scanfan
Yönetici
- 25 Eyl 2013
- 7,210
- 75,904
İstanbul Ansiklopedisi Anıları
Reşad Ekrem Koçu'nun Ömrünü adadığı "Kent Kütüğü"
Yazan: Semavi Eyice
Albüm dergisinin Mart 1998 tarihli 2'inci sayısında çıktı
"Halka tarihi sevdirmesini bilen" Reşad Ekrem Koçu'nun, maddeleri hikâyemsi bir anlatımla yazılan ansiklopedisi hiç tamamlanamadı. Otuzbir yıl süren ve "G" harfinde son bulan İstanbul Ansiklopedisi macerasını ve İstanbul'un "nev-i şahsına mahsus" tarihçisini birinci elden tanıklıkla sunuyoruz.
Reşad Ekrem Koçu'nun Ömrünü adadığı "Kent Kütüğü"
Yazan: Semavi Eyice
Albüm dergisinin Mart 1998 tarihli 2'inci sayısında çıktı
"Halka tarihi sevdirmesini bilen" Reşad Ekrem Koçu'nun, maddeleri hikâyemsi bir anlatımla yazılan ansiklopedisi hiç tamamlanamadı. Otuzbir yıl süren ve "G" harfinde son bulan İstanbul Ansiklopedisi macerasını ve İstanbul'un "nev-i şahsına mahsus" tarihçisini birinci elden tanıklıkla sunuyoruz.
Reşad Ekrem Koçu'yu 1945 yılının mayıs veya haziran ayında Bayezid'da Elektrik İdaresi ile şimdiki Emniyet merkezi arasındaki bir kitapçı dükkânında tanıdım. İstanbul'un ünlü kitapçılarından olan Bedros Nişanyan, Osmanlı tarihi, Türkiye hakkındaki Avrupa baskısı eski kitaplar ve o yıllarda Halkevleri tarafından yayınlanan yerel monoğrafyaların çoğunu getirten ve meraklılarına sağlayan bir kitapçı idi. Bu bakımdan, her tarafı -hatta tek masanın üstü- kitap dolu olan bu küçücük dükkânda, Nişanyan da dahil olmak üzere herkes ayakta dururdu. Amatör olarak kitap meraklılarından başka, üniversite öğretim üyelerinden buraya uğrayanlar kitap yığınlarının arasında tanışırlar, tanışmış olanlar da uzun sohbetler yaparlardı.
Ben daha ortaokul sıralarından itibaren tarih ve eski eserler meraklısı olarak kitapçı dükkânlarına devam eden, bir taraftan da İstanbul'u dolaşarak tarihi eserleri görüp tanımaya çalışan bir genç öğrenciydim. Galatasaray Lisesi'nden 1943'te mezun olduktan sonra, bu konuda yüksek öğretim yapmak üzere Almanya'ya gittim. Fakat ikinci Dünya Savaşı'nın Almanya'nın yenilgisiyle sona ermesiyle 1945 yılı Nisan'ında yurda dönerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümlerinde yüksek öğrenimimi sona erdirmeye girişmiştim. İşte bu sırada Reşad Ekrem Koçu'yu, Bayezid'da kitapçı Nişanyan'ın dükkânında tanıdım. O yıllarda eski yedek subaylar tekrar göreve çağrıldıklarından, üzerinde subay üniforması vardı ve zannederim Trakya'da Çatalca taraflarında görevli idi. Çıkarmakta olduğu İstanbul Ansiklopedisi'nin ilk fasikülleri 1944 yılında, ben yurtdışındayken basılmıştı. Kendisine, İstanbul'un Bizans dönemine ait eski eserlerine dair maddelerin kim veya kimler tarafından yazılacağını sorduğumda, bana verdiği cevap: “isterseniz sizin tarafınızdan" oldu.
Gezintiler, sohbetler ve tren yolculuğu.
