynı zamanda diken üstünde bir dehşet unsurunu da barındırır...
Başımız da ağrısa, dişimiz de ağrısa, Ekenciz gibi arkadaşların teşvikleri ile gerçekten de parmaklarımız ağrımıyor. Bu yorumlar ellerimiz-parmaklarımıza güç veriyor... Sağolun
 

Shoryuken

Yönetici
9 Nis 2013
4,057
20,840
Kamlançu
Ölüden, ölümden korkmak en eski korkularımızdan olsa gerek. Mezarlıkta bir gece kalmak hakkında birçok fıkra, hikaye de duymuşuzdur. Hiçbir şey olmayacağını bildiğimiz halde, korkularımız cesaretimizi kırar, olmayan şeyler görmemize, duymamıza sebep olur. Sevgili Hüseyin dostumuzun çevirisiyle güzel bir şekilde işlenmiş hikaye çok hoşuma gitti. Teşekkür ederim, elleriniz dert görmesin.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
775
5,746
Kdz. Ereğli
Shoryuken'in de belirttiği gibi ölüm ve ölünün yakınlığı insanın olağan yaşam düzeninde beklenmedik etkiler yapar. Bu öykü de bu etkinin ekstrem bir örneğini anlatıyor.
Ölüm, yaşamamak değildir sadece. Yaşam boyunca tüm güzellikler onun ışığı altında şekillenir. Güzellik ve haz ölümden uzaklaşmak, çirkinlik ve acı da ona yaklaşmak anlamına gelir çoğu zaman. Tüm medeniyet, ebedi bir yokluk karşısındaki sınırlı bir yaşamın direnişi olarak da okunabilir...
Türkçemizde eksikliği çok hissedilen yazarlardan Thomas Wolfe bunu şöyle anlatıyor:

"İnsanın yeryüzündeki tüm yaşamının bir görüntüsünü yakaladı birden. Ona öyle geldi ki, tüm insan yaşamı uçsuz bucaksız, korkutucu bir karanlık içinde, kısacık yanıp sönen cılız bir alev parıltısıdır ve insanoğlunun tüm saltanatı, trajik itibarı, kahramanca görkemi bu alevin kısalık ve değersizliğinden kaynaklanır. Yaşamının ufacık olduğunu ve sönük olacağını da biliyordu, sadece karanlığın sınırsız ve ebedi olacağını da. Dudaklarında meydan okumayla öleceğini, kalbinin son atışıyla, reddediş feryadının her şeyi kuşatan gecenin kursağında çın çın öteceğini de biliyordu."

THOMAS WOLFE
(Artık Yuvana Dönemezsin'den)​
 

yeryüzü

Yönetici
3 Eki 2011
17,166
78,419
hiçbiryerde :)

Teşekkür ederim sevgili Hüseyin Aksakal;
Ambrose Bierce'in Türkçede çıkan kitaplarını
okumuştum. Kısa hikayelerinde insanın farklı
durumlardaki duygularını iyice tasvir ediyor,
etkileyici sonlarıyla çok güzel! tatlar bırakıyordu.
Robert E. Howard'ın bu hikayesinde de psikolojik
anlatımlar çok canlı ve son cümlelere kadar gerilim
artarak sürüyor, sonuysa sanki belli olur gibiydi.
Bierce olsaydı sonunu nasıl getirirdi diye
düşünmeden edemedim:)
Son alıntınız da yaşamımızın önemini! vurguluyor, etkileyici...





.
 
Son düzenleme:

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
775
5,746
Kdz. Ereğli
Bence Bierce olsaydı, eldiveni bırakan Dr. Stein, korkudan can veren Falred'in babası, kardeşi, çocuğu gibi bir yakını olurdu. İki cesedi de o bulurdu. Çünkü Ambrose Bierce'nin öykülerinde derin korku faktörlerinin yanı sıra, sevilen yakınlara istemeden yapılan kötülükler de ağır basıyor...
 

chinga

Yeni Üye
28 Eki 2009
12
8
Elinize sağlık çeviriler için. Hikayenin orjinal adı The Fearsome Touch of Death değil mi?
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
775
5,746
Kdz. Ereğli
Elinize sağlık çeviriler için. Hikayenin orjinal adı The Fearsome Touch of Death değil mi?

Evet, Orijinal ismi böyle. Howard'ın yazdığı yaklaşık beşyüz öyküden yüzde seksenbeşi, kahraman odaklıdır. Bu öykü geriye kalan küçük dilim içinde yer alanlardan biri.
Nazik yorumunuz için teşekkür ederim.
 
Üst