Reşad Ekrem Koçu ile dostluğum böyle başladı. İlk yazım olan “Ahmed Paşa Mescidi” maddesini yazıp Ankara (Babıali) caddesindeki bürosuna götürüp teslim ettim. Kısa bir süre sonra yazım basıldı ve yurdumuzda bugün dahi ilmi dergilerde ihmal edilen bir usul uygulanarak, o küçücük makalenin 4-5 sahifelik broşür halinde aynı basımı bile yapılarak bana teslim edildi. O günden sonra Koçu ile yakınlığımız sürdü. Kimi zaman yaz aylarında İstanbul içinde gezintiler yaptık. 1948 yılında İstanbul Üniversitesi'nin Edebiyat Fakültesi'nden mezun olduktan birkaç ay sonra aynı fakültede asistan oldum. Akşamları üniversiteden çıktığımda tramvayla Sirkeci'ye gider, Ansiklopedi bürosuna uğrardım. Akşamları burada pek çok yazar, şair ve tarihçi toplanır, sohbetler yapılırdı. Sonra bu topluluk, o sıralarda Eminönü'nde henüz yıkılmayan Balıkpazarı'na gider, buradaki küçük içkili balık lokantalarının birinde sohbeti sürdürürdü. Ben rakı içmediğimden sadece bir bardak birayla yetinir ve saat 10 ile 11 arası Koçu ile iskeleye kadar yürür, buradan Haydarpaşa'ya kalkan vapura biner ve trenle o Göztepe'de babadan kalma ahşap köşküne, ben de aynı trenle Bostancı'ya kadar devam ederek, oradaki evime dönerdim.
Reşad Ekrem Koçu
Büyük boyda; 25x34 cm. ölçülerinde fasiküller halinde basılan İstanbul Ansiklopedisi'nde resimler çizgi resim olarak konuluyordu. Bunların büyük kısmı Nezih izmirlioğlu ile çok yetenekli bir desinatör olan Reşad Sevinçsoy tarafından hazırlanıyordu. Ansiklopedinin her iki baskısında da yer alan bu resimlerden bazıları, ait oldukları yapılar yıktırılıp ortadan kaldırıldığından bugün birer belge değerindedir. Bazı tarihi resimlerin taslaklarını Koçu kendisi çizip verirdi. Ansiklopedide “tire” tekniğinde çinko klişen resimlerin tercih edilmesi, bilhassa yabancı ilim çevrelerince çok beğenilmişti. İstanbul'un Bizans ve Türk dönemlerine ait eski eserleri hakkında pek çok yayını olan Dr. Alfons-Maria Schneider (1896-1952) bu Ansiklopediye dair yazdığı bir tanıtma yazısında yayından övgüyle bahseder. Bu Alman ilim adamının, tanıtma ve tahlil yazılarında genellikle acımasızca çok sert bir dil kullandığı düşünülecek olursa, bu övgünün değeri daha iyi anlaşılır. Ansiklopedi maddelerinin çoğu ilim metodlarına göre yazılmıyor, kaynaklar açık surette belirtilmiyor, böyle bir eserde yer alması fazla gerekli olmayan konulara aşırı derecede yer veriliyor, hatta bazı romanlar özetleniyordu. Bir bakıma ansiklopedinin bir başvurma eseri olarak değil, bir dergi gibi vakit geçirten, rahatça okunan bir eser oluşunu da bu özelliği sağlıyordu.
İstanbul Ansiklopedisi'nin ilk baskısında Reşad Ekrem Koçu'nun imzalı ithafı.
Kereste tüccarının katkısı
İstanbul Ansiklopedisi, Cemal Çaltı adında bir kereste tüccarının maddi desteğiyle yayınlanıyordu. R.E. Koçu, 15. fasikülün kapağında, bu ortağından "... alelade bir tüccar değildir, ikinci Cihan Harbinin en buhranlı bir devrinde, İstanbul Ansiklopedisi'ni, bir ilim ve vatan aşkı ve medeni cesaretle kapitalize etmiş bir simadır...” sözleriyle bahseder. Fakat 26. fasikülün kapağında, ”... aziz okuyuculara...” başlığı altındaki uzunca bir yazıda ortaklığın sona erdiği haber verildi. Bu sıralarda Koçu'nun kendine güveni sonsuzdu. Bazı maddelerin çok uzun olduğuna işaretle eserin bu ölçüler içinde tamamlanmasının ne derecede mümkün olduğunu sorduğumda, bana; "bitireceğim, hem daha gencim!” cevabını vermişti.
Yayınlanması düzensiz olarak sürdürülen Ansiklopedi, bariz bir sıkıntıya girmişti. Koçu ilk fasikülle birlikte dağıtılan tek yaprak halindeki bir bildirisinde oldukça iyimser bir ifade kullanarak: "Size bu fasikül ile ilk yapraklarını sunduğum İstanbul Ansiklopedisi, yıllarca sürmüş yorucu bir emeğin eseridir. İstanbul Ansiklopedisi'ni beş kuşaktan beri hemşerisi olmakla öğündüğüm büyük şehrin Türkler tarafından fethinin beşyüzüncü yılına hediye etmeye and içtim” demektedir. Aynı bildirinin devamında, geleceğe dair umutlarını ifade ediyordu Koçu: “Bu çapta bir eserde bazı isimler arasında önemli boşluklar kalmıyacağını hiçbir fâni, hatta biçbir heyet iddia edemez. Bundan ötürüdür ki İstanbul Ansiklopedisine yazılacak zeyiller, aslı kadar mühim olacaktır. Hayata gözlerimi yummuş dahi olsam, ortaya koyduğum bu esere zeyil yazmaktan zevk alacak gayet sahipleri çıkacağına güvenim vardır.” Fakat Akşam gazetesinin Kamber takma adıyla röportajlar yapan bir yazarına, kendisine söz verilen desteklerin yerlerine getirilmediğinden yakınarak, "İstanbul Ansiklopedisini bir avuç okuyucunun alakası ile, binbir müşkülata göğüs gererek çıkarıyorum. Fakat ben hayatta oldukça ne yapıp yapıp çıkaracağım. Öldükten sonra da işler muntazamdır, bir hayır sahibi çıkarsa sonuna kadar devam ettirebilir” diyordu.
O sıralar düzenli olarak her yıl İstanbul Sergisi açılıyordu. 1949 sergisinde dağıtılan küçük el ilanında da “Aziz İstanbullular” sözleriyle başlayarak kendisine yardımcı olmalarını rica ediyordu.
"Ahırkapı Kahvehanesi" maddesini Nezih İzmirlioğlu resimlemiş.
Bazı dostlarıyla birlikte ben de hiçbir maddi karşılık beklemeksizin Ansiklopediye yazı vermek suretiyle yardımcı oluyorduk. Fakat birer birer bu dostlar eksilmeye başlamıştı. Hammamizade İhsan, Muzaffer Esen, Sermet Muhtar Alus aradan çekilmişler, ebediyete intikal etmişlerdi. Nihayet Koçu'nun çok sevdiği İstanbul'u; tarihi, her çeşit eski eseri, her sınıf ve meslekten insanlarını, tabiat güzelliklerini, folklor ve edebiyatını yirmidört cilt içinde yaşatmak düşüncesi durmak zorunda kaldı. 30. fasikülün kapağında yayınlanan dokunaklı bir şikâyetnamede şunları söylüyordu: “... Sonsuz takdirleriniz ve şahsıma gösterilen söz dostluğu kâfi değildir. Bana maddeten zahir olmanız lazımdır... 365 günde, yani koca yılda bir defacık efendim, bir defacık kesenizi İstanbul Ansiklopedisine açınız ve 1580 kuruş gibi, üç mavnacının Balıkpazarı'nda bir akşamlık rakı parasını vererek abone olunuz... Otuzuncu fasikülüne gelmiş olan bu eser, benim namusumla ve hayatımla sigortalıdır. Dileğim de alil olmadan [elden ayaktan düşmeden], bir gün onun herhangi bir sayfasının üzerinde çalışırken kapanıp ölmektir. O zaman, işte o zaman... Eğer benden sonra heyetler bu işi başarabilirse... Kanayan kalbimin remzi olarak son tashihimi yaptığım kelimeyi kırmızı mürekkeple bassınlar.”
Reşad Sevinç Sevinçsoy'un çizgileriyle Sahilbend araba vapuru...
Bir büyük şehrin "kütüğü”
İstanbul Ansiklopedisi, 34. fasikülde, B harfinin Bahadır sokağı maddesi ile 1088. sahifede yayınına son verdi. Böylece Reşat Ekrem Koçu'nun, bu büyük şehrin bir "kütüğünü” ortaya koymak düşüncesi sona ermişti. Fakat bu başarısızlık onu yıldırmamıştı. Ansiklopedi eskisinden daha ufak formada (30x21 cm.) yine fasiküller halinde 15 Temmuz 1958'de tekrar yayınlanmaya başladı. Bu defa Koçu'nun ortağı yine ticaretle uğraşan ve Demokrat Parti'nin ileri gelenlerinden, Dr. Mükerrem Sarol'un kaynı Mehmet Ali Akbay'dı. idare yeri olarak, Bahçekapı'da şimdi izi bile kalmayan Mühürdanzade işhanında iki oda kiralanmıştı. Cadde üzerindeki odada M. Ali Akbay, para ve dağıtım işleriyle uğraşıyor, koridorun karşı tarafındaki odada ise Koçu redaksiyon ve maddelerle meşgul oluyordu. Bir görüşmemizde Akbay, Ansiklopedinin düzenli çıkması işini üstlendiğini ve eserin onbeş cilt içinde tamamlanması için kesin kararlı olduğunu bana söylemişti. Önce basılan maddeler bazı ilavelerle tekrarlandığı için, başlarda fasiküller hızla yayınlanıyordu. Ressam olarak ise Sabiha Bozcalı Hanım ona katkıda bulunuyordu. Ben de elimden geldiği kadar yardımcı oluyor ve telif hakkı almaksızın maddeler yazıyordum. 1952'de doktoramı yapmış, 1955-56'da askerlik görevini yerine getirmiş ve aynı yıllarda doçent olmuştum. Üniversitedeki yoğun çalışmalarım arasında, sırası gelen bir maddeyi düşünüp teslim etmediğim için, Koçu o maddeyi hemen hemen boş bırakarak, şu satırları yazmakla yetinmişti: "... kalem arkadaşlığı bizim için muhakkak bir büyük varlık olan genç bir bilginin salâhiyetli kalemine bırakılmış olan bu madde en son âna kadar kendilerinden bir not alınamadığı için...” (V, s. 2840). Bu satırları okuduğumda Koçu'ya bunların yazılmasına gerek olmadığını, bana eğer bir defa telefon etmiş olsa, bu eksikliğin çok kısa süre içinde giderilebileceğini ve aynı eseri vakf eden Mesih Paşa maddesinde ileride tamamlamak mümkün olduğunu söyledim. Fakat bu serzenişli şikâyete rağmen dostluğumuz bozulmadı. Büroya uğradığımda Akbay'ı da ziyaret ediyor ve onun şikâyetlerini de dinliyordum. Ansiklopedinin onbeş cilt içinde bitmeyeceği açıkça belli olmuştu. Koçu ortağıyla bozuşmaya başlamış, yazı yardımında bulunanları da kırıyordu. Bu arada Göztepe'de bahçe içinde babadan kalma ahşap güzel köşk satılmış, Koçu aynı caddenin karşı tarafındaki apartmanın bir dairesine yerleşmişti. Kendisine bakan, hiç evlenmemiş kızkardeşi Emine Halet Hanım da vefat etmişti. Süfli bir durumda bir yerlerden bulduğu Mehmed adındaki bir Anadolu çocuğunu resmi olarak evlat edinmiş, arkasından onun biri kız diğeri erkek iki küçük kardeşini de memleketlerinden getirtmişti. Koçu bir taraftan kendi soyadını verdiği Mehmed'i yetiştirmeye çabalarken, onun kızkardeşi de ev hizmetlerini görmeye uğraşıyordu ve bunda da pek başarılı olduğu söylenemezdi.
R. Ekrem Koçu'nun Akbay ile ortaklığı fazla sürmedi. Ayrıldılar ve Koçu bütün not ve dosyalarını evine taşıdı. Basılmış fasiküllerle cilt kapaklarını bir yere depoladı ve Mehmed'e bir yayınevi kurdu. Bu delikanlının, böyle bir müesseseyi yürüteceğini ve bir taraftan kitaplar basarken bir taraftan da Ansiklopediyi eski dostların yardımlarıyla sürdüreceğini sanıyordu.
"Seyyar mısırcı Fındık Ali'nin sandalı". Resim: Abdullah Tomruk.
On yıl süren ümitsizlik
Evinde yüzlerce zarfta, Ansiklopedide çıkacak maddelerin notları, resimleri ve çeşitli malzemesi toplanmıştı. Son yıllarda iyice kötümser olan Koçu, bunları oturduğu apartmanın önündeki küçük düzlüğe yığıp yakacağını söylüyordu. Ansiklopedinin yayınlanması 10. ciltten sonra iyice duraklamıştı. Ecel geldiğinde çok büyük ölçüde tasarlanan bu eserin 11. cildinden birkaç fasikül çıkmış, ancak "G” harfi maddelerinin ortalarına gelmişti. Basılan son madde "Gökçınar” oldu. Benden bu harfe girecek Gotlar sütunu ile Göksu maddelerini rica etmişti. İkisini de yazıp verdim. Fakat bunlardan İkincisini yayınlaması kısmet olmadı. Koçu, 6 Temmuz 1975'te vefat etti, cenazesi 9 Temmuz günü Göztepe'de Tütüncü Mehmed Efendi Camii'nden kaldırıldı. Ansiklopedisinin yayınlanması hususunda önceleri çok iyimser olan Koçu, daha ölümünden on yıl önce ümitsizliğe düşmüştü. 1965 yılında bir gazeteciye söylediği sözler bu psikolojik durumunu açıkça ortaya koyar: “Şu fani dünyadan pek ani göçecekmişim gibi geliyor bana. Eh yaş 60, amma ben bunun çok çok üstünde ihtiyarladım, kendimi hallice hissetmiyorum...”
İstanbul Ansiklopedisi tanıtım broşürü.
Münif Fehim'in "Kuledibi'nde Apukurya Maskaraları"nı gösterir resmi.
Münif Fehim'in "Kuledibi'nde Apukurya Maskaraları"nı gösterir resmi.
Reşad Ekrem Koçu 1905'te dünyaya geldiğine göre vefat ettiğinde yetmiş yaşında idi. İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesinden 1931'de mezun olmuş ve Osmanlı tarihi kürsüsünün başında olan Ahmed Refik Altınay’ın (1880-1937) yanında asistanlığa başlamıştı. Böylece başlayan tarihçiliği, son nefesine kadar sürdürdü. Darülfünun 1933'te üniversiteye dönüştürülürken, açığa çıkarılan hocası Ahmed Refik ile birlikte buradan ayrıldılar. Koçu geçimini liselerde öğretmenlik yaparak, gazete ve dergilerde makaleler yazarak sağladı. O da Ahmed Refik gibi halka tarihi sevdirmesini biliyordu, iyi ve sağlam bilgilere sahip bir Osmanlı dönemi tarihçisiydi. Bütün yazdıklarında; tarihi gerçekleri değiştirmeksizin, kaynaklardaki bilgilerin biraraya getirilmesi, bunların bir hikâye örgüsü içinde ustalıkla toplanması suretiyle, kaleme aldığı makale ve kitaplarında rahat okunur akıcı bir üslup, güzel bir Türkçe hakimdi. Bu da onun yazılarının zevkle okunmasını sağladı.
Gazetelerde 1930-1946 yıllarında tarihi romanları çıkan Turhan Tan ile İskender Fahrettin Sertelli'den, gerek kaynaklara ve eski gerçeklere uyum, gerek yazı üslubu bakımından üstündü. Tarihçi olarak yetişmesinde Ahmet Refik'in büyük etkisi olmuştu. Onun İstanbul'un bütün özelliklerini tanımasında ise Türk edebiyatının ünlü kalemlerinden Ahmed Rasim'in (1865-1932) geniş ölçüde payı olmuştur. Koçu, onun İstanbul'da Osmanlı devletinin son yıllarındaki hayatı anlatma şevkini ve bu şehre olan sevgisini aynen almış, bunu Ahmet Refik'ten kendisine geçen edebi tarihçilikle zenginleştirerek, İstanbul'un “nev-i şahsına mahsus” bir tarihçisi olmuştur. İstanbul'a olan sevgisini işte İstanbul Ansiklopedisi ile göstermeye çalıştı.
Kirli olayların kahramanları
Koçu, Osmanlı tarihinin basılı kaynaklarını ve yakın geçmişteki gazeteleri büyük bir dikkatle tarayıp bunların içinden çeşitli türde meraklı olayları, hikâyeleri, pek akla gelmeyecek ayrıntı.ve yaşantıları çıkarmış, bunları yazı ve kitaplarında kullandığı gibi ansiklopedide de yer vermişti. Son döneme ait bazı olaylar ve kişilere dair bilgileri ise Vasıf Hiç adındaki yaşlı bir Üsküdarlı'dan elde etmişti. İstanbul'da cereyan etmiş bazı kirli olayların kahramanlarını bir dedektif gibi araştırır, bulur ve onlardan bilgi alırdı. Talihin kötü oyunuyla her türlü fenalık ve uyuşturucuya alışmış bir gençle onunla aynı yola düşerek sokaklarda pespaye halde dilenen, çok iyi bir ailenin kızı olan sevgilisiyle konuşmasına şahit olduğumu hatırlarım. Genç kadının kucağındaki çocuğun ağlamaya başlaması üzerine, annesinin: “ne yapayım, sütümden o da alıştı!” cevabını unutamam. Geçen yüzyılda İstanbul'da cereyan etmiş bir cinayet olayının günlerce süren soruşturma akımını o günlerin gazetelerinden derledikten sonra, bu olaya karışan bir kişinin gözleri görmez halde doksanlık bir ihtiyar olarak Silivri kapısı taraflarında hâlâ yaşadığını öğrenince, gitmiş, o kişiyi bulmuş ve biraz gelişigüzel sohbetten sonra birdenbire, gençliğinde başından geçen bu olayı sorduğunda, şaşıran ihtiyarın “bunu bana soran kimdi? Yoksa şeytan mı?” dediğini anlatmıştı. Koçu'nun eski dönemlerdeki bazı normal dışı ilişkilere merakı vardı. Bu da onlardan biriydi. Eski gazetelerden, kitaplardan bu tür olaylara dair pek çok bilgi toplamış, gayet düzenli olarak defterlere geçirmişti. Eli resme yatkın olduğundan, bazılarını resimlemişti de. Bu tip olayları sırası geldikçe Ansiklopedide kullanırdı.
Nezih İzmirlioğlu'nun kaleminden "Azak Apartımanı".
Ölümünden sonra, Ansiklopedi için hazırlanan zarfların, notların ve bu defterlerin ne oldukları bilinmez. Oğulluğu Mehmet'in, depolardaki fasikülleri ve kitapları sattıktan sonra, dosyaları da Tercüman gazetesine sattığı duyuldu. Hatta bu gazetenin, Ansiklopediyi devam ettireceği de söylendi. Recep Ekicigil başkanlığında çok kalabalık bir ekip tarafından İstanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedisi başlığı altında 1982'de yayınlanmasına girişilen yeni ansiklopedi, Tercüman gazetesinin bir yaprağının kesilmesi ve katlanması suretiyle basılıyordu. Bu da 1985 yılına kadar sürdü. Çok geniş tutulan A ile B harfleri iki cildi doldurmuş, üçüncü cilt G harfini tamamlamış, arkasından maddeleri kısaltarak çok hızlanan ansiklopedi H-0 harflerini dördüncü cilde sıkıştırarak “Ozansoy, Faik Ali” maddesiyle, bitirilemeden kalmıştır. Fakat bu ansiklopedi Koçu'nunkinin devamı değildi ve ondan oldukça farklı idi. Zaten kısa bir süre sonra Tercüman gazetesi kapandı, bütün arşiv ve kütüphanesi satılarak dağıldı. Böylece bir ömür boyu toplanan malzeme kayboldu. Kayboldu diyorum, belki de aldanıyorum. Bu malzeme belki de bilinmeyen bir yerdedir.
Gazetelerin “hurda” ayrıntıları
Kültür Bakanlığı ile Tarih Vakfı tarafından 1993-1995 yılları arasında yayınlanan Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi ise her iki öncüsünden çok değişik bir düzenlemeye göre hazırlanmış ve iki yıl içinde sekiz cilt halinde bitirilmiş ve basılmıştır. R.E.Koçu, kendisine maddi destek sağlayanlardan ayrılmasa, Ansiklopediyi lüzumsuz uzatan maddelere yer vermekten sakınsa, her şeyin üstünde düzenli bir yaşama sahip olsa ve bazı öncüleri gibi içkiye düşkün olmasa, daha bir süre ansiklopedisinin yayınını sürdürebilirdi. Onun gibi hikâyemsi (anecdotique) bir anlatımla maddeleri işleyebilecek bir veya birkaç yardımcının da yetişmesi, bu işin sürdürülebilmesi için gerekliydi. Artık saltanatın son dönemi İstanbul'una ve insânlarına dair etraflı bilgisi olan Sermet Muhtar Alus’un (1887-1952) yerini tutacak ikinci bir kişi olmadığı gibi, Reşad Ekrem Koçu gibi Osmanlı tarihinden ve XIX. yüzyıl gazetelerinden en “hurda” ayrıntıları bulup çıkarabilecek bir araştırıcı da kolay kolay yetişmezdi. Böyle bir eseri kalemlerinin ürünüyle süsleyecek Reşad Sevinçsoy, Nezih İzmirlioğlu veya Sabiha Bozcalı gibi çizgi ustaları da artık çekilmişlerdi. Ve İstanbul Ansiklopedisi, bitmemiş haliyle kütüphane raflarında kaldı.
Koçu son yıllarında, değerinin bilinmediğinden yakınıyordu. Nitekim, bir dostuna 1964'te verdiği bir kitabının başına yazdığı ithafta bu sıkıntısını zarif bir şekilde dile getirmiştir: “Hak-ı siyah içre kaybolacak dâne miyim ben, demiş şair”. Şu bir gerçektir ki, Reşad Ekrem Koçu, geçmişin karanlığı içinde kaybolmaya layık değildi.
Son düzenleme: